deneme

13 Eylül 2005 Salı

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GÜNCEL DURUMU VE EKONOMİK BÜYÜME-İŞSİZLİK VE ÜRETİM ARTIŞI ARASINDAKİ DİYALEKTİK BAĞ

Son aylarda sanayi üretiminin gelişmesinde görülen yavaşlama, hız kesme veya “tekleme” farklı yorumların yapılmasına neden olmuştur. Bu yorumlarda dikkati çeken, üretimdeki gerilemeden dolayı yeni bir ekonomik krizin patlak vereceği korkusu ve bu anlamda “aman ha dikkatli olalım”, “yapılması gereken zamanında yapılmalı” anlayışının bir biçimde işlenmesidir. Burjuva ekonomistlerin, en azından ekonomi üzerine yazanların anlamadıkları ve düşünce tarzlarından dolayı da hiçbir zaman anlayamayacakları nokta, ekonominin yasalarının nesnel olmasıdır; ekonominin alınan şu veya bu tedbire göre hareket etmemesidir. Sermaye kendi yasaları doğrultusunda hareket eder ve bu hareket; ekonominin devrevi hareketi, kriz, canlanma, yükseliş gibi aşamalardan oluşur. Diğer ülkelilerde olduğu gibi Türkiye’de de ekonomi, aynı yasalara tabidir. Belli bir zaman yüksek oranlarda büyüyen ekonomi, bu dönemde “normal” seyrine dönmüştür. Bu “normal” seyrin ne anlama geldiğine geleceğiz. Ama öncelikle bazı veriler temelinde ekonomideki gelişme eğilimini gösterelim.

GSMH, 2002’de yüzde 7,9 oranında; 2003’te yüzde 5,9 oranında; 2004’ün 1. çeyreğinde yüzde 13,9; 2. çeyreğinde yüzde 15,7; 3. çeyreğinde yüzde 5,7; 4. çeyreğinde yüzde 6,6 ve 2004 yılı itibariyle yüzde 9,9 oranında; 2005’in 1. çeyreğinde yüzde 5,3 ve 2.çeyreğinde de 4,2 oranında büyüyor. Yılın çeyrekleri bazında baktığımızda 2002 ve 2003’te büyüme oranlarında belli bir istikrarsızlığın olduğunu görmekteyiz. 2004’ün 2. çeyreğinden 2005’in 2. çeyreğine GSMH’nın büyüme oranlarının yüzde 15,7’den yüzde 4,2’ye düşüyor. Bu, büyüme oranlarında istikrarlı bir küçülmeyi ifade eder.

Ekonominin gelişme seyrini sanayi üretimi belirlemekte. 2002 yılından bu yana bu alandaki gelişmelere baktığımızda şunu görmekteyiz: Sanayi üretimi 2004’ün 1. çeyreğinde yüzde 10,6; 2. çeyreğinde yüzde 16,2; 3. çeyreğinde yüzde 8,4 ve 4. çeyreğinde yüzde 4,7; 2005’in 1. çeyreğinde yüzde 6,4; 2. çeyreğinde de yüzde 3 oranında; ortalama olarak da 2002 yılı itibariyle yüzde 9,5; 2003 yılı itibariyle yüzde 8,8, 2004 yılı itibariyle yüzde 10,0 ve 2005’ilk yarısı itibariyle de yüzde 4,7 oranında büyümüş.

Büyüme oranlarındaki küçülmeyi GSMH olduğu gibi sanayi üretiminde de görüyoruz. 2002 yılında sanayi üretimi, yılın çeyrekleri bazında dengesiz, ama giderek artan bir büyüme seyri izliyor. Farklı değerler bazında aynı eğilimi 2003’te de görüyoruz. 2004’ün 2. yarısına kadar yükselen büyüme oranları 2004’ün 2. yarısından 2005’in 2. yarısına kadar geriliyor; büyüme oranları küçülüyor.

Gelişmenin böyle olduğunu aylık büyüme oranlarında da görmekteyiz. Toplam sanayi üretimi bir yıl öncesi aynı döneme göre 2005’in Ocak ayında yüzde 5,0; Şubat ayında yüzde 10,7; Mart ayında yüzde 3,4; Nisan ayında yüzde 5,0; Mayıs ayında yüzde 2,4 ve Haziran ayında da ancak yüzde 1,6 oranında büyümüş.

2001 krizinden sonra ekonominin aralıksız, mutlak küçülme olmaksızın sürekli büyümesi ve bunun “krizden sonra 14 çeyreklik büyüme” olarak tanımlanması; “1994 krizinden sonraki 15 çeyreklik aralıksız büyüme rekorunun da bu yıl sonunda kırılması” beklentisinin dile getirilmesi; “üç yıllık büyümeyle dünya rekoru kırdık”, “son 3 yılda sağlanan yüzde 26.9’luk reel büyümenin dünya rekoru olduğu”, “2002 yılından itibaren bugüne kadar Türkiye’deki reel büyüme yüzde 26.9 mertebesinde. Bu,…dünyada bir rekordur. 1953 yılından beri Türkiye’de 3 yıllık bir dönemde bu oranda büyüme görülmemiştir” (Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti) böbürlenmesi, sorunu siyasi ranta dönüştürme çabasından öte bir anlam taşımaz. Ekonomi, dünya ekonomisinin krize girdiği bir dönemde krizden çıkmış, bu durumu ve sonrasında dünya ekonomisindeki durgunluk durumunu kullanmış ve her şeyden önce de sömürüyü arttırarak söz konusu bu büyüme elde edilmiştir. Aynı şahız aynı konuşmasında “En çok katkı verimlilik artışından gelmektedir” diyerek bu oranlarda büyümenin yoğunlaştırılmış sömürüye dayandığını açıklamış oluyordu.

Serdengeçti, konuşmasında doğru olan bir tespit de yapıyordu: “Krizden çıkış sürecinin büyümeye yaptığı büyük katkı, 2004 yılının sonuna doğru sona ermeye başlamıştır”. Gerçekten de her kriz döneminde kapitalist ekonomilerde görüldüğü gibi Türkiye ekonomisinde de önemli boyutlarda; o zamana kadar ülke ekonomisi tarihinde görülmemiş boyutlarda sabit sermaye kıyımı yapılmış; fabrikalar, makineler, üretim ıskartaya çıkartılmış ve yeni yatırımlarla üretim süreci dinamikleştirilmiş ve modernleştirilmişti. Yeniden donanan sanayi, üretim artışını belli bir dönem devam ettirmişti. Büyüme oranlarının küçülmesi bu sürecin sona erdiğini göstermektedir. Bu nedenden dolayı ekonomi şimdi “normalleşme” sürecine girmiştir. Yani bir nevi küçük oranlarda büyüme dönemine; inişler-çıkışlar gösteren; bazen durgunluk seyri içinde olan bir döneme girmiştir.

Ekonomik büyümenin küçük oranlarda devam edeceği ve büyümenin 2005’in 2. yarısında yüzde 4 ila 5 arasında gerçekleşeceği tahminleri pek yanlış değildir. Ama ekonominin önümüzdeki dönemde, en azından 2006’da yeniden yüzde 9 veya 10 oranında büyümesini beklemek bir hayaldir. Bu anlamda “elde edilen başarıların önemli olduğuna, ancak asıl önemli olanın başarının istikrarlı şekilde devamı olduğuna, en az beş yıllık aralıksız büyüme dönemlerinin sürdürülebilir büyüme olarak kabul edildiğine” dikkat çeken İSO Yönetim Kurulu Başkanı Tanıl Küçük’ün, “ekonominin bu yıl ve sonrasında da büyümeyi mutlaka başarması gerektiğini” açıklaması temenniden öte bir anlam taşımaz. Aynı şahıs aynı konuşmasında ('Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu 2004 Yılı Raporu'nun açıklandığı basın toplantısında) "2005 ekonomik programında ekonominin soğuması öngörülmüştür. Dolayısıyla yavaşlama beklenen bir eğilim olarak kabul edilmelidir. Ancak yavaşlamanın ya da günlük ekonomi dilinde kullanıldığı üzere ekonomideki soğumanın nereye kadar gidebileceği önemlidir" diyebiliyor. Yani bir taraftan yüksek oranda büyümenin devam ettirilmesini talep ediyor, ama diğer taraftan da bunun olamayacağını, ekonomide büyüme oranlarının küçüleceğini savunuyor.
Anladığımız kadarıyla burjuvazi şaşkın. Bundan sonrasının ne olacağını pek kestiremiyor.

Ekonomik büyüme-işsizlik-istihdam-teknoloji vb. arasındaki bağ:
Burjuva basında ekonomik büyümenin istihdama pek yansımadığından, “şirketlerin az işçi çalıştırdıkları”ndan yakınılmakta ve bir şekilde ekonomik büyümenin işsizliğin yok edilmesine çare olmadığı açıklanmaya çalışılmakta. Burjuva ekonomistler sorunun ne olduğunu mutlaka biliyorlardır. Ama gerçeği söylemezler. Çünkü gerçeği söylemeleri için kalemşorluk yapmıyorlar. Tam tersine gerçeği anlaşılmaz hale getirmek ve mümkün olduğunca gelecek dair umut dağıtmak için kalemşorluk yapıyorlar. Burjuvazi onlara bu iş için para ödüyor.

Burada söylenmesi gereken şudur:
Birincisi: Kapitalizmde; kapitalist sömürü ortamında işsizlik sorunu asla ve asla çözülemez. İşsizlik sorunu kapitalist sistemin sorunudur; onun temel çelişkilerinin bir yansımasıdır ve ancak ve ancak bu sistemin yıkılmasıyla işsizlik sorunu da ortadan kalkmış olur.

İkincisi: Bugünkü ulaşılmış teknolojik gelişmeyle karşılaştırdığımızda geçmiş dönemlerde; geçen yüzyılın ‘20’li yıllarına kadar olan dönemde kapitalizmin gelişmesine; üretimin artmasına şu veya bu şekilde paralel olarak işsizlerin sayısında da belli bir azalma olmaktaydı. Öyle ki kapitalizm, “sanayi yedek ordusu” oluşturmakta güçlük çekiyordu. Kapitalizm, işsizlik sorununu çözmüyordu, ama bugün olduğu gibi bir kronikleşmiş kitlesel işsizlik de söz konusu değildi. Ama bugün, geçen yüzyılın ‘20’li yıllarında ABD’de gözlenen ve günümüzde bütün dünyada söz konusu olan kronikleşmiş kitlesel işsizlikle karşı karşıyayız. Ekonomi ne denli hızlı ve dev adımlarla büyürse büyüsün, mevcut işsizliği emecek bir üretim kapasitesi yaratamaz. Her şeyden önce bunu birbirine bağlı iki olgudan dolayı yapamaz: Kapitalizmde üretimin amacı sadece kar değil, azami kardır. Dolayısıyla kapitalist (kişi, şirket, devlet), azami kar için yatırım yapar. Günümüz koşullarında azami kar elde etmenin yegâne yolu; aynı sektörde faal olan rakipleri geçmektir; onların pazar payını kapmaktır. Bunu yapabilmek için kapitalist en modern teknolojiyi kullanmak zorundadır. Modern teknoloji kullanmak, teknolojinin kullanıldığı alanda çalışan işçi sayısını azaltmak anlamına gelir. Kapitalistin azami kar elde etmesi için üretimde teknolojinin kullanılması ile işçi sayısı arasında ters orantı geçerlidir; Yani kapitalist, değişmeyen sermayesini (makineler, hammaddeler vs.) artırdıkça değişen sermayesini (işgücü, işçi sayısı) azaltmak zorundadır. Aksi taktirde rekabet edemez, artı değer ve azami kar elde edemez ve sonuçta iflas eder. Bu nedenle istihdam kapitalistin umurunda değildir.
Belirttiğimiz nedenden dolayı ekonomik büyüme, işsizliğe çare değildir.

2001’de ekonomi % 9,4 oranında mutlak küçülüyor; yani büyüme % 9,4 oranında geriliyor.
2002’de ekonomi yüzde 7,9 oranında mutlak büyüyor.
2003’de ekonomi yüzde 5,9 oranında mutlak büyüyor.
2004’de ekonomi yüzde 9,9 oranında mutlak büyüyor.

Aynı dönemde verimlilik sürekli artıyor:
2001’de verimlilik yüzde 13 olanında artıyor.
2002’de verimlilik yaklaşık yüzde 25 oranında artıyor.
2003’te verimlilik yaklaşık yüzde 34 oranında artıyor.
2004’te verimlilik yaklaşık yüzde 45 oranında artıyor.
(Endeks olarak: 2001=113; 2002=125; 2003=134 ve 2004=145).

Aynı yıllarda işsizlik oranındaki gelişme de şöyleydi:
2000’de işsizlik oranı yüzde 6,6,
2001’de işsizlik oranı yüzde 8,5,
2002’de işsizlik oranı yüzde 10,3,
2003’te işsizlik oranı yüzde 10,8 ve
2004’te işsizlik oranı yüzde 10,7 oranlarında gerçekleşiyor.

Bu veriler, gerçek işsizliği ne derece yansıttıklarından bağımsız olarak şunu gösteriyorlar: 2002’den bu yana ekonomi yüzde 7,9; 5,9 ve 9,9 oranlarında büyüyor, ama işsizlik oranı da keza aynı yıllarda yüzde 10,3; 10,8 ve 10,7 oranlarında gerçekleşiyor. Yani ekonomik büyümenin istihdama katkısı belirleyici değil. Buna rağmen Türkiye’de kapitalistlerin karı artıyor.
Bu artışı kapitalistler verimliliği arttırmakla; sömürünün yoğunlaştırılmasıyla elde etmişlerdir;

Sonuç itibariyle:
İster toplumsal, isterse de ekonomik açıdan olsun kapitalist sistem bir çelişkiler abidesidir. Kendi iç çelişkilerinden arınmış bir kapitalizm düşünülemez. Bu nedenle burjuvazinin ve ideologlarının kapitalist sistemi “insancıl” gösterme çabaları boşuna bir çabadır. Kapitalizm, sürekli rekabet, sürekli kar, sürekli azami kar ve bundan dolayı da sürekli baskı, sürekli sömürünün yoğunlaştırılması ve dolayısıyla sürekli işsizlik demektir.

Kapitalizm, toplumsal yaşamın ve ekonominin her alanında hangi biçimde olursa olsun ve hangi yöntemlerle yürütülürse yürütülsün sürekli mücadele demektir.
Kapitalist var olmak için, azami kar elde etmek için rakibinin pazar payını elde etmeye, onu yutmaya çalışır. Bu, kapitalistler arası rekabettir. Bu rekabet olmaksızın kapitalizm de olmaz. Bir kapitalistin başka bir kapitalistle rekabeti veya sermayeler arasındaki rekabet, işçi sınıfına sömürünün artırılması, çalışma koşullarının kötüleşmesi, reel ücretlerin düşmesi ve nihayetinde işsizlik olarak yansır.

Rekabet-teknoloji ve istihdam arasındaki diyalektik bağ, faktörler tek tek ele alındığında görülemez. Kapitaliste rekabet etme diyemezsin. Teknoloji kullanma diyemezsin. Rekabet etme, teknoloji kullanma istihdam yap diyemezsin. Burjuvazi, kapitaliste rekabet etmesi, rakiplerini alt etmesi için koşullar yaratmak zorundadır, ona teknoloji temin etme ortamını hazırlamak zorundadır. Bu olanakları hazırladıktan sonra da istihdam yap demenin hiçbir anlamı kalmıyor. Çünkü bu faktörler; rekabet ve teknoloji giderek daha az sayıda işgücü kullanımını önkoşul yapmaktadır. Bunu anlamayan bir kısım reformistler, sosyal devletten, elde edilen maddi zenginliklerden “çalışanlara bir parça vermekten” bahsediyorlar. Bunu, bu dünyanın “lanetlileri” sokağa çıkmasınlar, düzenimizi bozmaya, yıkmaya kalkışmasınlar, kendilerine verilenle avunsunlar diye yapıyorlar. Yegâne reçeteleri, kapitalistlerin vicdanına hitap etmekten ibarettir.

Bu mücadelede iki kutup var: Bir taraftan burjuvazi ve diğer taraftan da işçi sınıfı. Toplumsal ve ekonomik yaşamda bu iki temel sınıf sürekli karşı karşıyadır. Aralarındaki çelişki antagonisttir; uzlaşmazdır. Her iki sınıf arasındaki mücadele nihayetinde sistem mücadelesidir.
Bu mücadele kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma mücadelesidir.