deneme

27 Ekim 2001 Cumartesi

AMERİKAN EMPARYALİZMİNİN DÜNYAYA KARŞI SAVAŞI

Bush’un “New War”i, bütün dünyaya, Amerikan emperyalizminin çıkarlarına karşı gelen her ülkeye, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi veren halklara, uluslara ve işçi sınıfına karşı açılmış bir savaştır. ABD’nin Afganistan’a saldırısının gelişme seyri, esas hedefin Bin Laden olmadığını açıkça göstermektedir.
Afganistan’la sınırlı olarak esas hedef, Taliban Rejiminin yıkılmasıdır. Zaten bunu, Bin Laden ölse de “savaş devam edecektir” açıklamasıyla ilan ettiler.
Bu politikanın kaçınılmaz devamı, “terörizmi destekleme” bahanesiyle Irak’a, Sudan’a ve başka ülkelere saldırmak olacaktır.
Amerikan emperyalizmi “terörizme karşı savaş”ın “10-15 sene süreceğini”, “başka örgütlerin ve devletlerin de bu savaşın” hedefi olacaklarını açıkladı. “Terörizme karşı savaş”ın kazanılması için “diplomasinin bütün olanaklarının, gizli haber alma servislerinin bütün olanaklarının ve savaşın her zorunlu silahının” kullanılacağını Bush, bütün dünyaya neredeyse her gün açıklıyor. Bu savaş, bütün dünyaya, Amerikan emperyalizminin çıkarlarına ters düşen her devlete ve örgüte karşı uzun yıllar sürecek savaş demektir.
“Yeni Savaş”, “terörizme karşı mücadele” adı altında bütün dünyaya karşı ilan edilmiş savaştır.
Afganistan’a saldırının somut ifadesi, Afganistan’la sınırlı olmayan ifadesi, bölgenin jeopolitik ve jeostratejik konumunda ve öneminde aranmalıdır. ABD ve tabii diğer emperyalist ülkeler de, Orta Asya’nın hammadde kaynaklarını kontrol etmek; kendi kontrollerine almak için amansız bir rekabet içindeler. Orta Asya, zengin hammadde kaynaklarından dolayı jeostratejik öneme sahip. Bundan dolayı bütün emperyalist ülkelerin bölgedeki faaliyetleri, nüfuz alanlarının yeniden paylaşılması/saptanması için rekabetten başka bir şeyi ifade etmiyor.
Bütün emperyalist ülkelerin ittifak halinde hareket etmeleri bizi yanıltmamalı. Irak’a karşı da başlangıçta ittifak içindeydiler. Sonrası biliniyor. Şimdi de öyle olacak. Fazla sürmeyecek ve emperyalist ittifak dağılacak ve emperyalistler arası çelişki ön plana çıkacaktır.
11 Eylül saldırısı olmasaydı Amerikan emperyalizmi başka bir vesile bularak “Yeni Savaş”ını başlatırdı. Başlatırdı, çünkü dünya çapında yeniden yükselmeye başlayan ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinin ezilmesi gerekiyordu. “Küreselleşme” adı altında dünyanın talanı, milyonları harekete geçiriyor. Öyle ki bağımlı ülkelerde hükümetler de, yani hâkim sınıflar da homurdanıyorlar. Bu durum, yeni sömürgeciliğin kapsamlı ve derin bir kriz içinde olduğunu gösterir. Bütün dünyada “küreselleşme”yi, IMF'’yi, Dünya Bankası'nı, Dünya Ticaret Örgütü'nü veya bir bütün olarak emperyalizmi simgeleyen her şeye karşı grevler, ayaklanmalar, güçlü kitle gösterilerinin artık arkası alınamıyor. Böyle bir ortamda “terörizme karşı mücadele”, bütün emperyalistleri birleştirdi. Artık her devlet, “kendi teröristi”ne karşı değil, bütün “teröristler”e karşı mücadeleden bahsediyor.
AB’den Rusya’ya, Türkiye’den Çin’e bütün ülkeler, “terörizme karşı mücadele” adı altında ABD’nin yanında yer aldılar. Emperyalist burjuvazi ve bağımlı ülkelerdeki yerli işbirlikçileri için düzene, sermayeye karşı olan her hareket, “terör” hareketi olarak tanımlandı. Ulusal kurtuluş mücadelesi terör!, Kitlesel protesto terör! Amaç belli: Geniş yığınları susturmak, sindirmek, mevcut demokratik hakları rafa kaldırmak vs.
Afganistan’a saldırı, Amerikan emperyalizminin Avrasya stratejisinin yumuşak karnı olan güney şeridinin güçlendirilmesine hizmet ediyor. Afganistan’da Amerika, Rusya-Çin-Hindistan, Rusya-Hindistan yaklaşımını, olası ittifakı, Şanghay Beşlisi’nin faaliyetini akamete uğratmaya, bu ülkelerin bölgedeki faaliyetini kontrol etmeye de hizmet ediyor.
Afganistan’a saldırıdan, “durumdan görev” çıkartarak yararlanmak isteyen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türk burjuvazisi, bölgedeki etnik-kültürel bağlarını da kullanarak Amerikan emperyalizminin çıkarları için işgale hazır olduğunu açıkladı. Türkiye’nin jeostratejik konumu, bölgeyle ilişkisi, Türkiye-AB ilişkilerine de yansıdı.
ABD’nin “Yeni Savaş”ı, dünya çapında protesto ediliyor, milyonlar, Afganistan’ın işgalini, bombalanmasını kabullenmedi, kabullenmiyor. Amerikan emperyalizminin Afganistan üzerinde estirdiği terör, bütün dünya üzerinde estirilen emperyalist terördür. Bu teröre karşı mücadele, emperyalizme karşı mücadeledir. Bu terörün önünü almak, antiemperyalist mücadelenin uluslar arası çapta örgütlenmesine ve yönlendirilmesine bağlıdır.

24 Ekim 2001 Çarşamba

JEOPOLİTİK VE STRATEJİK AÇIDAN BALKANLARIN ÖNEMİ

Balkan, Türkçe bir kelimedir, sarp ve sıradağlar anlamına gelir. Ama Balkan kelimesi oldukça geniş anlamla kullanılmış ve Avrupa’nın güney doğusunun, yarım adanın adı olmuştur; Balkan yarımadası, Balkan ülkeleri, bir bütün olarak Balkanlar.
Balkan, aynı zamanda, tecritliğin, geri kalmışlığın, merkeze yakın olmasına rağmen kıyıda kalmışlığın, yani çevre konumunda olmanın da ifadesi olmuştur. Balkan, geçit vermez, aşılamaz, zor hâkimiyet altına alınabilirliğin; halklarının boyun eğmezliğinin, savaşçılığının, “komitacı”lığının da ifadesidir.
Balkan, aynı zamanda, rekabet eden güçlerin, sürekli hâkimiyet altına almak istedikleri bir coğrafyadır.
Bu coğrafyayı önemli kılan, yeraltı zenginlikleri, bu anlamda iktisadi potansiyeli değildir. Onu önemli kılan, konumudur.
Balkanlar, 14. yüzyıldan itibaren Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Osmanlı olgusu ortadan kalktıktan sonra, bu sefer de Ekim Devrimi gerçeği Balkanlara yeni bir önem kazandırdı. Özellikle Fransız ve İngiliz emperyalizmi; SB’ne karşı bir güvenlik çemberi, “cordon sanitaire” oluşturmak istiyorlardı. Bu çember de Balkanların Kuzeydoğusundan geçiyordu. Cordan Sanitaire, Finlandiya’dan Karadeniz’e kadar uzanır!
Özellikle İngiliz emperyalizminin Balkanlardaki jeopolitik planları tutmadı. Yugoslavya, Alman faşizmini yendi ve bağımsızlığına kavuştu.
Revizyonist bloğun ve Sovyetler Birliği’nin dağılması Yugoslavya’yı da etkiledi. Özellikle Alman emperyalizminin kışkırtması sonucu Slovenya ve Hırvatistan, Yugoslavya’dan ayrıldılar.
Yugoslavya, geçen yüzyılın ‘90’lı yıllarını savaşla geçirdi. NATO, Kosova’yı kurtarma (!) gereğini duydu ve saldırdı. Kosova’nın işgaline homurdanarak bakan Rusya, son anda Priştina havaalanını işgal ederek ben de varım dedi.
Arkasından, son olarak Makedonya işgal edildi. Kosova’ya yerleşmiş emperyalist ülkeler bu sefer de Makedonya’ya yerleştiler.
Peki bölgeyi önemli yapan ne? Şüphesiz ki stratejik konumu. Emperyalist ülkelerin jeopolitik çıkarları bölgeyi; Balkanları stratejik olarak önemli kılıyor:
Balkanlar, Alman emperyalizminin Ortadoğu’ya, Akdeniz’e açılması için mutlaka hakim olunması gereken bir koridordur. Bağdat Demiryolu bu koridorun bir parçasıdır. Alman emperyalizminin jeopolitik anlayışında bir değişme olmamıştır. Drang nach Osten; “Drang nach Südosten”; doğuya ve güneydoğuya açılmak için Balkanların elde tutulması gerekir. Alman emperyalizmi bu anlayışından dolayı Yugoslavya’nın parçalanmasını desteklemiş ve Federasyondan ayrılan Hırvatistan ve Slovenya’yı iktisadi olarak etkisi altına almıştır.
Almanya’nın niyetini gören ve önünü kesmek isteyen bütün güçler; Rusya, ABD, Fransa, İngiltere de bölgeye yerleşmeyi kendi çıkarlarına uygun görmüşlerdir. Emperyalist ülkeler, Balkanlarda birbirlerini kontrol etmek için Kosova’yı, arkasından da Makedonya’yı işgal etmişlerdir.
Revizyonist bloğun dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa’da Rusya’nın etkisi kalmamış, bölge NATO (Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti) ve AB’nin (Doğu genişlemesi) etkisi altına girmiştir. Böylece AB ve Amerikan emperyalizminin etki alanı Polonya’nın doğu sınırına dayanmıştır.
SB’nin dağılmasıyla Hazar Havzası’nın yeraltı zenginlikleri de emperyalistlerin Balkan politikasını etkileyen önemli bir faktör olmuştur. Batının tekelleri, başta da ABD petrol tekelleri, Azerbaycan, Kazakistan petrollerini paylaştılar. Şimdi bütün sorun, petrolün dünya pazarlarına taşınmasında. Petrol, hangi boru hattıyla Batı pazarlarına ulaştırılacak ve hattın güvenliği, dolayısıyla geniş bir bölgenin kontrolü nasıl sağlanacak? ABD’ye göre Boru hatları, Rusya’nın hâkimiyetinde ve kontrolünde olmamalıdır. Boru hatları konusunda AB de söz sahibi olmamalıdır. Bakü-Ceyhan hattının dışında bir de Bakü-Karadeniz-Bulgaristan hattı söz konusudur. Amerikan emperyalizmi çeşitli olasılıkları göz önünde tutarak, Bakü-Ceyhan hattının gerçekleşmemesi durumunda veya Türkiye’nin kendi çıkarını ön plana alması durumunda veya başka nedenlerden dolayı Bakü-Bulgaristan hattının kontrolünü sağlamanın adımlarını bugünden atmıştır. Bunun için Balkanlarda söz sahibi olmak gerekir.
Balkanlar, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitik anlayışının da bir parçasıdır. ABD bundan dolayı da oradadır.
Öyleyse:
Alman emperyalizminin Ortadoğu ve Akdeniz’e açılmak için Balkanları koridor; geçiş alanı olarak kullanmasını engellenmelidir anlayışında olan bütün emperyalist ülkeler, Kosova’yı ve arkasından da Makedonya’yı işgal etmişlerdir.
Bugün açısından emperyalist ülkeler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya/Hazar Havzası üçgeninin Hazar Havzası ayağındaki gelişmelerin; petrolün Batı pazarlarına taşınmasının kontrolü için Balkanlar, stratejik olarak önemlidir. ABD, bunun için de oradadır.
ABD, AB’nin Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru yayılmasını kontrol etmenin ötesinde, varlığını askeri olarak da göstermek için Balkanlarda.
Esasen bu nedenler; emperyalistler arası rekabet, Balkanları jeopolitik ve stratejik olarak önemli kılmaktadır. Kosova ve Makedonya da Balkan yarımadasının kalbidir. Bundan dolayı da emperyalistlerin nezdinde, işgal edilmeye değecek kadar önem kazanmışlardır. Sırp mezalimi katliam vs işin hikâye tarafıdır.
Miloseviç’i yargılamaları da bir şovdur. Miloseviç, emperyalistlerin istediği doğrultuda hareket etmiş olsaydı, iktidarından olmazdı. Bütün dünyada katliamlar düzenleyenler, işlerine gelmezse darbeler düzenleyenler, işlerine gelmeyen hükümetleri devirenler, dünya haklarına bomba yağdıranlar, ne denli adaletli olduklarını, “savaş suçluları”nı affetmeyeceklerini(!) göstermek için Miloseviç’i yargılamayı kendi çıkarları için uygun görmüşlerdir. Elbette Miloseviç gibi bütün savaş suçluları yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır. Her bir ülke işçi sınıfı, emekçi yığınları; bir bütün olarak halk, böylesi katilleri yargılamalıdır. .

1 Ekim 2001 Pazartesi

AMERİKA’NIN “YENİ SAVAŞ”I

Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a saldırıdan sonra, bu saldırıları vesile eden ABD Başkanı W. Bush, “terörizm”e karşı dünya çapında savaşacaklarını açıkladı. Savaşın adı da kondu: “New War”, yani “Yeni Savaş”!
Böyle bir saldırıyı kimin gerçekleştirdiği bilinmiyor. Ama çok iyi korunan hava sahasında saldırı uçaklarının dolaşması, saldırıdan yaklaşık yarım saat sonrasında ilk tutuklamaların gerçekleşmesi ve zanlının tespiti, saldırıda CIA da dâhil kimlerin parmağı olabileceği konusunda oldukça düşündürücü ip uçları veriyor.
Amerikan emperyalizmi saldırı sonrasında, binlerce insanın ölmesinin neden olduğu ortamı da değerlendirerek, hemen hemen bütün ülkelerin desteğini aldı ve Usame Bin Laden ve Afganistan’a karşı savaş hazırlığına başladı. NATO Konseyi’nin de desteğini alan Amerikan ordusu, “Yeni Savaş” için yığınağını sürdürüyor. Psikolojik savaş ise saldırıdan hemen sonra başlatıldı.
Amerikan emperyalizminin “New War” anlayışı hiç de yeni değil. Bu, uzun bir dönemden beri hazırlanan stratejinin uygulanmaya konmasıdır. Revizyonist bloğun çökmesinden ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra varlığı anlamsızlaşan NATO’nun geleceği ‘90’lı yıllar boyunca tartışıldı. Sonunda NATO’ya yeni bir görev verildi. 1999 yılında alınan kararla NATO, dünyanın neresinde olursa olsun “terörizm”e karşı mücadelede kullanılacaktı. Terörizmle kast edilen devrimci ulusal kurtuluş hareketlerine karşı mücadeleydi. Yeni göreviyle donatılan NATO, sorumluluk alanı (üye ülkeler sahası) dışında ilk güç gösterisine Balkanlarda (Yugoslavya) girişti.
“New War”ün esas amacı, dünya çapında yeniden canlanmaya başlayan sosyal ve ulusal kurtuluş için mücadeleyi engellemektir.
Körfez Savaşı’nda Amerikan emperyalizmi, Irak’ın Kuveyt’e saldırısını bahane ederek en geniş emperyalist ittifakı kurmuştu. Bu ittifak, Ekim Devrimi’ni, genç Sovyetler Birliği’ni yıkmak için saldıran emperyalist-kapitalist ittifaktan daha kapsamlıydı. Şimdi ise terörizm bahane edilerek emperyalizmin tarihinde görülmüş en kapsamlı ittifakı arkasına aldı. Ulusal, etnik vb. sorunu olan bütün ülkeler, “terörizm”e karşı dünya çapında mücadeleyi selamladılar. Rusya’dan Çin’e kadar bütün ülkeler dolaylı veya dolaysız bu ittifakın içindeler ve “terörizm” bahane edilerek baskı altında tutulan uluslar ve azınlıkların ulusal kurtuluş mücadelesini ezmek için kendilerine göre meşru ortam elde ettiler.
Afganistan, Usame Bin Laden tesadüfî bir seçim değil. Saldırıyı U. Bin Laden ve örgütünün gerçekleştirdiği kanıtlanmamasına rağmen, onun hedef seçilmesi, Afganistan’da olduğu için de bu ülkeye saldırı çok anlamlıdır.
Taliban rejiminin yıkılmasını, kökten dinciliğe karşı olan bütün İslam ülkeleri istiyorlar. Bu, Amerikan emperyalizminin dolaylı desteklenmesi, en azından İslam ülkelerinden fazla ses çıkmaması anlamına gelir.
En önemlisi, Afganistan’ın stratejik konumudur. Bu ülke, dünya petrol rezervlerinin yüzde 75’nin bulunduğu bölge kıyısındadır. Son birkaç on yıldaki araştırmalar sonucunda Azerbaycan, Çeçenistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan’da, yani bu Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinde dünyanın en zengin petrol, doğal gaz, kömür ve başka önemli madenleri bulundu. Afganistan bu ülkelere komşu veya yakın.
SB’nin dağılmasından sonra emperyalistler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği üç alan söz korusu: Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya/Hazar Havzası. Körfez Savayı adı altında sürdürülen, bölgenin petrolünü paylaşım dalaşı, Irak’a konan ambargo ile şimdilik dondurulmuş durumda. AB ve özellikle de Alman emperyalizmi ve Orta Asya petrollerinin dünya pazarlarına taşınması bakımından stratejik önemi alan Balkanlarda “it dalaşı”, Amerikan emperyalist “barışı”yla şimdilik donduruldu. Anlaşılan o ki sıra şimdi Kafkasya ve Orta Asya’nın yeraltı zenginliklerinin kontrolüne geldi.
21.yy’da da dünya hâkimiyetini sürdürmeyi planlayan ABD, dünya petrol rezervlerinin yüzde 75’ni ve dünya doğal gaz rezervlerinin de yüzde 33’rü barındıran bu bölgeyi kontrol etme amacında. Amerikan emperyalizmi, Avrasya stratejisini ve bu stratejiyi ifade eden jeopolitikasını adım adım gerçekleştirme peşinde.
Bilinen petrol ve doğal gaz kaynaklarının paylaşılması yetmiyor. Bu paylaşımda Amerikan ve İngiliz tekelleri aslan payını aldılar. Şimdi sıra, bu enerjinin dünya pazarlarına taşınmasına geldi. Yani Güzergâh sorunu. Amerikan emperyalizmi bu güzergâhın Rusya ve Çin dışında ve onların kontrolünden uzak olması için elinden geleni yapıyor.
Taliban rejiminden dolayı şimdiye kadar olasılığı neredeyse imkânsız gözüken Afganistan üzerinden geçen hat yeniden gündemde.
Böylece “dünya çapında terörizm”e karşı mücadelenin, “New War”ün esas nedeni açığa çıkıyor. Anlaşılan o ki, günümüzde emperyalistler arası çelişkilerin en çok keskinleştiği Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya/Hazar Havzası üçgeninin Orta Asya ayağı ısıtılıyor. Nasıl ki Körfez Savaşı’nda bütün emperyalist ülkeler, Kuveyt’e saldırıyı bahane ederek bölgeye üşüşmüşlerse, şimdi de terörizmi bahane ederek Afganistan ve bölgede cirit atıyorlar, yığınak yapıyorlar.
Amerikan emperyalizmi Afganistan’a yerleşmekle (Yerleşme, “Kuzey İttifakı”nı iktidara taşımakla olabileceği gibi Taliban’ı müttefik olacak derecede yumuşatmakla veya da kıpırdayamayacak derecede abluka altına almakla da olur) aynı zamanda, Avrasya stratejisinin en zayıf karnı olan güney şeridini güçlendiriyor, bu anlamda, olası Rusya-Çin ittifak alanının yakınında oluyor ve Hindistan’ın Kuzey (bölge) hesaplarının önünü kesiyor.
Afganistan’a olası saldırının sadece bu ülkeyle sınırlı kalacağını ve kısa zamanda sonuçlanacağını düşünmek yanlış olur. Bir defa bu bölge, belirttiğimiz nedenlerden dolayı bütün emperyalist ülkelerin çıkar alanıdır. Her biri kendi çıkarı için “it dalaşı”na karışıyor/karışacak. Bunun ötesinde ABD’nin olası başarısı, onu Ortadoğu’ya, yani Irak’a saldırı ve Saddam rejiminin yıkılması için de cüretlendirecektir. Bu kaçınılmazdır. Irak üzerinde ambargonun kalkması, ABD ve İngiliz tekellerinin “hava alması” anlamına geliyor. Çünkü Irak rejimi bu iki ülke dışında hemen hemen bütün emperyalist ülkelerle petrol anlaşması yaptı. Anlaşmaların yürürlüğe girmesi için tek koşul, ambargonun kaldırılması.
Amerikan emperyalizminin uzun sürecek bir savaştan bahsetmesini, çok güçlü bir düşmanla karşı karşıya olduğu şeklinde yorumlamak oldukça yanıltıcıdır. Amerikan emperyalizmi, silah ve teknik gücüyle Taliban’ı kısa zamanda dize getirir. Ama o, uzun sürecek savaşla bunu kast etmiyor, sadece bunun kast edilmesini istiyor.
Uzun süreli savaşla ABD, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesine karşı savaşı kast ediyor. O, antiemperyalist mücadeleyi, sosyalist devrim mücadelesini ezmek için dünyanın neresinde olursa olsun savaşacağını ilan ediyor. Amerikan hegemonyası altında kurulu düzenin devamı için ve bu düzeni yıkmak isteyenlere karşı savaşacağını ilan ediyor. Kime karşı? Ezilen uluslara karşı, emekçi yığınlara karşı, dünya işçi sınıfına karşı. Yani antiemperyalist, antifaşist ve komünist güçlere karşı. Uzun süreli savaş, kapitalizmle sosyalizm; devrimci proletarya ile burjuvazi arasındaki savaştır Uzun süreli savaştan anlaşılması gereken budur.
Amerikan emperyalizminin savaş narası atmasının ekonomik nedenleri de var. Amerikan ekonomisinin yeni bir fazla üretim krizine doğru evrilmesi, savaş olanaklarıyla durdurulmak istenebilir. Bunun ötesinde savaş, silah tekellerinin ve başka savaş araç ve gereçlerini üreten tekellerin kasalarını yeniden doldurur, yığınları kendi sorunlarından uzaklaştırır. Bugün açısından daha ziyade tali olan bu düşünceye –savaş ve ekonomi- başka bir yazımızda ele alacağız.
Olası savaş, Türk burjuvazisini de doğrudan ilgilendiriyor. Körfez Savaşı’nda olduğu gibi bir koyup üç alırız diye 35-40 milyar dolarlık kaybı göze alabilir mi, bunu bilmiyoruz. Ama koşulların değişik olması, sonuçlarının da değişik olacağını göstermektedir.
Türk burjuvazisi, “dışarıdan gelen teröre karşı yıllardan beri savaşıyoruz, ama bunu şimdiye kadar bazı müttefiklerimize kabul ettiremedik” anlayışından hareketle bazı Batılı emperyalist ülkelerin Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi karşısındaki tavrını bir daha sergilemelerinin önünü alma hesabı içinde. Bunun ötesinde ve en önemli olarak, Kafkasya-Orta Asya ile ilişkili olarak Afganistan, faşist diktatörlüğün, Amerikan şemsiyesi altında jeopolitik amacının, yani yayılmacı, emperyalist politikasının vazgeçilmez bir noktasıdır. Bu, Enver Paşa macerasından sonra ele geçen ilk fırsattır ve bu fırsatı, olası savaş durumunda sonuna kadar değerlendirmeye çalışacaktır. Buradaki sorun, üç-beş milyar dolarlık “yardım” değildir. Olası savaş, bütün bölgeyi etkiler ve bölgede sonuçlanmamış hesaplar var: Gürcistan, Azerbaycan karışır. Karabağ sorunu oldu-bittiye getirilebilir. Bölgede gözü olan İran ile Türkiye gerginliği had aşamaya gelebilir. Azerbaycan’a ve diğer Türk devletlerine saldırı veya terörizme karşı mücadele bahanesiyle NATO, öncelikle de Türk ordusu bölgeye girebilir. Bölgenin karışması, tetikte bekleyen Rusya ve Çin’in müdahale olasılığı, Türkiye’yi ABD için daimi üs yapabilir. Her halükarda olası savaş, Türkiye açısından Körfez Savaşı sonuçlarını getirmez.