deneme

16 Ocak 2005 Pazar

SIRBİSTAN, GÜRCİSTAN VE UKRAYNA’DA “DEMOKRASİ” HAREKETLERİ

Z. Brzezinski 1997’de yayımlanan kitabında Amerikan emperyalizminin 21. yüzyıldaki dünya hâkimiyeti için gerçekleştirmesi gerektiği jeopolitikayı ele alır. Bu hâkimiyetin gerçeklik olabilmesi için „Büyük Satranç Tahtası“ diye tanımladığı Avrasya’nın ele geçirilmesi, kontrol edilmesi gerekir.

„ABD’nin küresel hakimiyetini ne derece geçerli kılabileceği, dünya çapında angaje olmuş Amerika’nın Avrasya kıtasındaki kompleks iktidar ilişkilerinin üstesinde nasıl geleceğine ve burada hakim karşı bir gücün gelişmesini engelleyip engelleyemeyeceğine bağlıdır… Böylece Avrasya, gelecekte de küresel hâkimiyet için mücadelenin sürdürüleceği satranç tahtasıdır“. ("Die einzige Weltmacht - Amerikas Strategie der Vorherrschaft", (”Yegâne Dünya Gücü, Amerika’nın Hâkimiyet Stratejisi”), s.15/16).

Rusya ve ABD arasındaki ikili ilişkilerin gelişme seyri bir kenara bırakılırsa, Amerikan emperyalizminin SB’nin dağılmasından sonra Rusya karşısındaki küresel hâkimiyet politikasını gerçekleştirmek için azımsanamayacak mesafe kat ettiği görülür. Amerikan emperyalizmi, Rusya’nın, SB’ni oluşturan komşu ülkeler üzerindeki ve dünya çapındaki nüfusunu kırmak ve bu ülkenin gelişmesinin önünü almak için sistematik olarak çaba harcamıştır. Amerikan emperyalizmi, Soğuk Savaş döneminde SB’nin oynadığı rolü Rusya’nın oynamaması için mücadele etmektedir.

Daha ilk Körfez Savaşı (1991) SB/Rusya’nın Ortadoğu üzerindeki siyasal nüfuzuna darbe vurmuştu. Benzeri bir gelişmeyi Balkanlarda da görüyoruz. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla başlayan savaşların gelişme seyri ve savaş sonrası durum, Rusya’nın ne denli etkisiz olduğunu göstermiştir. (“Ben de varım” demek için olsa gerek Rusya, sonunda Kosova’da havaalanı işgal etmiştir).

2001’de Afganistan savaşı vesilesiyle Amerikan emperyalizmi, bir kısım eski SB cumhuriyetlerinde üsler kurmuş ve böylece Avrasya’nın çekirdeğini oluşturan Orta Asya’ya yerleşmiştir. Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkeler, ABD’nin bölgedeki en sıkı müttefikleri konumunda olan ülkelerdir.

Bunun ötesinde dağılan Varşova Paktı’nın Avrupa’daki üyelerinin çoğu ve Baltık ülkeleri, NATO ve aynı zamanda AB üyesi olmuşlardır.
Ukrayna’nın da bu gelişmenin bir parçası olmasıyla Rusya’nın hareket sahası biraz daha daralmış olacak.

Z. Brzezinski, adı geçek kitabında Ukrayna’nın önemiyle ilgili olarak şöyle der: “Jeopolitik açıdan Ukrayna’nın elden çıkması merkezi bir kayıp anlamına gelir. Çünkü bu kayıp, Rusya’nın jeostratejik opsiyonlarını çok etkili bir şekilde budar. Rusya, Ukrayna üzerine kontrolü elinde tutarsa, Baltık devletleri ve Polonya olmaksızın da kendine güvenen bir Avrasya İmparatorluğunun önderliği için mücadele edecek durumda olur. Ama 52 milyonluk Slav… (nüfusuyla) Ukrayna olmaksızın Moskova’nın, Avrasya İmparatorluğunu yeniden inşa için her çabası Rusya’yı, Slav olmayanlarla uzun süreli ulusal ve dini motifli çatışmalara sürükleyecektir“( Brzezinski, agk., s. 137).

Ukrayna, Rusya için stratejik öneme sahip. Hem siyasi-askeri ve hem de iktisadi açıdan. Ukrayna üzerinde hâkimiyetini yeniden kurmak için Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan’da uyguladığı yöntemlere başvurur mu, bu şimdiden bilinmiyor. Ama Rus emperyalizmi, ABD ve AB kontrolündeki bir Ukrayna’nın hâkimiyet alanına indirilmiş bir darbe olduğunun bilincinde.

Ukrayna’daki son seçimler, bir taraftan Rusya, diğer taraftan da ABD ve AB’nin bu ülke üzerindeki rekabetlerinde bir dönüm noktasına ulaşıldığını göstermektedir. Şimdilik ABD-AB kazandı. Önümüzdeki dönemde Ukrayna’nın NATO’ya ve AB’ye üyeliği gündeme getirilecektir. Ukrayna, „Avrupa-Atlantik Topluluğu’nun merkezi dış politika hedefi“ olacaktır.

Ukrayna, ABD ve AB patentli „demokrasi hareketi“nin Yugoslavya ve Gürcistan’dan sonra üçüncü uygulama alanı olmuştur.

“Demokrasi Hareketi”nin kullandığı yöntem yeni değil. Bu, bir nevi saray darbesi yöntemidir. Emperyalizmin yıllardan beri uyguladığı bir yöntem. İşi yürütecek adamlar örgütleniyor. Destek verecek kurumlar harekete geçiriliyor. Böylesi kurumlar yoksa yenleri kuruluyor. Amaca uygun ajanlar, milletvekilleri, bakanlar, tekeller harekete geçiriliyor. Propaganda ve ideolojik cephede ortam hazırlamak için kalemşorlar görevlendiriliyor. Bütün bunları yapmak için kesenin ağzı açılıyor. Yani yoğun parasal, ideolojik ve lojistik olanaklar seferber ediliyor. ABD ve AB’nin kontrolündeki “demokrasi hareketi” örgütleri, söz konusu ülkedeki iktidarı, yerini “muhalefet”e bırakana kadar baskı altına alıyorlar. Sırbistan’dan (2000) ve Gürcistan’dan (2003) sonra aynı yöntem Ukrayna’da da uygulandı.

Emperyalist burjuvazinin jargonunda bu operasyonların adı „devrim“. Ama ülkeden ülkeye de “devrim”in sıfatı değişik. Örneğin buna Sırbistan’da “barışçıl devrim”, Gürcistan’da “gül devrimi” ve Ukrayna’da da “portakal devrimi” veya “portakali, turuncu devrim” deniyor. Sırbistan’da “barışçıl devrim” S. Miloseviç’i, Gürcistan’da “gül devrimi” Şevardnadze’yi devirdi ve bunların yerine tam Amerikan ve Avrupa yanlılarını getirdi. Ukrayna’da ise, Rusya yanlısı adayın yerine ABD-AB yanlısı bir adayın seçilmesine yol açtı.

Bu “devrim” örgütlerinin adı, Sırbistan’da “Otpor”, Gürcistan’da “Kmara” ve Ukrayna’da da “Pora”. Belgrat merkezi bir rol oynuyor. Otpor aktivistlerinden A. Maric, „Zora Dayanmayan Direniş Merkezi“ni yönetiyor. Bu merkezde böylesi „devrim“ler için aktivistler eğitiliyor. Eğitim gören aktivistlerin görevi „devrim“ ihraç etmektir. Otpor, „Kmara“ ve „Pora“ya da danışmanlık yapmıştır. Bu merkez, Venezüella’da H. Chavez karşıtlarına da danışmanlık yapıyor.

Uygulamanın en önemli ayaklarından birisi, burjuva basını harekete geçirmektir. Önemli olan, devrilmesi gereken iktidarın ne denli antidemokratik olduğunu sürekli vurgulamak ve iktidara gelmesi gerekenin de ne denli tutarlı bir demokrasi savaşçısı olduğunu öne çıkartmaktır. Önemli olan, demokrasinin kazanması için mücadele edildiğinin yayılmasıdır. Bu amaçla gazeteler, gazeteciler satın alınır. İş bittikten, amaca ulaşıldıktan sonra, „değişim”in propagandasını yapan gazeteciler de dâhil hiç kimse o ülkede olup bitenle ilgilenmez.

Bu “devrim”ler sonucu Sırbistan ve Gürcistan’da ne değişti?
Sırbistan, demokratikleşmedi, insan hakları alanında bir iyileşme olmadı. „Eski tas eski hamam“. Uluslararası Af Örgütü’nün 2004 yılı raporuna göre „barışçıl devrim“den sonra da Sırbistan’da işkence yapılıyor, siyasal karşıtlar baskı altına alınıyor. Başbakan Zoran Djindjic’in öldürülmesinden sonra yaklaşık bir ay içinde on bin insan, tutuklama emri olmaksızın gözaltına alındı.
Basın özgürlüğü yok, gazeteciler öldürülüyor. Keza azınlıklar üzerinde uygulanan baskı da kalkmamıştır.

M. Saakaşvili, bir Amerikan yetiştirmesidir. Şevardnadze’den geri kalır tarafı yoktur. Bu ülkede de basın özgürlüğü, önce de yoktu, şimdi de yok. İnsan hakları bir lüks. Barışçıl protesto ve gösteri, polis baskısıyla karşılanıyor. Sokakta ve karakolda polis dayağı ve işkence, Gürcistan „demokrasi“sinin bir özelliği.

Ukrayna’da ne değişecek?
Yuşçenko ve yandaşı Timoşenko, aynen Kuçma ve Yanukoviç gibi aynı elit tabakanın üyesidirler. Tek farkları, ilk ikisinin saf değiştirmekleri ve çıkarlarını ABD ve AB yanında görmeleridir.
Yuşçenko’nun seçimi kazanması, Batı medyası tarafından „demokrasinin zaferi“ olarak tanımlandı. Yuşçenko, oligarşi hâkimiyetine son vereceğini açıklıyor. Ama kendisi o oligarşinin bir parçası.
Juşçenko, Kuçma’nın yetiştirmesi ve 1999’daki Başbakanı. Yuşçenko’nun başkan olmasında ABD’nin 65 milyon dolarlık yatırımı önemli bir rol oynamıştır. Yuşçenko-demokrasisi dolar rengindedir.
Yuşçenko’nun baş sponsoru, „çikolata kralı“ olarak bilinen P. Poroşenko’dur. Ayrıca Ukrprominvest tekelinin başkanıdır. Yuşçenko’nun yandaşı Timoşenko ise Ukrayna’nın en tanınmış dolandırıcılarından birisidir. Yuşçenko, mafya yöntemleriyle ülke zenginliklerini talan eden Ukrayna kapitalistlerinin/burjuvazisinin yakın geçmişini „demokrasi“ örtüsüyle kapatacak. Hırsızlığı ve talanı legalleştirecek, Ukrayna işçi sınıfı ve emekçilerinin demokrasi taleplerine baskıyla cevap verecek. Çünkü Yuşçenko’nun programı neoliberalizmdir.

10 Ocak 2005 Pazartesi

SAVAŞ GANİMETÇİLERİ LİSTESİNDEN


 
"Quarterly Reviewer, sermayenin, kargaşalıktan, kavgadan kaçtığını ve ürkek olduğunu söylüyor ki, bu, çok doğrudur, ama sorunu pek eksik olarak ortaya koymaktadır. Sermaye, kâr olmadığı zaman ya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insanal yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular"
(T. J. Dunning, l.c., s. 35, 36. Aktaran: Karl Marks; Kapital, C. 1, Syf. 788)

”Center for Corporate Policy”, 2004 yılında savaştan en çok kazanan tekellerin listesini açıkladı. Bu listede savaşta en çok kar eden 10 işletmeye yer veriliyor.

Birinci sırada silahlanma tekeli Lockheed Martin yer alıyor. 2003 yılında yapılan 21,9 milyar dolarlık anlaşmalardan/siparişlerden sonra şimdi de yeni siparişler aldı. Sadece F-35 savaş uçağı üretimi anlaşması yaklaşık 200 milyar dolar tutmaktadır.

İkinci sırada uydu üreticisi LORAL yer alıyor. Bu şirket, Irak savaşında elde ettiği milyarlık karın yanı sıra önümüzdeki 20 sene içinde üç haneli milyarlık siparişler için en güçlü aday. Pentagon, entegre küresel silah sisteminin anahtar unsurlarının imalini bu şirkete verime eğiliminde.

Üçüncü sırada Halliburton’ın yer alıyor. Bu, ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney’inin eski tekeli. Bu tekel Irak savaşında 10,8 milyar dolar kazanmıştı.

Dördüncü sırada Buchtel tekeli yer alıyor. Bu tekel Bush yönetimiyle siyasal ve personel bakımından en sıkı iç içe olan tekeldir. Irak’ın yeniden inşasında büyük paylar almıştır. Su, elektrik üretimi ve dağıtımı gibi alt yapı tesisleri siparişi gibi.

Beşinci sırada Caci ve Titan gibi şirketler yer alıyor. Çalışanlarının işkencelere katılmasına rağmen Pentagon bu şirketlere sipariş vermeye devam ediyor. Geçen yılın Eylül ayında 400 milyon dolarlık bir sipariş aldılar.

Altıncı sırada Lobi ve tanıtım şirketi BKSH & Associates yer alıyor. Bu şirketin başkanı Ch. Black, Bush ailesinin eski bir dostudur ve Cumhuriyetçi Partinin seçimlerine yaptığı bağışlarla da tanınır. Bu bağışların karşılığı olarak bu şirket tarafından temsil edilen tekeller, Irak’ta karlı siparişler almışlardır.

Yedinci sırada danışmanlık firması Bearing Point yer alıyor. Bu firma, Irak’ta „rekabet yeteneği olan bir piyasa ekonomisinin“ geliştirilmesinde yardımcı olmak için 240 milyon dolarlık bir sipariş almıştır ve Irak’taki Amerikan işgal gücüyle yaptığı anlaşmanın maddelerini bizzat hazırlamıştır.

Sekizinci sırada Britanya şirketi Aegis yer alıyor. Bu işletmenin kurucusu olan Tim Spicer’in silah kaçakçısı olduğu bilinmesine ve BM ambargosuna rağmen Sierra Leone’ya silah satmasına rağmen Pentagon, bu şirketle 2004 Haziranında 293 milyon dolar tutarında bir anlaşma yapmıştı.

Dokuzuncu sırada Custer Battles şirketi yer alıyor. Amerikan hükümeti, çeşitli sahtekarlık olaylarından dolayı ilişkisini kesmesine rağmen bu şirket, savaş ganimetçileri listesinde ilk on arasında yer almıştır.
Onuncu sırada ise telekomünikasyon şirketi Qualcomm yer alıyor.

Buch, dostlarını, silah tekellerini böyle mükafatlandırıyor. Amerikan emperyalizminin demokrasiyi, tekellerinin alacağı dolar miktarıyla ölçüyor. “Terörizme karşı mücadele”nin şiddeti, elde edilecek doların miktarına bağlanıyor. Stratejik konumun, yer altı kaynakların ne kadar önemliyse, bunu nüfuz alanına ve dolara çevirmek için şiddetin dozajı da o kadar artar.

1 Ocak 2005 Cumartesi

MİLİTARİZM VE EKONOMİ


 
MİLİTARİZM VE EKONOMİ

Soğuk Savaş döneminde; II. Dünya Savaşından Revizyonist Bloğun dağıldığı 1990/1991’e kadar olan dönemde, önce Amerikan emperyalizmi önderliğinde kapitalist dünyanın sosyalist Sovyetler Birliği’ne (SB) ve oluşmakta olan sosyalist kampa karşı silahlanması ve militarizmini geliştirmesi söz konusuydu. SB’de XX. Parti Kongresinden sonrası (1956) ise kapitalist dünyanın yine Amerikan emperyalizmi şemsiyesi altında Revizyonist Bloka, esasen de SB’ye karşı silahlanması ve militarizmini geliştirmesi söz konusuydu. Bu blokun dağılmasından sonra sadece rekabetin esas unsurlarında değişme oldu. O dönemin ABD-SB veya kapitalist dünya-revizyonist dünya rekabetinin ve militarizminin yerini ABD-AB (öncelikle de Almanya-Fransa)-Çin-Rusya gibi önde gelen emperyalist güçler arasındaki rekabet ve militarizm, silahlanma aldı.