SOSYAL
BİR HAREKET OLARAK ATTAC
“Küreselleşme”
herkese refah getirecektir sözünün kocaman bir yalan olduğu artık
inkar edilemez olmuştur. Bu gelişmenin; emperyalist küreselleşmenin
motoru, uluslararası tekellerdir, uluslararası mali pazarlardır.
Dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, emperyalist
küreselleşmenin bir kader olmadığını kavramaya, bu nedenle,
gerçek içeriğinden farklı yorumlansa da "başka bir dünyanın
olası” olduğuna inanmaya ve bu doğrultuda mücadele etmeye
başlamışlardır.
Emperyalist
küreselleşmeye karşı hareketin yükselişinde Attac’ın rolü
büyüktür. Attac, Fransa’da doğdu. ’90’lı yılların
ortasında dünya mali pazarlarındaki gelişmeler (Asya krizi vb.)
nedeniyle Fransa’da yayımlanan aylık gazete "Le Monde
Diplomatique” in şefi Ignacio Ramonet, dizginlerinden boşanmış
mali spekülasyona son vermek için, Aralık 1997’de bir inisiyatif
çağrısı yapar. Çağrının yankısı büyük olur ve kısa bir
zaman sonra Attac (Association pour une Taxation des Transactions
Financieres pour Aide aux Citoyens“Yurttaşlar İçin Tobin-Vergisi
Eylemi” veya “Vatandaşların Lehine Mali Transaksiyonların
Vergilendirilmesi İçin Birlik”) kurulur.
Attac’ın
kuruluş toplantısı (3 Haziran 1998) köylüleri, işsizleri ve
aydınları bir araya getirdi. 1987’de kurulan “bağımsız”
köylü sendikası (“Confederation paysane”), İşsizler Hareketi
(AC) ve aydın grubu “Raisons d’agir” ve başkaca çok sayıda
örgütler, sendikalar, dernekler ve gazete redaksiyonları bir araya
geldiler. Attac, eğitim derneklerinden, işsizler hareketine, köylü
örgütlerine, sendikalardan Hükümet Dışı Örgütlere (NGO)
kadar uzanan geniş yelpazede yer alan 70 örgütten oluşmaktadır,
ama öncelikle o bireysel üyeliğe dayanmaktadır (1). Örgütsel
yapı bakımından Attac, ulusal yönetimden ve çok sayıda yerel
seksiyondan oluşmaktadır. Bu seksiyonlar oldukça bağımsız
hareket edebilmekteler.
Farklı
sınıflardan ve toplumsal tabakalardan insanları bir araya getirmek
ve aynı paydada birleştirmek, sosyal bileşimi bakımından Attac’a
özgü olan bir özelliktir. Bu ortak payda, sosyal hakların somut
savunusudur. Attac, sosyal hakların somut, fiili savunusunu temel
şiar yapmıştır. Ama söz konusu hakların nasıl kazanıldığını,
bu hakların kazanılması için sayısız insanın yaşamlarını
kaybetmelerini sadece belirtmiş ve ne türden örgütlenme ve
mücadele ile savunmaya çalıştığı hakların elde edildiğine
hiç kafa yormamıştır.
Attac,
“Manifesto 2002’de ne olduğunu ve ne olmadığını bizzat
açıklıyor:
-Attac,
bir parti değil, “başka bir dünya olasıdır” anlayışı
doğrultusunda mücadele eden bir sosyal harekettir. Böylece Attac,
hiçbir sorumlusunun seçimlerde aday olmayacağını, seçime
katılan partilerin adaylarını desteklemeyeceğini, ama seçim
döneminde “demokratik motor rolü”nü oynayacağını açıklamış
oluyor.
-Attac,
“bir çeyrek yüzyıllık neoliberal beyin yıkamadan sonra
siyasi düşünmeyi yeniden özgür geliştirmek için çalışmak”
istiyor.
-Attac,
“dünyayı değiştirenin düşünceler” olduğuna
inanıyor.
-Attac,
herkesi “pazarların diktatörlüğünden kurtarmak”
istiyor. “Bu nedenle Attac, mali spekülasyonun
vergilendirilmesi için, özellikle döviz ticaretinde Tobin-Vergisi
için, vergi vadilerinin ve offshore banka merkezlerinin kaldırılması
için mücadele ediyor”.
-“Attac,
gelişen ülkelerin borçlarının silinmesi için mücadele ediyor”.
-Attac,
Fransız devletinin DTÖ, DB, IMF, OECD, BM gibi kurumlarda
seçmenlerin çıkarları doğrultusunda etkili olmasını talep
ediyor.
-Attac,
AB politikasının güçlü bir parlamenter kontrol altına
alınmasını talep ediyor (2).
“Adaletli,
dayanışmalı” bir dünya isteyen Attac, uluslararası
faaliyeti esas alıyor. Bu nedenle de “strateji ve eylemlerini
daha baştan itibaren uluslararası alanda” gerçekleştirmeyi
hedefliyor. “Bu nedenle de,. sadece Fransa değil, dünyaya
açılmadan önce, bir Avrupa Tobin Alanı için” mücadele
ediyor (3).
-Attac,
uluslararası sermaye, meta ve hizmet pazarlarının düzenlenmesi ve
demokratik kontrolü için mücadeleyi esas görevi olarak görüyor.
-Attac,
liberal bir Avrupa karşısında sosyal bir Avrupa’yı savunuyor.
Attac,
“8 Tez”inde de kendisini tanımlar. Bu tezlerden Attac’ın
nasıl bir sosyal hareket olduğunu anlıyoruz (4).
Attac,
ekonominin insanlara hizmet etmesi gerektiği anlayışındadır. Ama
bunun; üretim insanlar içindir, toplumsal refah içindir
anlayışının nasıl gerçekleştirileceği konusunda Attac,
hayaller yaymaktadır; üretim ile üretim ilişkileri/mülkiyet
ilişkileri arasındaki bağı görmemeye özen göstermektedir.
Attac,
politikanın, adalete, demokrasiye ve ekolojik gelişmeye göre
biçimlenmesi gerektiğini ve ancak böylece, kapitalist ekonominin
neden olduğu toplumsal eşitsizliğin ortadan kaldırılabileceğini
savunmaktadır. Ama Attac, politika ile ekonomi, ekonomi ile adalet
veya daha genel ifade edersek; politika ile iktidar/sınıflar
arasında bağ kurmaktan kaçınmakta ve devletin, tekellerin
politikalarını/çıkarlarını uygulayan mekanizma olduğunu
gözlerden gizlemeye çalışmaktadır.
Bu
nedenle veya bu amacına ulaşmak için Attac, “pazarların
zincirlerinden boşanmış güçlerine karşı“, toplumsal bir
ittifak ile karşı çıkmak istemektedir. Kurulması gereken veya
kurulmuş haliyle toplumsal ittifakın nihai amacı, “pazarların
zincirlerinden boşanmış güçlerini“ tasfiye etmek;
etkisizleştirmek değil, sadece ve sadece frenlemektir. Böylece
Attac, “pazarların
zincirlerinden boşanmış güçlerinin“ sömürüsü
yerine pazarların zincirlerinden boşanmamış güçlerinin
sömürüsünü tercih ettiğini açıklamaktadır.
Attac,
emperyalist burjuvazinin; neoliberalizm savunucularının
"küreselleşme alternatifsizdir” anlayışlarına
karşı çıkmakta ve alternatifin olduğunu savunmaktadır. Bu
alternatif de, nasıl gerçekleştirileceği belli olmayan "başka
bir dünya olasıdır“ söyleminden ibarettir.
Attac,
“yeni bir politikaya ihtiyacımız var” anlayışında ve
bu yeni politika ile neyin kastedildiğini de şöyle açıklıyor:
“Bunun için iktisadi ve toplumsal-politik alternatifler vardı
ve var. Ekolojik ve dayanışmacı bir dünya ekonomisi düzeni için
mücadele ediyoruz. Bu ekonomide daha ziyade eşit uluslararası
işbirliği söz konusudur...Bütün insanlar için demokrasinin
garanti edildiği ve kültürel çeşitliliğin devam ettiği bir
dünya istiyoruz” (5).
Attac,
tespit ettiği bu hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi için
uluslararası faal olan güçlü bir toplumsal hareketin kaçınılmaz
olduğu anlayışındadır ve kendisini de bu hareketin bir parçası
olarak görmektedir.
Attac,
görünüşte parlamento dışı hareketin bir parçası olarak
toplumun kapsamlı demokratikleştirilmesi için katkıda bulunmayı
amaçlıyor.
Attac,
zenginliğin adaletli bölüşüldüğü bir dünya ekonomik düzeni
için mücadele ediyor. Ama zenginlik ile mülkiyetin sınıfsal
karakteri arısında, üretim ilişkileriyle; bu ilişkilerde kutup
olarak yer alan sınıfların konumuyla toplumsal ürüne el koyuş
arasında bağ kurmuyor.
Attac,
barış ve savaş karşıtı hareketin bir bileşeni olduğunu
savunuyor ve adaletli bir dünyanın barış olmaksızın olanaklı
olmadığını savunuyor. Attac’ın savaşa, zor kullanmaya karşı
tavrı, pasifisttir. Attac, Irak’a karşı savaş döneminde de
görüldüğü gibi, emperyalist savaş konusunda ABD karşısında
AB yanlısı bir tavır sergilemiştir.
Attac,
kısa zamanda dünyanın birçok ülkesine yayıldı. 2002 yılı
sonu itibariyle Attac 45 ülkede örgütlüdür ve 80 000 üyesi
vardır (6). Fransa’da, Almanya’da bir çok senatörün,
milletvekilinin, sosyal demokrasinin önde gelen Lafontaine gibi
liderlerinin (Almanya) üye olduğu bu toplumsal hareketin bütün
talepleri, “sosyal devlet”i kurtarmak için öne sürülmüş
taleplerdir. Attac, insanlığı, sömürüyle, baskıyla, evet
emperyalist talanla barıştırmanın çabası içindedir.
Attac,
Amerikan emperyalizminin, Amerikan “küreselleşme” anlayışının
karşısına Avrupa emperyalizmini (AB-emperyalizmini); Avrupai
“küreselleşme” anlayışını koymakta ve bu nedenle de
Amerikan emperyalizmine karşı Avrupa, özünde de AB emperyalizmini
ve “küreselleşme”sini savunur konumdadır.
Le
Monde diplomatique’in Aralık 1997 sayısında Ignacio Ramonet,
çok ateşli bir şekilde “pazarlar silahsızlandırılmalı”,
“mali pazarlar silahsızlandırılmak”, “dayanışma vergisi”
uygulanmaya konmalı şiarlarıyla start vermişti. Yani “yeni
bir dünya olasıdır”ın gerçekleştirilmesine Tobin-Vergisi
ile başlanması öngörülmekteydi. Ignacio Ramonet, “21.
Yüzyılda dünyanın nihai olarak, haydutların söz sahibi olduğu
bir balta girmemiş ormana dönüştürülmesi engellenmek
isteniyorsa, mali pazarların silahsızlandırılması ilk yurttaşlık
görevidir” diye yazıyordu (7).
Mali
pazarları silahsızlandıracak derecede güçlü sanılan,
Tobin-Vergisi’nin ne anlama gelmektedir?
“Küreselleşme”
ve sonuçlarıyla ilgili tartışmalar “çerçevesinde James
Tobin’in 1972’den kalma önerisi giderek sempati toplamaya
başladı. Nobel ödülü sahibi (J. Tobin), döviz
transaksiyonlarının cüzi bir vergiye tabi
tutulmasını öneriyordu. Tobin’e göre, kısa vadeli yatırımlar
mali pazarlar üzerinde istikrar bozucu etkide bulunuyorlardı ve
orada süreklilik arz eden kur dalgalanmalarına neden oluyorlardı.
Her borsa gününde mali merkezler arasında gidip gelen 1,5 trilyon
doların yüzde 80’i iki aydan daha az, hatta sadece 2 saatlik kısa
vadeli yatırımlardır” (8).
Bu
verginin dünya çapında uygulanması sonucunda “yuvarlak
olarak 90 milyon dolar elde edilecek”. Ve bu, “bütün
sanayi ülkelerinin gelişme yardımının iki misli olan bu miktar,
bazı iklim politikası, sosyal amaçlar veya gelişme politikası
gibi anlamlı girişimlerde” (9).
kullanılabilirmiş!
Mali
pazarlarda büyük kumar oynayanların vergilendirilmesine karşı
değiliz. Ama bu vergilendirmeyle de aynı pazarların
silahsızlandırılacağına, sermayenin dizginleneceğine inanacak
kadar saf da değiliz. Bu talep, hayalci olduğu kadar gericidir de.
Neden?
Bu
vergiyle mali pazarlarda spekülasyonun önü alınamayacaktır.
Bunun böyle olduğunu bizzat Attac açıklıyor. “Tobin-Vergisi,
dünya ekonomisi üzerinde mekanizmayı durdurmadan mekanizma içinde
kum etkisi yapar. Dövizleri vergilendirmek, her amaç için
kullanılan silah değildir. Yüzde 10, 20 veya Asya krizinde olduğu
gibi yüzde 40 ila yüzde 60 karın elde edileceği spekülatif
saldırılar engellenemez” (10).
Böylece
Attac, Tobin-Vergisi’nin spekülatif saldırılara karşı
bir çare olmadığını ve “sadece ‘normal’ sıradan
spekülasyona karşı” (11)
bir çare olabileceğini kabul ediyor.
Böyle
bir vergi anlayışını temel talep olarak öne sürmek değer mi!
Değer! Değer, çünkü Almanya ve Fransa’da bu vergilendirmeyi
doğru bulan reformist kesimler var. Bu nedenden dolayı olsa gerek
birçok burjuva, sosyal demokrat politikacı Attac’cıdır.
Bu
vergi, mali pazarlardaki aktörleri ve uluslararası tekelleri
etkilemez. Çünkü tekeller ve mali pazarlardaki aktörler bu vergi
miktarını fiyatlara bindirirler (tekel fiyatı). Bu vergi, ancak,
tekelci olmayan sermaye kesimini etkileyebilir.
Spekülatif
sermaye, aşırı birikimin doğrudan sonucudur. Maddi değerlerin
üretimine yatırıldığında beklenen azami karı getirmeyecektir.
Aksi taktirde başka yatırım alanı aramasına gerek kalmazdı.
Azami kar peşinde olan bu sermayeyi Tobin-Vergisi de etkileyemez.
Çünkü;
“Sermaye,
kar olmadığı zaman ya da az kar edildiği zaman hiç hoşnut
olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının
söylenmesi gibi. Yeterli kar olunca sermayeye bir cesaret gelir.
Güvenli bir yüzde 10 kar ile her yerde çalışmaya razıdır;
kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır;
yüzde 100, bütün insansal yasaları ayaklar altına aldırır;
yüzde 300 kar ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa,
işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer
kargaşalık ile kavga kar getirecek olsa, bunları rahatça
dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada
söylenenleri doğrular” (12).
Attac,
bu vergi silahıyla, azami kar için her türlü cinayeti işleyen
tekelci sermayeyi frenleyebilir mi? Frenleyemez. Sermayenin azami kar
için yeni yatırım alanı araması ve azami kar için barbarlığı
da göze alması, kapitalist üretim biçiminin temel yasadıklarından
birisidir. Bu yasallığın maddi temelinin ortadan kalkması,
kapitalizmi yok etmekle eş anlamlıdır. Attac, Tobin-Vergi ile
tekelci sermayeyi yeniden maddi değerlerin üretime yöneltmeye
çalışıyor. Ama sermaye, tercihe göre değil, nesnel yasalarına
göre hareket ediyor. Dolayısıyla Attac’ı dinlemiyor.
Ayrıca,
mali şirketlerin faaliyetlerini, bu verginin olmadığı yerlere eş
zamanlı kaydırmamaları durumunda, bu verginin hiçbir ülkede
uygulamaya konmayacağı tespitini bizzat Attac da yapıyor. Ama esas
sorun bu değil. Esas sorun, kapitalizm gerçekliğinde bu vergiyi
uygulamaya kimin koyacağı sorunudur. BM mi? Attac’ın
zorlamasıyla veya talepleriyle harekete geçecek herhangi bir devlet
mi? Bütün umutsuzluğuna rağmen Attac, ABD, Japonya ve AB’yi bu
vergiyi uygulamaya koymaları için harekete geçirmeye çalışıyor.
Bunun sonucu, en fazlasıyla, G-7’lerden oluşan bir "Tobin-Vergisi
Alanı“ olabilir. Ama bu emperyalist ülkelerin hiçbirisi bu
vergiyi uygulamaya ne niyetliler ne de güçleri yeter.
Attac,
kapitalizmin/emperyalizmin dizginlenebileceği, yasalarla
uygarlaştırılabileceği, reforme edilebileceği vb. hayaller
yaymaktadır.
Attac,
kendisini, “pazarların zincirlerinde boşanmış güçlerine
karşı geniş toplumsal ittifak” olarak tanımlıyor. Ama
günlük yaşadığımız kapitalizm üzerine; rekabet, ücret,
yabancılaşma, barbarlaştırma, baskılar, işsizlik vb. üzerine
hiç bir şey söylemiyor. Uluslararası protesto hareketinin birçok
bileşeni gibi Attac da, “ekonomi, sömürü, spekülasyon,
işten çıkartmalar ve (ekonominin) ağırlık merkezini yurt dışına
kaydırma ile mutlaka elele gitmek” zorunda değildir
anlayışında.
Attac,
“demokrasinin uluslararası mali dünya lehine kaybettiği
alanları, yatırımcıların haklan adına kaybedilen ulusal
hükümranlığı geri elde etme, dünya çapında demokratik bir
alan yaratma” taleplerini yükseltiyor. Attac, burjuva
demokrasisini nihai hedef olarak gördüğü için, bu demokrasinin
“yeniden” uygulanmasını sağlamak için mücadele ediyor.
Attac’a göre “demokrasi”, uluslararası mali dünyaya,
tekellere, uluslararası mali pazar aktörlerine yenilmiştir. Bu
gerçeklik göz önünde tutularak yapılması gereken, “demokrasi”yi
yenen bu güçlerin geri püskürtülmeleridir, yani “sosyal
devlet” anlayışına geri dönülmesidir. Böylece devlet, “sosyal
devlet” olarak ne kadar etkili ise yeniden o kadar etkili
olacaktır. Çünkü uluslararası yatırımcıların lehine
kaybettiği “ulusal hükümranlığa” yeniden kavuşacaktır.
Bu
anlayışıyla Attac, uluslararası tekellerin, mali sermayenin vb.
insafa gelecekleri ve “yanlış” yoldan geri dönebilecekleri
hayalini yayıyor. Bu hayale kendisi de pek inanmadığı için olsa
gerek, öncelikle "sivil toplumu“, yani mevcut haliyle
aydınlan ve NGO’lan bu doğrultuda harekete geçirmeye çalışıyor;
"sivil toplum“ kuruluşları, bankaları, mali tekelleri,
hükümetleri, Attac’ın demokrasiye geri dönme, “sosyal
devlet”e geri dönme talepleri doğrultusunda etkilemeliler.
Attac’ın
reform perspektifi, kapitalizme karşı değil, kapitalizmin, “sosyal
devlet” anlayışıyla uyuşmayan yönlerine, örneğin neoliberal
saldırılarına karşı mücadeleden öteye geçmemektedir. Burada
söz konusu olan, sonuçlarla, sistemin bir kısım neoliberal
görüngüleriyle uğraşmaktır. Esas olan, kapitalist sistemin
özünü, temel özelliklerini; bir bütün olarak kapitalist
sistemin kendisini sorgulamaktır. Attac’ın yapmadığı da budur.
Attac’ın, kapitalizmin/emperyalizmin politik ekonomisini analiz
eden, bu ekonomiyi sıkı bir eleştiriye tabi tutan hiçbir
araştırmasının olmaması tesadüfi değildir. Münferit
görüngülerle, neoliberal saldırılan, emperyalist küreselleşmeyi
ifade eden gelişmelerle yetinilmektedir.
Attac’ın
öne sürdüğü ve önemli olanlarını yukarıya aktardığımız
taleplerine baktığımızda şunu anlıyoruz: Bu sorunlar ortadan
kalkarsa, Attac’ın talepleri gerçekleştirilirse, bu düzen,
yaşanılabilinir bir düzen olur. Yani Attac, aslında kapitalizmin
öyle hiç de yaşanılamaz olduğunu savunmuyor. Yönlendirilebilen,
reforme edilmiş kapitalizm, ideal bir toplum düzenidir diyor ve bu
toplum düzeninin gerçeklik olması için mücadele ediyor.
Attac,
koşulların reforme edilmesini talep ediyor, yani sosyal, demokratik
bir kapitalizmi talep ediyor. Bu kapitalizmde de sömürünün,
baskının, talanın, işsizliğin olması onu pek ilgilendirmiyor,
çünkü bu olguların “demokratik”, “sosyal” bir
kapitalizmde “normal” olduğunu kabul ediyor.
Böylece
Attac, emperyalizmin ekonomisini politikasında ayırıyor ve
politikayı bir tercih sorununa indirgiyor (13).
Attac,
bu doğruyu kavramıyor. Ve bunu kavramadığı için de
emperyalizmin reforme edilebileceği, ekonomisinin politikasından
ayrı olarak ele alınabileceği hayalini yayıyor.
Kim
kime karşı —sınıfların konumu veya öne sürülen taleplerin
gerçekleştirilmesi için güçlerin sınıfsal yapısı sorununda
Attac susuyor. Bu konuda herhangi bir açıklaması yok, ama pratiği
ve bazı ilkesel anlayışları bu konudaki düşüncesini anlamamıza
yardımcı olmaktadır. Attac, Mevlana tarzında, herkesi mücadeleye
çağırıyor. Ama dünya görüşünde çoğulculuktan, Attac’ta
örgütlenenlerin Hristiyan veya başka dini motiflere sahip
olabileceklerinden, ateist, hümanist, Marksist olabileceklerinden
veya başka filozoflara bağlı olabileceklerinden bahsetmesi,
Attac’ın, bağlayıcı, dünya görüşü, dini veya ideolojik
tabanı yoktur demesi, tam bir lalettayinlikten değil, ırkçılığa,
antisemitizme, yabancı düşmanlığına, şovenizme ve bunlara
akraba ideolojilere yer vermeme anlayışı Attac’ın sosyal
bileşimi ve hangi güçlere dayanarak taleplerini gerçekleştirmeye
çalıştığı konusunda yeterli bilgi vermektedir.
Attac,
medya üzerinden siyasal aydınlatma ile, protestolarla, takvimsel ve
sembolik eylemlerle (antiküresel eylemler) kapitalist düzenin
belirleyici kurumları ve yürütücüleri üzerinde baskı
uygulamayı ve onları rota değiştirmeye zorlamayı esas
almaktadır. Ve bu mücadeleye mümkün olan bütün güçleri
katmaya çalışmaktadır. Attac açısından toplumsal güçlerin
sınıfsal ayrımının önemi hiç yoktur. Dolayısıyla
taleplerinin de sınıfsal çıkarlar açısından ele alınmasına
hiçbir anlam vermemektedir.
Emperyalist
küreselleşmeyle bağlam içinde Attac, DTÖ, DB, IMF gibi
kuramların reforme edilebileceği ve böylece talancı rotalarından
döndürülebilecekleri anlayışını savunmaktadır. Attac, bu
kuramların Amerikan emperyalizminin ve dünya kapitalizminin
hizmetinde olan, emperyalist küreselleşmenin, neoliberal taleplerin
uygulayıcısı kurumlar olduğunu bilmek istemiyor.
Attac,
“küreselleşmeye” karşı mücadeleyi neredeyse sadece
“yoksulluğa karşı mücadele”den ibaret görüyor. Attac,
“Kuzey-Güney” kavramını, yani zengin ülkelerle-fakir ülkeler,
diğer bir ifadeyle emperyalist ülkelerle, emperyalizme bağımlı,
yeni sömürge ülkeler arasındaki ilişkileri çarpıtarak ele
almaktadır. Böylece Attac, Almanya eski başbakanlarından W.
Brandt’ın inisiyatifiyle oluşturulan emperyalist ülkelerle
bağımlı ülkeleri uzlaştırma politikasını savunmaktadır. Bu
anlayışa göre, görüşmelerle belli bir uzlaşama sağlanabilir
ve bağımlı ülkelerin emperyalist ülkeler, tekelci sermaye
tarafından talanı belli “demokrasi” kalıpları içinde
kurumlaştırılarak devam ettirilebilir.
Bu
hareket, bir bütün olarak kapitalist sistemi değil, tersine onun
önplana çıkmış birtakım görüngülerini eleştiriyor. Attac’a
göre, sanki sömürü ve talan, sadece “Üçüncü Dünya”
ülkelerinde var. Emperyalist ülkelerdeki sömürü ve baskı
Attac’ı pek ilgilendirmiyor. Böylece bu hareket, dünyanın
sömürenler ve sömürülenler olarak iki kutba bölünmüşlüğünü,
“Kuzey-Güney Çelişkisi”ne, yani bilinen sosyal
demokrat, sınıflar üstü anlayışa indirgiyor.
Bunun
ötesinde Attac, “yoksulluğa karşı mücadele”den
bahsederken, yoksulluğun nedenine karşı mücadele etmiyor, sadece
sonuçlarla uğraşıyor. Bu anlamda Attac, “normal” kapitalizm
koşullarında yoksulluğu, işsizliği, baskıyı kabulleniyor.
Yığınları
harekete geçirmede Attac’ın yeri de tartışmalıdır. Medya,
Attac’ı, “antiküresel harekelin belirleyici gücü olarak
tanımlamaktadır. Bunun gerçekle hiçbir ilişkisi yok. Attac, söz
konusu uluslararası protesto hareketi içinde yer alan sosyal
hareketlerden sadece birisidir. Uluslararası hareketin bileşenleri
arasında en “sağ” kesimde yer almaktadır. Bunun böyle
olduğunu onun taleplerinin içeriği de göstermektedir.
Attac,
mücadelede zorun rolünü yadsımakta, zor kullanmayı
reddetmektedir. Çünkü Attac, devletle çatışmayı değil,
anlaşmayı esas almaktadır. Attac’ın başkan yardımcılarından
birisi olan Susan George, Porto Alegre’de yaptığı bir konuşmada
siyasi konumunu şöyle dile getiriyor: “İtiraf etmekle
üzgünüm. 21. yüzyılın başında ‘kapitalizmi yıkmanın’ ne
anlama geldiği üzerine hiçbir fikrim yok. Belki de filozof Paul
Virilio’nun dediği gibi ‘küresel bir kaza’ yaşayacağız.
Tabii bu gerçekleşirse, ona mutlaka ki devasa bir acı eşlik
edecek. Bütün mali pazarlar ve borsalar bir anda çökerlerse,
milyonlarca insan sokağa atılır, büyük ve küçük firmalar
iflas ederler, bankaların kapanması, hükümetlerin felaketleri
engelleme yeteneğini geride bırakır, güvensizlik ve polisiye
olaylar yaygınlaşır ve herkesin herkese karşı mücadele ettiği
Hobbes’in savaşın cehenneminde buluşuruz... İstiyorsanız beni
reformist olarak tanımlayabilirsiniz. Ama böyle bir gelecekten
kaçınmak istiyorum. Önceden programlanmış neoliberal gelecekten
de kaçınmak istiyorum. Analizim doğruysa, söz konusu olan,
karşıtın programını durdurmaktır, şimdiki, vahşi kapitalist
sistemin yerini kooperatif bir sistemin alması için tedbirler
almaktır; bu sistemde pazarlar, olması gereken yerde olacaktır ve
onların yasası bütün topluma dayanmayacaktır”.
Medyada
yansıtılmaya çalışıldığının aksine Attac, uluslararası
protesto hareketinin örgütlenmesinde de her zaman kendisinden
beklenilen çabayı göstermemektedir. Duruma göre hareket
etmektedir. Örneğin DTÖ’nün, DB’nın, IMF’nin; bir bütün
olarak daha ziyade Amerikan emperyalizminin protestosu söz konusu
olunca Attac, yığınları seferber etmede nispeten aktif
davranmaktadır. Ama sorun AB’nin protestosu olduğunda Attac,
inisiyatifsiz kalmayı yeğlemektedir. Örneğin AB zirvelerinin
hiçbirinde (Kopenhag, Selanik) Attac, aktif bir rol oynamamıştır.
Attac
için önemli olan, en geniş yığınları seferber etmek değildir.
Tam tersine seferber edilmiş yığınları; o görkemli uluslararası
protestoları kendi taleplerinin gerçekleştirilmesi için manevra
aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Bu anlamda Attac,
yığınların seferber edilmesi için aktif çaba harcamamakta, en
geniş yığınların seferber edilmesi önünde engel olmaktadır.
Bunun sayısız örnekleri vardır. Kopenhag’daki, Selanik’teki
AB zirvelerinde böyle olmuştur, keza Almanya’da 1 Kasım
yürüyüşünün kitlesel olmaması için son ana kadar direnmiştir.
Attac’ın en geniş yığınların seferber edilmesindeki bu
objektif sınırlayıcı, frenleyici rolü, onu burjuva medyada
popüler ve enteresan yapmaktadır. Çünkü emperyalist burjuvazi,
uluslararası protesto hareketinin gelişmesini engelleyemedi, bu
hareketi “anarşinin” bir ifadesi olarak topluma kabul
ettiremedi, hareketi yok sayamadı. Bu durumda yapılması gereken,
hareketi kontrol altına alabilmektir. İşte tam da burada Attac,
üstüne düşen görevi yerine getirmektedir. Emperyalist burjuvazi,
Attac’ın yığınları seferber etmekteki frenleyici, hareketin
radikalleşmesinde engelleyici rolünden yararlanmakta ve böylece bu
hareketi kontrol altına alacağını sanmaktadır.
Attac,
“dünyayı değiştirenin düşünceler” olduğundan
bahsediyor, ama hangi düşüncelerin dünyayı değiştireceği
konusunda susuyor. “8 Tez”inde de açıkladığı gibi “Attac’ın,
bağlayıcı, dünya görüşü, dini veya ideolojik tabanı
yoktur. Ve böyle bir şeye ihtiyaç da yoktur. Çeşitlilik, bir
güçtür”. Böylece Attac, açıkça tanımlamasa da nerede
durduğunu açıklamış oluyor. Sağcı ekonomist Thomas L. Friedman
ile bir tartışmada Fransa Attac başkanı I. Ramonet, Attac’ın,
bu konudaki anlayışını ve gelişen memnuniyetsizlik karşısında
supap rolünü şöyle açıklıyor:
“Temel
ihtiyaçlarını gidermek için dünya çapında milyonlarca insan,
şüphesiz ki, barikatlar oluşturmaya, zora baş vurmaya hazırlar.
Böyle bir çözüm beni üzmektedir. Eğer akıllı olursak, bu
durma gelinmez. Dünya zenginliğinin cüzi bir kısmını neden
‘dünyanın lanetlilerine’ vermeyelim?.... Ne yapabiliriz?
Ayaklanmaktan ve zora başvurmaktan insanlığın yansını nasıl
alı koruz?” Demek ki Attac’ın sorunu, dünyayı
değiştirecek düşüncenin maddi güce dönüşmesini
engellemektir. Attac, “dünyayı değiştirecek düşüncelerin”
maddi güce dönüşmesi; örgütlenmesi ve harekete geçmesi önünde
bir engeldir.
Attac,
“liberal bir Avrupa karşısında sosyal bir Avrupa”yı
savunmaktadır. Onun bu anlayışını “başka bir Avrupa, başka
bir dünya olasıdır” anlayışıyla birleştirebiliriz. Her
halükarda ortaya çıkan, “sosyal devlet”in hakimiyetinin söz
konusu olduğu, emperyalist küreselleşmenin “demokratik” yapıya
büründürüldüğü, “demokratik” emperyalist sistemin
gerçekleştirilebileceği bir Avrupa ve dünyadır.
Attac’ın
bu anlayışta olmasında şaşılacak bir yan da yoktur. Onun
politikasını belirleyen önderliğin sınıfsal karakteri yeteri
kadar açıklayıcı olmaktadır. Attac’ın kurucuları,
inisiyatifçileri, önderleri, istisnasız küçük burjuva ve “orta
tabakadan gelmekteler; Gazeteciler, NGO görevlileri, siyasi
görevliler vs. vs.
Attac’ta,
yazılı olmayan kural geçerlidir: belli bir önderlik grubu
politikayı oluşturur ve bu politika yaşama geçirilmeye çalışılır.
Bunun nasıl bir politika olduğunu da yukarıda söz konusu edilen
talepler göstermektedir.
Bu
önderler, Marks’ın dediği gibi, bir bakıma “muhafazakarlara
karşı devrimci, devrimcilere karşı, karşı devrimci”
dirler.
Sonuç
itibariyle:
Attac’ın
programı, reformist hayaller yaymaktadır. Attac’ın programı,
sınıf mücadelesinin gelişmesini engelleme programıdır. Kendi
ifadesiyle Attac, bir parti değildir, o en fazlasıyla
antiküreselcilerin bir örgütüdür. Ve bu örgüt, demokratik bir
dünya istiyor. Bu dünyanın da ancak ve ancak kapitalizmin reforme
edilmesiyle kurulacağının propagandasını yapıyor.
Attac,
emperyalist devleti, reforme ederek onu geniş yığınlar nezdinde
güvenilir, sığınılması, korunması gereken bir kurum olarak
göstermeye çalışıyor. Attac’ın tarihi misyonu budur.
Attac’a
göre neoliberalizmin alternatifi “sosyal devlet”tir.
Attac’ın
öne sürdüğü bir kısım reform talepleri şüphesiz ki
reddedilemez. Bu talepleri desteklemek gerekir. Bunun ötesinde Attac
içinde çalışmak gerekir. Bir çok ülkede Attac, geniş emekçi
yığınların neredeyse umudu durumuna getirilmiştir. Bunun
böyle olmasında burjuva, emperyalist medyanın da rolü önemlidir.
Bu rol, bilinçli olarak oynanmaktadır. Böylece geniş yığınlar,
alternatif adına alternatifsizliğe sürüklenmekteler. Bu
gelişmenin önünü almak, bu örgütlere umutla bakan yığınlara
gerçek alternatifin sosyalizm olduğunu gösterebilmek için bu
örgütlenmeler içinde yer almak gerekir. Bu kuruluş, aynı zamanda
bir “düşünce üretme fabrikası”dır. Onun bu özelliğini
değerlendirmek gerekir. Bunun ötesinde onun araçları üzerinden
hitap ettiği kitleye hitap olanaklarını değerlendirmek gerekir.
Attac içinde her türden akım ve düşünce “cirit atmaktadır”.
Attac’ın
şimdiye kadarki en önemli projesi, DSF’nin oluşturulmasında
aktif faaliyet sürdürmesidir.
Attac,
gelecek vaat etmeyen bir oluşumdur. Daha şimdiden bu oluşum içinde
çatlak sesler çıkmaya başlamıştır. Örneğin Fransız
troçkistlerinin Avrupa çapında ayrı örgütlenme çabaları
Attac’tan güç ayrılması anlamına gelmektedir. Bunun ötesinde
Almanya Attac içinde AB seçimlerine katılma doğrultusunda sesler
çıkmaktadır.
Attac’ın
geleceği şimdiki “Yeşiller”in gelmiş olduğu yerdir.
Almanya’da ağırlıkta çevre, silahsızlanma ve barış hareketi
ekseninde gelişen “Yeşiller” hareketinin emilmesi, düzene
hizmet eder bir hale getirilmesi için Alman tekelci burjuvazisinin
muhafazakar, CDU/CSU’da örgütlenmiş olan kesimi, SPD’nin,
“Yeşiller” hareketini emme, kendine çekme göreviyle karşı
karşıya olduğunu dile getirmişti. Şimdi bu görev, SPD’den
ziyade “Yeşiller” partisine düşeceğe benzemektedir. Attac’ın
önümüzdeki süreçte partileşip, partileşmeyeceği pek önemli
değil. Her halükarda Attac, aynen “Yeşiller” hareketinde
olduğu gibi, gelişmesinin belli bir aşamasında, kendisine
sınıfsal, ideolojik ve örgütsel bir çerçeve çizmek zorunda
kalacak, siyasi arenada kimin adına konuştuğunu anlaşılır bir
biçimde açıklamak zorunda kalacaktır. Hem düzenle olan
ilişkileri ve hem de toplumun her kesimine hitap edilemeyeceği
gerçeği Attac’ı böyle bir adım atmaya zorlayacaktır. Bu adım
kaçınılmazdır. Attac, örneğin Almanya’da olduğu gibi,
hükümet ortağı olacak kadar gelişir mi, bunu bilmiyoruz, ama her
halükarda, SPD ve “Yeşiller”in “sol” kesiminde yer alan
reformistlerin ve pasifistlerin siyasal söylemleri bazında
kurumlaşmaktadır.
Alıntı
ve Dipnotlar
1)
Almanya'da da Attac, sendikalardan, dini kuruluşlara kadar uzanan
geniş bir yelpazede yer alan “toplumsal bir ittifakı” ifade
ediyor ve 160'dan fazla yerel gruptan oluşmaktadır.
2)
Bu ifadeler için bkz.: Ruth Jung; “Attac: Sand im Getriebe”, s.
91-98, 2002.
3)
Agk., s. 115.
4)
“[1]
Dünya Görüşünde Çoğulculuk:
Attac'ta
örgütlenenler Hıristiyan veya başka dini motiflere sahip
olabilirler. Ateist, hümanist, Marksist olabilirler veya başka
filozoflara bağlı olabilirler. Attac'ın, bağlayıcı dünya
görüşü, dini veya ideolojik tabanı yoktur. Ve böyle bir şeye
ihtiyaç da yoktur. Çeşitlilik, bir güçtür.
Bu,
tabii ki tam bir lalettayinlik değildir. Irkçılığa,
antisemitizme, yabancı düşmanlığına, şovenizme ve bunlara
akraba ideolojilere yer yok.
Attac'ın
temel oydaşması şudur:
-Attac,
neoliberalizmin hakim olduğu ve birincil olarak varlıklıların ve
tekellerin kar çıkarlarını gözeten küreselleşmenin güncel
biçimini reddeder. Dünya meta değildir.
-Attac,
ekonomik iktidar ve adaletli bölüşüm sorununu gündeme getirir.
-Attac,
sosyal adaletin küreselleşmesi, siyasi, iktisadi ve sosyal insan
hakları için, demokrasi için mücadele eder...
[2]
Tematik Ağırlık Noktaları:
Attac
oluşumunun başlangıcında, döviz transferlerinin
vergilendirilmesi üzerine tek noktalı bir yönlenme söz konusuydu.
Bu artık güncel değil. Şimdi ekonomik küreselleşmenin bir-çok
sorunu, Attac'ın gündeminde.
[3]
Attac'a Kimler Katılır?
Bireyler,
yerel gruplar, sendikalar, dernekler gibi kolektif üyeler.
[4]
Enternasyonalizm:
Bizim
açımızdan küreselleşme döneminde sadece uluslararası proje
olarak Attac'ın bir anlamı olur. Küreselleşmenin sonucu olarak
günümüzde uluslararası işbirliği ve dayanışmanın olanakları
vardır-öncelikle Internet.
Uluslararası
Attac hareketi, enternasyonalizmin önceki konseptlerinin
hatalarından kaçınmaya çalışmaktadır. Bir merkez yok....Her
bir ulusal Attac-örgütü, bağımsızdır ve kendisi için
sorumludur. Münferit ulusal Attac örgütlerinin birbirleriyle
ilişkileri örgü biçiminde (netzwerkförmig) yürütülmektedir.
[5]
Tabana ve Harekete Göre Yönelme:
‘90'lı
yıllarda her şeyden önce profesyonel NGO'lar, neoliberal
küreselleşme karşısında eleştirel ve muhalif duruşun
taşıyıcıları olarak algılanıyorlardı. Seattle'den sonra
eleştiri ve alternatiflerin yeni bir sosyal harekette de ifadesini
bulmaya başladığı görüldü. Attac, bu hareketin bir bölümüdür
ve potansiyelinin önemli bir bölümünü tabandaki vatandaşların
angajmanından almaktadır.
[6]
Küreselleşmeye Eleştirel Yaklaşan Hareket içinde Attac:
Attac, küreselleşmeye eleştirel yaklaşan yeni hareketin önemli
bir bileşenidir, ama onun kendisi değildir.
Attac,
başka aktörlerle işbirliğini amaçlamaktadır. Amaç, küresel
pazarların ve onların siyasi organlarının güçleri karşısında
karşı güç olarak toplumsal bir ittifaktır.
[7]Araçların
ve Eylem Biçimlerinin Çoğulluğu:
Yayınlar,
atölyeler, konferanslar, profesyonel kamu çalışması,. gösteriler
Attac'ın, duruma göre kullandığı, bunlardan birisini
mutlaklaştırmadığı araçlardır.
Demokratik
olmayan eylem biçimlerini. reddediyoruz. Bundan anlaşılması
gereken, eylem biçimlerinin barışçıl olmasıdır” (Zwischen
Netzwerk, NGO und Bewegung. Das Selbstverständnis
von ATTAC, Ekim 2001, İnternetten).
5)
Wortlaut der Attac-Erklarung Die Welt ist keine Ware eine andere Welt
ist möglich! Was will Attac?
6)
Afrika: Burkino Faso, Kamerun, Fas, Mali, Senegal, Tunus, Latin
Amerika: Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kosta Rika, Dominik
Cumhuriyeti, Ekvator, Kolombiya, Paraguay, Peru, Uruguay, Venezuela.
Kuzey
Amerika: Kanada (Quebec).
Asya:
Japonya.
Avrupa:
Andora, Belçika, Danimarka, Almanya, Finlandiya, Yunanistan,
İngiltere, İtalya, Jersey, Luksemburg, Hollanda, Norveç,
Avusturya, Polonya, Portekiz, İrlanda, İsveç, İsviçre,
Sırbistan, ispanya, Macaristan.
7)
Bkz.: Ruth Jung; “Attac: Sand im Getriebe”, 2002, s. 18.
8)
Peter Wahl; “Tobin Steuer”, “Besteuert die fünfte Gewalt!”,
taz, 29.1.2001, s. 11.
9)
Agy.
10)
Agy.
11)
Agy.
12)
T. J. Dunning'den aktaran Marks; Kapital, C. 1, s. 788.
13)
Bu konuda Lenin.
“Asıl
olan şu ki, Kautsky, emperyalizmin politikasını ekonomisinden
ayırmakta; ilhakların mali-sermayece “tercih edilmiş” bir
politika olduğunu ileri sürmekte; ve bu politikanın karşısına,
güya olanaklı görünen ve gene mali-sermaye temeline dayanan başka
bir burjuva politikası çıkarmaktadır. Buradan da, ekonomi
içerisinde tekellerin, tekeli, zoru ve fethi dıştalayan bir
politik tutumla bağdaşabileceği sonucunu çıkarmaktadır. Bu da,
tam an-lamıyla mali-sermaye döneminde tamamlanmış olan ve en
büyük kapitalist devletlerin arasındaki rekabetin günümüzdeki
biçimlerinin kendine özgü temelini meydana getiren “dünyanın
paylaşılması olayının” emperyalist olmayan bir politikayla
bağdaşabileceği demek oluyor. Böylece, Kautsky, kapitalizmin
-bugünkü evresinin en temel çelişkilerini bütün derinliğiyle
ortaya koyacağı yerde, bunları daha hafif göstermeye, gizlemeye
çalışıyor. Vardığı sonunda, marksizmin yerine, burjuva
reformizmi oluyor..
Bankaların
ve tröstlerin politikasına karşı yapılıp da bunların ekonomik
temellerini kavramayan bir “savaşım”, reformizmden ve burjuva
pasifizminden başka bir şey değildir, masum ve iyi niyetli
isteklerden öteye gidemez. Var olan çelişkileri bütün
derinliğiyle ortaya koymak yerine onlardan kaçmak, en önemlilerini
gözden kaçırmak, Kautsky'nin marksizmle hiçbir ortak yanı
olmayan teorisi böyledir işte" .
- Teoride Doğrultu, Sayı 16, Nisan-Mayıs 2004.