deneme

24 Eylül 2010 Cuma

KAPİTALİZMİN GENEL KRİZİ, AŞAMALARI VE ÖZELLİKLERİ

Yaşanmakta olan dünya fazla üretim krizi hakkında çok şey söylendi; gerek uluslararası alanda gerekse de Türkiye'de ne kadar derin ve tahribatı şiddetli olursa olsun bir fazla üretim krizi nasıl değerlendirilmemelidir üzerine egzotik görüşlerin yanı sıra sıradan, her kriz döneminde piyasaya sürülen ve kriz sonlanmaya yüz tuttuğun da da bir dahaki krize kadar rafa kaldırılan görüşler de okuduk.
Bu sefer bu görüşlerin üzerinde durmayacağım. Ama yelpazenin genişliğini göstermek için birkaç örnek vermeden de geçmeyelim: “Ulusal” ve uluslararası devrimci basında çok sık rastlanan bu anlayışları birkaç cümleye sığdırabiliriz:
1-Sadece bir fazla üretim krizi mi, sadece ekonomide bir kriz mi?
Burada soruda yatan maksat, yaşanmakta olan krizin sistem krizi olduğuna vurgu yapmak içindir. Sorun sistem krizi olunca, hangi tarafa çekerseniz o tarafa eğilen bir sistem krizi üretme özgürlüğü ortaya çıkıyor. Birisi sistem krizinden kapitalist sistemin krizini anlıyor, başka birisi küreselleşmenin krizini anlıyor, başka birisi neoliberalizmin krizini anlıyor vs. ve yaşanmakta olan krizi de bu anlayışlardan hangisini doğru buluyorsa ona göre değerlendiriyor. Sonuç ne oluyor? Bu sadece bir fazla üretim krizi değil, sistem krizidir anlayışında olanların önemli bir kısmı, bundan sistemin sonuna gelindiği, kendi kendine çökeceği sonucunu çıkartıyor. Bir kısmı kapitalist sisteme 10-15 veya 20-30 senelik bir ömür biçiyor.

2-Başka bir anlayış mali krizle (spekülasyon, borsa, para, bazen kredi vb. krizler) kapitalizme özgü yegane kriz olan fazla üretim krizini (maddi değerlerin üretiminde patlak veren kriz) birbirine karıştırıyor ve fazla üretim krizi patlak vermeden önce mali alanda kriz patlak verir veya her mali kriz aynı zamanda fazla üretim krizidir diyor. Bu arada, örneği Türkiye'de şiddetli bir fazla üretim krizi patlak vermesine rağmen mali alanda krizin olmamasını unutuyor. Türkiye ekonomisindeki gelişmeler uluslararası alanda da takip ediliyor. Bunun uluslararasılaşmış bir unutkanlık mı yoksa suskunluk mu olduğunu bilemiyorum!

3-Ticaret, nakliyat, komünikasyon vb. bazı kalemleri hariç denmeden hizmet sektörüne artı değer ürettiren anlayış ise gerçekten egzotik; sanki başka bir dünyadan gelmişe benzer bir anlayış. Bu anlayışa göre borsada şu veya bu tekelin kağıt üzerinde geçerli olan değerinin her artışında ait olduğu ülke daha çok zenginleşmesi gerekir ve değerin dibe vurması durumunda da o ülkenin batması gerekir. Ama nedense bunların hiçbirisi olmuyor ve bir kısım kendi kendine Marksistin yine bir kısım burjuva liberallerle birlikte oluşturduğu genel anlamda hizmet sektörüne artı değer ürettirme ittifakı devam ediyor.

Neden böyle oluyor? Krizin ulaşmış olduğu sürece, birçok gelişmenin kesinkes tanımlanabilmesine rağmen neden bu türden anlayışlar savunulur? Bunun nedenini bilmek gerekir. Ne de olsa bunlar; bu görüşler, kendine Marksist diyen çevreler tarafından üretilmektedir. Tamam, ortalıkta bir top gibi sağa sola atılan bir fazla üretim krizi var ve bu türden kriz kapitalizme özgü olan krizdir. Bu krizden başka mali kriz de var. Fazla üretim krizi olmaksızın kapitalizmin var olamayacağı, ama mali kriz olmaksızın kapitalizmin var olacağı nesnel bir gerçekliktir. Tamam, fazla üretim krizi patlak vermese de mali krizler olabilir (örneğin 1987 borsa krizi) veya mali krizler yaklaşmakta olan bir fazla üretim krizinin habercisi de olabilirler. Bunların hepsi doğru. Anlamakta zorlandığım nokta şu: Bir fazla üretim krizi, yaşanmakta olan ve aynen kitaplarda yazıldığı gibi gelişen bir fazla üretim krizi neden sistem krizi olsun? Neden küreselleşmenin veya emperyalist küreselleşmenin krizi olsun? Kriz konusunda hem herkesin atıfta bulunduğu kaynak Marksizmdir; somutta da Marks ve Engels'tir; daha arka planda Lenin ve Stalin'dir. Tabii R. Luksemburg da başlı başına bir kaynaktır, kapitalizmi kendiliğinden çökertenler için. Ama bu kaynaklardan hiç birisinin bir fazla üretim krizini döne döne sistem kriz olarak anlattığına rastladım. Şüphesiz ki kapitalist sistemin krizinden bahsetmişlerdir, ama bir fazla üretim krizinden hareketler ne sistem krizi ne de kapitalizmin kendiliğinden çökeceği analizini yapmışlardır (Tabii R. Luksemburg hariç). Açıkçası bu işi ya ben anlamıyorum ya da bu değerlendirmeleri yapan çevreler için bu kaynakların herhangi bir kıymet-i harbisi yok. O zaman bu çevrelerin ideolojik kaynağını başka yerlerde aramak gerekir; ideolojik kaynağı Marksizm dışı olanların literatürde nasıl tanımlandığı bilinir; duruma göre revizyonist, oportünist, küçük burjuva vs. Ama bu sefer onlara sadece, kendi kendine Marksistler diyorum.

Şimdi sorunumuza gelelim. Bu yazıda sistem krizi kavramını ele almayacağım. Ama sistem krizini, fazla üretim krizini, başka krizleri, kapitalizmin çelişkilerinin keskinleşmesini içeren; kapitalist üretim biçiminin seyrini tanımlayan kapitalizmin genel krizinden bahsedeceğim. Bu konuya ilişkin görüşüm Türkiye'de kapitalizmin Gelişmesi (kitap 3), Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, ama ayrıntılı olarak kapitalizmin genel krizi koşullarında rekabeti ele alan Rekabetin Tarihi (kitap 3, 4 ve 5) ve yine kapitalizmin genel krizi koşullarında ekonomik krizleri (fazla üretim krizleri) ele alan henüz yayımlanmamış “Kapitalizmin ve Krizlerin Tarihi” çalışmalarında yer alıyor. Burada yaptığım, güncel gelişmeyi de içeren sonuçların bir özetidir.
Uluslararası medya yaşanmakta olan krizi, sadece ekonominin bir krizi veya daha sık kullanılan kavramla ifade edecek olursak mali ekonominin bir krizi olarak göstermekte bayağı ısrarcı. Kendisi açısından haksız da değil; kapitalist toplumda azami kar, yani ekonomik çıkar önplanda olduğu için krizin de bu çıkar sorunuyla sınırlandırılmış olarak ele alınması doğaldır. Bunun ötesinde burjuva medya bu krizin siyasi krize dönüşebileceği, sistemin bütün çelişkilerini ifade eden kapitalizmin genel krizini derinleştirebileceği anlayışlarını ele almamak için elinden geleni yapıyor; mevcut duruma burjuvazinin çözüm getireceği hayali sürekli işleniyor.
Yaşanmakta olan fazla üretim krizi (ekonomik kriz), kapitalizmin genel krizinin ne denli keskinleştiğini gösterecek derecede etkili olmuştur; kapitalist sistemde, sistemi zorlayan birçok çelişkinin açığa çıkmasına neden olmuştur. Sorun sadece ekonomi ile sınırlı kalmamış, kapitalizmin genel krizi kendini toplumsal yaşamın hemen her alanında hissettirmiştir. Kapitalizmin genel krizi kendini bazı ülkelerde hükumetlerin devrilmesi biçiminde siyasi kriz olarak; ülkelerin büyük çoğunluğundan devlet maliyesinin delik deşik olması biçiminde, kamu borçlarının bazı ülkeler açısından astronomik artışı biçiminde (borçlanma krizi); burjuva toplumda ahlaki düşkünlüğün yaygınlaşması, kültürel yozlaşma ve genel anlamda yabancılaşma biçiminde; toplumu ayakta tutan bağlamların tahrip olması biçiminde; emperyalistler arası rekabetin insanlığın varoluş koşullarını yok etmeye doğru keskinleşmesi biçiminde; insanlığın geleceği için olmazsa olmaz kaynakların yok edilmesi biçiminde vs. yansıtmaktadır. Bütün bunlar yaşanmakta olan fazla üretim krizinin birer sonucu değildir; yaşanmakta olan ekonomik kriz, bir kısmı da kendisinden kaynaklanan bütün bu çelişkilerin açığa çıkmasına vesile olmuştur. Ekonomik krizin olmasa da bu çelişkiler vardı. Örneğin, ahlaki, kültürel yozluk, emperyalistler arası çelişki, genel anlamda yabancılaşma, doğanın tahribi sadece ekonomik krizle açıklanamaz. Öyle ki, kronikleşmiş kitlesel işsizlik de artık ekonomik krizle açıklanamaz. Bu nedenle kapitalist sistemin mevcut durumunu ekonomik kriz toptancılığıyla veya sistem krizi toptancılığıyla açıklamak sistem hakkında hayaller yaymakla eş anlamlıdır. Bire fazla üretim krizi patlak veriyor ve bakıyorsunuz bu krizden hareketle artı değer üretmenin kanalları tıkanıyor, artık artı değer üretmenin olanakları kalmadı diyerek kısa yoldan kapitalizm kendiliğinden çökertiliyor. Olmadı mı yani? 4 Mart 2009'da bu anlayıştan hareketle kapitalizmin çöktüğü ilan edilmedi mi? Yaşanmakta olan fazla üretim krizinden dolayı kapitalizmin kendiliğinden çökeceğine hala umut bağlayanlar yok mu?

Yaşanmakta olan kriz, sistem krizi değildir; kapitalist sistemin krizi çoktur ve yaşanmakta olan fazla üretim krizi bunlardan sadece birisidir. İşin en trajikomik olan yanı ise yaşanmakta olan krizin küreselleşmenin veya emperyalist küreselleşmenin bir kriz olarak algılanmasıdır. Kapitalizmin serbest rekabetçi dönemindeki ve emperyalist dönemindeki özelliklerinden dolayı bu her bir dönemdeki ekonomik krizlerin de birtakım ayrı özellikleri vardı. Ama bu özelliklerin hiçbirisi, 1825'ten bu yana kapitalist sistemin yasallığı olarak devresel patlak veren ekonomik krizleri sistem krizi olarak açıklamaya yetmedi, hele hele en azından dünya ticaretinin oluşmasından (19. yüzyılın ilk çeyreği) ve dünya ekonomisinin oluşmasından (emperyalizm) bu yana küresel olan kapitalizmi, sonradan küreselleştiren burjuva anlayışları haklı çıkartmak için küreselleşmenin krizi demek hiç yetmez. Ama böylesi kendi kendine Marksistleri anlamak gerekir. Ne de olsa emperyalizm ötesi bir düzende veya emperyalist küreselleşme evresinde yaşadıklarını sanıyorlar ve böyle bir evrenin de kendine özgü bir krizinin olmasından doğal ne olabilir ki!

Şimdi bu anlayışları bir kenara bırakalım ve kapitalizmin genel krizi, aşamaları ve özellikleri üzerinde biraz duralım.
Tekelci Devlet Kapitalizmi ve Kapitalizmin Genel Krizi
(Genel hatlarıyla sorun)
Lenin, I. Dünya Savaşı yıllarının tecrübelerini genelleştirdi ve emperyalizmin gelişmesinde yeni olanı ortaya koydu. Kapitalizmin savaş yıllarındaki gelişmesinin kapsamlı bir analizini yapan Lenin, RSDİP'nin Yedinci Bütün Rusya Konferansı'nda şu tespiti yapıyordu:

"…savaş, kapitalizmin gelişmesini hızlandırdı. Bu gelişme, kapitalizmden emperyalizme, tekelden devletleştirmeye doğru ilerledi. Bütün bunlar sosyalist devrimi daha da yakınlaştırdı ve onun nesnel ön koşullarını yarattı" (Lenin; C. 24, s. 229 – Ayrıca belirtilmediyse bütün kaynakların sayfa numarası Almancasına göredir).
Aynı konferansa sunduğu "Güncel Durum Üzerine Bildirge"sinde de "Sermayenin yoğunlaşması ve uluslararasılaştırılması muazzam boyutlar alıyor. Tekelci kapitalizm, tekelci devlet kapitalizmine dönüşüyor" tespitini yapıyordu (Agk., s. 302).

Tekelci kapitalizmden tekelci devlet kapitalizmine geçiş, mülkiyet ilişkilerinde, mülkiyetin karakterinde veya bu gelişmenin sosyal içeriğinde niteliksel bir değişim anlamına gelmiyordu: "Üretim araçlarının özel mülkiyeti muhafaza edilirken, üretimin çok büyük bir tekelleştirilmesi ve devletleştirilmesi yönündeki bütün bu adımlar, kaçınılmaz olarak, emekçi yığınların daha güçlü bir sömürüsüyle, baskının güçlendirilmesiyle, sömürücülere karşı direnmenin zorlaştırılmasıyla, askeri despotizmin ve gericiliğin güçlenmesiyle el ele gelişiyor ve aynı zamanda bu adımlar büyük kapitalistlerin karlarının diğer bütün halk tabakalarının sırtından muazzam bir artışına neden oluyorlar" diyordu Lenin aynı yerde (Agk., s. 302/303). [Lenin, daha önceki çalışmalarında da devlet ile tekeller arasındaki ilişkiler üzerinde durmuştu. (Bkz.: C. 39, "Emperyalizm Defteri"ndeki notlar. “Emperyalizm...”, s. 260, 270 vs.)].

Kısa bir zaman sonra, yani 1917'de Lenin, kapitalist çelişkilerin oldukça keskinleşmesine, sermayenin büyük boyutlara varan yoğunlaşmasına ve uluslararasılaştırılmasına dayanarak tekelci kapitalizmi, tekelci devlet kapitalizmi olarak tanımlar; tekelci kapitalizmin içsel gelişmesiyle tekelci devlet kapitalizmine dönüşmeye başladığı tespitini yapar. Lenin, bu geçişi tespit ederken, tekelci devlet kapitalizmi olgusunu, bu kategorik tanımlamayı, politik ekonomiye katıyordu.

Kapitalizmin, tekelci devlet kapitalizmi olarak gelişmesinin ne anlama geldiğinin açıklığa kavuşturulması sınıf mücadelesi açısından oldukça önemliydi. Lenin bunun cevabını, Ekim Devriminin hemen öncesinde yazdığı "Tehdit Eden Felaket ve Ona Karşı Nasıl Mücadele Edilmelidir" yazısında veriyordu. "Tarihin diyalektiği, tam da savaşın, tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizme dönüşümünü oldukça hızlandırması (ve) böylelikle insanlığı sosyalizme olağanüstü yaklaştırmasıdır.
Emperyalist savaş, sosyalist devrimin arifesidir ve bu sadece, bütün ürküntüsüyle savaşın proleter ayaklanmaya neden olmasından dolayı değil -şayet ekonomik olarak olgunlaşmadıysa hiçbir ayaklanma sosyalizmin doğuşuna götürmez- bilakis tekelci devlet kapitalizminin sosyalizmin tam maddi ön hazırlığı, onun doğrudan ön basamağı olmasından dolayıdır, çünkü tarihi basamakta, bu ön basamak ile sosyalizm basamağı arasında asla ara bir basamak yoktur" (C. 25, s. 370).

Lenin, tekelci devlet kapitalizmi öğretisiyle emperyalizm teorisini daha da geliştirdi ve zenginleştirdi.
Tekelci devlet kapitalizmi, emperyalist aşamasındaki kapitalizmin ötesinde daha farklı bir sömürü sistemi değildir. Tekelci devlet kapitalizmi olgusu bugün, yolunu şaşırmışlar tarafından tartışma konusu yapılıyor ve günümüzün sorunlarına cevap verip vermediği güya araştırılıyor. Ayrıca içsel değişimden/dönüşümden de bahsediliyor. Bunlar kimdir diye soracak olursanız, örneğinin çok olduğunu söyleriz: Küreselleşmeyi, emperyalist küreselleşmeyi yeni bir evre olarak görenlerden sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını emperyalizm ötesi bir gelişme olarak görenlere, oradan Kautsky'nin “ultra-emperyalizmi”ni keşfedenlere kadar uzanan hep değişim-dönüşümden bahseden geniş bir yelpazede yer alanlar tekelci devlet kapitalizmi koşullarında yaşadığımızı unutanlardır. Bu yapılırken bir nokta unutuluyor: Lenin, tekelci devlet kapitalizmi tespitini, tekel olgusu yasalarının hareketine dayanarak yapıyordu. “Yeni”ye niteliksel bir karakter vermeye çalışanlar, tekel olgusunu kavramıyorlar ve tekelci devlet kapitalizminin, emperyalizmin bir gelişmesi olduğunu, ama yeni bir aşama veya aşaması olmadığını ve bu gelişmenin kapitalist çelişkilerin ve sınıf mücadelesinin oldukça keskinleşmesiyle karakterize olduğunu görmüyorlar veya görmek istemiyorlar. Dolayısıyla bu çevreler tekelci devlet kapitalizmi ile kapitalizmin genel krizi arasındaki ilişkiyi kavramıyorlar; onlar emperyalizmin tekelci devlet kapitalizmi gelişmesinin ve bu gelişmeyi karakterize eden çelişkilerin keskinleşmesinin, kapitalizmin genel krizini ifade ettiğinin farkında değiller.
Bu durumda kapitalizmin genel krizi neye göre tespit ediliyor ve nasıl tanımlanıyor?

Lenin'in kapitalizmin genel krizi tespiti ve tanımlaması:
Lenin, emperyalizm teorisi üzerine düşünce oluşturma döneminde, 1914'te yayınlanan "Ölü Şovenizm ve Yaşayan Sosyalizm" makalesinde şöyle diyordu:
"Avrupa savaşı, muazzam tarihi bir kriz, yeni bir çağın başlangıcı anlamına gelir. Her kriz gibi, savaş da derinlerde gizli kalmış çelişkileri keskinleştirdi ve gün ışığına çıkardı" (C. 21, s. 87).
1917'de Ekim Devriminin patlak vermesinin hemen öncesinde de şu tespiti yapıyordu:
"Sadece proleter, komünist devrim, insanlığı, emperyalizmin ve emperyalist savaşın neden olduğu çıkmazdan kurtarabilir. Devrimin zorlukları, muhtemel geçici başarısızlıkları veya karşı devrim dalgaları ne denli büyük olursa olsun, proletaryanın nihai zaferi kaçınılmazdır" (C. 29, s. 107).
Ekim Devriminin zaferi, bütün dünyayı kapsamına alan uluslararası emperyalist zincirin o dönem en zayıf halkasını oluşturan Rusya’da kopmasını ifade ediyordu. Ekim Devrimi, emperyalizmin o zamana kadar dünya üzerindeki bölünmemiş hakimiyetini bölüyordu, parçalıyordu. Ekim Devrimiyle dünya iki kampa bölünmüştü:
-Tarihi olarak çağını doldurmuş kapitalizm kampı.
-Tarihi olarak yeni başlayan, giderek güçlenecek olan sosyalizm kampı.
Lenin’in bu anlayışında iki önemli olguyu görüyoruz: Birinci olgu, emperyalist savaş ve ikinci olgu da Ekim Devriminin kapitalist sistemin bütünü açısından anlamı. Bu iki olgu, kapitalizmin genel krizini başlatan olgulardır. Başka türlü ifade edersek: Lenin, bu krizde kapitalist sistemin genel krizini görüyordu. Başka yazılarında da aynı konuya değinir. (Bkz.: "Sol Çocukluk ve Küçük-Burjuvalık Üzerine" makalesi, C. 27, s. 319; "Çalışma Komiserleri Bütün Rusya I. Kongresi'ndeki konuşması, C. 27, s. 398 ve "Subbotnik Üzerine Rapor"u, C. 30, s. 275).
Lenin’in bu konudaki tespitleri iki gerçeği yansıtıyor:
Birincisi, kapitalizmin genel krizi, sadece, kapitalizmin hakimiyetinin doğrudan yıkılması anlamına gelmez.
İkincisi, kapitalizmin genel krizi, aynı zamanda, kapitalizmin hakim olduğu ülkelerde bu sistemin çöküşünü, çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu ifade eder.

Tarihi olguların gösterdiği gibi kapitalizmin genel krizi, tesadüfi bir görünüm değildir. Bu kriz, kapitalizmin gelişmesinin belli bir aşamasında, o gelişme aşamasının doğasını ifade ederek açığa çıkıyor. Bundan dolayıdır ki, kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde kapitalizmin genel krizi diye bir krizin gelişmesinin maddi koşulları yoktu. Bu koşullar serbest rekabetçi dönemden tekelci kapitalizme geçişle; kapitalizmin emperyalist aşamasına geçişle ve bu aşamanın tekelci devlet kapitalizmine doğru gelişmesinin bir ifadesi olarak doğuyordu ve şimdi de kapitalizmin genel krizinin aşıldığını, tekelci kapitalizmin içsel gelişmesi sonucu kapitalizm ötesi bir çağa girildiğini gösteren hiçbir maddi koşul/neden yoktur. Yani tekelci devlet kapitalizmi koşullarında yaşamaya devam ediyoruz.

Kapitalizmin genel krizi teorisinin Stalin tarafından geliştirilmesi:
Lenin'in ölümünden sonra genel kriz teorisi, çağı değerlendirmede komünist enternasyonal için teorik bir çıkış noktası olmuş ve bu teori Stalin tarafından geliştirilmiştir.

Lenin'in yaşadığı dönemde de kapitalizmin gösterdiği gelişmenin analizi ve teorik genelleştirilmesi, Komünist Enternasyonal tezlerinin hazırlanmasında belirleyici bir rol oynamıştı. Komünist Enternasyonal'in programının hazırlanması, kapitalizmin genel krizi teorisinin geliştirilmesinde önemli bir aşamanın ifadesiydi. Sürdürülen bir dizi tartışmanın sonucu olarak Komünist Enternasyonal'in VI. Dünya Kongresi’nde (1928) kapitalizmin genel krizi, hem tanımlama olarak kabul gördü hem de içerik olarak somut koşullar bazında zenginleştirildi. Programda, emperyalist dünya savaşının, kapitalist dünya sistemini sarstığına, Ekim Devriminin emperyalist zinciri; en zayıf halkası olan Rusya'da kopardığına, Ekim Devriminin dünyanın diğer ülkelerindeki devrimci mücadeleyi, ulusal kurtuluş hareketlerini olumlu etkilediğine ve bütün bunların kapitalizmin genel krizinin unsurları olduğuna yer verilmiştir.

Kapitalizmin genel krizi teorisi, '30'lu yıllarda, kapitalist dünyanın yaşadığı fazla üretim krizi, faşizm olgusu bazında Komünist Enternasyonal ve SBKP(B) tarafından geliştirilmiştir.

Stalin, bir çok yazısında kapitalizmin genel krizini ele almış ve bir dizi sorunu kapitalizmin genel krizi teorisine göre açıklamıştır. Buna bir kaç örnek verelim:
"Lenin, ülkemizde proletaryanın zaferinden sonra yeni bir çağın, dünya devrimi çağının, çatışmalarla ve savaşlarla, saldırılarla ve geri çekilmelerle, zaferlerle ve yenilgilerle dolu bir çağın, kapitalizmin en önemli ülkelerinde proletaryanın zaferine neden olacak çağın başladığını söyledi" (Stalin; "SBKP(B)'nin XIV. Konferansının Faaliyetlerinin Sonuçları Hakkında", C. 7, s. 78).

Başka bir yerde de "Tek ülkede devrimin zaferi -somutta da Rusya'da- sadece eşit olmayan gelişmenin ve emperyalizmin ilerleyen çöküşünün ürünü değildir. O, aynı zamanda dünya devriminin başlangıcı ve ön koşuludur" tespitini yapar ("Ekim Devrimi ve Rus Komünistlerinin Taktiği"; C. 6, s. 354).

Stalin devamla, kapitalizmin genel krizinin ne anlama geldiğini de şöyle açıklar:
"Kapitalizmin genel krizi… her şeyden önce emperyalist savaşın ve onun sonuçlarının kapitalizmin çürümüşlüğünün güçlenmesi ve dengesinin sarsılması, bugün savaşlar ve devrimler çağında yaşadığımız, artık kapitalizmin, dünya ekonomisinin yegane ve şümullü sistemini oluşturmadığı; kapitalist dünya sisteminin yanı sıra sosyalist sistemin var olduğu, bu sistemin güçlendiği, geliştiği, kapitalist sistemin karşıtı olduğu ve sadece onun var oluş gerçekliğinden dolayı kapitalizmin çürümüşlüğünün gözler önüne serildiği ve temelinden sarsıldığı anlamına gelir. … Emperyalist savaş ve SSCB'de devrimin zaferi, emperyalizmin sömürge ve bağımlı ülkelerdeki temellerini sarsmıştır. Bu ülkelerde emperyalizmin otoritesi çökmüştür; bu ülkelerde artık eski tarzda ekonomik faaliyet sürdürecek güçte değildir" (XVI. Parti Kongresine Sunulan Siyasi Rapor; C.12, s. 216/217).
"Kapitalizmin genel krizi… savaş esnasında ve savaştan sonra sömürge ve bağımlı ülkelerde pazarlarda eski kapitalist ülkelerle başarılı bir şekilde rekabet eden ve böylece pazarlar uğruna mücadeleyi keskinleştiren ve karmaşıklaştıran yerli, genç bir kapitalizmin doğması ve büyümesi anlamına gelir" (Agk., s. 217).

Kapitalizmin genel krizi, tek tek ülkeleri, şu veya bu bölgeyi değil, bütün kapitalist sistemi kapsar ve fazla üretim krizleri gibi dönemsel olarak gündeme gelen bir olgu değildir.
Kapitalizmin genel krizi, başladıktan sonra bütün ülkelerde kapitalizmin nihai çöküşüne kadar devam edecek olan tarihi bir süreçtir.

Stalin, sorunun bu yönüne şöyle işaret ediyor:
"Şayet kapitalist ülkelerin içsel kaosuyla ve bu ülkelerin dış bağlarının çöküşüyle ekonominin 1920 ve 1921'deki geçici savaş sonrası krizi aşılmış olarak görülebilirse -ki bundan dolayı da kısmi bir istikrar dönemi başladı- Ekim Devriminin zaferi ve SSCB'nin kapitalist dünya sisteminden ayrılmasıyla karakterize olan kapitalizmin genel ve temel krizi, aşılmış olması bir yana, tam tersine giderek derinleşmekte ve dünya kapitalizminin varoluş temellerini sarsmaktadır" (SBKP(B)'nin XV. Parti Kongresi; C. 10, s. 247).

Stalin’in işaret ettiğini başka türlü ifade edecek olursak; bütün kapitalist dünya sistemini kapsayan kapitalizmin genel krizi, ekonomik krizlerin daha sıklaşması, daha uzun sürmesi, daha sert olması, ekonomi ve emekçi kitleler üzerindeki etkilerinin daha yıkıcı olması anlamına gelir. Kapitalizmin genel krizi, burjuvaziyi ekonomik krizlerden, kapitalizmin iç ekonomik dinamiklerine dayanarak çıkış yolu bulmada zorlamaktadır; kapitalizmin genel krizi, burjuvazinin çaresizliği demektir.

Kapitalizmin genel krizi, kapitalizmin emperyalist aşamasına geçmesiyle birlikte hemen gündeme gelen veya patlak veren bir kriz değildir. Kapitalizmin genel krizi, emperyalizmin veya tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine dönüşmesini ifade eden gelişme sürecinde ortaya çıkan krizdir. Kapitalizmin genel krizi, kapitalizmin emperyalist aşamasının nihai merhalesidir; emperyalist gelişmenin/olgunun son aşamasının tanımlanmasıdır. Lenin ve Stalin, bu süreçte I. Dünya Savaşının ve Ekim Devriminin oynamış oldukları belirleyici rolü vurgulamışlardır.

Kapitalizmin genel krizi, uzun bir dönem sonunda; kapitalizmin dünya ölçeğinde çökmesiyle sonlanmış olur. Bu krizin uzun bir dönemi kapsamasının nedeni, kapitalizmin dünya ölçeğinde bir vuruşla çökertilemeyeceğinden, devrimlerin -sosyalist- her bir ülkede zamansal açıdan oldukça eşit olmayan bir süreç içinde olgunlaşacağından ve dolayısıyla kapitalizmin genel krizi süreci içinde devrimini gerçekleştiren ülkelerin kapitalist sistemden kopacağından ve kapitalist sistemin giderek çıkmaza gireceğinden dolayıdır.

Kapitalizmin genel krizini keskinleştiren sadece sosyalist devrimler değildir. Demokratik devrimler, devrimci kurtuluş savaşları, anti-emperyalist savaşlar, emperyalistler arası savaşlar vb. de kapitalizmin genel krizini derinleştiren, dünya kapitalist sistemine darbeler vuran faktörlerdir.

Kapitalizmin genel krizinin, proletarya ve ezilen, sömürülen emekçiler ve halklar için kesintisiz zafer anlamına geldiği sanılmamalıdır. Kapitalizmin genel krizi sürecinde bir adım ileri atıp, üç adım gerileyebiliriz. Büyük zaferleri korkunç yenilgiler takip edebilir. Nitekim SB'de sosyalizme vurulan darbe, revizyonist ihanet, en büyük zaferimizin en ağır/korkunç yenilgiye uğraması anlamına gelmiyor mu? Ama bütün bu gelişmeler veya bu gelişmelere rağmen artık dünya ölçeğinde kapitalizm, ne yaparsa yapsın, içine düştüğü genel krizinden çıkma, kendini gençleştirme, yani kendini boğan, genel krize sokan çelişkilerini yok etme olanağına sahip değildir. Kapitalizmin çöküşü kaçınılmazdır ve kapitalizmin genel krizi de bu tarihi çöküşün ifadesidir. Ama bundan kapitalizmin otomatikman, kendiliğinden çökeceği sonucu da çıkartılmamalıdır.
Kapitalizmin Genel Krizinin Aşamaları
Kapitalizmin genel krizi sürecinde bu sürecin seyrini etkileyen gelişmeler olur. Bu, tek başına bir gelişme olabileceği gibi, birbirine bağlı olarak, birbirini tetikleyerek gelişen birkaç faktör de olabilir. Bu gelişmeler veya faktörler, kapitalizmin genel krizinin aşamalarını tespitte çıkış noktasını oluştururlar.

SB'de Kruşçev revizyonistlerinin siyasi iktidarı gasp ettikleri döneme kadar Marksist literatürde kapitalizmin genel krizinin iki aşamasından bahsediliyordu. Revizyonist ihanetten bugüne kadar olan süreçte, kapitalizmin genel krizinin gelişme seyrini temelden etkileyen değişmeler olmuştur. Ve bu sorunlara, Stalin'in ölümünden bugüne Marksisti-leninist bir çözüm getirilememiştir. Belki şurada burada birtakım çabalar olmuş olabilir ve bundan haberimiz olmayabilir. Ama gerçek, Marksist-leninist politik ekonominin teorik sorunlarının geliştirilmesi Stalin'in ölümüyle, revizyonist ihanetle durmuş, onun yerini revizyonist politik ekonomi almıştır ve revizyonistler de kapitalizmin genel krizinin aşamalarını kendilerine göre tespit etmişler ve her alanda olduğu gibi bu alanda da Marksist-leninist politik ekonomiyi çarpıtmışlardır.
Şimdi bu aşamaları tanımlayarak temel özelliklerini belirtelim:
1-Kapitalizmin krizinin birinci aşaması
Kapitalizmin genel krizi I. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimiyle başlamıştır. Bu, aynı zamanda kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasının da başlangıcı anlamına gelmektedir. I. Dünya Savaşı, emperyalizmin iç çelişkilerini muazzam boyutlarda keskinleştirmiş ve bütün emperyalist ülkelerde tekelci devlet kapitalizmine geçişe yol açmıştır. Ekim Devrimi de dünya kapitalist sistemini/pazarını parçalamış ve birbirine zıt iki sistemin (kapitalist ve sosyalist) doğmasına neden olmuştur.

Bunun ötesinde kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasının keskinleşmesinde; nicel gelişmesinde kapitalizmin ekonomik krizleri, emperyalizmin sömürge sistemindeki krizi, kitlesel kronik işsizlik olgusu, sınıf mücadelesinin keskinleşmesi vb. faktörler de önemli bir yol oynamıştır. (Bu konuda bkz.:”Politik Ekonomi, Ders Kitabı”, s. 299-315).

Kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasının genel özellikleri:
1-Dünya Savaşının kapitalist dünya sistemini sarsıntıya uğratması.
2-Sosyalist Ekim devrim, sosyalizmin güçlenmesi ve kapitalizmin çöküş sürecine girmesi.
3-Komünist enternasyonalin (III.) kurulması.
4-Tekelci devlet kapitalizminin oluşması.
5-1923’e kadar devrimci savaş sonrası krizi.
6-1924-1928 döneminde kapitalizmin görece istikrarı.
7-1929-1932 krizi sonucunda kapitalist sistemin yeniden sarsılması.
8-ABD’de, Batı Avrupa’da ve Japonya’da tekelci devlet kapitalizminin güçlenmesi.
9-Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde faşizme geçiş.
10-Emperyalist sömürge sistemi krizinin başlaması.
11-Başta Asya olmak üzere ulusal kurtuluş mücadelesinin yükselişi.

Sosyalizmin yükselmesi ve kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadele bakımından:
1-Rusya’da sosyalist devletin kurulması ve böylelikle kapitalist sistemin dünyadaki yegane
hakimiyet sistemi olgusunun kırılması.
2-Sosyalist Ekim devriminin ve SSCB’nde sosyalist inşanın prestijinin artması.
3-Sovyetler Birliği'ne karşı emperyalist müdahalenin, saldırganlar açısından hezimetle
sonuçlanması.
4-SB’ni tecrit etme politikasının yenilgiye uğratılması.
5-SB’nde sosyalizmin zaferi.
6-Almanya, İtalya ve Japonya tarafından saldırgan bloğun oluşturulması ve dünya hegemonyası için
çabaların yoğunlaşması (“Anti-Komintern-Pakt”).
7-Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesi ve bunun sonucu olarak II. Dünya Savaşının patlak
vermesi.
8-Hitler faşizminin SB’ne saldırısı ve Büyük Anavatan Savaşının başlaması.
9-Anti-Hitler Koalisyonu’nun oluşması.

Emperyalist-kapitalist sistemin iç çelişkilerinin gelişmesi bakımından:
Kapitalizmin temel çelişkisi ve tekelleşmenin boyutları açısından:
1-Dünya savaşı döneminde devlet tekelciliği temelinde savaş kapitalizminin oluşması (Bu olgu
özellikle Almanya’da gelişmiştir).
2-Kapitalizmin “görece istikrarı” döneminde tekelci devlet kapitalizmi temelinde sermaye
yoğunlaşmasının hızlanması.
3-Teknik ilerleyişin hızlanması.
4-Ekonominin birçok bölümünde kitlesel üretimin hızlandırılması.
5-Üretim ve sermayenin yoğunlaşmasının ve merkezileşmesinin güçlenmesi ve bunun bir sonucu
olarak tekellerin güçlenmesi.
6-Özellikle Taylor sistemi vasıtasıyla sömürünün artırılması.

1929-1933 krizi açısından:
1-Kapitalist işletmelerin kitlesel iflası.(Bunların arasında büyük sanayi ve banka tekelleri de vardı).
2-Sermayenin merkezileşmesinin hızlanması.
3-Tekelci devlet kapitalizminin daha da güçlenmesi.
4-Emperyalist ülkelerde devlet tekelciliği temelinde savaş ekonomisinin gelişmesi.

Ekonomik sistemin istikrarsızlığı açısından:
1-Batı Avrupa’da ekonominin sarsıntıya uğraması ve savaş sonrası enflasyonun korkunç boyutlara
varması (özelilikle Almanya’da).
2-Kitlesel işsizliğin kronikleşmesi.
3-Üretim kapasitelerinin tam olarak kullanılmamasının kronikleşmesi.

1929-1933 krizi açısından:
1-Bütün emperyalist ülkelerde krizin yumuşatılması ve aşılması için alınan tedbirlerin boşa
çıkması.
2-Toplumsal sermayenin korkunç boyutlara varan yıkımı.
3-Şehirde ve kırda küçük meta üreticilerinin kitlesel yıkımı.

Çevrimli krizler açısından:
1-Dünya savaşının, fazla üretim krizlerinin çevrimini kesintiye uğratması.
2-1919-1921’deki savaş sonrası krizi (ABD, Japonya, İngiltere, Kanada).
3-1924 ve 1927’de ABD’de ve 1926’da da İngiltere’de ara kriz.

1929-1932 krizinin tahribatı açısından:
1-Kapitalist dünyada sanayi üretiminin o zamana kadar görülmemiş boyutlarda gerilemesi. Bu
gerileme ABD’de %46 ve Almanya’da %42 oranına varıyordu.
2-Kapitalist dünyada ticaret cirosunun yaklaşık %60 gerilemesi.
3-Özel cinsten bir durgunluğun gündeme gelmesi ve üretimin 1935-1936’ya kadar durgunlaşması.
4-1937/38’de yeni bir fazla üretim krizinin patlak vermesi (ABD, Fransa, İngiltere).
5-Almanya, İtalya ve Japonya’da savaş ekonomisinden dolayı kriz çevrimin bozulması.
6-Bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde savaş ekonomisine geçilmesi.

Sınıf mücadelesi ve sosyal (politik) istikrarsızlık bakımından:
1-Sosyalist Ekim devriminin bir sonucu olarak dünya çapında devrimci hareketlerin ve kitlesel
grevlerin artması.
2-Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Türkiye’de devrimler.
3-Savaş sonrasında devrimci kriz, 20’den fazla yeni komünist partisinin kurulması.

1929-1932 krizi (sınıf mücadelesi ve sosyal (politik) istikrarsızlık bakımından:
1-Sosyal çelişkilerin derinleşmesi, 1933’te işsiz sayısının 30 milyona varması.
2-Sınıf mücadelesinin yükselmesi; İspanya’da burjuva-demokratik devrim; antifaşist birlikler, halk
cephesi temelinde geniş siyasi hareketlerin gelişmesi; Fransa’da Halk Cephesinin kurulması.
3-Birçok ülkede faşist diktatörlüklerin kurulması (Almanya, İtalya, İspanya vs.).
4-Antifaşist mücadelede komünist partilerin önderliğinde partizan ve kurtuluş hareketlerinin
oluşması.

Kapitalist dünya ekonomisi ve dengesiz gelişme açısından:
1-Savaştan sonra yeniden paylaşımın ve emperyalist nüfuz alanlarının özellikle ABD ve İngiltere
lehine sonuçlanması.
2-Kapitalist üretimin ağırlığının Batı Avrupa’dan ABD’ye kayması ve ABD’nin önder emperyalist
güç olması.
3-Kapitalist dünya ticaretinin, sanayi üretimini geriden takip etmesi.

1929-1932 krizi:
1-Kapitalist dünya ticaretinde durgunluk.
2-Özellikle Avrupa’nın kapitalist ülkelerinde otarşik politikanın güçlenmesi.
3-Kapitalist dengesiz gelişmenin özellikle Almanya ve Japonya gibi faşist, askeri-emperyalist
güçlerin lehine hızlanması.

Emperyalist sömürge sisteminin çökmesi ve ulusal kurtuluş mücadelesinin gelişmesi açısından:
1-Sosyalist Ekim devriminin zaferi.
2-Yeni kurulan SB’nde ulusal ve sömürge sorununun devrimci çözümü.
3-Türkiye’de anti-emperyalist mücadelenin zaferi.
4-Emperyalist sömürge sisteminin başlaması.
5-Sömürge ve yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerde kapitalizmin gelişmesi, sanayileşmenin artması ve
buna bağlı olarak proletaryanın büyümesi ve bu ülkelerde komünist partilerin kurulması.

2-Kapitalizmin genel krizinin ikinci aşaması
II. Dünya Savaşı sonrasında SB, kapitalist kamp karşısında, onun zıddı olarak duran tek güç, tek devlet olmaktan çıkmıştı. Bir dizi ülkede işçi sınıfıyla koalisyon/ittifak içinde emekçi kitleler, iktidara gelerek "halk demokrasisi" düzenini kurmuşlardı.

Bu savaş sonrasında kapitalizm ve sosyalizm arasındaki güçler dengesi derin değişime uğruyor, denge sosyalizmin lehine, kapitalizmin aleyhine gelişiyordu. Bütün bu temel değişimler, kapitalizmin genel krizinin yeni bir aşamasına yol açmıştır. Bu gelişmenin temel özellikleri; sosyalizmin güçlenmesi, Avrupa ve Asya'da bir çok ülkenin kapitalist sistemden koparak SB etrafında toparlanması olmuştur. Bu gelişmelerden dolayı II. Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin genel krizinin birinci aşaması son buluyor, ikinci aşaması başlıyordu. Bir dizi savaşlar ve devrimler yeni/ikinci aşamanın başlangıcına damga vurmuştur.
Bu konuda Stalin şöyle diyor:
"Bütünlüklü şümullü dünya pazarının çöküşü, II. Dünya Savaşının en önemli sonucu ve onun ekonomik akıbetleri olarak görülmelidir. Bu durum, kapitalist sistemin genel krizinin daha da derinleşmesine neden olmaktadır.
II. Dünya Savaşının kendisi, bu krizin sonucudur. Savaş içinde birbirine kinlenen iki kapitalist koalisyondan her biri, karşı tarafı yenmenin ve dünya hakimiyetini elde etmenin hesabını yapıyordu. Krizden çıkışın yolunu burada arıyorlardı…
Ama savaş, bu umutları yerine getirmedi…Çin ve Avrupa'da diğer halk demokrasisi ülkeleri, kapitalist sistemden koptular ve SB ile birlikte, kapitalizmin kampına karşıt duran bütünlüklü ve güçlü sosyalist kampı oluşturdular. Birbirine zıt iki kampın varlığının ekonomik sonucu, bütünlüklü, şümullü dünya pazarının çökmesi ve bundan dolayı, şimdi keza birbirine karşıt duran iki paralel dünya pazarına sahip olmamızdır" (SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları; C. 15, S. 285).

Öyleyse:
1-II. Dünya Savaşı, uluslararası ilişkilerde esasa özgü değişmelere neden olmuştur. Savaş sonucunda iki kamp oluşmuştur; Amerikan emperyalizminin önderliğinde kapitalist/emperyalist kamp ve SSCB önderliğinde sosyalist kamp.

Kapitalizmin genel krizinin başlangıcındaki -birinci aşamadaki- savaşlar ve devrimler, dünyayı birbirine zıt iki sisteme bölüyor veya bölünme sürecini hızlandırıyordu, bölünmenin çelişkilerini keskinleştiriyordu. Kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasındaki savaşlar ve devrimler ise, bir dizi ülkenin kapitalist sistemden kopmasını beraberinde getiriyordu. Kapitalist sistemden kopan ülkeler SB ile kenetlenmişlerdi.

Gelişmenin böyle olacağını Stalin, 1927’de öngörüyordu:
"Böylelikle enternasyonal devrimin ve enternasyonal gericiliğin gelişme seyri içinde dünya ölçeğinde iki merkez oluşacaktır. Sosyalizme eğilimli ülkeler için bir çekim gücü oluşturan sosyalist merkez ve kapitalizme eğilimli ülkeler için bir çekim gücü oluşturan kapitalist merkez. Bu iki kamp arasındaki mücadele bütün dünyada kapitalizm ve sosyalizmin kaderini belirleyecektir" (“İlk Amerikan İşçi Delegasyonu ile Söyleşi", C.10, s. 118).

Sosyalist ekonomi sisteminin oluşma koşulları hakkında ise Stalin daha 1921'de şöyle diyordu:
"Emperyalist çerçeve ve kapitalist biçim, üretici güçleri boğuyor. Onlara gelişme olanağı vermiyor. Yegane kurtuluş yolu, dünya ekonomisinin ilerlemiş (sanayi) ve geri (hammaddelere, yakıta sahip olan) ülkeler arasındaki ekonomik ortak hareket temelinde örgütlenmesidir. (Sonuncuların birinciler tarafından talanı temelinde değil). Bunun için tam da enternasyonal proleter devrime ihtiyaç vardır. Bu devrim olmaksızın dünya ekonomisinin örgütlenmesi ve normal gelişmesi söz konusu olamaz. Doğru bir dünya ekonomisinin örgütlenmesine başlayabilmek için (en azından başlamak için) proletarya, en azından bazı ileri ülkelerde zafere ulaşmalıdır" (“İktidara Gelmeden ve Geldikten Sonra Parti"; C. 5, s. 94/95).

Savaş sonrası dönemde Stalin'in bu öngörüsü de gerçekleşmiş ve ekonomik alanda dünya sosyalist sistemi kurulmuştur. Böylelikle birbirine paralel iki dünya pazarının kurulması gerçekleşmiştir.

2-II. Dünya Savaşı seyri içinde ve savaş sonrasında emperyalist sömürge sisteminin krizinin keskinleşmesi, anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerinin muazzam bir yükseliş kazanması emperyalizme darbeler vurmuş ve kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasının başlamasına neden olmuştur.

3-II. Dünya Savaşının, kapitalizmin asalaklığını ve çürümüşlüğünü, burjuva ülkelerde iç çelişkilerin ne denli derinleşmiş olduğunu açığa çıkarması; kitlesel kronik işsizlik, kapasite kullanımındaki düşme, enflasyon, proletaryanın mutlak ve göreceli yoksullaşması vs. de kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasının başlamasının başka nedenleridir.

Kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasına geçişe neden olan yukarıdaki ve başka faktörleri birkaç başlık altında belirtebiliriz:

Kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasının genel özellikleri:
1-Kapitalist dünyanın savaş döneminde ve sonrasında giderek zayıflaması.
2-Savaş sonrasında kapitalist dünya pazarının parçalanması, bütünlüklü özelliğini kaybetmesi ve
daralması.
3-Avrupa ve Asya’da birçok ülkenin (Polonya, Alman Demokratik Cumhuriyeti, Çekoslovakya,
Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Çin, Kuzey Kore) sosyalist kampta yer almaları;
sosyalist dünya sisteminin oluşumu.
3-Kapitalizmin iç ekonomik çelişkilerinin derinleşmesi; uzun vadeli tekelci devlet tedbirlerinin
alınmaya başlanması.
4-Emperyalist ülkelerin dengesiz gelişmesinin güçlenmesi, bu gelişmenin ABD emperyalizminin
aleyhine olması; savaşta yenik düşen Almanya ve Japonya'nın galip olmasına rağmen
güçsüzleşen Fransa, İngiltere gibi emperyalist ülkelerin yeniden ABD emperyalizmi ile pazar
yeri, hammadde kaynakları ve nüfuz sahaları için rekabete girişmesi ve bu rekabetin giderek
keskinleşmesi.
5-Sosyalist kampa karşı saldırgan pakt sisteminin kurulması (NATO vs.); “soğuk” savaşa geçiş.
6-Emperyalist sömürge sisteminin çökmeye ve yeni sömürgeciliğin oluşmaya başlaması.
7-Afrika ve Asya’da ulusal kurtuluş mücadelesinin yükselmesi.
8-Dünya komünist hareketinin yükselmesi; 1935’de toplam 3,1 milyon üye ile 57 parti; 1945:
toplam 20 milyon üye ile 70 parti.
9-Dünya barış hareketinin, enternasyonal alanda demokratik kuruluşların güçlenmesi.

Sosyalist kampın güçlenmesi ve kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin gelişmesi:
1-Belirleyici payı SSCB’ne ait olan faşizm üzerine zafer.
2-Avrupa halklarının faşist boyunduruktan kurtulması.
3-Doğu ve Güney doğu Avrupa’da halk demokrasisi düzenlerinin kurulması.

SB ekonomisinin yeniden kurulması ve ülkenin enternasyonal alanda büyüyen nüfuzu ve prestiji:
1-Comecon’un ve Varşova paktının kurulması; sosyalist sistem ilişkilerinin gelişmesi.
2-Emperyalist güçlerin Potsdam anlaşmasına uymamaları.
3-ABD’nin yönlendirdiği koyu bir anti-komünizm kampanyasının başlatılması; anti-komünist
Rollback”- stratejisi.
4-NATO’nun kurulması; atomlu silahlanmanın geliştirilmesi.
5-SENTO VE CENTO saldırgan paktlarının kurulması.
6-Kore’ye emperyalist saldırı.

Kapitalist emperyalist sistemin iç çelişkilerinin gelişmesi bakımından:
Kapitalist temel çelişki ve tekelleşmenin boyutları açısından:
1-Kapitalist Avrupa’da yıkılmış ekonomilerin yeniden kurulması; devletin yardımıyla tekelci
yapıların yeniden örgütlenmesi; özel ve devlet tekellerinin artan kaynaşması; savaş sonrası
enflasyonun bir sonucu olarak emekçi kitlelerin yoğun sömürülmesi.
2-Bilimsel-teknik ilerlemenin hayatın her alanında, özellikle de ekonomide yoğun olarak
kullanılmasına başlanması (önce ABD’de sonra Batı Avrupa’da ve nihayet Japonya’da).
3-Kapitalist Avrupa’da tekelci devlet tedbirlerine geçilmesi.
4-Ekonominin giderek artan askerileştirilmesi.

Kapitalist ekonomi sisteminin istikrarsızlığı açısından:
1-Ekonominin yıkılması ve savaş sonrası depresyon ve bunların, Avrupa’nın bazı kapitalist
ülkelerinde savaş sonrası enflasyon ile birlikte gelişmesi.
2-Özellikle ABD’de ve Avrupa’nın Almanya, İngiltere gibi ülkelerinde işsizliğin yeniden
yaygınlaşması.
3-Emperyalist ülkelerin ekonomilerinde yapısal krizlerin gündeme gelmesi.

Kriz çevrimi açısından:
1-ABD’de 1946’ya kadar süren savaş sonrası kriz.
2-Batı Avrupa’da ve Japonya’da 1948/49’a kadar süren az üretim “krizi”.
3-ABD’de 1948/49 ekonomik krizi.
4-Kore savaşının neden olduğu yüksek konjonktür.
5-ABD’de krizsel gelişme (1953/1954).
6-Batı Avrupa’da tali (kısmi, ara) krizler (1951 ve 1952).
7-Krizde eşzamanlılığın olmaması (ülkelerde krizin aynı dönemde başlamaması).

Kapitalist ülkelerde sosyal politik istikrarsızlık ve sınıf mücadelesi açısından:
1-II. Dünya Savaşının sonucu olarak kapitalist ülkelerde artan ve derinleşen kitlesel yoksulluk ve
siyasi sarsıntılar.
2-Devrimci güçlerin kapsamlı, etkili aktiviteleri.
3-Demokratik hareketlerin toplumsal dönüşümler için mücadelesi.
4-Kapitalist ülkelerde yaşam şartlarının iyileştirilmesi amacıyla sürdürülen grevler.
5-Birçok ülkede yeni komünist partilerin kurulması.
6-Uluslararası çapta atom silahını kınama (Stockholm çağrısı), emperyalist ülkelerin atomlu
silahlanmalarını protesto hareketinin gelişmesi.
7-ABD’de koyu anti-komünist, gerici bir dalganın örgütlenmesi (MC Carthyizm).
8-Almanya’da komünist partisinin yasaklanması (1956).

Dünya kapitalist ekonomisi ve eşit olmayan gelişme açısından:
1-Ekonominin hemen hemen her alanında (ticaret, sanayi, üretim, sermaye ihracı vs.) ABD
emperyalizminin dünya hakimiyeti.
2-ABD sermayesinin Batı Avrupa’ya, o zamana kadar görülmemiş yoğunluk da akması.
3-“Marshall-Planı” ve başka ekonomik ilişkilerden dolayı Batı Avrupa’nın ABD hegemonyasına
girmesi.
4-ABD emperyalizmi önderliğinde, BM şemsiyesi altında IMF, Dünya Bankası, GATT,
Uluslararası Para Fonu” (Bretten-Wood-Sistemi”) gibi uluslararası örgütlerin kurulması.
5-Avrupa’da ilk uluslararası tekelci devlet kuruluşunun gerçekleştirilmesi (Montan Birliği).
6-Önceleri ABD’nin lehine olan eşit olmayan gelişmenin giderek ABD’nin aleyhine, ama diğer
emperyalist güçlerin özellikle de Batı Almanya ve Japonya’nın lehine gelişmeye başlaması ve
bunun giderek derinleşmesi; emperyalistler arası rekabetin kapsamlaşmaya, derinleşmeye ve
keskinleşmeye başlaması.
7-Kapitalist dünya ticaretinin, kapitalist dünya üretiminin gerisinde kalmaya devam etmesi.

Emperyalist sömürge sisteminin yıkılması, yeni sömürgeciliğe geçiş ve ulusal kurtuluş mücadelesinin gelişmesi bakımından:
1-Eski tipte emperyalist sömürge sisteminin devam eden çöküşü, Çin’de anti-emperyalist,
demokratik devrimin zaferi; Hindiçin’i halklarının Fransız emperyalizmine karşı başarılı kurtuluş
mücadelesi.
2-20’den fazla ülkenin (Asya’da Çin, Pakistan, Hindistan, Burma, Endonezya vs; Kuzey Afrika’da
Tunus, Mısır, Fas ve Libya; Yakın Doğuda Yemen, Suriye ve Lübnan) siyasi bağımsızlığa
kavuşması.
3-Sosyalist kamp ile genç bağımsız ülkeler, kurtuluş mücadelesi veren örgütler arasında yeni
ilişkilerin gelişmesi.
4-Mısır ve Endonezya örneğinde olduğu gibi sömürgeci saldırganlığın canlanması.
5-Yeni sömürgeci sömürü ve baskının başlaması.

Dikkatimizden kaçan başka şu veya bu gelişme olabilir. Ama kapitalizmin genel krizinin 2. aşamasına damgasını varan olgular bunlardır.

3-Kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşaması
Kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşaması üzerine Marksist bir değerlendirmeye şimdiye kadar rastlamadım. Bu konuda çalışmalar var da, bilmiyorsam, bu sözlerim geçersiz sayılmalıdır. Revizyonistlerin ise bu konuda sayısız çalışmaları vardır. Onlar, kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasının başlangıç nedenlerini şöyle formüle ediyorlardı:

"Kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşaması bir dünya savaşıyla bağlam içinde değil, bilakis her iki sistemin yarışmasının ve mücadelesinin, güçler ilişkisinin sosyalizm lehine devamlı büyüyen değişimi, emperyalizmin bütün çelişkilerinin şiddetli keskinleşmesi şartlarında, barışçıl bir arada yaşamanın gerçekleştirilmesi ve sağlamlaştırılması için barış sever güçlerin başarılı mücadelelerinin emperyalistlere, saldırganlıklarıyla dünya barışını bozmaya müsaade etmedikleri koşullarda; geniş halk kitlelerinin demokrasi, ulusal kurtuluş ve sosyalizm için mücadelelerinin yükseldiği koşullarda doğdu" ("Komünist ve İşçi Partileri Temsilcilerinin Açıklamaları ve Müzakereleri", Kasım 1960, Moskova, s. 18).

"Genel krizin ikinci (aşamasından) üçüncü aşamasına geçiş, ‘50'li yılların ikinci yarısının seyri boyunca gerçekleşti. 1950'den 1960'a Sovyetler Birliği, ABD karşısında sanayi üretiminin relasyonunu 30=100'den 60=100'e yükseltti. Comecon ülkelerinin dünya sanayi üretimindeki payı 1950'de %17,5'ten 1960'da %28,3'e çıktı. Sovyetler Birliği, Amerikan atom tekelini kırdı ve 1957 yılında kıtalar arası füzelere sahip oldu. Emperyalist global stratejilerin ("Containment" ve "Rollback") belirleyici önkoşulları, dünya güçler ilişkisinin ilkesel değişimiyle bir kenara itildi" (D. Klein; "Genel Kriz ve Tekelci Devlet Kapitalizmi", s. 59. Berlin 1974).

Bu anlayışta yegane doğru olan, tarih tespitidir. Gerçekten de, ‘50'li yılların ortasından itibaren SB'de sistemin karakterine özgü niteliksel bir değişim olmuştur. Bu, revizyonistlerin iddia ettikleri bir değişim değildi. SB'de söz konusu olan, siyasi iktidarın gasp edilmesi ve proletarya diktatörlüğünün devrilmesiydi. SB'de Kruşçev revizyonistlerinin SBKP'nin XX. Parti Kongresinde (1956) kazandıkları zafer, proletarya diktatörlüğünün yıkılmasından ve kapitalizmin inşası sürecine yeniden girilmesinden başka bir anlam taşımıyordu. SB’ndeki dönüşümle birbirine zıt iki kamp; kapitalizm ve sosyalizm arasındaki ilişkilerin karakteri temelden değişme sürecine girmiş oluyordu.

Tarihi olarak yeni olan, henüz sağlamlaşmamış olan sosyalist kampın, revizyonist ihanet sonucunda çökmesiydi. Tam da bu gelişme, kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasından üçüncü aşamasına geçişin temel nedenini oluşturmuştur.
Kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasına damgasını vuran gelişmelerin en önemli olanlarını belirtelim:

Sosyalist kampın yıkılması ve kapitalist dünya pazarının durumu:
Modern revizyonizmin zaferinden sonra emperyalizmin, başta da Amerikan emperyalizminin sosyalist kampa karşı uyguladığı strateji anlayışı değişti. Sosyalist kampa karşı mücadelede emperyalizmin stratejisi, başta SB olmak üzere bu kampı açık saldırıyla yıkmaktı. Proletarya diktatörlüğü revizyonistler tarafından yıkıldığı için emperyalizm, amacına belirleyici hiçbir katkısı olmaksızın ulaşmış oldu. Emperyalizm, revizyonist sistemi de yıkmayı amaçlıyordu. Bu nedenle kapitalist restorasyonu teşvik ve süreci hızlandırma taktiğini uyguluyordu. Bu taktik anlayışın doğrudan sonucu olarak, kapitalist dünyanın başını çeken ABD emperyalizmi, revizyonistlerin zaferinden sonra, SB'e karşı "sosyalist" sistemi yıkmak için açık savaş tehdidinde bulunmamıştır. Bu tehdidin yerini işbirliğini geliştirme, yumuşama politikası almıştır. (Emperyalizmin değişen taktik politikasına ve Kruşçev revizyonistlerinin barışçıl bir arada yaşama anlayışına rağmen ABD ve SB, birbirlerine karşı uluslararası palandaki emperyalist rekabetlerinden dolayı, savaş tehdidinde bulunmaktan da geri kalmamışlardır, Küba krizinde olduğu gibi. İşbirliği ve karşılıklı tehdit, emperyalistler arası çelişkilerin ne denli keskinleştiğini veya güçler dengesinin durumunu yansıtır ve bu türden işbirliği ve tehditler, SB çökene kadar devam etmiştir). Buna rağmen dünya pazarının ikiye bölünmüşlük gerçeği ortadan kalkamamış ve revizyonist sistemin çökmesine kadar (1989-1991) devam etmiştir.

Kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasında iki pazar; kapitalist dünya pazarı ve yıkılan sosyalist dünya pazarının yerini alan revizyonist pazar söz konusuydu.

Revizyonist pazar da kapitalist sömürü temelinde şekillenmiş olan bir pazardı. Ama modern revizyonistler, iktidarlarını devamlı kılabilmek, ülkede ve uluslararası planda proletaryayı ve sosyalizme inanan emekçi yığınları, bunun ötesinde uluslararası proleter dayanışmaya inanan sömürge ve bağımlı ülkelerde ulusal kurtuluş mücadelesi veren örgütleri düpedüz kandırmak için, sosyalizmi tabela olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Bu tabelacılık, çıplak siyasi ideolojik sahtekarlık, nihai yıkılışa kadar devam etmiştir.

Sovyet sosyal emperyalizmi, kendine bağımlı kıldığı, sömürgeleştirdiği ülkeleri (Comecon ülkeleri, Asya'da, Afrika'da çeşitli anlaşmalarla bağımlılaştırılan ülkeler) sımsıkı kontrol ediyor, buraları pazar alanı; hammadde kaynağı olarak kullanıyor ve klasik emperyalizmin bu alanlara sızmasını engellemeye çalışıyordu. Bunun içindir ki dünya pazarının sosyalist ve kapitalist diye ikiye bölünmüşlüğü, her ne kadar ortadan kalkmışsa da, bölünmüşlük, pratikte revizyonist ("sosyalist") ve kapitalist pazar olarak devam ediyordu.
Dünya pazarının bölünmüşlüğünün devam etmesi, kapitalizmin genel krizini keskinleştiriyor ve derinleştiriyordu.

Sovyet sosyal emperyalizmi, hegemonyacı ve yayılmacı politikasında başarılı olmuş ve dünya pazarının revizyonizmin, Sovyet sosyal emperyalizminin lehine gelişmesi '70'li yılların ortasında doruk noktasına ulaşmıştır.

Sosyalizmin henüz taze olan prestiji, sosyalizmin lafızda da olsa savunuluyor olması, bağımsızlık mücadelesi veren ve bağımsızlığını elde etmiş olan eski sömürge ülkelerin SB'ne yanaşmaları, bunun ötesinde revizyonistlerin bir dizi ülkede radikal, anti-emperyalist gözüken hakim burjuvalarla (örneğin Suriye, Irak) sıkı işbirliğine girmesi, bu ülkeleri klasik emperyalizm için pazar alanı, hammadde kaynağı ve nüfuz sahası olmaktan çıkartıyor veya klasik emperyalizmin bu ülke pazarlarındaki payı daralıyordu. Böylelikle bir taraftan klasik kapitalist dünya pazarı daralırken, revizyonist dünya pazarı genişliyordu. Bu gerçek, kapitalizmin genel krizini kapsamlaştırıyor, derinleştiriyor ve keskinleştiriyordu.

Diğer taraftan II. Dünya Savaşından sonra güçsüz düşen bazı emperyalist ülkelerin (Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya) yeniden güçlenmeleri ve uluslararası planda rekabete girişmeleri, sosyal emperyalizme kaptırılan pazarlardan dolayı daha da daralmış olan kapitalist dünya pazarı çerçevesi içindeki gelişmelerdi; daha da daralmış pazarda ABD emperyalizmine karşı diğer emperyalist ülkelerin giderek şiddetlenen rekabeti, bu rekabete sosyal emperyalizmin de katılması ve bütün bunların ötesinde yeniden güçlenen emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki rekabet, kapitalizmin genel krizini üçüncü aşamasını derinleştiren veya üçüncü aşamayı oluşturan başka bir olgu oluyordu.

Bütün dünya pazarını klasik kapitalist ve revizyonist kamplar aleyhine daraltan diğer önemli bir olgu da Çin'in, sosyal emperyalist bir ülke olarak gelişmesiydi.

Bütün dünya pazarını, emperyalistler ve revizyonistler aleyhine daraltan çok önemli olgulardan birisi de, bağımlı, yeni sömürge ülkelerde kapitalizmin gelişmesiydi. Bu ülkelerde (Türkiye, G. Kore, Doğu Almanya vs.) sanayi üretiminin gelişmesi ve giderek ihracatta önemli rol oynaması veya iç pazarların yerli sanayi ürünleriyle doyurulması, emperyalistler ve sosyal emperyalistler açısından pazar daralması ve daralan pazarlar için rekabetin keskinleşmesi anlamına geliyordu. Bu gerçekler, dünya pazarının sadece birkaç emperyalist ülke tarafından paylaşılmış olma gerçeğini görece geçersizleştiriyor, kapitalizmin dengesiz gelişme yasasının bir sonucu olarak geri kapitalist ülkeler de, pazar alanı için emperyalistlerle pekala rekabete girişiyorlardı. Bu durum da kapitalizmin genel krizini keskinleştiriyordu.

Sosyal emperyalist, emperyalist sömürge sistemi krizinin keskinleşmesi bakımından:
Bu alandaki gelişmelerin çerçevesini şöyle çizebiliriz:
1960'lı yıllara gelindiğinde emperyalizmin klasik sömürgeciliği tamamen çöktü ve onun yerini, başlangıcını kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasında alan yeni sömürgecilik aldı.
Kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasında ve özellikle de ikinci aşamasında ulusal kurtuluş hareketlerinin ve bağımsızlığını kazanmış ülkelerin SB'nin yanında yer almaları, kapitalist dünya pazarını daraltırken, demokratik pazarı genişleten ve kapitalizmin genel krizini bu temelde derinleştiren bir olguyken, revizyonizmin zaferinden sonra bu olgu, ulusal kurtuluş hareketlerinin ve bağımsızlığını elde etmiş genç ülkelerin Sovyet sosyal emperyalizmine yanaşmaları, kapitalist ve revizyonist pazar arasında gerçekleşen bir "transfer"den başka bir anlam taşımıyordu. Tam da bu "transfer" olgusu, klasik emperyalizmle sosyal emperyalizm arasındaki emperyalist rekabeti keskinleştiriyordu ("Transfer" tanımını kullanmakla emperyalizme karşı verilen ulusal kurtuluş mücadelesini küçümsediğim, bağımsızlığına kavuşmuş ülkelerin ulusal bağımsızlığını önemsemediğim anlaşılmamaktadır. Bir emperyalist güce veya kampa karşı mücadele edilirken diğer birine yaslanılıyorsa; yani klasik emperyalizme karşı anti-emperyalist, ulusal kurtuluş mücadelesinde Sovyet sosyal emperyalizmine yaslanılmışsa, burada söz konusu olan, bağımsızlık değil, efendi değiştirmektir. Böylesi mücadeleler desteklenmez, ama o halkın/ulusun gerçekten bağımsızlık isteği/duygusu ve bunu hayata geçirmesi her zaman desteklenir).
1960'lı yıllardan sonra gördüğümüz, özellikle Afrika'da (Angola, Mozambik vs.) genç ülkelerin Sovyet emperyalizminin nüfuz alanına girmeleridir.

Sömürgecilikte krizin ve buna paralel olarak iki süper güç arasındaki rekabetin de keskinleşmesine daha bir dizi örnek gösterebiliriz (Örneğin 1962 Küba krizi, Çekoslovakya'nın işgali/silahlı müdahale (1968), Afganistan'ın işgali (silahlı müdahale (1979); Çin-Sovyet sınırındaki silahlı provokasyon (1969); Vietnam halkının ABD emperyalizmini dört başı mamur dehşetli bir yenilgiye uğratması (1975); 1975'ten sonra, Sovyet sosyal emperyalizminin Afrika'da silahlı istilaya girişmesi (Angola'daki yerli işbirlikçileri desteklemek için bu ülkeye silah ve Kübalı paralı asker gönderilmesi, aynı oyunun 1977'den sonra Etiyopya'da oynanması vs.).

Bu ve benzeri daha bir çok gelişme, bir taraftan sömürge sisteminin krizini, diğer taraftan da iki süper güç arasındaki çelişkileri keskinleştiriyordu.
Bütün bu gelişmeler; a)emperyalizmle sosyal emperyalizm arasındaki; b)klasik emperyalist ülkeler arasındaki; c)sosyal emperyalist ülkeler (örneğin SB, Çin) arasındaki rekabeti ve çelişkileri ve d)bağımlı ülkelerle emperyalist/sosyal emperyalist ülkeler arasındaki çelişkileri/ilişkileri derinleştiriyor, kapsamlaştırıyor ve keskinleştiriyordu.
Bütün bunlar, kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasında emperyalist ve sosyal emperyalist sömürge sistemi krizinin derinleşmesi ve daha da keskinleşmesi anlamına geliyordu.

Kapitalizmde eşit olmayan gelişme, Alman ve Japon emperyalizminin güçlenmesi bakımından:
II. Dünya Savaşı sonrasında, savaşın sonucu olarak oluşan kapitalist dünyadaki dengeler giderek bozulmaya başladı. 1950'li yıllarda bu süreç hızlandı; savaş sonrasında, "üzerinde güneş batmayan" imparatorluğu yıkılan İngiltere, sömürge sistemi çöken Fransa, yenik düşen Almanya, Japonya ve de İtalya, yeniden toparlanmaya ve güçlenmeye başladılar. Ama ABD emperyalizmi, savaştan hemen sonra, bu ülkelerin çekilmek zorunda kaldıkları alanları kendi güdümüne almakta gecikmemişti. ABD emperyalizmi, geri ülkeleri, yeni bağımsız olan ülkeleri, İngiliz ve Fransız emperyalistlerini aratacak boyutlarda sömürmeye ve talan etmeye koyuldu.

1960'lı yıllardan itibaren, başlangıcını 1950'li yıllarda alan II. Dünya Savaşı sonrasındaki emperyalist ülkeler arası güçler dengesi, giderek Amerikan emperyalizminin aleyhine bozulmaya başlar.
Amerikan emperyalizminin kapitalist dünya üzerindeki tartışmasız hakimiyeti uzun sürmedi. Kapitalizmde ülkelerin eşit olmayan gelişme yasası kendini bir kez daha kanıtladı ve Avrupa (özellikle Almanya) ve Japonya kısa zamanda ABD emperyalizmine, Amerikan tekellerine kafa tutmaya, onlarla uluslararası pazarlarda rekabet etmeye; Avrupa ve Japon tekelleri, kapitalist dünya pazarlarında pay kapmaya, bunun ötesinde Amerikan iç pazarına da etkili olmaya başladılar.

ABD emperyalizminin kapitalist dünyada üzerindeki hakimiyetinin giderek sarsılışını Stalin, 1952'de şöyle açıklıyordu:
"Dışarıya karşı her şey’ yolunda gözüküyor. ABD Avrupa'yı, Japonya'yı ve diğer kapitalist ülkeleri vesikaya bağlamış. ABD'nin pençesine düşen (Batı) Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, ABD'nin emirlerini itaatli bir şekilde yerine getiriyorlar. Ama bu, "yoluna konmuş durumun" ebediyen devam edebileceğine, bu ülkelerin ABD'nin hakimiyetine ve boyunduruğuna sonsuza kadar tahammül edeceklerine, Amerikan köleliğinden kurtulmaya ve bağımsız gelişme yoluna girmeye çalışmayacaklarına inanmak yanlış olur" (Stalin, C.15, s. 285).

Stalin devamla şöyle diyordu:
"Dolayısıyla kapitalist ülkelerin pazarlar için mücadelesi (II. Dünya Savaşı kastediliyor çn.) ve rakiplerini boğma isteği, fiiliyatta sosyalist kamp ile kapitalist kamp arasındaki çelişkiden daha güçlü olarak açığa çıktı.
Japonya ve Almanya'nın yeniden kendine gelmeyeceklerinin, Amerikan köleliğinden kurtulmaya ve bağımsız yaşam sürdürmeye çalışmayacaklarının ne gibi garantileri vardır? Sanıyorum ki, böylesi garantiler yoktur" (Agk., s. 287).

II. Dünya Savaşından günümüze kadar olan süreç, bu görüşleri doğrulamış, kapitalizmde ülkelerin eşit olmayan gelişme yasası işlemiş ve Almanya, Japonya gibi ülkeler, sadece uluslararası planda rekabet edecek duruma gelmekle yetinmemişler, dünyayı yeniden paylaşmayı talep etmeye başlamışlardır. Bu, emperyalist ülkeler arasındaki rekabetin ne denli keskinleştiğini çok açık bir şekilde göstermektedir.

Kapitalist/revizyonist ülkelerde ekonominin askerileştirilmesi bakımından:
Kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasında emperyalist ülkeler, üretimi arttırmak için ekonominin askerileştirilmesini daha da geliştirdiler. Güçsüz düşen emperyalist ülkelerin yeniden rekabete girişecek kadar güçlenmeleri, Sovyet emperyalizmi olgusu, sınırları belli mevcut pazar için, çok sayıda emperyalist gücün rekabetini beraberinde getirmiş ve bu da, emperyalistler arası çelişkileri kapsamlaştırmış ve derinleştirmiştir.

Her iki dünya savaşı arasındaki silahlanma nispeten sınırlı kalmış (savaş döneminde doğal olarak artmıştır), ama II. Dünya Savaşından sonra silahlanma; ekonominin askerileştirilmesi korkunç boyutlara varmıştır.
Emperyalist ülkelerde ekonominin bu denli askerileştirilmesinin nedeni a)-Emperyalizm (özellikle ABD) ile sosyal emperyalizm arasındaki dünya hakimiyeti için sürdürülen mücadelenin/rekabetin keskinleşmesinde ve b)Emperyalistler arası rekabetin/çelişkilerin keskinleşiyor olmasında (Çok sayıda emperyalist gücün rekabetinden dolayı daralan dünya pazarında en fazla kar elde etmek için sürdürülen rekabet) aranmalıdır.

1990'da ABD'nin silahlanma harcamaları 305 milyar dolara varıyordu. SB'nin silahlanma için harcadığı miktar da ABD'ninkiyle başa baştı (1989'daki silahlanma harcamaları yaklaşık 300 milyar dolardı).
Bu boyutlardaki silahlanma harcamaları, silah ticaretini çok kazançlı bir ticaret yapıyordu.

Kısaca; ekonominin askerileştirilmesi kapitalist ve revizyonist ekonomilerin vazgeçilemez en önemli faktörlerinden birisi olmuştu. Bundan dolayı bu dönemde ekonominin askerileştirilmesi, kapitalizmin genel krizinin birinci ve ikinci aşamalarındaki ekonominin askerileştirilmesiyle karşılaştırılamayacak boyutlarda gelişmiş ve kapsamlaşmıştır. Bu durum, kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasına özgüdür, bu aşamanın oluşumunun ve gelişmesinin, bu aşamada kapitalizmin genel krizinin daha da derinleşmesinin ve keskinleşmesinin belirleyici önemi haiz bir özelliğidir.

Kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasının genel özellikleri:
1-Sovyetler Birliği'nde revizyonizmin siyasi iktidarı gasp etmesi; proletarya diktatörlüğünün
yıkılması.
2-Revizyonizmin iktidara gelmesinden sonra uluslararası komünist ve işçi partileri arasında
Moskova’da 1957'de başlayan ve 60’ların başında uluslararası komünist hareketin bölünmesiyle
sonuçlanan tartışmalar.
3-Sovyet revizyonizminin tahribatı sonucu halk demokrasisi ülkelerinde de iktidarların yozlaşması
ve Kruşçev revizyonizminin safında yer almaları.
4-Bu gelişmenin sonucu olarak uluslararası komünist hareketin büyük bir darbe yemesi.
5-Sovyet revizyonizmine karşı Marksizmin AEP ve Brezilya komünist partisi tarafından
savunusunun sınırlı etkili olması.
6-Küba’da burjuva-demokratik devrimin gerçekleştirilmesi.
7-Uluslararası küçük burjuva oportünist ve revizyonist hareketin güçlenmesi: 1960’da 38 milyon
üyesiyle 83 parti; 1970’de 60 milyon üyesiyle 89 parti.
8-1960’dan sonra (ayrışmadan sonra) ve özellikle de 70’li yılların başında küçük-burjuva-komünist
hareketin ÇKP-AEP önderliğinde gelişmesi; uluslararası planda bu konumda olan örgütlerin
çoğalması.
9-1970’li yılların ikinci yarısında küçük burjuva –oportünist-komünist hareketin ayrışması; AEP’in
ÇKP revizyonizmine köklü eleştirileri (“Üç Dünya Teorisi” ve Mao Zedong Düşüncesi).
10-AEP-ÇKP ayrışması sonucunda birçok küçük burjuva oportünist ve komünist örgütün AEP
tarafından yer alması.
11-Teknik-bilimsel alanda atılan devasa adımlar ve yaşamın hemen hemen her alanında, özellikle de
ekonomide etkisini göstermesi.
12-Emperyalist ülkelerde tekelci devlet hakimiyet biçimlerinin uygulanıyor olması.
13-İktisadi yaşamda uluslararasılaşmanın hızlanması: Avrupa Topluluğu –EFTA ilişkileri;
Sovyet sosyal emperyalizminin ve Çin sosyal emperyalizminin uluslararası planda artan
ekonomik faaliyetleri.
14-İki süper gücün (SB-ABD) yanı sıra başka rekabetçi merkezlerin tamamen açığa çıkmış/oluşmuş
olması: Japonya, Çin, Avrupa Topluluğu; bu topluluk içinde Almanya, Fransa, İngiltere.
15-Emperyalist ve sosyal emperyalist paktlarda kriz: Örneğin Fransa’nın NATO’nun askeri
kanadından ayrılması; Arnavutluk’un Varşova paktından ayrılması; Çekoslovakya’nın işgali.
16-Klasik emperyalist sömürge sisteminin nihai çöküşü: Yeni sömürgeciliğin tam şekillenmesi.
17-Uluslararası komünist hareketin gerilmesi, Sovyet modern revizyonizminin güçlenmesi;
revizyonizm ile kapitalizmi-revizyonizm ile sosyalizm ve sosyalizm ile kapitalizm arasındaki
mücadele.
18-SB’nde Sosyalist inşanın kazanımlarının; sosyalist inşanın ortaya çıkardığı materyal-teknik alt
yapının; bilimsel-teknik devrimin kazançlarının Sovyet sosyal emperyalizminin oluşumunda ve
güçlenmesinde çıkış noktası olarak kullanılması.
19-Halk demokrasisi ülkelerinde de aynı yolun izlenmesi; işçi sınıfı ve emekçilerin kazanımlarının;
materyal-teknik birikiminin revizyonist diktatörlüklerin oturaklaşması için kullanılması.
20-Küba’da iktidara gelen küçük-burjuva devrimci güçlerin Sovyet revizyonizminden yana tavır
almaları.
21-Komünist ve işçi partilerini temsilcilerinin Kasım 1957’de Moskova’da başlayan görüşmelerinin
esas sonucu olarak ortaya çıkan modern-revizyonizm-Marksizm arasındaki ideolojik
mücadelenin sonraki dönemlerinde –Bükreş görüşmeleri- (1960)- açık mücadeleye dönüşerek
devam ettirilmesi (1960-1964 döneminde ÇKP-SBKP arasındaki, “açık mektup”-“cevaplar”
formunda sürdürülen mücadele).
22-Sosyalizmin ve sosyalist “pazar”ın uluslararası gücünü kaybetmesi, çökmesi.
23-Revizyonizm ile sosyalizm arasındaki ayrışmaya varan bu mücadelede Sovyet modern
revizyonistleri uluslararası komünist harekete büyük bir darbe vurmuşlar ve uluslararası
komünist hareket yine uluslararası planda etkileyici, kapitalist sistemi tehdit edici faktör
olmaktan fiilen çıkmıştı.
24-Sovyet modern revizyonizminin geliştirdiği “kapitalist olmayan gelişme yolu”, “sosyalizme
yönelme” gibi anti-marksist teorilerle birçok ülkede hakimiyetini geliştirmiş ve ideolojide de
Marksizm’i tabela olarak kullanmaya devam etmiştir.
25-Sosyalizmde materyal-teknik birikimin, bilimsel teknik devrimin bir sonucu olarak SB’nde atom
bombasının inşa edilmesi ve dünya da ilk kez içinde insan bulunan bir füzenin (Sputnik) uzaya
fırlatılması.

1970’li yıllardan itibaren:
1-Comecon ülkelerinin Sovyet sosyal emperyalizminin her alanda tam yeni sömürgeleri haline
getirilmeleri; bu ülkelerde ulusal ekonomilerin yıkılması ve Sovyet ekonomisinin bir parçası
haline getirilmesi.
2-Başta ABD olmak üzere emperyalizmle-Sovyet sosyal emperyalizmi arasında “yumuşama”
politikasının başlatılması; “soğuk savaş”ın “yumuşama”ya taktiğine geçiş.
3-Kapitalist/emperyalist sistem karşısında yenilginin ve bu sistemle bütünleşme yolunda
ilerlemenin bir ifadesi olarak “barışçıl bir arada yaşama”nın ilanı (Avrupa’da İşbirliği ve Güvenlik
Konferansı”-Helsinki).
4-Hindiçini halklarının ve özellikle Vietnam’ın ABD emperyalizmine büyük bir darbe vurmaları
(1975).
5-Şili’de seçimle iktidara gelen “sosyalist” Allende hükümetine karşı faşist darbe (1973).
6-ÇKP revizyonizmine karşı AEP önderliğinde açık mücadelenin başlaması ve küçük burjuva
oportünist hareketle-komünist hareketin uluslararası planda ayrışması.
7-İki süper gücün “silahsızlanma” için “mücadele” ederken, silahlanmayı korkunç boyutlara
vardırmaları.
8-'80’li yılların başında gelişen barış hareketi.
9-Sovyet revizyonizminin çöküşünün, klasik kapitalizme geçişin bir başlangıcı olarak Gorbaçov’un
1985’te iktidara gelmesi ve “Perestroika”,”Glasnost” politikalarını geliştirmesi.

Kapitalist ve revizyonist sistemin iç çelişkilerinin gelişmesi bakımından:
Kapitalist ve revizyonist sistemlerde genel çelişkiler açısından:
1-Bilimsel-teknik devrimin, en ileri teknolojinin tekelci devlet kapitalizmi ve bürokrat kapitalizm
şartlarında yoğun bir şekilde uygulamaya konması.
2-Kapitalist dünyada (gelişmiş kapitalist ülkeler) sanayi ve tarımda yapısal değişmelerin başlaması.
3-Gelişmiş kapitalist ülkelerde tekel birleşmelerinin artması.
4-Tekellerin ve Sovyet bürokrat kapitalizminin uluslararası plandaki güçlü yayılmacılığı.
5-Her iki sistemde de silahlanma yarışının devam ettirilmesi.

'70’li yıllardan itibaren:
1-Her iki sistemde ekonomik gelişmede baş gösteren kriz.
2-Sovyet ekonomisinde, gelişmiş kapitalist ülkelerde olduğu gibi bilimsel-teknik devrimin üretime
sokulması, üretimde durgunlaşmanın başlaması.

Kapitalist ve revizyonist ekonomik sistemin istikrarsızlığı açısından:
1-Bütçe açıklarının büyümesi, para, maliye ve borsa alanında krizler.
2-Enflasyonun artması.

'70’lı yıllardan itibaren:
1-Enflasyonun hızlanan artışı, ekonomide durgunluğun ve enflasyonun kaynaşması (stagflasyon).
2-ABD ve Batı Avrupa’da işsizliğin yeni boyutlar alması.
3-Sermayenin değerlendirilememesi, toplumsal sermaye kıyımı; otomobil, çelik, inşaat gibi
sektörlerde mevcut kapasitelerin düşük kullanımı.
4-Bilimsel-teknik devrimin sonucu olan otomasyon ve elektrotekniğin Sovyet ekonomisinde
üretime sokulması, Sovyet ekonomik sisteminin çöküşünün hızlanması.

Krizlerin çevrimi açısından:
1-Kapitalist dünyada ekonomik büyümenin hızlanması ve kriz, krizsel olguların artması.
2-Ekonomik ve yapısal krizlerin bir birine geçmesi.
3-1974/75 dünya ekonomik krizi.
4-1981-1983 dünya ekonomik krizi.

Kapitalist ve revizyonist ülkelerde sosyal-politik istikrarsızlık ve sınıf mücadelesi bakımından:
1-Kapitalist ülkelerde sınıf yapılarında baş gösteren değişmelerin hızlanması.
2-İtalya’da (1960); Danimarka’da(1961); Fransa’da (1963); Belçika’da (1960-61, 1966) ve diğer
kapitalist ülkelerde grevler.
3-Fransa’da (1968) ve Almanya’da (1970’den sonra) gençlik hareketinde radikalleşme.
4-Sovyet sosyal emperyalizminin Varşova paktı adı altında Çekoslovakya’yı işgalinin (1968)
Çekoslovak halkı tarafından ve uluslararası alanda protesto edilmesi.
5-ABD’de ırk ayrımına karşı mücadelenin yoğunluk kazanması.

'70’lerden sonra:
1-Kapitalist ülkelerde işsizliğin büyük boyutlara ulaşması.
2-Artan işsizliğe karşı grevlerin gelişmesi; Fransa’da, İtalya’da, İngiltere’de ve başka kapitalist
ülkelerde genel grevlere gidilmesi.
3-Anti-emperyalist, anti-sosyal-emperyalist hareketin gelişmesi, özellikle Hindiçini, Vietnam
halklarıyla dayanışma mücadelesinin güçlenmesi.
4-'70’li yılların başında Polonya’da revizyonist, sosyal-faşist diktatörlüğe karşı toplumsal
muhalefetin şekillenmesi (tersane işçilerinin grevi).
5-Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle, 1983’ten beri devam eden iki süper devlet arasındaki atom
silahı krizi göz önünde tutularak “silahsızlanma” yarışının başlatılması.
6-Gorbaçov’un Sovyet ekonomisinin ve siyasi yapısının krizini, çöküyor oluşunu sürekli dile
getirmesi, demokrasiden, açıklıktan bahsetmesi.
7-Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerin sonucu olarak ülke içinde ve Doğu Avrupa ülkelerinde
toplumsal muhalefetin ortaya çıkması ve gelişmesi.
8-Sovyetler Birliği’nde maden/kömür işçilerinin grevi.
9-1989 yılında revizyonist iktidarların arka arkaya çökmesi.
10-Arnavutluk’ta da, 1985’ten sonra başlayan geriye dönüş eğilimlerinin tamamen açığa çıkmasıyla
proletarya diktatörlüğünün yıkılması.

Kapitalist-revizyonist ekonomi ve eşit olmayan gelişme bakımından:
1-Sermayenin ve üretimin uluslararasılaşmasında yeni boyutlara varılması.
2-Gelişmiş kapitalist ülkelerin ekonomilerinin giderek daha çok bir birlerine geçmesi.
3-Çeşitli uluslararası ekonomik örgütlerin gelişmesi (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve kurulması
(EFTA).
4-Uluslararası tekellerin, kapitalist dünya ekonomisinde giderek daha fazla ağırlık kazanmaları.
5-AET ülkelerinin ve Japonya’nın bilim, teknik, ticaret vs . alanlarında konumlarının güçlenmesi.

1970’den sonra:
1-Kapitalizmde eşit olmayan gelişmenin sonucu ABD ve Sovyet sosyal emperyalizmi odağından
başka emperyalist/rekabet merkezlerinin (Almanya, Japonya, Fransa, bir bütün olarak AET)
tamamen ortaya çıkmış olması ve aralarındaki çelişkilerin derinleşmeye başlaması.
2-AET’in (şimdi AB) genişlemesi.
3-Revizyonist Sovyetler Birliği'nin sermaye ihracı, uluslararası planda ekonomik yayılmacılı.
4-Brettan-Woods-Sisteminin çökmesi.
5-ABD’nin kapitalist dünyadaki tartışmasız hakimiyetinin yıkılması.
6-Bürokrat kapitalizmin çökme sürecine girmesi ve çökmesi.
7-Klasik kapitalizmin bürokratik kapitalizm üzerine zaferi.

Emperyalist klasik sömürgeciliğin tamamen çökmesi, yeni sömürgeciliğin ve sosyal-emperyalist sömürgeciliğin ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin gelişmesi bakımından:
1-Emperyalizmin klasik sömürgeci sisteminin tamamen çökmesi; çoğunluğu Afrika’da olmak üzere
50’den fazla ülkenin devletsel bağımsızlık elde etmeleri.
2-Emperyalist yeni sömürgeci sistemin tamamen gelişmesi.
3-Birçok geri ülkede ve yeni bağımsız olan genç ülkelerde Sovyet modern revizyonizminin
etkisinin artması.
4-Çin ve Küba devriminin uluslararası planda prestij kazanması, bu anlayışlar temelinde
anti-emperyalist, ulusal kurtuluş mücadelelerine girişilmesi.

1970’den sonra:
1-Özellikle ABD’ye karşı anti-emperyalist mücadelelerin ve tavır alışların gelişmesi, bu durumdan
Sovyet sosyal emperyalistlerinin yararlanmaya çalışması.
2-Sovyet sosyal emperyalizmiyle “üçüncü dünya” ülkeleri arasındaki ilişkilerin kapsamlaşması ve
derinleşmesi, Çin halk Cumhuriyeti’nin de aynı paralelde ilişkilere ağırlık vermeye başlaması.
3-Arap-Filistin halklarının İsrail saldırganlığına karşı mücadelesinin sürmesi.
4-Bağımlı, geri kalmış ülkelerin dünya ekonomisindeki paylarının artması ve bunun emperyalist
ülkelerle gelişen ülkeler arasında sürtüşmelere neden olması.
5-Geri kalmış ülkelerin Birleşmiş Milletlerde ABD emperyalizmine karşı daha bilinçli hareket
etmeye başlamaları.
6-Hammadde zengini (petrol) ülkelerin OPEC adı altında ayrı bir petrol politikası izlemeleri.

Dikkatimizden kaçın başka gelişmeler de olabilir. Ama her halükarda sosyalist kampın yıkılması, revizyonizmin iktidar olması; klasik kapitalizmde yeni sömürgeciliğe tam geçiş ve sosyal-emperyalist sömürgecilik olgusunun doğması; kapitalizmde ülkelerin eşitsiz gelişmesinin derin boyutlar alması ve ekonominin askerileştirilmesinin görülmemiş gelişmesi, kapitalizmin genel krizinin gelişmesinde belli nitel özellikleri ifade ederler. Kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasındaki bu yeni olgular, kapitalizmin genel krizinin ikinci aşamasını sonlandıran ve üçüncü aşamasına geçmesini sağlayan karaktere sahiptirler.
4- Kapitalizmin genel krizinin dördüncü aşaması
M. Gorbaçov 1985'te iktidara geldi. Onun iktidara gelmesiyle birlikte revizyonist sistemin çöküş ve SB’nin dağılma süreci hızlandı. Çöküş ve dağılma 1989-1991 döneminde tamamlandı. Başta Polonya'da olmak üzere Macaristan'da, Çekoslovakya'da, Romanya'da, Doğu Almanya'da, Bulgaristan'da revizyonist/sosyal faşist diktatörlükler arka arkaya yıkılarak, tarih sahnesinde yok oldular. Bu rüzgar, Arnavutluk'ta da sosyalizmi bir çırpıda yıktı. Yugoslavya, emperyalistler arası çelişkilerin ve gerici/faşist yerli burjuva önderliklerin hegemonya mücadelelerinin sıcak çatışmalarla sürdürüldüğü bir alan oldu.

Revizyonist bloğun çökmesiyle 1917'de Ekim Devriminin zaferinden sonra ikiye bölünen dünya pazarı, yeniden niteliksel değişime uğradı; dünya pazarının bütünselliği ve şümullü oluşu kapitalizm koşullarında yeniden sağlanmış oldu.

Tek başına bu gelişme; dünya pazarının yeniden bütünleşmesi, kapitalizmin genel krizinin yeni bir aşamasına geçmesine yol açacak kadar önemlidir. Diğer bütün faktörleri yok saysak dahi, Ekim Devrimi ve bu dönemle başlayan dünya pazarının parçalanması, kapitalizmin genel krizinin başlamasına; birinci ve ikinci aşamalarının oluşmasına neden olan belirleyici faktörlerinden birisi değil miydi? Dünya pazarının parçalanmışlığı, kapitalizmin genel krizini üçüncü aşamasının seyrini belirlemiyor muydu? Şimdi de, dünya pazarının bütünleşmesi, kapitalizmin genel krizinin gelişme seyrini belirliyor ve bu belirleme, revizyonist bloğun ve SB’nin yıkılmasıyla bu bloğun elinde olan pazarın dağıldığını ve bunun kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasını sonuçlandıran ve dördüncü aşamasına yol açan belirleyici faktör, niteliksel bir değişim olduğunu gösteriyor.
Esas aldığımız nokta, dünya pazarının yeniden bütünleşmesidir, ama bundan diğer olguları dışlandığımız sonucu çıkartılmamalıdır.

Kapitalizmin genel krizinin dördüncü aşamasına geçişin faktörleri:
1-Üretim ve sabit sermaye yatırımlarının dinamiğindeki gelişme ve yapısal kriz:
Kapitalizmin genel krizinin derinleşmesinde niteliksel bir gelişme olarak üretim ve sabit sermaye yatırımlarının dinamiğindeki gelişme ve yapısal kriz: 1950’den bu yana sanayi üretiminin, bu üretim içinde imalat sanayii üretiminin ve brüt sermaye yatırımlarının gelişme hızı düşmeye başlamıştır. Döneme ilişkin veriler, çok kaba da olsa, birbirine bağlı iki olguyu yansıtıyor:
1- Sanayi üretiminin gelişme hızı, yatırımların gelişme hızından daha düşüktü. Dolayısıyla üretim birimlerinin (fabrikalar vs.) tam kapasite çalışması söz konusu değildi.
2- Sanayi üretiminin 1970’e kadar olan dönemdeki gelişme hızını, 1970’ten sonraki gelişme hızıyla karşılaştırdığımızda şunu görüyoruz:
Sanayi üretimi hızındaki gerileme, II. Dünya Savaşından sonra üretim ve tüketim araçlarına duylan gereksinimin; o korkunç boyutlardaki talebin/pazarın doyuma ulaştığını göstermektedir. Bu durumdan dolayı, artık o zamana kadar olduğu gibi genişletme yatırımları, yani doğrudan üretimi artırma yatırımları, yatırımların genel karakterini belirleyici olmaktan çıkmaya başlamıştır.

2-Tekelci devlet tedbirleri:
1970'lerden sonra bütün emperyalist ülkelerde emperyalist devlet, tekeller ile ortaklık temelinde ve tekelci sermayenin çıkarı için belirleyici önemi haiz adımları; tekelci devlet tedbirleri uygulanmaya koyması: Sermaye yoğunlaşması, rasyonelleştirme ve yoğun sermaye ihracı.
Bu üç tedbirin uygulanmasının sonucunda, a)Emperyalist ülkelerde iflaslar birbirini kovalamış, daha az sayıda tekellerin hakimiyeti güçlenmiş, sermayenin yoğunlaşmasında adeta sıçramalı bir gelişme sağlanmış; b)Büyük tekeller üretim kapasitelerini genişletmeye yönelik yatırımlar yerine otomasyon ve elektroteknik temelinde mevcut işletmelerde rasyonelleştirmeye yönelmişler ve c)Rasyonelleştirme, bir taraftan işçilerin yığınlar halinde sokağa atılmasını beraberinde getirirken, diğer taraftan da korkunç boyutlarda sermayeyi (yatırımı) kaçınılmaz kılmıştır. Tekeller, kendi güçlerini aşan bu sermaye ihtiyacını devletin desteğiyle sağlamışlardır.

Ne var ki bütün bu tedbirler kapitalist/emperyalist sistemin 1970'lerden sonra derinleşen çelişkilerini törpüleyememiş, kapitalist üretimde tekellerin beklediği yükseliş sağlanamamıştır. 1970'lerden günümüze kadar devam eden kapitalist üretimdeki inişler çıkışlar arz eden durgunluk, söz konusu gelişmenin ve tekeller ve emperyalist devletler arası rekabeti/çelişkileri tetikleyen olgunun çıplak ifadesidir.

3-Bilimsel-teknik devrimin etkisi:
Bilimsel-teknik devrimin gelişmesi, sermayenin yeniden üretim sürecini doğrudan etkiler. Sermayenin yeniden üretim süreci, sabit sermaye yatırımları ve de sabit sermaye kıyımı bilimsel-teknik devrimin kazanımları, bu kazanımların kapitalist üretim ve dolaşıma dahil edilmeleri temelinde gerçekleşmektedir. Bilimsel-teknik devrimin dev adımlarla gelişmesi bir kaç yıl önce yeni olanı, en modern olanı, bir kaç yıl sonra manevi olarak aşındırmakta; değerden düşürmektedir. Sabit sermaye yatırımlarındaki gelişme bu gerçeği yansıtmaktadır.

Bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının kapitalist üretim ve dolaşıma (transport-haberleşme vs.)dahil edilmesiyle 1970'lerden sonra, daha ziyade rasyonelleştirme karakterli olan yatırımların bu karakterinde değişmeler olmuştur.

4-Ekonomide yapısal krizin ve buna bağlı olarak tekeller ve emperyalist devletler arasındaki çelişkilerin kapsamlaşması ve keskinleşmesi:
Kapitalist üretim 1970'li yıllardan itibaren derin bir yapısal krize girmiştir. Bu yapısal kriz, bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının üretimde kapitalist ilkelere/çıkarlara göre kullanılmasından kaynaklanmaktadır. (Yapısal krizin ne olup olmadığı aynı bir konudur ve her halükarda, basınımızda kullanıldığı anlamla bir ilgisi yoktur). Bilimsel-teknik devrimin kendisi yapısal krize neden olmaz. Aksine, toplumsallaşmış üretim ile üretim araçlarının özel mülkiyette oluşu arasındaki kapitalizme özgü temel çelişki, bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının kapitalist üretimde yapısal krize yol açmasına neden olur.

Bilimsel teknik devrimin kazanımlarının kapitalist üretime dahil edilmesinden kaynaklanan yapısal kriz, sonuç itibariyle hem ülke içinde tekeller arasında ve hem de uluslararası planda emperyalist ülkeler arasında çelişkilerin keskinleşmesine neden olmuştur. Bundan dolayıdır ki her tekel veya her emperyalist ülke, teknolojik gelişmenin en son kazanımını, en modern makineleri vs. en kısa zamanda üretime ve dolaşıma dahil etmekle karşı karşıya kalmıştır. Bu alanda, en ufak bir geç kalma, rakiplerin büyük mesafeler kat etmeleri anlamına gelmektedir.

5-Süreklilik arz eden kitlesel işsizlik:
1970'lerden itibaren kapitalist dünya ekonomisi, yukarıda belirttiğimiz temel sorunla karşı karşıya kalmıştır: Rekabette geri kalmamak için en modern teknolojiyi kullanmak. En modern teknolojiyi kullanmak, bir taraftan korkunç boyutlara varan sabit sermaye kıyımı/yok edimi ve aynı zamanda da yeni sabit sermaye yatırımı demektir. Tekellerin mali gücü bu yatırımlara yetmediği için devletin desteği kaçınılmaz oluyor. Diğer taraftan bu yatırımlar, sermayenin organik bileşimini yükseltiyor. Yani değişken sermayenin payını azaltıyor ki bu da, zaten kronikleşmiş olan işsizliği, işsizler ordusunu sayısal olarak arttırmak anlamına geliyor.

6-Kar oranının eğilimli düşme yasası ve sermayeler arası ilişkiler:
Bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının üretim sürecine dahil edilmesinin boyutları, kar oranının düşme eğilimi yasasının iç çelişkisini bütün çıplaklığıyla sergiler. 1970'lerden itibaren emperyalist ülke ekonomilerinde bu durumu bütün açıklığıyla görüyoruz. Tekellerin, kar oranının düşmesini engellemek için attıkları adımlar, son kertede kar oranlarının düşmesine neden olmuştur ve aralarındaki çelişkileri keskinleştirmiştir.

7-Pazar sorunu:
II. Dünya Savaşından sonra kapitalist dünya pazarı, bir parçasını daha kaybederek, daha da daralıyor. Ama savaşın tahribatının oldukça büyük olması, korkunç boyutlarda maddi zenginliğin ve sabit sermayenin yok edilmesi, geri kalan pazarın ancak 1970'lerde doyuma ulaşmasına neden oluyor. Yani 1970'lere kadar üretim nispeten artarak devam ediyor. Ve aynı zamanda bu üretim, siyasi ve askeri nedenlerden (SB olgusu) dolayı da kapitalist sistem çerçevesinde ülkeler arasında pek fazla keskinleşmeyen/şiddetlenmeyen bir rekabet içinde yapılıyor.

8-Tekelci devlet tedbirleri ve üretimde durgunluk:
1970'lerden sonra pazarın doyumu kendisini gösteriyor. O zamana kadar bütün emperyalist ülkelerde görülen üretimin genişletilmesi için yatırımlar, yerini rasyonelleştirmeye bırakıyor. Sermaye yoğunlaşması, sermaye ihracı ve rasyonelleştirme aynı anda uygulamaya konuyor. Sonuç:
-Firma/sermaye birleşmeleri ve iflaslar artıyor (Sermaye yoğunlaşması).
-Brüt sermaye yatırımlarındaki artışı işsizlerin sayısındaki artış izliyor (Rasyonelleştirme).
-Sermaye ihracı giderek artıyor.

Bu tedbirlerine rağmen tekelci burjuvazi, amacına ulaşamamıştır. 1970’lerden bu yana dünya ekonomisinde ve belli başlı emperyalist ülkelerin ekonomilerinde inişler çıkışlar gösteren bir durgunluk, farklı boyutlarda da olsa, sürmüştür.

Bu gelişme ne anlama geliyor?
Tekelci sermaye, 1970'lerden sonra uygulamaya koyduğu bütün tedbirlerine rağmen, sermayenin azami değerlendirilmesini gerçekleştirememiştir. Yani, bilinen klasik yöntemlerle sınırları belli pazarda en fazla pay kapma, rakipleri alt etme olanağı kalmamıştır. Bu durumun değişmesi için ya bir savaş gereklidir (rekabetin nihai sonucu olarak), ya da olağanüstü bir gelişme olmalıdır. Bugüne kadar bu rekabet son kertede savaşla (I. Ve II. Dünya Savaşları) çözümlenmiştir. Şimdilik böyle bir gelişme söz konusu değil. Bu, geleceğin bir sorunu. Geriye, olağanüstü durum kalıyor. Bu da, bahsettiğimiz gibi, revizyonist bloğun yıkılmasının sonucu olarak dünya pazarının yeniden bütünleşmesidir. İşte bu olgu, kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasından dördüncü aşamasına geçişin esas nedenidir.

Kapitalist dünya ekonomisinin, kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasından dördüncü aşamasına geçiş sorunlarına devam etmeden önce, bu sorunları aydınlatıcı olacağı için 1970'li yıllardan sonraki kapitalist ekonomide görülen gelişmeyi/değişimi özetleyelim. Sonuçlar:

1-1970'li yıllardan bu yana kapitalist ekonominin gelişme koşulları değişmiştir. Her şeyden önce, ekonomik büyümenin dinamiklerini zayıflatan ve uzun dönem etkide bulunan faktörler gündeme gelmiştir. (Sermayenin değerlendirilme koşullarının kötüleşmesi, dünya pazarının göreceli daralması vs.).

2-1970'li yıllardan bu yana kapitalist ekonomide sermayenin değerlendirilme ve yeniden üretim koşulları değişmiş, kapitalist/emperyalist ekonomilerde uzun dönem etkisini sürdüren yapısal krizler gündeme gelmiştir. Tekelci burjuvazi şimdiye kadar almış olduğu tedbirlerle bu süreci istenildiği boyutlarda yönlendirememiştir.

3-Emperyalist ülkelerde ekonominin gelişmişliği, bir taraftan tekeller arasında, ulusal sınırları aşarak uluslararası alanda birleşmeleri hızlandırırken, diğer taraftan bu süreç, ulusal sınırlı tekelci devlet ekonomi politikasıyla çelişkiye düşmeye başlamıştır. (Tekelci güçlerin hızlanmış uluslararasılaşması ile ulusal sınırlı politik-ekonomik süreç arasındaki çelişki).

4-1970'li yıllardan bu yana kapitalist/emperyalist sistem, var olmanın yeni koşulları ile karşı karşıya kalmıştır. Tekelci burjuvazi, emperyalist devletin doğrudan desteği ile ve bilimsel-teknik devrimin kazanımları temelinde yeniden üretim ve dolaşım sürecinin kapsamlı rasyonelleştirilmesine ve modernleştirilmesine girişmek zorunda kalmıştır. Bu süreç, aynı zamanda emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinin de bir ifadesidir.

Bu koşullarda sermayenin değerlendirilmesinde önemli olan faktörler şunlardır:
a-Kalifiye iş gücü sömürüsünün rolü giderek artmaktadır.
b-Bilimsel-teknik devrimin rolü, bu devrimin kazanımlarının tekelci devlet koşullarda (tekelci devlet yenilenme koşulları) gerçekleştirilmesi, üretim ve dolaşım sürecinde kullanılması, kapitalizmin genel krizini derinleştiriyor ve yapısal krizi gündeme getiriyor.
c-Sermayenin organik bileşimi yükseliyor, dolayısıyla kar oranının düşme eğilimin de durdurulamıyor (ki bu zaten kapitalist üretimin, rekabetin doğasına aykırıdır).

5-Bilimsel-teknik devrimin bir sonucu olarak teknolojik dönüşüm/ilerleme, emperyalist ülkelerde (şu veya bu şekilde Türkiye gibi “gelişen” ülkelerde de) hem vartikal anlamda (derinlemesine), hem de horizontol (yayınlık) anlamda büyük yoğunluk ve hız kazanmıştır. Bilimsel-teknik devrim, üretimin ve emeğin daha büyük boyutlarda toplumsallaşmasını kaçınılmaz kılmıştır; bir taraftan sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi diğer taraftan da firmaların iflası büyük boyutlarda ve paralel/kol kola devam etmiştir.

6-Dev adımlarla ilerleyen bilimsel buluşların hemen ve kapsamlı olarak ekonomide uygulamaları sonuç itibariye, a) milyonlarca işçinin sokağa atılmasını, b) üretim sürecindeki iş gücü sömürüsünün yoğunlaşmasını beraberinde getirmiştir.

7-1970'lerden sonra üretim, dolaşım ve aynı zamanda iletişim sürecinin teknolojik yenilenmesi otomasyon ve elektronik temelinde gerçekleştirilirken, 1981-83 krizinden sonra bu yenilenme mikro-elektronik ve sensor tekniği temelinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Yapısal krize tekabül eden ve kapitalizmin genel krizini keskinleştiren bu dönüşüm/yenilenme daha yeni teknolojiler (örneğin nano ve gen teknolojisi) temelinde devam etmektedir.
8-Uluslararası pazardaki keskinleşen ve dünya pazarının yeniden bütünleşmesinden sonra da yeni boyutlar alan emperyalistler arası rekabet, özellikle de ABD-Japonya-AB arasındaki rekabet, bilimsel teknik devrim koşullarında acımasız, nefes kesici bir yenilenme yarışını kaçınılmaz kılmıştır. Bilimsel teknik devrim, üretim ve dolaşım sürecinin yenilenmesini (sabit sermaye kıyımını ve yeni yatırımları) sürekli kılıyor. Bu da, bir taraftan yapısal krize "kronik" olma özelliği verirken, kapitalizmin genel krizini derinleştiriyor ve dördüncü aşamasına geçişin koşullarından biri yapıyor.

Emperyalistler arasındaki bilimsel-teknik devrimin dayattığı rekabet, yeni değil, ama günümüz koşullarındaki emperyalistler arası rekabetin önemli/belirleyici öğelerinden birisi olmuştur.
Belirttiğimiz bütün bu olgular ve eğilimler, bilimsel-teknik devrimin, sermayenin değerlendirilmesi sürecinde belirleyici rol oynadığını gösteriyor. İşte bu durum 1970'lerden sonra kapitalist ekonominin gelişmesini etkileyen önemli bir süreç olarak karşımıza çıkıyor ve kapitalizmin genel krizinin gelişme seyrini de etkileyen önemli bir faktör oluyor.

Pazar sorunu ve emperyalistler arası rekabet:
Günümüz dünyasında dünya pazarının şekillenmesinin dört boyutunu görüyoruz:
Birinci boyut: Bu boyut, ulusal, "iç pazarlar"ın geliştirilmesi olarak yansıyor. Bunlar, yeni değil, eski pazarlardır ve söz konusu olan da, bu eski pazarların "adamakıllı" değerlendirilmesidir (sömürülmesidir, talan edilmesidir). Bunu gerçekleştirmek için emperyalist ülkeler, mevcut nüfuz alanlarını diğer emperyalistlere karşı çeşitli anlaşmalar temelinde kapatmaya çalışıyorlar. Örneğin AB. Örneğin NAFTA (ABD, Kanada, Meksika).
İkinci boyut: emperyalist ülkelerin, kendi iç pazarları üzerinde sürdürdükleri rekabet, bu boyutu yansıtır. Emperyalist ülkeler, gelişmiş ülke pazarlarını veya karşılıklı olarak birbirlerini en verimli pazar alanı olarak görüyorlar ve bu pazarlardaki paylarını korumak veya genişletmek için birbirlerine karşı şiddetli rekabet sürdürüyorlar.
Üçüncü boyut: Dünya pazarının bu boyutunu emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkeler oluşturuyor. Bu ülkeler, emperyalistler için pazar alanı olmanın ötesinde, hammadde kaynağı ve askeri alanda stratejik önemi haiz özellikler de taşıyorlar (tabii hepsi değil). Örneğin Türkiye, emperyalistler için hem önemli bir pazar alanıdır hem de stratejik açıdan önemlidir.
Dördüncü boyut: Bu boyutu, dağılan SB ve onun nüfuz alanı içinde yer almış olan ülkeler oluşturuyor. Bu boyutun Doğu Avrupa'da yer alan ülkelerini Batılı emperyalistler, başta da Almanya yutmuştur. SB'ni oluşturmuş olan "Cumhuriyetler" üzerinde emperyalist rekabet bütün şiddetiyle sürmektedir. (Bugün bu ülkeler kapitalist sisteme hemen hemen tamamen entegre oldukları için ayrı bir pazar boyutu oma özelliğini de kaybettiklerini söyleyebiliriz).
Hangi açıdan bakarsak bakalım, dünya pazarı, yeniden bütünleşmeyle mutlak/fiziki olarak büyümüştür. Ama belirttiğimiz krizsel nedenlerden, durgunluktan vs. den dolayı da görece olarak daralmıştır. Bu daralma, emperyalistler arası rekabeti, emperyalistler arası çelişkileri keskinleştirmiştir.

İşte bu nedenlerden, emperyalistler arası rekabetin ve çelişkilerin bu denli derinleşmesinden ve keskinleşmesinden dolayı kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasından dördüncü aşamasına geçişin koşulları doğmuş oluyordu.
Sonuç itibariyle:
Revizyonist kampın dağılmasıyla ve klasik kapitalizme geçilmesiyle dünya pazarının bölünmüşlük durumu, revizyonist pazar ve kapitalist pazar olarak bölünmüşlük durumu ve bu bölünmüşlüğün nedeni olan temel çelişkiler (revizyonist ve kapitalist kamplar arasındaki çelişkiler) ortadan kalktı. Dünya pazarı, kapitalist dünya pazarı olarak yeniden bütünleşti. Bu pazarın emperyalist rekabet temelinde nüfuz sahalarına bölünmesi süreci bütün şiddetiyle gelip çattı.
1-Dünya pazarının yeniden bütünleşmesi, pazar hacminde büyümenin sınırları ve sınırların büyümesi:
- Pazar hacminde büyümenin sınırları:
Burada söz konusu olan, hacmi belli büyüklük içinde hareket etmektir. Revizyonist sistemin ayrı bir pazar olarak var olduğunu düşünelim. Bu durumda, dünyanın belli bir kısmı, kapitalist sistemin hakim olduğu kısım, kapitalist pazarın hacmini oluşturur. Bu hacmin sınırlarının mutlak olarak büyüme imkanı yoktur. Bu pazar, ancak görece olarak büyüyordu. Yani nüfussal artışla ve kitlelerin alım gücünün artmasıyla.

Bu pazar 1970'lerden itibaren doyum noktasına ulaştı, birçok ülkede fazla üretim krizleri patlak verdi, emperyalist ülkelerde ekonomik büyüme, yatırımlar geriledi, üretim düşmeye başladı. Bu durumda emperyalist ülkeler, ekonominin kötüye gidişini frenlemek ve yeniden canlandırmak için ihracatı arttırmayı yegane çıkış yolu olarak gördüler. Bu, sınırları mutlak belli, ama bu sınırlar içinde doyum/doyumsuzluk hacmi görece olan pazarda rekabeti, emperyalistler arası rekabeti daha da körükledi. Bu durumda keskinleşen rekabet, mevcut alan içinde en fazlasını kapmak için mücadelededir. I. ve II. Dünya Savaşları bu mücadelenin sonucudur.

Buna göre; pazar hacminde büyümenin sınırları görecedir ve onu görece yapan da kitlelerin alım gücündeki hareketliliktir.

-Pazar hacminde sınırların büyümesi:
Burada söz konusu olan, sınırları belli bir hacmin sınırlarını büyüterek hacmin mutlak büyümesini sağlamaktır. Kapitalist dünyanın bu yöndeki mücadelesi Ekim Devrimiyle birlikte, dünyanın bir kısmının kapitalist dünya pazarından kopmasından sonra başlamıştı. Kapitalist dünya, bu mücadelesinde hiçbir zaman başarılı olamadı. Bu gerçeği daha 1960'da, Amerikan tekelci burjuvazisinin sözcülerinden jeopolitikacı ve ABD’ni o zamanki Başkanı Carter'ın güvenlik danışmanlığını da yapmış olan Z.K. Brzezinski, şöyle dile getiriyordu:
"Şimdiye kadarki dönüşümler Batının eseri değildir. Ama şimdi Batı, komünist kampta çok merkezciliğin büyümesi için uygun ortam yaratan bir politika yapabilir" (Bkz. Z.K. Brzezinski, "Sovyet Bloğu", Köln, 1962, s. 467).

Çok merkezli bu "komünist kamp" nihai olarak 1989-1991 döneminde yıkıldı ve böylelikle de pazar hacminin sınırları mutlak olarak büyüdü; tüm dünya kapitalist pazar oldu.
Kapitalist pazarın daralmasının ve genişlemesinin kapitalizmin genel kriziyle olan ilişkisini Stalin şöyle anlatıyor.
"…Belirleyici kapitalist ülkelerin (ABD, İngiltere, Fransa) güçleri ile dünya kaynaklarını etkiledikleri saha genişlemeyecektir, bilakis daralacaktır (ve) bu ülkeler için dünya pazarında sürüm koşulları kötüleşecektir ve bu ülkelerde işletmelerin kapasitelerinin düşmesi artacaktır. Dünya pazarının çökmesiyle bağlam içinde kapitalist dünya sisteminin genel krizinin derinleşmesi de esas itibariyle bundan ibarettir" (Stalin; "SSCB'nde Sosyalizmin Ekonomik Problemleri", C.15, s. 283).

Görüyoruz ki, dünya pazarının parçalanması (daralması) ve bugünkü koşullarda da (1990'lı yılların başından itibaren) bütünleşerek mutlak büyümesi, kapitalizmin genel krizinin derinleşme derecesinde bağlayıcı bir rol oynamaktadır.

Şüphesiz ki burada Stalin'in çıkış noktası, sosyalizmin yaygınlaşması temelinde dünya pazarının daralmasıdır. 1950'li yılların ikinci yarısından itibaren bu temelde dünya pazarının daralması olmamıştır. Bunun yerine revizyonist sistem, kapitalist dünya pazarını mutlak daraltan esas faktör olmuştur. Bunun yanı sıra, 1970'lerden itibaren kapitalist dünya pazarındaki doyum, bu pazarın görece daralmasını beraberinde getirmiş ve bu da emperyalistler arası çelişkileri keskinleştirmiştir.

2-Uluslararası planda hegemonya mücadelesinin yeni boyutları:
Kapitalizmin genel krizinin ilk ve ikinci aşamalarında sosyalist ve kapitalist sistemler arasındaki çatışma önplandaydı. Genel krizin 3. aşamasında ise kapitalist sistemle revizyonist sistem arasındaki çelişki önplandaydı. Sovyetler Birliği'nin ve etkisi altındaki revizyonist bloğun dağılmasıyla bu çelişki de ortadan kalkmış oldu. Genel krizin 4. aşamasında, 3. aşamada tamamen oluşmuş olan rekabet merkezleri arasında dünya hegemonyası için rekabet önplana çıktı. ABD, Çin, Rusya, çok da ileri olmayan bir dönemde Hindistan dünya hegemonyası için jeopolitika üretebilecek yetenekte olan ülkeler olarak önplana çıkmaktalar. AB, mevcut yapısıyla oldukça güçlü bir ekonomik rekabet merkezidir. AB içindeki emperyalist ülkelerin, başta da bu entegrasyona öncülük eden ve sürükleyen Almanya ve Fransa, ancak ortak çıkarları olduğu müddetçe aynı doğrultuda hareket ediyorlar. Yaşamın gösterdiği gibi bu her zaman mümkün değil. Kısaca, AB, yapısından dolayı dünya hegemonyası için jeopolitika üretme yeteneğine sahip değildir.
ABD-Çin arasındaki rekabet uluslararası planda hegemonya mücadelesinin yeni boyutu/ekseni olacak yönde gelişmektedir.

3-Emperyalizmle geri ülkeler arasındaki ilişkilerin/çelişkilerin yeni boyutlar kazanması:
Bugün veya artık, emperyalist ülkeler ile emperyalizme bağımlı ülkeler arasındaki siyasi, ekonomik ve askeri şekillenmeler eskisi gibi değildir.
Emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkelere "gelişen" ülkeler de deniliyor. Ama "gelişen" bu ülkeler, "gelişiyor" olma ve emperyalizme bağımlı olma temelinde bir bütünlüğü oluştursalar da, kendi aralarında, gelişmişlik, stratejik konum, pazar alanı ve hammadde kaynağı olma bakımından çok büyük farklılıklar gösteriyorlar. Bu farklar, bu ülkelerin dünya konjonktüründeki yerlerini de şu veya bu şekilde belirliyor.

Soruna bu ülkelerin gelişmeleri ve revizyonist bloğun dağılmış olması temelinde baktığımızda şu süreci görüyoruz:
Bu ülkeler arasında birçokları (Meksika, Arjantin, Brezilya, Çin, Hindistan, Vietnam, G. Kore, Türkiye vs.) küçümsenemeyecek bir kapitalist gelişme aşamasına varmışlardır. Bu ülkeler daha ziyade sanayi ürünleriyle dünya pazarlarında söz sahibi olacak bir gelişme göstermekteler.

Kapitalizmde ülkelerin eşit olmayan gelişme yasası, tabii ki söz konusu bu ülkeler için de geçerlidir. Türkiye örneğine bakalım. Emperyalizme bağımlılık, Türkiye'nin kapitalist bir ülke olarak gelişmesini engelleyebilmiş midir? Engelleyememiştir.

Bu türden ülkelerde kapitalizmin gelişmesi, daralan dünya pazarında, bir taraftan bu ülkeler üzerinde emperyalist ülkelerin baskısını/şantajını artırırken, diğer taraftan da bu ülkelerin dünya pazarında kaptıkları her pay, bu pazarı emperyalist ülkeler aleyhine daha da daraltmakta ve böylelikle emperyalistler arası çelişkilerin daha da keskinleşmesi/kapsamlaşması için bir neden olmaktadır. “Küreselleşme” saldırısının altında yatan temel nedenlerden birisi bu değil mi?

Uluslararası planda dengelerin alt-üst olması ve yeni dengelerin gündeme gelmesi "gelişen" ülkelerin bazılarının rekabet gücünün gelişiyor olması, sonuç itibariyle emperyalist ülkeler ile "gelişen" ülkeler arasındaki ilişkilere yeni boyutlar kazandırmaktadır. Belirttiğimiz nedenler göz önünde tutulduğunda emperyalist ülkelerle, "gelişen" ülkelerin en gelişmiş olanları arasındaki çelişkiler, giderek keskinleşecektir. İşte tam da bu olgu, kapitalizmin genel krizinin derinleşmesine yeni boyut veren bir faktördür. Bu, küçümsenmeyecek bir boyuttur ve bundan dolayı da kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasından dördüncü aşamasına geçişin bir nedenidir.

Dünya, sadece anlattığımız bu nedenlerden dolayı, yeni ekonomik ufuklarla/sorunlarla karşı karşıya değildir. Dünya aynı zamanda yeni siyasi ve askeri gelişmelerin de eşiğindedir. Kruşçev revizyonizminin iktidara gelmesinden sonra dünyanın siyasi ve ekonomik olarak kamplaşmasının yıkılması, bu kamplaşmaya tekabül eden cepheleşmenin yok olması, yeni ekonomik siyasi ve askeri saflaşmaları gündeme getirmiştir. Bütün bunlar, geçmiş dönemdeki ekonomik, siyasi ve askeri şekillenmelerin devamı değil, tam tersine yeniden oluşumların başlangıcıdır. Bu başlangıç, kapitalizmin genel krizinin üçüncü aşamasından dördüncü aşamasına geçişte yeni çelişkilerin doğuşunun açık ifadesidir.

Sonuç:
Kapitalizmin genel krizi olgusundan nihai olarak nasıl bir sonuç çıkartabiliriz?
Kapitalizmin genel krizi süreci, tekelci devlet kapitalizmin oluşumundan bu yana devam eden süreçtir. Son 30-40 senelik süreçte kapitalizmi kapitalizm olmaktan çıkartan sayısız teoriler üretilmiştir. Bunların hepsi yaşamın dayattığı gerçeklik; kapitalizm gerçekliği karşısında erimiştir. İsterse Negri, bir imparatorluk daha kurabilir; emperyalizmin “miadını” bir kez daha doldurabilir. İsteyen emperyalizm ötesi bir çağda veya küresel-emperyalist küresel evrede yaşadığına inanabilir. İsteyen kapitalizmi kendiliğinden çökertebilir. İnsanların inancını ve umudunu elinden almak istemeyiz, ama gerçeklik neyse onu görmek ve ona göre hareket etmekten de vazgeçmeyiz. Kapitalizmin genel kriz süreci, bu sistemin -ne denli çürümüş, kokuşmuş olursa olsun- kendiliğinden çökmeyeceği gibi, emperyalizm ötesinde bir evresinin olmadığını da göstermiştir. Bu süreç aynı zamanda kapitalizmin kendiliğinden çökmeye karşı ne denli “duyarlı” olduğunu da göstermiştir; açık ki kapitalizm, süreklilik arz eden formasyon dönüşümlerine tabidir; birikim biçiminde ve regülasyonunda sürekli bir değişimin olması bu üretim biçiminin normalliğidir (Erken kapitalizm, tekelci devlet kapitalizmi, neoliberalizm vb.) Tam da bu nedenle kapitalizm, “kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır” (Marks, Kapital, C. I, s. 16).
Önemli olan bunu kavramaktır. Çöktü-çökecek demekle, emperyalizmin “miadını doldurmakla”, yeni bir evre demekle kapitalizm gerçekliğinde bir şey değişmiyor. Bu görüşlerin hiçbirisi kapitalizmi, dolayısıyla dünyayı değiştirmeye yetmiyor, hizmet etmiyor.
Bu sistemden onu aşarak kurtulabiliriz. Bu ise devrimle kapitalizmin üstesinden gelmek; onu yıkmak; özel mülkiyeti ortadan kaldırmak ve sosyalist ilişkileri hakim kılmak anlamına gelir. Böyle bir mücadele ancak ve ancak işçi sınıfı ve emekçi müttefiklerinin yapabileceği bir iştir. İşçi sınıfının ötesinde, Negri'nin “çokluk”u da dahil hiçbir toplumsal sınıf veya tabaka sosyalizm için mücadele etmez; onların bütün mücadeleleri en fazlasıyla kapitalizmi reforme etme mücadelesidir.
*