deneme

17 Kasım 2004 Çarşamba

GENERAL MOTORS VE OTOMOBİL PAZARI ÜZERİNE REKABET

Firmaların, dev tekellerin neden birleştikleri üzerine çok şey söylenebilir. Nihayetinde birleşmeler rekabetin sonucudur. Rekabetin de birçok yansıma biçimi vardır. Tekellerin karını sınırlandıran, yığınların alım gücüdür. Ekonomik büyümenin nispeten yavaş ilerlemesinden dolayı, üretim ve sürümün azami kar dürtüsünün gereklerine göre artmadığı bir süreçte kar elde eden bir tekel ne yapabilir? Elde ettiği karı, yatırıma dönüştürür. Ama karını yatırıma dönüştürmesi için yeterli talebin olması gerekir. Yeterli talebin olmadığı koşullarda tekel, üretimini arttırmak için yatırım yapmaz. Bunun yerine başka firmaları satın almaya çalışır. Böylece en güçlü olan tekeller, birleşmelerle birbirlerinin pazar payını satın almış olurlar. Demek ki, “gönüllü” veya gönülsüz birleşmelerin arka planında pazar payının satın alınması söz konusudur. Satın alınan tekelin pazar payı yüzde 5 ve satın alan tekelin pazar payı yüzde 7 ise, birleşmeden dolayı satın alan tekelin pazar payı yüzde 12’ye çıkar. Böylece, Lenin’in ifadesiyle “süper tekeller” arasındaki rekabet daha da keskinleşir.
General Motors’un Avrupa’daki işletmelerini kapatma veya küçültme girişimi bu türden gelişmelere/rekabete en son örneği teşkil eder…

General Motors’un Opel işletmesine saldırısı şimdilik geri püskürtüldü. Ama ilk fırsatta yeniden gündeme gelecektir. Bu olay, dünya otomobil sektöründe tekil, istisnai bir durumu ifade etmiyor…
Dünya otomobil sektöründe Avrupa otomobil pazarı, rekabetin en çetin sürdürüldüğü pazardır. 2003’te dünya otomobil üretiminin üçte biri (14,2 milyon otomobil) bu pazarda satıldı. Bu nedenle önde gelen bütün otomobil tekelleri bu pazarda en büyük payı kapmak için mücadele etmekteler. Bu pazarda en büyük payı elde etmek için Ford ve General Motors (GM) gibi Amerikan tekelleri on yılar öncesinde başka otomobil firmalarını devralarak, satın alarak pazar paylarını artırmışlardır.
Avrupa pazarında otomobil satışı 1999’da 15,1 milyonla rekor seviyesine ulaşmıştı. Sonraki yıllarda satılan otomobil sayısı sürekli gerilemiş ve 2003’te 14,2 milyona düşmüştür. Otomobil tekellerinin rasyonelleştirme programları uygulamaları sonucunda verimlilik sıçramalı olarak artmıştır. Ama aynı zamanda kitlesel kronik işsizlikten ve düşük ücretlerden dolayı yığınların alım gücünün gerilemesi, otomobil satışlarını da olumsuz etkilemiş ve satışlarda gerileme olmuştur. Bu durum, otomobil tekelleri arasındaki rekabetin daha da keskinleşmesini beraberinde getirmiştir.
Japon otomobil üreticilerinin yanı sıra Güney Koreli üreticiler de ucuz markalarıyla 1990’lı yıllarda Avrupa otomobil pazarında rekabete girişmişlerdir. Şimdilerde ise Çin otomobil tekeli SAIC, BMW ile kurduğu ortaklık vasıtasıyla Avrupa pazarlarında söz sahibi olmaya çalışmaktadır. Bütün bu gelişmeler bu pazardaki rekabetin ne denli çetin olduğunu göstermektedir.

Önce uluslararası otomobil tekellerinin durumunu birkaç veriyle gösterelim:
Otomobil sektörü, uluslararası üretimin yeniden örgütlenmesinin nispeten en çok gelişmiş olduğu sektörlerden birsidir. Son 20-30 sene zarfında dünya çapında otomobil üreticilerinin sayısı yarı yarıya azalmıştır. ‘90’lı yıllardan bu yana bu sektörde de büyük tekeller birleşiyorlar veya birbirlerini devralıyorlar. Artık otomobil sektöründe tekeller arasında değil, tekel grupları arasında rekabet esas olmuştur.

Uluslararası otomobil sektöründe söz sahibi olan tekel grupları ve güç durumları( Bu veriler için bkz.: Frankfurter Allgemeine Zeitung, 6 Temmuuz 1999):

1-ABD: General Motors (Opel, Vauxhall, Saab, Oldsmobile, Buick, Saturn, Chevrolet, GMC, Holden, Isuzu); Ford (Volvo- binek arabası-, Mazda, Jaguar, Aston Martin, Lincoln, Mercury).
2-Almanya: Daimler-Chrysler (Mercedes-Benz, Chrysler, Smart, Dodge, Jeep, Plymouth); BMW (Rover, Land Rover, Mini MG).VW (Audi, Skoda, Seat, Rolls Royce, Bentley, Lamborghini, Bugatti);Porsche
3- Fransa: Renault (Nisan, Fuji Heavy-Subarnu); PSA (Peugeot, Citroën).
4- İtalya: Fiat (Alfa Romeo, Ferrari, Maserati, Lancia).
5- Güney Kore: Hyundai (Samsung, Kia); Daewoo (Ssang Yong).
6-Japonya: Honda; Mitsubishi; Toyota (Daihatsu).
7- Malezya: Proton (Lotus).

Tabloda yer alan on süper tekelin verilen yıllarda dünyanın en güçlü 200 uluslararası tekeli cirosundaki payı yüzde 11,3 ve dünya üretimindeki payı da yüzde 3,1 idi.
En büyük 10 otomobil tekelinin üretim açısından durumu:



Otomobil üretiminde söz sahibi olan en güçlü on tekelin (General Motors/ ABD, Ford/ ABD, Toyota/ Japonya, Volkswagen/ Almanya, DaimlerChyrsler/ Almanya, PSA/ Fransa, Fiat/ İtalya, Nisan/Japonya, Renault Fransa /, Honda/ Japonya) konumu:

1980’den 2000’e sadece Ford’un yurt dışı üretimi, yüzde 54,9’dan yüzde 48,1’e düşüyor. 1980 yılı verileri belli olan diğer 5 tekelin yurt dışı üretiminin toplam üretim içindeki payı 2 ila 3 misli artıyor.
General Motors’un dünya otomobil üretimindeki payı 1980’de yüzde 19,2’den 2000’de yüzde 13,7’ye; Ford’un payı yüzde 12’den yüzde 10,3’e; Toyota’nın payı yüzde 10,9’dan yüzde 8,7’ye düşüyor. Volkswagen’in payı ise aynı dönemde yüzde 7,2’den yüzde 8’e çıkıyor.

Bu 10 tekelin toplam üretimi 1980’den 2000’e yüzde 26,9 oranında artarken, aynı dönemde dünya otomobil üretimi yüzde 67,3 oranında artıyor. Buna paralel olarak da bu 10 tekelin dünya üretimindeki toplam payı 1980’de yüzde 82,2’den 2000’de yüzde 75,8’e düşüyor.

Otomobil sektöründe uluslararasılaşmış sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme süreci bütün hızıyla devam etmektedir. GM’un Avrupa’daki bir kısım işletmelerini kapatma planı otomobil tekelleri arasındaki rekabetin bir göstergesi olarak görülmelidir.
Bu çetin rekabette en çok kaybeden Fiat tekeli olmuştur. Bu tekelin pazar payı 1990’dan 2003’e yüzde 50 düşmüştür. GM’un pazar payı da 1993’te yüzde 13,2’den 2003’te yüzde 9,8’e gerilemiştir. Sadece DaimlerChrysler’in pazar payı yüzde 3,2’den yüzde 6,5’ çıkmıştır.
DaimlerChrysler ve BMW gibi lüks modellerin satışı, ekonomik krize rağmen artmıştır. Bunun ötesinde küçük ve ucuz otomobillerin de satışında artış olmuştur. Bu artış, Opel gibi daha ziyade orta tabakalara hitap eden otomobil üreticilerinin aleyhine olmuştur. Bu nedenden dolayıdır ki, 2001 yılında Opel’in 300 binden fazla bir otomobil kapasite fazlalığı doğmuştu.

Opel’in, kaybedilen pazar payını yeniden elde edeceği beklentisi gerçekleşmedi. Bu nedenden dolayıdır ki GM, Opel’in 350 bin otomobil kapasitesi fazlalığını yok etme kararı aldı. Bunun anlamı şudur: 350 bin otomobil üretmek için gerekli sabit sermaye (işletme) ve işgücü yok edilecektir. Binlerce işçinin sokağa atılması planının altında yatan budur.

Avrupa otomobil pazarında çetin rekabet fiyat indirimi üzerinden de sürdürülmektedir. Ortalama tenzilat yüzde 15 civarındadır. Otomobil tekelleri tenzilattan dolayı doğan kayıplarını telafi etmek için sömürüyü yoğunlaştırıyorlar. DaimlerChrysler, GM ve VW, yaklaşık aynı içerikli programlarla ücretleri yüzde 20 ila yüzde 30 oranlarında düşürüyorlar ve aynı zamanda işin verimliliğini de sıçramalı artırıyorlar. Örneğin GM, 1999-2003 arasında Avrupa’daki işletmelerinde çalışanların sayısını 91 binden 63 bine düşürmüştür. Yani 28 bin işçiyi sokağa atmıştır. Ama aynı dönemde çalışan başına ciro sadece beş senede 288 bin dolardan 436 bin dolara çıkmıştır. Yani işçin verimliliği yüzde 51,4 oranında artmıştır. Bunun adı, sömürünün yoğunlaştırılmasıdır.

GM’un Avrupa Başkanı Forster „Paris Otomobil Salonu“nda, „istediğim, ücret hesaplamasında yoğun bir indirimdir“ diyordu Eylül ayında. Forster, „Avrupa’da iş (gücü) masraflarının bu on yılın sonuna kadar yüzde 30 oranında düşürülmesini iyi bir hedef“ olarak görüyor.
Rekabet gücünü artırmak için otomobil tekelleri –diğer alandaki tekeller de- bir taraftan ücretleri düşürmeye çalışırlarken, diğer taraftan da işçileri kitlesel olarak sokağa atıyorlar. Tekelci sermayenin jargonunda buna „işletmenin reorganizasyonu“ deniyor.

“İşletmenin reorganizasyonu”, Opel grevi döneminde açıklandığı gibi, „yönetim hatası“ değil, GM’un uygulamaya çalıştığı uluslararası bir stratejidir: İşletmelerin kapatılması ve işçilerin yığınsal olarak sokağa atılmaları son dönemlerde „yönetim hatası“ olarak açıklanıyor. Yani işletme yönetimleri hata yaptıkları için işletmeler kapatılıyor ve işçiler sokağa atılıyor! Bu kavramı, tekel yöneticileri üretmediler. Ona yaşam verenler sendika patronlarıdır. Bu unsurlar, aslında kapitalizm yaşanabilir bir sistemdir, sömürü sistemi kabullenilebilir, krizler olmayabilir, ama işletme yönetimlerinin hatalarından dolayı böylesi durumlarla karşılaşıyoruz diyorlar ve bu anlayışı yayıyorlar. Sendika bürokratları, tekeller arası rekabeti ve sonuçlarını „yönetici hatası-yönetim hatası“ olarak açıklıyorlar.

GM’un Avrupa’daki işletmelerinin bir kısmını kapatma kararı, belirttiğimiz gibi, bu sektördeki çetin rekabetin doğrudan bire sonucudur. Revizyonist bloğun dağılmasından sonra Doğu ve Orta Avrupa, uluslararası tekeller için bir cennet oldu. Diğer sektörler gibi otomobil sektörü de üretimi, sistematik olarak bu bölgeye kaydırmaya başladı. Amaç oldukça açık: Düşük ücretlerden, en uygun nakliyat olanaklarından, nispeten eğitimli işgücünden yararlanmak. Polonya bu olanakları sunan en tipik ülkedir…

„Adam Opel A.Ş. Açısından AB’nin Doğu Genişlemesi“ başlıklı yazıda AB’nin „Doğu Genişlemesi“nin genel olarak otomobil sektörü ve özel olarak da Opel için ne denli sevindirici bir gelişme olduğu anlatılıyor.(Bkz.:Alman İktisat Enstitüsü Köln).
Diğer sektörlerdeki tekeller gibi Opel de Berlin duvarının yıkılmasından hemen sonra Doğuya yönelmek için harekete geçer. 1992’de Eisenach’da (Doğu Almanya) „yeni, oldukça modern, oldukça verimli çalışan bir işletme“ kurar. Opel, daha o zaman Batı Almanya’nın yuttuğu Doğu Almanya’daki düşük ücretlerden ve yüksek iş verimliliğinden yararlanır ve rakipleri karşısında avantajlı bir konum yakalar.

Yukarıda adı geçen yazıda amacın ne olduğu şöyle açıklanıyor: „Orta ve Doğu Avrupa bölgesine (girmek için attığımız) en önemli adımın nedeni 1996’da Polonya’da (Gleiwitz) yeni bir işletme kurma kararımızdır“. Opel, Gleiwitz’deki işletmeyi Eisenach’dakinden daha verimli görüyor: „Rakamlar her şeyi açıklıyor. Almanya’da bir saatlik iş, ortalama olarak 31 Euro, Fransa’da 21 Euro ve Almanya’nın başkentinden yaklaşık 80 km doğuda… Polonya’da sadece 5 Euro“…

Uluslararası tekeler, bu bölgelerde de sömürünün en alt sınırına ulaşılmadığını keşfetmekte geç kalmadılar. Bu nedenden dolayıdır ki otomobil tekelleri, uzun zamandan beri Çin ve Asya pazarlarına yerleşmeye başladılar. Ücretlerin düşüklüğü konusunda Polonya, Çin ve Asya pazarlarıyla rekabet edecek durumda değil. Sonuç: Tekeller, rekabette üstünlük elde etmek için geliyorlar, işletme kuruyorlar ve sonra başka yerlerde daha uygun rekabet koşulları görünce işletmeleri kapatıyorlar, işçileri yığınsal olarak sokağa atıp gidiyorlar.

GM’un Avrupa’daki 63 bin işyerinden 12 binini -10 bini Almanya’da- kapatma planı adeta bir şok etkisi yaptı. GM, Siemens, DaimlerChrysler, Volkswagen gibi tekellerin izinden gidiyor. Yapılmak istenen, tekelci sermayenin işyerlerine, ücretler ve sosyal haklara cepheden bir saldırısıydı…

Emperyalist küreselleşme ve onun doğrudan bir unsuru olan GM, tekelci sermayenin, azami karı ve uluslararası örgütlenmesi için uluslararası bütün olanakları kullanması önündeki bütün engellerin yıkılmasını istiyor. Opel işletmelerinin kapatılması planı, bu stratejinin sadece bir parçasıdır…

Emperyalist küreselleşme, neoliberalizm ve bütün bunların motoru olan uluslararası tekeller, azami kar için toplumsal yaşamı yıkıyorlar ve bu yıkımda yönetimlerin de desteğini alıyorlar. Örnek: Trollhätten şehrinde (İsveç) belediye, işçiler üç vardiya usulü çalışsın ve GM işletmesi 24 saat üretsin diye kreşleri, anaokullarını geceleri de açık tutma kararı alır. Önemli olan, GM’un üretiminin aksamamasıdır. Sadece bu tavır, toplumsal yaşamın azami kara ne denli tabi kılındığının boyutlarını göstermektedir…

Opel işçileri, dünyanın her tarafından destek aldılar. Hangi ülkeden, işletmeden olursa olsun işçiler, Opel’de çalışan sınıf kardeşlerini desteklediler. Bunun ötesinde Bochum ve çevre halkı da işçileri destekledi. Opel işçileri 6 gün boyunca GM yönetimine, Alman hükümetinin tavrına, sendikanın ihanetine, burjuva medyanın kopardığı yaygaraya karşı gelerek grevlerini sürdürdüler…

Devrimci bir önderliğin olmaması geri adım atmalarının en büyük nedenidir. İşçilerin geri adım atmasıyla birlikte işletme temsilciliği ve sendika, direnen işçilerin, dahası bütün Opel işçilerinin üstüne çullanmakta gecikmedi. Sendika yönetimi, tecrübesine dayanarak her türlü ihanet oyunlarını sergiledi. Konuşmak, görüşünü dile getirmek isteyenler susturuldu. Sendika ve işletme yönetimi, demokratik kuralları bir kenara iterek, GM ve Opel yönetiminin çıkarları doğrultusunda hareket etmekten geri kalmadı. Öyle ki, kararın alındığı toplantıda tartışma yasağı kondu. Önemli olan, „çatlak“ ses çıkmasının engellenmesiyi. Başarılı da oldular. Böylece sendika ve işletme temsilciliği yöneticileri korunmuş oldu…

Sendika (IG Metall) ve işletme temsilciliği, Opel grevini sabote ettiler. Opel grevi, bunların ufkunu aşıyordu ve işçi sınıfı tarafından örnek alınmasının engellenmesi gerekiyordu. Bu nedenden dolayı grevi sabote ettiler.
Opel grevi, uluslararası tekellere karşı grev hareketinin uluslararası örgütlenmesinin ne denli önemli olduğunu, bu örgütlenmenin maddi koşullarının ne denli olgunlaşmış olduğunu gösterdi.
Opel grevi, işçi sınıfının mücadele dinamiğinin ne denli canlı olduğunu, sınıfsal çıkarları için mücadeleye hazır olduğunu gösterdi.
Opel grevi, aynı zamanda siyasal önderliğin olmaması durumunda devrimci bir çıkışın nasıl yenilgiye uğratılabileceğini de gösterdi.
Opel grevi, düzeni korumaktan ve yaşanabilir yapmaya çalışmaktan öte bir amacı olmayan, işçi sınıfını kapitalist düzene bağlı tutmaya çalışan burjuva reformist sendikaların ihanetçi rolünü bir kez daha gösterdi.

16 Kasım 2004 Salı

EKONOMİ VE SOSYAL HAREKETLER

Almanya’da işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, altı seneden bu yana, Sosyal Demokrat/Yeşiller hükümeti döneminde, daha önceki muhafazakâr Kohl hükümeti döneminde olduğundan daha yoğun neoliberal saldırılarla karşı karşıya kaldılar.

Doğu Almanya’da işsizlik ortalama yüzde 20. Bütün Almanya’da resmi verilere göre işsizlerin sayısı 5 milyon sınırına yaklaşıyor. Ama reel işsiz sayısı 8 milyon civarında.

Alman işçi sınıfının Bismarck döneminden bu yana mücadele sonucu elde ettiği sosyal haklar, en son Hartz-Yasalarıyla nerdeyse tamamen yok ediliyor. 40’ından ve 50’sinden sonra iş bulma olanağı hemen hiç yok. Genç kuşağın da eğitimine göre iş bulması bir hayal.

Tekeller, milyonlarca işçinin işsiz olmasının kendilerine sunduğu olanakları kullanıyorlar. Örneğin, Siemens, DaimlerChrysler, Karstadt-Quelle, Opel ve VW gibi büyük tekeller, ücret artırımı için mücadelenin önünü almak ve bunun ötesinde ücretleri düşürmek için, sokakta çok sayıda işsiz var demenin ötesinde, işten atma tehdidini savurdular ve gerekirse üretimi, işçi maliyet masrafının daha düşük olduğu ülkelere taşırız dediler.

Bu gelişmeye karşı işçi sınıfı ve emekçi yığınların tepkisi büyüyor. Son bir-iki sene içinde gördüğümüz gibi Almanya’da da yığınlar, on binler ve yüz binler, neoliberal saldırılara karşı sokağa çıkıyorlar. Yığınlar toplumsal geriye gidişi, sosyal ve ekonomik haklarının yok edilmesini kabullenmiyorlar. Örneğin bu senenin Nisan ayında Almanya’da yarım milyona yakın işçi ve emekçi, sosyal ve ekonomik hakların gasp edilmesine karşı tepkilerini sokakta dile getirdi. Hartz IV-Yasasına karşı mücadele kitleselleşti. Keza General Motors’un Bochum’da (Opel) binlerce işçiyi sokağa atma planı en azından şimdilik geri püskürtüldü.

Şu veya bu ülkede hangi içerikte olursa olsun neoliberal saldırılar, sadece işçi sınıfını, sadece işçi sınıfının çalışan kesimini ilgilendirmiyor. Bu saldırılalar, çalışıyor olsun olmasın bütün işçi sınıfını ve bütün emekçi yığınları ilgilendiriyor. Bunun ötesinde neoliberal saldırılar, sadece, sınıf bilinçli işçiler sokağa dökmüyor. Burjuvazinin politikası, sınıf bilinçli-sınıf bilinçsiz işçi yığınlarını, sendikaların bütün engelleme çabalarına karşı sokağa döküyor. Bu saldırlar, geniş yığınlarda mücadele etmezsen ezilirsin duygusunu geliştiriyor.

1950-1970 dönemindeki “sosyal devlet” anlayışına; bu reform politikasına geri dönüş artık olası değildir. Çünkü emperyalist küreselleşme, Lenin’in deyimiyle “süper tekeller”in bir propaganda manevrası değildir. Emperyalist küreselleşmenin; sermayenin ve üretimin uluslararası örgütlenmesinin ve taleplerinin boyutları ve derinliği “sosyal devlet” anlayışını dışlamaktadır.

Devlete çağrı yapmanın ve “bizim devletimizsin, bizi korumalısın” demenin de hiçbir anlamı yok. Olsaydı devlet, tekellerin çıkarlarını ifade eden neoliberal politikaların uygulanmasına karşı olurdu. Soruna hangi açıdan bakarsak bakalım, neoliberalizm, uyuyan yığınları, sosyal demokrasiye güvelenenleri de uyandırmaktadır.

Revizyonizmin ve sosyal reformların babası E. Bernstein, sosyal reformu amaçlaştırmıştı. Bu, işçi sınıfının kapitalist düzene karşı mücadelesini; bu düzeni yıkma mücadelesini kapitalist düzeni kurtarma mücadelesine dönüştürmekten başka bir anlam taşımıyordu. Sosyal demokrasinin bu mücadelesinde başarısız kaldığı söylenemez. Ama bugün bu silah geri tepiyor. On yıllar boyunca sosyal reformlarla, “sosyal devlet”le uyuttukları işçi ve emekçi yığınlarını daha da uyutacak bir olanakları kalmadı. Sosyal demokratlar da neoliberalleştiler.
Neoliberalizm ve kitlesel kronik işsizlik olgusu, ekonomik kriz ve sınıf mücadelesi arasındaki bağın yeniden yorumlanmasını kaçınılmak kılmaktadır. Şüphesiz ki, ekonominin krizde olduğu dönemlerde işçiler kitlesel olarak sokağa atılırlar. Ama son 20-30 senenin tecrübesi göstermektedir ki, ekonomi krizde olmasa da işçiler, kitlesel olarak sokağa atılıyorlar.
Ekonomik kriz, aynı zamanda yoğun olarak sabit sermaye kıyımı/yok edilmesi demektir. Kapitalist, kriz döneminde sabit sermayesini, örneğin makinelerini, başkaca teçhizatlarını, fabrikasını yeniler. Bu, “eskiyen” makinelerin vs. atılması demektir. Atılanların yerine yenileri alınır. Ekonomik kriz, aynı zamanda devasa boyutlarda sabit sermaye yenilenmesi demektir, yatırım demektir. Geçen yüzyılın ‘70’li yıllarına kadar sabit sermaye kıyımı ve yenilenmesi, genellikle ekonomik kriz döneminde gerçekleştirilirdi. Bu nedenden dolayı da yoğun sabit sermaye kıyımı ve yenilenmesi, ekonomik kriz için, ekonominin seyri için bir kıstas olarak kabul edilirdi. Bugün bu, böyle bir kıstas olmaktan çıkmıştır. Çünkü dev adımlarla gelişen teknoloji, üretim araçlarının kullanım ömrünü kısaltmıştır. Rekabetini sürdürebilmek için tekeller, sürekli en yeni teknoloji kullanmak zorundadırlar. Böylece kapitalist, ekonomik devreviliğin sadece kriz aşamasında değil, hemen her aşamasında sabit sermaye yenilemesi yapmaktadır. Bu, işçilerin her dönem kitlesel olarak sokağa atılmaları anlamına gelir.

Demek oluyor ki, artık sadece ekonomik kriz dönemleri, işçi sınıfının mutlak ve görece fakirleştiği, genel olarak yoksulluğun yoğunlaştığı dönemler olmaktan çıkmıştır. Tabii bunu mutlaklaştırmamak gerekir. Ekonominin nispeten iyi gittiği, ücretlerin, mücadeleyle nispeten yükseltilmiş olduğu dönemlerde bu fakirleşme bir nebze frenlenir, ama günümüz koşullarında kitlesel kronik işsizliği ortadan kaldırma olanağı olmadığı için, işçi ve emekçi yığınların genel yoksullaşması devam eder.

Almanya’da gelişen işçi hareketinin ekonomik krizle bir ilgisi var mıdır? Alman ekonomisi krizde olmadığına göre böyle bir bağ da söz konusu olamaz. Şüphesiz Alman ekonomisi, burjuvazinin ve tekellerin beklentilerine tekabül edecek derecede büyümüyor. Ama ekonominin krizde olmadığı da bir gerçekliktir.

Marksist teoriye göre ekonominin devrevi hareketi ile devrimci hareketin devrevi gelişmesi arasında diyalektik bir bağ vardır. Ama bu, her koşul altında, her ekonomik kriz mutlaka devrimci bir duruma, devrime neden olur anlamına gelmez. Bu, mekanik bir anlayıştır. Devrimci mücadelenin, işçi hareketinin gelişmesini krize bağlayanlar ve devrim için krizi umut olarak görenler mutlaka vardır.
Birçok ülkede olduğu gibi Almanya’da da işçi ve emekçi yığınların kitlesel hareketi, mücadelesi söz konusudur. Yığınlar çeşitli nedenlerden dolayı sokağa dökülüyorlar. Onları sokağa döken nedenlerin bir kısmı daha önceleri ekonominin krizde olduğu dönemlerde söz konusu olan nedenlerdir. O nedenler bugün, ekonomik devreviliğin her aşamasında görülen sorunlar olmuştur. Örneğin Almanya’da ekonomi krizde olduğu için yığınsal mücadele gelişmiyor. Ekonomi krizde olduğu için Opel, VW, Siemens gibi tekeller işçileri kitlesel olarak sokağa atmaya kalkışmıyorlar. Ekonomi krizde olduğu için Alman tekelci burjuvazisi, hükümetine neoliberal politikalar uygulatmıyor; ekonomi krizde olduğu için sosyal haklar makaslanmıyor, Hartz-Yasalarıyla milyonlar daha da yoksulaştırılmıyor.
Alman tekelleri veya Alman tekelci sermayesi, dünya pazarlarında rekabet gücüne sahip olmak için yapılması gerekeni yapmaktadır. Bunun adı neoliberal politikaların uygulanmasıdır. Bu politikaların uygulanması ise sosyal, ekonomik kazanımların yok edilmesi, yığınların yoksullaştırılması vb.dir. Bu nedenle Almanya’da söz konusu kitlesel işçi eylemleri, ekonomik krizin beraberinde getirdiği sorunlardan kaynaklanan eylemler değildir. Bu anlamda da mevcut işçi eylemleriyle ekonomik krizin değil, neoliberal saldırıların ilişkisi vardır.