deneme

23 Ağustos 2008 Cumartesi

ABD'NİN AVRASYA JEOPOLİTİKASI- KISA BİR BİLANÇO (II)



YENİ SOĞUK SAVAŞ-ÜÇGENİN ÜÇÜNCÜ AYAĞI “AVRASYA BALKANI”

Yeni soğuk savaşın nasıl şekilleneceği üzerine Brzezinski'nin 1997'de yayımlanan „Yegâne Dünya Gücü...“ kitabında bazı işaretler de var. Rusya „kara delik“ olarak tanımlanıyor. Öyle ki, Brzezinski revizyonist Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya'nın jeopolitik nüfuz alanı oluşturma hakkının ve yeteneğinin olmadığını iddia etmektedir. Ekonomik ve askeri işbirliğiyle bazı eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde nüfuz sahibi olmak, Rusya açısından hayal edilen bir istektir diyor Brzezinski. Geleceğin Rusya'sının fonografını ise şöyle çıkartıyordu: Jeopolitik olarak bağımsız hareket çabasından yoksun, güvenlik sorunları konusunda NATO'ya, ekonomi sorunlarında da IMF ve Dünya Bankası'na bağımlı bir Rusya. Rusya'nın dağılmış Sovyetler Birliği'nin Ukrayna, Beyaz Rusya gibi ülkelerini veya Kafkasya ve Orta Asya'yı „arka bahçesi“ olarak görmesini „emperyalist restorasyon“ veya da „emperyalist“ propaganda; gelecekte önemli bir jeopolitik konumu yeniden kazanmaya çalışmasını ise „faydasız çabalar“ olarak değerlendiriyor. Daha da ileri giden Brzezinski, Rusya'nın üç veya dört parçaya bölünmesini öneriyor. „Uzakdoğu Cumhuriyetinden, Sibirya Cumhuriyetinde ve Avrupa Rusya'sından oluşan gevşek bir konfederatif Rusya“. Böyle bir Rusya,  Avrupa ve Orta Asya'nın yeni ülkeleri ile rahatça sıkı ilişkiler kurabilir.

Gerçekten de Revizyonist Bloğun dağılmasından sonraki Rusya; geçen yüzyılın '90'lı yıllarındaki Rusya, Brzezinski'nin bu fotoğrafına uygun düşmekteydi: Siyasi ve ekonomik kriz içinde olan, IMF'ye ve Dünya Bankası'na teslim olmuş, gırtlağına kadar borçlu bir Rusya. Yelsin dönemi Rusya'sı bir „üçüncü dünya“ ülkesine benziyordu. Bu durumundan dolayı Brzezinski, Rusya'yı jeopolitika geliştirmekten ziyade var olmakla yok olmak arasında gidip gelen bir ülke olarak görüyordu.

Şimdi durum değişti. Rusya artık eski Rusya değil, yabancı güçlerin istedikleri gibi hareket edebileceği bir „kara delik“ değil artık.

Brzezinski, 2007'de yayımlanan „İkinci Şans“ kitabında Rusya'nın bu gelişmesini, yeniden dirilmesini hesaba katmıyor. O gün olduğu gibi bugün de Ukrayna'nın NATO üyesi olmasını talep ediyor ve Rusya'nın Ukrayna üzerinde nüfuz sahibi olma çabasını emperyalizm olarak tanımlıyor.

Gerek Çarlık Rusya'sı döneminde olsun, gerek sosyalist Sovyetler Birliği, revizyonist Sovyetler Birliği ve gerekse de dağılmadan sonraki dönemde olsun önde gelen bütün emperyalist ülkelerin politikası, önce Çarlık Rusya'sını, sonra sosyalizmin kalesi Sovyetler Birliği'ni, sonrasında revizyonizmin kalesi Sovyetler Birliği'ni ve dağılmadan sonraki Rusya'yı zayıflatmak, güçsüz bırakmak, parçalamak ve yutmak olmuştur.

„Yegâne Dünya Gücü...“ kitabında Brzezinski „Avrasya satranç tahtası“ diye tanımladığı Lizbon'dan Viladivostok'a kadar uzanan ve Avrupa ve Asya kıtalarından oluşan bu alanı dört bölgeye ayırır: Bu bölgelerden birisi bugünkü AB alanıdır. İkincisi Ortadoğu ve Orta Asya'nın bir kısmıdır. Üçüncüsü Çin ve ona komşu ülkelerdir. Dördüncüsü ise Avrasya'nın merkezidir, yani Rusya.

Tabii bu düşünce hiç de yeni değildir. En azından emperyalizmin tarihi kadar eskidir. 20. yüzyılın başında jeopolitikacı H. Mackinder de benzer düşünceler öne sürmüştü; daha doğrusu Avrasya jeopolitikasının esas kurucusu Harold Mackinder'dir.

Mackinder, Sibirya’nın merkez olduğu bir dünya haritası çiziyor ve kara parçalarını üç temel gruba ayırıyor:
1) Dünya adasının kalbi olarak Avrasya. (Rusya’yı içine alıyor).
2) Bu kalbi (merkezi) çevreleyen ve üç bölümden oluşan “kıyı ülkeleri kuşağı”:
a- Avrupa kıyı bölgeleri,
b- Yakın ve Ortadoğu’nun kurak bölgeleri ve
c- Asya’nın muson ülkeleri.
3)Afrika, Amerika ve Avustralya kıtalarından oluşan bir “dış kuşak”.

Mackinder’in 20. yüzyılın başında İngiliz dünya hakimiyeti için planladığı bu jeopolitik-stratejik konsept ile Z. Brzezinski’nin aynı yüzyılın sonunda Amerikan dünya hakimiyeti için planladığı ve “Amerika’nın Hakimiyet Stratejisi” kitabında dile getirdiği jeopolitik-stratejik konsept arasında önemli bir fark yoktur.

Amerikan emperyalizminin II. Dünya Savaşına girmesinden sonra Amerikan jeopolitik konseptinin oluşturulması ve temellendirilmesi görevi Yale Üniversitesinde dünya politikası dersi veren Prof. N. J. Spykman'e düştü. Spykman, konseptini güçlendirmek için Mackinder’in “dünya adası merkezi”, ve “kıyı ülkeleri kuşağı” konseptine; yani yukarıda bahsedilen konsepte sarılır. Spykman, Mackender’in görüşlerini tekrarlayarak, SSCB’ni çevreleyen antisovyetik blokların, askeri üslerin oluşturulmasını öngören konseptini geliştirir. Mackinder’in yukarıda bahsi geçen sözünü şöyle değiştirir:
“Kıyı ülkeleri kuşağı üzerinde hâkim olan, bütün Avrasya’ya hâkim olur. Avrasya’ya hakim olan, dünyanın geleceğini belirler” (N. J. Spykman; “The Geography of the Peace”, New York, 1944, s. 5. Aktaran: A. Dobrow; “Methoden der Apologie des Imperialismus in der bürgerlichen Wirtschaftsgeographie”, Neue Welt, Sayı 7, s. 825. Nisan 1952.)
Demek ki, Brzezinski'nin söyledikleri hiç yeni değil. Brzezinski, yüzyıllık bu jeopolitik anlayışın bugün nasıl gerçekleştirilebileceğinden bahsederek Amerikan emperyalizmine akıl vermektedir. Mackinder gibi Brzezinski de dünya hakimiyeti kurmak isteyen her gücün Avrasya'ya hakim olması gerektiğinden bahsetmektedir.

Ama Britanya İmparatorluğu gibi Amerikan emperyalizmi de Avrasya'ya hâkim olma konusunda coğrafi sorunla karşı karşıyadır: Bunlar Avrasya'nın ötesinde olan ülkeler. Amerikan emperyalizmi, Avrasyalı olmayan, bu kıtada yerleşik olmayan bir emperyalist ülke olarak bu kıtada hegemonya çıkarlarını gerçekleştirmekle karşı karşıyadır. Yerlisi olmadığı bir kıtada emperyal çıkarları gerçekleştirmek ve savunmak sorunu Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının en önemli sorunudur. Gücü olan bir ülke Amerikan emperyalizminin nüfuzunu rahatlıkla kırabilir ve onu bu kıtadan kovabilir. Örneğin Çin veya Rusya. Brzezinski bu gerçeği bilen birisi olarak, bu kıtadan kovulmaması için taktiksel adımlarının nasıl olması gerektiği konusunda Amerikan emperyalizmine akıl veriyor.

Yüzyıl önce olduğu gibi bugün de Avrasya jeopolitikasında Rusya esas hedeftir. İdeolojik farklılığın (bürokratik kapitalizm (revizyonizm)-klasik kapitalizm) ortadan kalmış olması jeopolitik rekabetin de ortadan kalktığı anlamına gelmez. Rusya coğrafi konumundan dolayı Avrasya jeopolitikasında en imtiyazlı olandır. ABD'nin bu özelliği yok: O, bu amacına ulaşmak için başka ülkeleri kullanmak ve önleyici tedbir olarak Rusya'yı zayıf düşürmek zorundadır.

ABD, Avrasya dışında en büyük güçtür. Onun Avrasya'ya hâkim olma çabası kaçınılmaz olarak Rusya ile çıkar çelişkisine düşmesini beraberinde getirmektedir. Rusya ise Avrasya'da en büyük güç durumunda değildir. En azından şimdilik değildir. Ekonomik olarak Çin ve AB ile rekabet edecek durumda değil. Ama Avrasya kıtasında coğrafi konumu ve hammadde zenginliği uzun vadede bir Avrasya işbirliğinde onu önemli kılabilir. Örneğin Rusya ile AB arasında sıkı, kapsamlı bir ekonomik işbirliği, AB'nin transatlantik yönlenmesini (ABD'ye yönlenmesini) kıtasal (esasen Rusya) yönlenmeyle geliştirebilir. Böylece AB, giderek ABD'den daha da bağımsızlaşmış olur. Böyle bir olasılık Amerikan emperyalizminin korkulu rüyasıdır. Bu nedenden dolayı da AB'nin her doğu genişlemesini bir NATO genişlemesi takip etmiştir.

Gelişmiş bir Rusya-Çin işbirliği uzun vadede Asya'da bir dünya iktisadi merkezinin oluşmasını beraberinde getirebilir. Bu da ABD ve AB'den sonra üçüncü veya ABD-AB'den sonra da ikinci büyük iktisadi entegrasyon veya merkez olabilir. Böyle bir güç, ABD'nin dünya politikasını altüst edebilir; Ortadoğu ve Orta Asya'daki nüfuzunu önemli ölçüde kırabilir. Amerikan Avrasya jeopolitikası bu ihtimali de; Çin-Rusya yakınlaşmasının muhtemel sonuçlarını da hesaba kattığı için Çin ile görüşmeyi, uzlaşmayı, işbirliğini önerirken Rusya'yı tecrit etmeyi hedefliyor.

Aslında Amerikan jeopolitikası uzun vadeli bakıldığında ilk amacına, dolaylı bir şekilde ulaşmıştır. Sosyalizmin yıkılması ilk hedefti. Sosyalizm kendi iç sorunlarından dolayı yıkıldı. Yerine kurulan revizyonizm de keza iç sorunlarından dolayı yıkıldı. Böylelikle birinci soğuk savaş dönemi kapandı. Bu jeopolitikanın ikinci ve nihai amacı Amerikan emperyalizminin Avrasya'ya hâkim olması ve dünya hâkimiyetini kurmasıdır. Açık ki bu jeopolitikanın ikinci adımı kendine özgü bir soğuk savaş geliştirecektir. Bu soğuk savaş aslında Putin dönemiyle başlamıştı, ama Gürcistan-Rusya savaşı bu yeni soğuk savaşın nasıl olabileceğini gösterdi.

Yeni rekabet merkezleri ve Amerikan Avrasya jeopolitikasının akıbeti:
Son yıllardaki gelişmeler Amerikan emperyalizminin bu jeopolitik konseptinin gerçeklikten daha da uzaklaştığını göstermektedir. Rusya'nın hızla toparlanması, Çin ve Hindistan'ın, özellikle de Çin'in devasa gelişmesi bu jeopolitik konseptin uygulanma koşullarını zayıflatmaktadır. Ama tamamen ortadan da kaldırmamaktadır. Amerikan emperyalizmi kendine gelmiş bir Rusya ve güçlenmiş bir Çin ile kolay kolay baş edemez. Ancak Çin'i kendi yanına çekmesi durumunda koşullar yeniden değişebilir. Öyle ki, Orta Asya'da ve Ukrayna dâhil Kafkaslar'da kalıcı güce sahip olması durumunda da koşullar yeniden kendi lehine gelişir. ABD bunun bilincinde. Bu nedenden dolayı da AB ile ilişkilerinde daha ihtimamlı olmaya çalışmaktadır. Ve Rusya'nın her çıkışı ABD-AB ilişkilerini ABD lehine etkilemektedir. Gürcistan-Rusya savaşındaki tavrı bunu göstermektedir.
AB, enerjiye bağımlılığını, mutlaka Rusya'ya bağımlılık olarak algılamıyor. Enerjiyi (petrol, doğal gaz) büyük oranda Rusya'dan da alsa enerji temininde ona bağımlı olmak istemiyor. Bu da kaçınılmaz olarak ABD-AB işbirliğini güçlendiriyor. Bütün bunlar, Amerikan Avrasya jeopolitikasının yabana atılamayacak gerçekleşme koşullarının var olduğunu göstermektedir.

Yeni rekabet merkezlerinin oluşmasıyla birlikte 21. yüzyılda soğuk savaş, şimdilik her ne kadar ABD ve Rusya arasında sürdürülüyorsa da çeşitli güçler arasında sürdürülecek gibi gözüküyor. Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının sonuçları ortada: Bugün güçlü olan yarın zayıflayabilir. Bugün güçsüz olan ama gelişen yarın güçlü olabilir. Soruna bu perspektifle baktığımızda Avrasya'da yenişemeyen güçler doğabilir: ABD, Rusya, Çin. Bunlar dünya çapında hegemonya konumlarını veya bu kıtayı işbirliği içinde geçici olarak, güç dengesinin değişimine kadar paylaşabilirler.

I. Dünya Savaşına kadar dünya politikasına Büyük Britanya damgasını vurmuştu. Savaştan sonra onun yerini ABD almaya başladı ve II. Dünya Savaşından sonra da kapitalist dünyaya Amerikan emperyalizmi damgasını vurdu. Bu durum hala devam etmektedir. Ama uzun sürmeyeceği, bunun ebedi olmayacağı Amerikan jeopolitikacıları tarafından da görülmektedir. Bütün çaba, en azından 21. yüzyılın yarısına kadar veya ilk yarısı boyunca Amerikanın hegemon güç olma konumunu koruyabilmesi içindir. Söz konusu Avrasya jeopolitikası da buna hizmet etmektedir. Açık ki Amerikan emperyalizmi, 21. yüzyılda da dünya politikasına, ekonomisine ve militarizmine damgasını vurmakta, dünyayı kendi çıkarlarına göre yapılandırmada oldukça büyük zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Dünya şu anda çok rekabet merkezli. Yeniden iki kutuplu olabilir (Müttefikleriyle birlikte ABD-Rusya). Ama çok rekabet merkezli olarak da kalabilir: ABD, AB, Rusya, Çin, Hindistan.
Her iki durumda da Amerikan dünya hegemonyası AB ile işbirliğinden geçmektedir. AB ile işbirliği olmaksızın ABD'nin Avrasya jeopolitikası bir hayaldir. Brzezinski, „İkinci Şans“ kitabında bu gerçeklikten hareketle Avrasya üzerinde Amerikan hegemonyasının derinleştirilmiş Amerikan-Avrupa işbirliğinin gerçekleşmesine bağlamaktadır. ABD'de kim başkan seçilirse seçilsin, bu gerçeği göz ardı edemez. Ancak sorunlara yaklaşımda taktiksel farklılıklar olabilir.

Yeni, ikinci Soğuk Savaş dönemi, emperyalist savaş arifesi dönemdir:
Amerikan emperyalizmi, mevcut gelişmelerin de gösterdiği gibi bugünkü gücüyle ancak bu kadar hâkim olabilir. Arkadan gelen, gelişen rakipler Amerikan emperyalizmini zorlamaktadır. Yani dünyanın Amerikan emperyalizminin lehine mevcut paylaşılmışlığını kabul etmeyen, dünyanın yeniden paylaşımını talep eden güçler doğmaktadır (Çin, Rusya). Bu gerçeği Amerikan ideologları, jeopolitikacıları da görmekte. Alternatifsiz bir durum doğmakta: Ya mevcut hâkimiyetle yetinilir ve her geçen günün bu hâkimiyetten de bir parça alıp götürdüğü kabul edilir ya da son bir hamle ile dünya hâkimiyeti Avrasya'ya hâkimiyet üzerinden gerçekleştirilir. Başka bir yol yok. Birinci durum sermayenin nesnel yasalarına aykırıdır, eşitsiz gelişme yasasına aykırıdır. Amerikan emperyalizmi mevcut konumunu savaşsız, yenilmeden kaybetmeye yanaşmaz. Bu, emperyalizmin doğasına aykırıdır. Yani savaşarak yenilecektir. Veya da son kertede savaşarak Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmeye çalışacaktır. Her iki durumda da emperyalistler arası dalaş kaçınılmaz oluyor.

Ama bundan jeopolitika oluşturma yeteneğine sahip olan emperyalist ülkelerin doğrudan savaşı anlaşılmamalıdır. Bu güçler, doğrudan karşı karşıya gelmeden önce piyonlarını kendi adlarına savaştırabilirler. Piyonların savaşacağı alanlar oldukça bellidir, bu anlamda da sınırlıdır: Enerji (petrol) kaynaklarının olduğu bölgeler ve dünya hâkimiyeti jeopolitikasına hizmet eden stratejik önemli alanlar. Yani mevcut haliyle Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya dahil Hazar Havzası ve Balkanlar. Balkanlar'da savaştılar. Şimdilik sadece silahlar susmuş durumda. Ortadoğu'nun durumu malum. Sıra şimdi Kafkaslar'a geldi.

„Peak Oil-Teorisi“ne göre petrol çıkarımı azami seviyesine ulaştıktan sonra üretilebilecek petrol miktarında düşüş başlar. 2006'dan bu yana bu yaşanmakta. Çıkartılan petrol miktarı azaldıkça fiyatlar artar ve sonunda bu kaynaklara sahip olmak için kaçınılmaz olarak savaşılır. Kafkasya ve Orta Asya da dâhil Hazar Havzası bu savaşın alanıdır.

Üçgenin üçüncü ayağı Avrasya „Balkanı“nda çok sayıda aktör var: En önemli aktörler Rusya, ABD, Türkiye ve İran'dır. Ama AB, Çin, Hindistan ve Pakistan da hesaba katılmalıdır. Bölgenin geriye kalan ülkeleri ise kaçınılmaz olarak şu veya bu gücün yanında yer alacaktır. Bu bölgede başlayan bir „it dalaşı“nın üçüncü dünya savaşına varmadan durdurulması zor olur.

Veya da Rusya'nın sindirilmesi ve Çin'in tatmin edilmesiyle „Avrasya Balkanı“nda Amerikan güdümünde oldukça güçlü bir koalisyon hâkimiyet kurabilir ve böylece petrol ve doğal gaz çıkarımını ve dünya pazarlarına sevkıyatını güvenlik altına alır. Bu koalisyon 21. yüzyılın hegemon gücü olabilir. Böyle bir koalisyon tecrübesini Yeni Balkan Savaşlarında ve Afganistan'da gördük, görmekteyiz.

Sonuç:
21. yüzyıl tarihinin nasıl gelişeceği tabii ki sadece önde gelen emperyalist ülkelerin dünya hegemonyası rekabetiyle sınırlandırılamaz. Bu tarihte sömürü ve baskıya karşı ayaklanmaların da, devrimlerin de yeri olacaktır. Konumuz açısından baktığımızda 21. yüzyıl tarihine, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmemesi durumunda ne sadece ABD ne sadece Rusya ve ne de sadece Çin damgasını vuracak durumdadır. Çin henüz yükselen güç konumunda. Ama gerek ABD'nin ve gerekse de Rusya'nın jeopolitik çıkarları programlaştırılmıştır ve bu programların, konseptlerin gerçekleştirilmesi için mücadele ediliyor. Bu anlamda Rusya'nın ve ABD'nin farklı alternatifleri yok.
Rusya, eksi Sovyetler Birliği'ni oluşturan cumhuriyetleri ve kısmen de Revizyonist Blok alanını kendi doğal nüfuz alanı olarak görmekten vazgeçmeyecektir. ABD ise Avrasya üzerine hâkimiyetten savaşmaksızın vazgeçmeyecektir. Saflar ve bu saflaşmanın nedeni oldukça açık, tarafların vazgeçemeyeceği derecede açık. Bu durumda, başka, her iki tarafın amacına ulaşıp ulaşamamasını etkileyecek iki aktör var: Çin ve AB.

Durumu doğru okudukları için her iki taraf da Çin'i kazanmaya çalışmaktadır. Şimdilik „Şanghay İşbirliği Örgütü“ çerçevesinde ve ikili ilişkilerde Rusya-Çin yakınlaşması söz konusu. Rusya, AB'ye de sürekli „el“ uzatmakta, ama çok açık bir biçimde koşullarını da koymakta. AB'nin enerjiye bağımlılığından yararlanmaya çalışıyor.
ABD ise, Avrasya jeopolitik konseptinde Çin ile ilişkiyi, işbirliğini, uzlaşmayı ve onu Rusya ile ilişkilerinden uzaklaştırmayı hedefliyor.( Hiç belli olmaz, ABD'nin Çin'e Sibirya'nın bir kısmını al sözü vermesi durumunda kartlar yeniden Rusya aleyhine karıştırılmış olur. Zaten Çin'in Sibirya'nın bir kısmında hak talebi var).

Ve nihayetinde AB, ABD'nin Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmesinin „olmazsa olmazı“ oluyor. Diyelim ki şu anda „eli mahkûm“. Açık ki, Amerikan emperyalizminin bu jeopolitik konseptinin geleceği bir yerde AB'ye, onun tavrına bağlı. ABD'nin yeni Avrasya jeopolitik konsepti oluşturulurken (Revizyonist Bloğun yıkılmasından sonra) AB'ye bugün verilen önem pek verilmiyordu. Adeta ABD'nin güdümünde, onun çıkarlarına tabi bir „köprübaşı“ görevi veriliyordu. Zbigniew Brzezinski „Yegâne Dünya Gücü...“ kitabında (1997) bun açıkça yazar. Ama şimdi durum değişmişe benziyor. Avrasya jeopolitik konsepti söz konusu olduğunda AB, ABD'nin hiçbir zaman vazgeçemeyeceği bir ortak oluyor. Bu nedenle de Irak'a saldırı döneminde olduğu gibi, kendi çıkarlarına karşı gelen ülkeleri „eski“, „yaşlı“ Avrupa, kendi çıkarlarına karşı gelmeyen, ABD adına Irak'a saldıran ülkeleri de „yeni“ Avrupa olarak tanımlama lüksüne artık sahip değil.

Belirttiğimiz gibi AB, ikili oynayabilir: Rusya ile bir kıtasal, Avrasya işbirliğine gidebileceği gibi, Atlantik (ABD) işbirliğini daha da derinleştirebilir. Amerikan emperyalizmi, AB'nin Rusya ile bir Avrasya işbirliğine gitmesini engellemek için bütün olanaklarını seferber edeceği tartışma götürmez. AB'nin doğu genişlemesini NATO'nun doğu genişlemesinin takip etmesinin mantığı aynı zamanda budur, sadece AB-ABD arasında bu bölge üzerine rekabet değildir.
ABD, yeni Soğuk Savaşla AB'nin Avrasya işbirliğine gitmesini engeller. AB'nin Atlantik işbirliğine ne kadar yatkın olduğu Polonya ve Çek Cumhuriyetine füze kalkan sisteminin konuşlandırılması için harcadığı çabadan ve Gürcistan-Rusya savaşında aldığı tavırdan da anlaşılmaktadır.

Sonuç itibariyle, Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti politikası değişmediği müddetçe onun Avrasya jeopolitik konseptinde de esasa özgü bir değişme olmaz. Gelişmeler de bunu böyle olduğunu göstermektedir.  Zbigniew Brzezinski'nin her iki kitabında da aynı anlayışı işlemesi ve Amerikan emperyalizmine aynı aklı vermesi de bunu gösteriyor.  

22 Ağustos 2008 Cuma

ABD'NİN AVRASYA JEOPOLİTİKASI- KISA BİR BİLANÇO (I)


YENİ SOĞUK SAVAŞ-ÜÇGENİN ÜÇÜNCÜ AYAĞI “AVRASYA BALKANI”

Bundan önceki yazı “Rusya-Gürcistan Savaşının Jeopolitikası -Avrasya Balkanı” henüz yayımlanmamış “Emperyalist Jeopolitika ve Strateji” çalışmasından konuya ilişkin bir özetlemeydi.

Rusya-Gürcistan savaşından sonraki gelişmeler sorunun ne denli jeopolitik bir anlam taşıdığını, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının ne denli güncel olduğunu ve Rusya'nın da Amerikan emperyalizminin bu dünya hâkimiyeti politikasına boyun eğmeyeceğini göstermektedir.

Önemli ve güncel olduğu için Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasında bir değişmenin olup olmadığını ve bu politikanın neresinde olduğunu bu ve bundan sonraki makalede ele alacağız.

Önce sorunun çerçevesini belirtelim:
Sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve Revizyonist Bloğun dağılmasından sonra jeopolitikacıların dünya hâkimiyetiyle eş anlamlı kullandıkları Avrasya kavramı yeniden güncelleşti. Soğuk savaş dönemi sona ermiş ve önde gelen emperyalist ülkeler jeopolitikalarını artık iki kutupluluk üzerine değil de, çok rekabet merkezlilik üzerine kurmaya başlamışlardı. Ama her halükarda hâkim anlayış, 21. yüzyılda dünya çapında hâkim güç olabilmek için Avrasya’ya hâkim olabilmektir.

Günümüzde “yegâne süper güç” konumunda olduğu için Avrasya jeopolitikasını detaylandıran ve ona göre de adımlar atan tek ülke ABD’dir. Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti için Avrasya’ya yöneldiğini gören önde gelen emperyalist ülkeler, bu jeopolitik anlayışın gerçeklik olmaması için mücadele etmektedirler. Diğer bir ifadeyle; Avrasya jeopolitikası günümüzde emperyalistler arası çelişkilerin yön ve keskinliğini göstermektedir.

Zbigniew Brzezinski, Henry M. Kissinger ve Samuel P. Huntington gibi ABD'nin önemli jeostratejistlerinden birisidir. Amerikan devlet başkanlarına danışmanlığı J. Carter ile başlar. Aynı zamanda birçok Amerikan ve uluslararası kurumların da danışmanlığını yapmıştır. Sovyetler Birliği tarafından işgal edildikten sonra ABD'nin Afganistan politikasının oluşturulmasında ve uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır. Şimdi de Barack Obama'nın dış politika danışmanlığını yapan Brzezinski,1997'de yayımlanan „Büyük Satranç Tahtası“ veya “Yegâne Dünya Gücü, Amerika’nın Hâkimiyet Stratejisi” kitabında Amerikan emperyalizminin 21. yüzyılda yegâne dünya gücü olması ve en azından 2050'ye kadar dünya gücü olarak kalması için uygulaması gereken jeopolitikayı ele alır. Böyle bir güç olmak için esas rekabetin, bugün olduğu gibi gelecekte de Avrasya denilen alanı hâkimiyet altına almaktan geçtiği analiz edilir.

Sorunun ne olduğunu Brzezinski şöyle açıklıyor:
“Bütün olarak bu kıtanın iktidar potansiyeli, ABD’ninkini oldukça göreceli bırakıyor. Amerika’nın şansı, siyasi bir bütünlük oluşturmak için Avrasya’nın çok büyük olmasıdır.
Yani Avrasya, gelecekte de küresel hâkimiyet için mücadelenin sürdürüleceği bir satranç tahtasıdır. Jeostratejik-jeopolitik çıkarların stratejik ele alınışı- satrançla karşılaştırılsa da bu satranç tahtası üzerinde sadece iki değil, bilakis çok ve değişik güçlerde oyuncular cirit atıyorlar. En önemli oyuncular, satranç tahtasının batısında, doğusunda, merkezinde ve güneyinde faaldirler. Hem batı hem de doğu kıyı bölgeleri, yoğun nüfuslu bölgelerdir ve buralarda görece dar alanda çok sayıda güçlü devletler birbirlerini itip-kakıyorlar. ABD’nin gücünün doğrudan temsil edildiği yer, Avrasya’nın batısındaki dar bölgedir. Uzakdoğu karasında, giderek güçlenen ve bağımsızlaşan, devasa bir nüfus üzerinde hâkim olan bir oyuncu var. Buna karşın, enerji dolu rakibinin adalar halkasıyla sınırlı toprağı ve küçük Uzakdoğu yarım adalarının yarısı Amerikan gücüne üs olarak hizmet ediyorlar.
Batı ve doğu kıyı bölgeleri arasında, devasa, az nüfuslu şimdilerde siyasi olarak istikrarsız ve örgütsel çözülme içinde olan orta alan yer alıyor; burası önceleri ABD’nin güçlü rakibi, Amerika’yı Avrasya’dan püskürtüp atmayı amaç edinmiş bir karşıtı tarafından ilhak edilmiştir. Bu büyük orta Avrasya platosunun güneyinde siyasi anarşi içinde, ama enerji rezervleri bakımından zengin olan bu bölge, hem Avrupa hem de doğu Asya devletleri için çok önemli olabilir ve en güneyinde bölgesel hegemonya için çabalayan nüfusu kalabalık bir devlet yer alıyor.
Bu devasa, acayip şekillenmiş Lizbon’dan Vladivostok’a kadar uzanan Avrasya satranç tahtası, “Global play”in (küresel oyunun, çn.) sahnesidir. Orta alan, giderek daha güçlü olarak Batının genişleyen etki sahasına (Amerika’nın ağırlıklı olduğu saha) çekilebilirse, güney bölgesi, tek bir aktörün hâkimiyetine girmezse ve Uzakdoğu’da ülkelerin olası bir birleşmesi, Amerika’yı doğu Asya kıyısı açıklarındaki deniz üslerinden kovmayı beraberinde getirmezse, ABD tutunabilir. Orta alanın devletleri, Batıyı reddederlerse, siyasi bir bütünlükte birleşirlerse ve güney üzerinde kontrolü ele geçirirlerse veya doğunun en büyük oyuncusuyla bir ittifak kurarlarsa Amerika’nın Avrasya’daki hâkimiyeti dramatik olarak azalır. Doğunun iki büyük oyuncusu herhangi bir zaman birleştiklerinde de aynı durum olur. Nihayet, Avrupalı ortaklar Amerika’yı batı taraftaki üslerden kovarlarsa, bu, muhtemelen kıtanın batı kıyısının sonuçta, orta bölgeye hâkim olan yeniden canlanmış oyuncunun zorbalığı altına girmesi anlamına gelse de, aynı zamanda onun Avrasya satranç tahtasındaki oyuna katılımının sonu demektir” (Z. Brzezinski; “Die einzige Weltmacht, Amerikas Strategie der Vorherrschaft”, s. 57/58).

Dünya hakimiyeti için gerçekleştirilmesi gereken jeopolitika böyle:   Bütün dünyaya hâkim olmak Avrasya'ya hakim olmaktan geçiyor Amerikan emperyalizmine göre.

Bölgenin, daha geniş anlamda Avrasya’nın Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti stratejisindeki belirleyici yerini Z. Brzezinski, yukarıda adı geçen kitabında ayrıntılı olarak analiz eder. Bu kitabında Amerikan emperyalizminin bütün okyanuslar ve denizler üzerindeki hâkimiyetinden, isterse istediği ülkeye denizden çıkartma yaparak ülke içlerine kadar ilerleyip iradesini dikte edecek gücünden; askeri gününün eşsiz olduğundan, onunla boy ölçüşecek bir gücün olmadığından bahseder. Amerikan emperyalizminin “jeopolitik esas kazancının Avrasya” olduğunu ve onun dünya çapında hâkimiyetinin ve bu hâkimiyetin ne kadar devam edeceğinin Avrasya’da tutunup tutunamayacağına bağlı olduğunu ve aynı zamanda, bu alan üzerine Amerika’nın rakibi olacak gücün de gelişebileceğini vurgular.  

Bu jeopolitikacıya göre Amerikan emperyalizminin Avrasya’daki geleceği, buradaki karmaşık iktidar ilişkilerinin üstesinden gelip gelemeyeceğine, bu ilişkileri kendi çıkarlarına göre düzenleyip düzenleyemeyeceğine bağlıdır. Avrasya’da Amerikan çıkarlarına karşı gelen, Amerikan hâkimiyetini tehlikeye atan hiçbir güç gelişmemelidir ve potansiyel güçler de gelişmelerinde engellenmelidir. Brzezinski’nin, gelişmemeli, gelişmesi engellenmeli diye tanımlamaya çalıştığı güçler Rusya ve Çin’dir.

Brzezinski’nin jeopolitik kurgusunda Rusya’ya ortaklık görevi veriliyordu ve Amerikan emperyalizmi belli bir dönem Rusya’ya karşı bu doğrultuda politika geliştirdi. Ama şimdi durum değişti ve Amerikan emperyalizmi Rusya politikasında belli düzeltmeler yapmaya başladı. Senatör John Edwards (Demokrat) ve Jack Kemp (Cumhuriyetçi), etkili „Dış İlişkiler Konseyi“ne sundukları raporda („Rusya’nın Yanlış Yönü. ABD Ne Yapabilir Ve Ne Yapmalıdır”) o zamana kadar Rusya'ya karşı sürdürülen „stratejik ortaklık“ politikası reddediliyor ve bu politikanın yerine„seçici ortaklık“ ve „seçici muhalefet“ politikasının uygulanması talep ediliyor. Bu politika değişiminin nedeni, Sovyetler Birliği’nin var olduğu dönemde onun etkisi altındaki bölgelerde Rus yanlısı güçler ve devletler ile Batı yanlısı güçler ve devletler arasındaki çatışmaların ve çelişkilerin giderek artmasıdır. Raporda Rusya’nın „enerji imparatorluğu“ kurma çabalarına dikkat çekilmekte ve Rusya’nın devasa enerji kaynaklarıyla Batılı ülkeleri (burada kastedilen ABD ve AB’dir) tehdit edecek bir potansiyel inşa edebileceği konusunda uyarıda bulunulmakta. Bu düşünceleri benimseyen kumarbaz George Soros, „barışçıl devrimler“in bu sponsoru, Financial Times’da Rus enerji tekeli Gasprom’un Rus dış politikasında süper güç dürtüsü geliştirebilecek devasa bir araç olduğunu yazar.

Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti için geliştirdiği jeopolitika (dünya ekonomisi üzerinde hâkimiyet, hammadde ve başka kaynaklar üzerinde kontrol, çıkarların gerekli kıldığı her ülke ve bölgede askeri varlık ve buna dayanan siyasal etkileme), tek kutuplu hâkimiyeti amaçlamaktadır. Yani Amerikan emperyalizminin bu hedefi önünde engel olabilecek mevcut ve potansiyel güçler saf dışı bırakılmalıdır. Amerikan emperyalizminin bu jeopolitikası Avrasya eksenli olduğu için öncelikle Rusya ve Çin, engelleyici faktör olarak saf dışı bırakılmalıdır.

Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikası bütünlüklü bir komplekstir. Bu jeopolitikanın gerçekleştirilebilmesi için söz konusu Avrasya alanına kıyı olan, bu stratejinin gerçekleştirilmesi için mutlaka ve mutlaka elde edilmesi gereken bölgelerin de kontrol altına alınması gerekmektedir. Bu alanlardan birisi de Ortadoğu’dur. Bu alana hâkim olmak için Amerikan Dış İşleri Bakanlığı ve Pentagon, „Büyük Ortadoğu Projesi“ni geliştirmişlerdir. Bu proje, bildiğimiz Ortadoğu sınırlarını aşıyor ve Kuzey Afrika’nın Akdeniz kıyısındaki ülkelerinden İran’a, Pakistan’a kadar uzanan alanı kapsamaktadır. Bu strateji aslında Rusya’yı güneyde ve Çin’i de güneybatıda çembere alan bir stratejidir. Bu stratejiyi gerçekleştirmek için alt stratejiler de oluşturulmuştur. Bu alt stratejilerden birisi Karadeniz alanıdır. Alt strateji anlamında Karadeniz Alanı anlayışını geliştiren Bruce P. Jackson, „Geçiş Demokrasileri Projesi“ Başkanı olarak Amerikan Senatosu Dış İşleri Komisyonunda yaptığı konuşmada (Mart 2005) „Ortadoğu’da demokratikleşmeyi destekleme çabalarımızda başarılı olmak istiyorsak Karadeniz’de güvenli, gelişen, demokratik bir bölge oluşturmak zorundayız“ diyordu. Karadeniz, potansiyel hammadde zenginliğinin (petrol ve doğal gaz) ötesinde enerjinin dünya pazarlarına taşınmasında önemli alandır. Bu bölge üzerinde hâkimiyet kurmak için ABD, AB ve Rusya arasındaki rekabet giderek şiddetlenmektedir (Gürcistan ve Osetya arasındaki sorunların Rusya-Gürcistan savaşı boyutunu alması bu rekabetin doğrudan bir yansımasıdır). Bunun ötesinde Karadeniz ve bu denize kıyısı olan Gürcistan, Avrasya’ya açılan kapıdır. Bu özelliklerinden dolayı Karadeniz’i Rusya kendi kontrolüne almak; AB, iç denizine dönüştürmek ve ABD de yerel müttefikleriyle (Türkiye, Gürcistan, muhtemelen Ukrayna) vasıtasıyla bu alandaki hâkimiyetini güçlendirmek ve rakiplerini uzaklaştırmak istiyor. Baku-Ceyhan petrol boru hattının bütün spekülasyonlara rağmen inşa edilmesi Amerikan emperyalizminin bu bölgeden kolay kolay vazgeçemeyeceğini gösterir.

Tam kontrol stratejisi ve Avrasya jeopolitikası:
Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti stratejisine göre, Amerikan dünya hâkimiyeti için gerekli olan her ülke ve bölge, karada, denizde ve havada kontrol altına alınmalıdır.

Bu stratejik anlayış Amerikan güvenlik stratejisinde önemli bir değişmenin olduğunu göstermektedir. Amerikan emperyalizmi Bush yönetimi vasıtasıyla hemen bütün temel stratejik dokümanlarında küresel hâkimiyetin sağlanması ve devamı için yapılması gerekeni sürekli vurgulamıştır. Örneğin Ulusal Güvenlik Stratejisinde (Mart 2005) dünyanın bütün stratejik alanlarında, özellikle de Avrasya ve kıyı alanlarında Amerika’nın tartışma götürmez askeri üstünlüğünün sürdürülmesi temel anlayışı yer almaktadır. Böylece Amerikan emperyalizminin eskiden kalma öncelikli hedef Amerika’nın doğrudan saldırılardan korunmasıdır stratejisi ikinci sıraya düşmekte ve onun yerini „stratejik bölgelere girişin güvenlik altına alınması ve küresel hareket özgürlüğünün korunması“ stratejisi almaktadır. Amerikan emperyalizmi her fırsatı kullanarak bu politikasını açıklamaktadır.  

Obama'nın danışmanı Z. Brzezinski'nin yeni „soğuk savaşı“ve ikinci şans:
Kafkasya'daki son gelişmeler; Gürcistan-Rusya savaşı ve sonrasında Rusya ve NATO'nun adeta karşı karşıya gelmesi bir bütün olarak dünyanın ve özelde de söz konusu bölgenin gerçekten bir satranç tahtası olduğunu göstermektedir.

2007 yazında yayımlanan kitabında -“Second Chance“/İkinci Şans- Brzezinski, baba Bush, Clinton ve oğul Bush hükümetlerini, Revizyonist Bloğun dağılmasından sonra süreklilik arz eden bir Amerikan hâkimiyet sistemi kuramamalarından dolayı sert eleştiriye tabi tutar. Bu nedenle tek kutupluluk politikasının sınırlandırılmasını onun yerine Avrupa ve Çin ile işbirliğine ve uzlaşmaya dayanan bir politika uygulanmasını, Suriye, İran, Venezüella gibi ülkelerle görüşmeler yapılmasını önerir. Obama da aynı önerilerde bulunmaktadır. Ama Çin ile işbirliğini öneren Brzezinski, Rusya'nın tecrit edilmesini ve istikrarsızlaştırılmasını talep eder.

Brzezinski'nin, Bush hükümetini veya yeni muhafazakârları eleştirisi, Amerika'nın dünya hegemonyası stratejisinin esasıyla; bu jeopolitikanın kendisiyle ilgili değildir. Amaca ulaşmak için atılması gereken adımlar konusunda farklı düşünceler var: Örneğin Amerikan hegemonyası için Ortadoğu petrollerinin askeri kontrolü ile sağlanacağını savunan ve bu doğrultuda adımlar atan yeni muhafazakârlar karşısında Brzezinski ve B. Obama, dış politik açılımda ağırlığın doğrudan Rusya ve Çin üzerinde yoğunlaştırılması gerektiği düşüncesindedir. Bu politika Rusya ve Çin arasında ittifak ilişkilerinin derinleştirilmesinin engellenmesini de, Şanghay İşbirliği Örgütü'nün etkisiz kalmasını da içermektedir. Yani, bir biçimde Çin kazanılmalı, Rusya tecrit edilmeli veya Rusya ve Çin'in daha da yakınlaşmaları bir biçimde engellenmelidir.

Dünya hâkimiyeti kurabilmek için Amerikan emperyalizminin dış politikası, bir devletin veya devletler grubunun ABD'yi Avrasya'dan kovup atacak yeteneğe sahip olmasını engellemek amacını gütmelidir. Yeni bir gücün aniden doğması tehlikesi başarıyla ötelenmelidir. Yeni bir rakibin doğması engellenmelidir. Brzezinski böyle buyuruyor.

Amerikan emperyalizmi jeopolitik hedefinin neresinde? Brzezinski'nin söz konusu kitabının yayımlanmasından bu yana 10 sene geçti. Özellikle Bush döneminde Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti politikasının, Irak'ta ve Afganistan'da olduğu gibi iflas etmesi, Brzezinski'nin dile getirdiği Amerikan dünya hegemonyası jeopolitikasını soru götürür hale getirmiştir. Son bir kaç sene içinde Hindistan da dâhil şekillenen Rus-Çin ilişkileri (buna askeri alandaki ilişkiler de dâhildir), Amerikan emperyalizminin Avrasya’daki askeri varlığını sorgular boyutlarda bir gelişme göstermiştir. Ama bu, bu jeopolitik anlayıştan vazgeçmek anlamına gelmemektedir. Brzezinski, son kitabında Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının gerçekleştirilmesi; Amerikan dünya hâkimiyetinin kurulması için „ikinci şans“tan bahsetmektedir. Bunun gerçekleşmesi Avrupa'nın tavrına bağlıdır. Bu konuda Obama da aynen Brzezinski gibi düşünmektedir. Transatlantik, yani ABD yönelimli bir Avrupa, Avrasya kıtasında ABD için bir köprübaşı rolünü üstlenmelidir. (1997'de yayımlanan kitabında da bunu savunuyordu). Yani AB, doğuya doğru genişledikçe NATO da kaçınılmaz olarak doğuya doğru genişleyecektir veya genişlemelidir. Böylece Amerikan emperyalizminin nüfuzu Avrasya içlerine doğru yayılmalıdır ve böylece ABD, rakiplerine göre bir avantaja sahip olacaktır. Bu durumda ABD'nin Avrupa'daki merkezi jeostratejik amacı şöyle oluyor:

İnandırıcı, güven verici bir ABD-Avrupa ortaklığıyla Avrasya kıtasında ABD'nin köprübaşısı olan Avrupa, uluslararası demokrasi ve işbirliğinin Avrasya'da yaygınlaşması için işe yarar bir sıçrama tahtası olmalıdır. Bu nedenle Avrupa, Amerikan güdümlü olarak büyümelidir, güçlenmelidir. Brzezinski yeni bir şey söylemiyor. 1997'deki kitabında da aynı şeyleri söylüyordu. Daha o zaman, bu politikanın başarıyla uygulanması durumunda ABD'nin dünya hegemonyasının kısa ömürlü olacağının bilincindeydi. Bu nedenle şu uyarılarda bulunuyordu: Önder dünya gücü olarak ABD'nin sadece kısa tarihsel bir şansı var. Dünya hegemonyasının uzun ömürlü olması için küresel jeopolitik bir işbirliği koşullarını içeren genel bir çerçeve oluşturulmalıdır. Bu anlamda bir „trans-Avrasya güvenlik sistemi“nden bahsetmektedir. Bu sistem Orta Asya'ya kadar yayılmış bir NATO'nun yanı sıra Rusya, Çin ve Japonya ile işbirliğini de içermelidir. Tabii böyle bir sistemde Avrupa'nın rolü de „Amerikan hâkimiyeti altında daha büyük bir Avrasya Güvenlik ve İşbirliği Yapısı'nın temel direği olmaktır.
Her ne kadar çok kutuplu gibi gözükse de, açık ki Brzezinski, bu güvenlik sistemiyle ABD hegemonyası altında tek kutuplu bir dünya sistemi talep etmektedir.

Tam da bu nedenden dolayı o zaman devlet başkanı olan V. Putin, Münih'de düzenlenen „Güvenlik Konferansı“nda (Şubat 2007), soğuk savaştan sonra ABD'nin jeopolitikasının tek kutuplu dünya olduğunu açıklıyordu. „Şimdi dünyada olup biten, tek kutuplu dünya konseptinin....uluslararası ilişkilere taşınmasıdır“.

Brzezinski tarafından önerilen bu Amerikan jeopolitikasını Rusya şöyle okuyor: Nüfuzunu Avrasya kıtasında yaymak. Bu yayılmada Avrupa, Avrasya kıtasına atlamada bir sıçrama tahtasıdır. AB'nin doğudaki her genişlemesi, kaçınılmaz olarak NATO'nun da, dolayısıyla Amerikan nüfuzunun da genişlemesi demektir. Böylelikle Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan gibi eski Sovyetler Birliği cumhuriyetleri Batının nüfuzu altına girmiş olacaklardır.

Bu entegrasyonda yabancı sermaye önemli bir rol oynamaktadır. Merkezi önemi olan bölge ise Hazar Havzasıdır. Bu havzanın bir tarafı Kafkasya, diğer tarafı da Orta Asya'dır. Yani dünyanın ikinci derecede önemli petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olan ve ötesinde askeri bakımdan stratejik önemi olan bu bölge üzerinde hâkimiyet, Amerikan emperyalizmimin Avrasya kıtası üzerindeki konumunu oldukça güçlendirecektir. Bir taraftan NATO ülkeleri ve Amerikan müttefiki olan OPEC ülkeleri ve diğer taraftan da Irak ve Afganistan direnişinin yenilgiye uğratılması; yani bu ülkelerde de ABD hâkimiyeti, sonunda ABD'nin Avrasya üzerinde hâkimiyeti için gerekli otoriteyi sağlaması anlamına gelmektedir. Bu otoriteye dayanarak Amerikan emperyalizmi nihayetinde Çin ve Rusya da dahil bütün Avrasya'yı Amerikan kontrolünde olan devletler üstü bir güvenlik yapısı içinde entegre edecektir.

Avrasya üzerinde hâkimiyet, kıyı bölgelerin kontrol edilmesiyle mümkün olabilir. NATO'nun doğu genişlemesi, Irak ve Afganistan'ın işgali; bir bütün olarak ABD'nin Ortadoğu Projesi bu amaca hizmet etmektedir. Bundan birkaç yıl öncesi, Afganistan işgali sonrasında Amerikan emperyalizmi Orta Asya ülkeleriyle daha sıkı askeri ilişkiler içindeydi. Şimdi bu ilişkiler eskisi gibi değil. Ama Amerikan emperyalizmi bölgedeki askeri varlığının yanı sıra ekonomik olarak da var. Her halükarda bütün olanaklarını kullanan Amerikan emperyalizmi, dünya hegemonyası kurmanın Avrasya'ya hâkim olmaktan geçtiğini biliyor ve bu amacına ulaşmak için rekabetini sürdürüyor. Avrasya üzerinde hakimiyet, dünyanın geriye kalan kısmı için bir paradigma olacaktır: Brzezinski'ye göre, Avrasya'ya hakim olmak Afrika'yı, Latin Amerika'yı, Avustralya'yı, başka ülkeleri Amerikan dünya hegemonyasına katılmaya zorlayacaktır.

Bu jeopolitik amaca ulaşmak için kat edilen mesafe Amerikan emperyalizmi açısından hezimet olmasa da, önemli boyutları olan bir jeopolitik güç kaybıdır. Rusya'nın güçsüz olduğu dönemde; Yelsin döneminde, Çin'in dünya politikasında ve ekonomisinde bugünkü kadar pek ağırlığının olmadığı dönemde, Afganistan işgalinin başlangıç döneminde gelişmeler Amerikan emperyalizminin lehineydi. Hele Hazar Havzası petrol kaynaklarının paylaşımında uluslararası tekellerin belirleyici ağırlığının olması, ABD'nin Orta Asya ülkelerinde kurduğu üsler, Ukrayna ve Gürcistan'daki „renkli devrim“ler, Azerbaycan'ın “batılılaştırılması”, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru hattının inşası, NATO'nun doğu genişlemesi vb. bütün bunlar ABD'nin Avrasya jeopolitikasının gerçekleştirilmesi yolunda atılan önemli adımlardı. Ama özellikle Irak'ın işgalinden sonra süreç Amerikan emperyalizminin aleyhine gelişmeye başladı. Brzezinski, son kitabı „İkinci Şans“ta Irak'ın işgalini kastederek doğrudan askeri işgalin başarısızlığa mahkûm olduğunu söyleyerek Bush politikasını eleştirir. Ama bu yenilgi, 1997'de formüle edilen Avrasya jeopolitikasını değiştirmeyi beraberinde getirecek kadar önemli değildir. Brzezinski'ye göre Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmek için Ortadoğu'da atılan adımın başarısız kalması, en azından şimdilik başarısız kalması, Avrupa'ya, NATO'nun doğu genişlemesine daha çok önem vermek anlamına gelmektedir. Bu da Rus nüfuz alanına doğrudan müdahale demektir. Bu adımla Rusya Amerikan jeopolitikasının merkezindedir. ABD'nin eski Sovyetler Birliği topraklarında ve nüfuz alanında; yani Balkanlardan Hazar Havzasına kadar uzanan alanda „renkli devrim“ler gerçekleştirmesi, bölge ülkelerinin NATO üyesi olmalarını sağlaması, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne füze kalkan sistemi yerleştirmeye çalışması -ve bunda da başarılı olması (Polonya)- ABD'nin kendi güdümünde tek kutuplu dünya hegemonyası kurma planından vazgeçmediğini ve bunun da ancak ve ancak Avrasya'ya hâkimiyet üzerinden gerçekleşebileceğini göstermektedir. Putin önderliğinde Rus emperyalizmi Amerikan emperyalizminin bu niyetini doğru okumuştur.

Revizyonist Bloğun dağılmasından bu yana Amerikan emperyalizmi, dünya hegemonyası rekabetinde diğer rakiplerine fark atmak, belli bir avantaj yakalamak için siyasi, ekonomik ve özellikle de askeri gücünü kullanarak elini çabuk tutmuş oldu. Bu politika bugün, Rusya'yı tecrit ederek, uluslararası kurumları hiçe sayarak (teşhir olmayı kabul ederek) doğrudan zor kullanımıyla sürdürülmektedir. Örneğin Obama, Çin ve Avrupa ile konuşurken, Rusya'yı askeri olarak tehdit etmekten geri kalmıyor. Bu, başkan seçildiğinde B. Obama'nın nasıl bir politika izleyeceğini göstermektedir.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

RUSYA-GÜRCİSTAN SAVAŞININ JEOPOLİTİKASI “AVRASYA BALKANI”[1]





Son aylardaki bazı gelişmeler Kafkasya'da sıcak çatışmaların; savaşın çıkacağının habercisiydi adeta. Bu savaş geliyorum demişti.

1-ABD'nin bilgisi dışında bir Gürcü saldırısının düşünülemeyeceğini düşünmek gerekir.

2-Amerikan Dışişleri Bakanı C. Rice'ın Temmuz ayında Gürcistan ziyaretinde, öncesinde ise Saakaşvili'nin ABD ziyaretinde bu saldırı üzerine konuşulmadığı düşünülemez.  

3-Gürcü ve Amerikan birliklerinin Tiflis yakınındaki Vaziani üssünde tatbikat yapması; 17 Temmuzdan 31 Temmuza kadar süren bu tatbikatın ardından 1 Ağustosu 2 Ağustosa bağlayan gece  Çinvali'de gürcü birliklerinin provokasyonu başlaması tesadüf olamaz.

4-ABD’nin Doğu Avrupa’ya (Polonya ve Çek Cumhuriyeti)yerleştirmek istediği füze kalkanı konusunda Rusya'nın ne denli tepkili olduğu bilinmiyor değil. 

5-Kosova’nın “bağımsızlığı”nı Rusya, başkaları için de emsal olma yolunu açtığını, bununla da Osetya ve Abazya'yı kastettiğini herhalde ABD de biliyordur.   

6-Rusya'nın sert çıkışından dolayı Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğinin ertelendiği ve bu iki ülkenin NATO üyeliğinin Rusya tarafından provokasyon olarak algılanacağı biliniyor değil.

7-Osetya ve Abazya'nın Rusya'dan bağımsızlıkları için yardımcı olması çağrılarını da bilinmiyor değil. 

Bütün bu gelişmeler ve olgular Kafkasya'da kazanın patlama derecesinde geldiğini göstermektedir. 
Amerikan emperyalizmi belki saldırın dememiştir. Ama Rusya'nın müdahalesi durumunda Gürcü ordusunun yenileceğini bile bile bu provokasyonu hazırlamıştır. Belki de böyle bir saldırı karşısında Rusya'nın tavrını ölçmek istemiştir.

Bu Savaşın Jeopolitikası: 
Jeopolitik mücadele
SB’nin dağılmasından sonra önde gelen emperyalist ülkelerin Hazar Havzası petrol ve doğal gazı için sürdürdükleri rekabet ve nüfuz sahibi olma faaliyetleri, bir bakıma geçen yüzyılın ‘20’li yıllardaki Ortadoğu’nun durumuna benzemektedir. Ama günümüzde Orta Asya’daki durum; bölgeye hakim olmak için sürdürülen rekabetin boyutları, o günün Ortadoğu’sunda olandan daha karmaşıktır.

Önde gelen Rusya, Çin ve ABD gibi emperyalist ülkeler ve bunların yanı sıra İran, Pakistan ve Türkiye gibi ülkeler de öncelikle petrolün paylaşımı rekabetine giriştiler... 10-15 sene içinde petrol ve doğal gaz kaynakları uluslararası tekeller tarafından paylaşıldı. Paylaşma sorununun yerini bu enerjiyi dünya pazarlarına taşıyacak güzergâh sorunu aldı. Boru hatları üzerine sürdürülen ve henüz sonuçlanmamış olan rekabet, söz konusu kaynakların paylaşımı rekabetinden daha şiddetli olmaktadır. Adı  “jeopolitik oyun” konan bu jeopolitik kavga, bütün şiddetiyle devam etmektedir. Bu kavga, Balkan Savaşlarına, Afganistan ve Irak’ın işgaline neden olmuştur.

Bölgede, 100 sene öncesinde olduğu gibi iki güç (Çarlık Rusya'sı ve İngiltere) değil,  ABD, Rusya, Çin, potansiyel olarak AB ve Hindistan gibi güçler karşı karşıya geliyorlar; jeopolitik kavga bu güçler, özellikle de ABD, Çin ve Rusya arasında sürdürülüyor.

ABD, savaş da dâhil her yol ve yöntemi kullanarak Rusya’yı saf dışı bırakamaya ve Rusya toprakları dışında geçen petrol ve doğal gaz boru hatları projeleriyle dünya enerji kaynaklarını kontrolü altına almaya çalışıyor. 

Kafkasya’nın jeopolitik önemi:
Kafkasya’nın jeopolitik coğrafî konumu şöyle tanımlanabilir:  Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının arasına yer alan; Akdeniz-Ege Denizi-Marmara ve Boğazlar-Karadeniz ve Azak Denizi’nin oluşturduğu su koridorunun kıyısında bulunan alan. Kafkasya, bu iç suların oluşturduğu ve 5 bin km uzunluğundaki su koridorunu Hazar Denizi üzerinden Orta Asya’ya bağlıyor.

Kafkasya, zengin bir petrol havzası ve geçiş konumuna sahip olmasından dolayı önemlidir. Bu bölge, aynı zamanda, Basra Körfezi’ni kontrol eden stratejik bir konuma sahip olmasından dolayı da jeopolitik açıdan çok önemlidir.   

Kafkasya, Rusya–Akdeniz, Rusya-Afrika, Rusya–Ortadoğu yolları üzerinde tek geçit yeridir, Kuzey-Güney yönünün boğum noktasıdır. Bu coğrafi konumundan dolayı da Kafkasya,   jeopolitik bir öneme sahiptir.  

Bunun ötesinde Kafkasya, Anadolu–Orta Asya mihverinin geçiş yolu olduğu ve her iki mihverin kesişme noktası üzerinde bulunduğu için de oldukça önemlidir.  

Orta Asya ve Kafkas petrolleri üzerindeki hegemonyasını sürdürmek, Rus emperyalizmi açısından hem ekonomik hem de stratejik olarak çok önemlidir. Amerikan emperyalizmi ise Rusya’nın bu planını gerçekleştirmesini engellemeye çalışıyor. Çünkü Amerikan emperyalizmi de aynı amacı güdüyor.   

Rusya açısından Kafkasya, Avrupa ile Orta Asya arasında bir geçiş köprüsü konumundadır. Aynı zamanda, Karadeniz ve Hazar Denizine kıyısının olması nedeniyle de Rusya’nın Karadeniz–Boğazlar-Akdeniz yolu üzerinden Süveyş Kanalına inebilmesine olanak sağlaması bakımından da Rus emperyalizminin stratejik çıkarları için oldukça önemli bir jeopolitik bölgedir.

Kafkasya, coğrafî yapısından (dağlık) dolayı fazla ulaşım alternatifi sunmamaktadır. Bütün Kafkas bölgesinden Rusya’ya ulaşan iki karayolu var. Karayolu ulaşımı zorluğu nedeniyle Kafkasya’da deniz taşımacılığı Rusya için hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle Karadeniz kıyısındaki Abazya ile Hazar Denizi kıyısındaki Dağıstan oldukça önemlidir. 

Petrol ve doğal gaz rezervleri açısından Kafkasya, Rus emperyalizmi için pek önemli değildir.  Ama Hazar petrollerinin batıya, dünya pazarlarına ulaştırılması için düşünülen ve gerçekleştirilen (Baku-Tiflis-Ceyhan hattı)   boru hatlarının üzerinde yer almasından dolayı Kafkasya, Rusya açısından oldukça önemlidir... 

Kafkasya’da büyük rekabet:
11 Eylül saldırısı Amerikan emperyalizmine, Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmek doğrulusunda adımlar atmak için eline kolay geçemeyecek fırsatlar verdi.  Afganistan’ın işgali, Hazar Havzası petrollerinin başta İngiliz ve Amerikan tekeleri olmak üzere paylaşılması ve üretimin dünya pazarlarına sevkiyatı sorunu, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitiksında  Kafkasya’yı olağanüstü önemli yaptı ve bu bölge bugün dünyanın en “derin” jeopolitik oyunlarının oynandığı bir alan durumuna geldi...

Kafkasya, Amerikan emperyalizmi için iki açıdan önemlidir:

Birincisi, ABD, Rusya, İran ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının kesiştiği noktayı oluşturan bu bölgeyi kontrol etmeyi amaçlıyor.
İkincisi, ABD, Orta Asya'daki hâkimiyetini besleyecek güvenilir bir kanala sahip olmayı amaçlıyor.

Kuzey Kafkasya’nın jeopolitik önemi:
...
Bu bölgede en önemli rolü dün ve bugün tabii ki Rusya oynamaktadır. Günümüz Rusya’sı açısından Kuzey Kafkasya oldukça önemli olmuştur. SB’nin dağılması sonucunda Rusya, Karadeniz'de başlıca limanlarını kaybetmiştir... Rusya’nın Karadeniz'de elinde kalan en büyük limanı Novorossisk’tir...

Günümüzde Kuzey Kafkasya, Rusya açısından, diğer şeylerin yanı sıra, enerji sevkıyatı bakımından önemlidir.  Hazar petrollerinin (Azeri ve Kazak petrolü) büyük bir kısmı Kafkasya'dan geçerek Avrupa ve dünya pazarlarına ulaşmaktadır. Bunun ötesinde Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattı ve “Mavi Akım" da bu bölgeden geçiyor. Kısaca: Kuzey Kafkasya, genel stratejik öneminin ötesinde hem önde gelen emperyalist ülkeler hem de Rus emperyalizmi açısından petrol üretiminden dolayı değil, enerji boru hatlarının geçiş güzergâhı olmasından dolayı önemlidir.  

Kuzey Kafkasya, Rus ordusunun konuşlanması bakımından da önemlidir. Artık Rusya,   Güney Kafkasya'da istediği kadar silah ve asker bulunduracak durumda değildir. Bu nedenle Kuzey Kafkasya'da silah ve asker yığınağı yapıyor.  Bahanesi “ayrılıkçı” hareketlere karşı mücadele. Ama esas amaç Kuzey Kafkasya'yı ve bölgede faal olan emperyalist güçleri kontrol etmektir.

Güney Kafkasya’nın jeopolitik önemi: 
...
Gürcistan’ın emperyalist jeopolitikadaki yeri:
Gürcistan’ı, Çarlık Rusya’sı döneminden beri önemli kılan, Karadeniz’e kıyısı olan ülke olmasıdır. Karadeniz, sıcak denizlere inmede Rusya için bir adımdı. SB’nin dağılmasından sonra Karadeniz kıyıları, kıyıdaş ülkeler arasında paylaşıldı. Denizcilik açısından en elverişsiz olan kısım Rusya’ya düştü. Bu nedenle Rusya, Gürcistan’ın Karadeniz kıyılarını ticari ve askeri gemicilik ve dünya pazarlarına açılma bakımından çıkış noktası olarak görüyor.

Yer altı zenginlikleri; altın, petrol ve doğal gaz gibi rezervleri bulunmayan, nükleer silahları olmayan bu Kafkas ülkesini stratejik açıdan önemli kılan faktör,   Hazar Havzası ve Avrasya’ya girişte, AB ve ABD için -tabii sadık müttefikleri ile beraber- bir kapı konumunda olması ve Rusya ile NATO arasındaki ‘en sıcak sınırı’ oluşturmasıdır; Gürcistan, Avrasya’nın Hazar Havzası/Orta Asya bölgesine; enerji kaynaklarından dolayı emperyalist ülkelerin ve yerel güçlerin gözü olduğu bu bölgeye açılan en yakın kapıdır. Bu özelliğinden dolayı Hazar Havzası enerji kaynaklarının dünya pazarlarına taşınmasında Gürcistan önemli bir geçiş özelliğine sahiptir...

Amerikan emperyalizmi, Avrasya jeopolitik açılımında Gürcistan’ın kilit konumunu görüyor. Türk burjuvazisi de Kafkasya ve Orta Asya jeopolitikasında Gürcistan’ın oynadığı ve oynayacağı kilit rolün bilincinde. Çıkarları çakışan ABD ve Türkiye, Gürcistan’ın „bağımsızlığı“ için veya Rusya’nın hegemonyasına yeniden girmemesi için bu ülkeye siyasi, ekonomik, askeri yardımda bulunuyorlar (mali yardım, uluslararası planda siyasi destek, silah yardımı, bazı altyapı tesislerinin onarımı ve yeni yapımı, silah yardımı ve Gürcistan ordusunun eğitimi vb.).

Gürcistan’ın, belirttiğimiz konumundan dolayı ABD ve Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler, stratejik işbirliği taşıyacak derecede ileridir.

Amerikan emperyalizmi, bu bölgenin enerji zenginliklerinin Rusya sınırları dışında kalan boru hatlarıyla dünya pazarlarına taşınmasını Rusya’ya karşı rekabetinin önemli bir sorunu olarak görüyor. Hazar Havzası enerjisinin Rusya dışında bir bölge üzerinden dünya pazarlarına taşımak, ancak ve ancak Gürcistan’dan geçen bir hatla mümkün olabilir. Bu durum Gürcistan’ı, Rusya, ABD, Türkiye ve AB nezdinde önemli kılmaktadır.

Rusya’nın Hazar Havzası ve Orta Asya’nın tamamına yeniden sahip olması, Güney Kafkasya’ya hâkim olmaktan geçmektedir. Güney Kafkasya’ya hâkim olmak da, bu bölgenin kapısı konumundaki Gürcistan’a hâkim olmaktan geçmektedir. Bu gerçekten hareketle Rusya, her fırsatı ve yöntemi kullanarak Gürcistan’ı kendine bağlamaya çalışmıştır ve çalışmaktadır. Rusya, Gürcistan üzerinden en önemli baskı aracı olarak azınlıkları kullanmaktadır; Abhazya ve Osetya (güney) milliyetçiliğini körükleyen, onlara silah yardımı ve siyasi destek sağlayan, Gürcistan’da darbe tezgâhlayan Rusya’dır. (Özellikle başta Abazaları ayaklanmaya teşvik etmiş... Güney Osetlerin (Gürcistan) Kuzey Osetlerle (Rusya Federasyonu) birleşmelerini, dolayısıyla bunun için mücadeleyi desteklemiştir. Gürcistan nüfusunun yüzde 8,1’ini oluşturan, Tiflis ve ülkenin güney sınırı bölgesinde yoğunlaşmış olan Ermenileri kışkırtan da Rusya’dır...)...

Gürcistan, Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya ile karadan bağının kurulduğu yegâne ülkedir. Gürcistan, Bakü-Ceyhan boru hattı konusunda Türkiye, ABD ve Azerbaycan’ın yanında yer almaktadır. Rusya, Gürcistan’ı, „Ankara’nın Kafkasya’daki ilk köprübaşısı“ olarak görmekte,  Türkiye ile sıkı ilişkilerinden rahatsız olmaktadır.

Gürcistan, sadece Rusya’yı kendi bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü açısından belirleyici tehdit faktörü olarak görmektedir. Bu tehdidi ortadan kaldırma olanağı olmadığı için, etkisizleştirmek veya dengelemek için Batılı güçlerle, başta da ABD ve komşu ülke olarak da Türkiye ile ilişkilerini kapsamlaştırmayı ve derinleştirmeyi, „bağımsızlık“ politikasının stratejisi olarak algılıyor. Gürcistan, „bağımsızlığı”nın Batılı emperyalist ülkeler ve Türkiye ile sıkı ilişkiden geçtiğini biliyor...
Nitekim Amerikan emperyalizmi, Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmede Gürcistan’ı stratejik önemli bir ülke olarak değerlendirmiş ve bu ülke ile ilişkilerini „stratejik ortaklık“ seviyesine çıkarmıştır. ABD, Rus baskılarına karşı Gürcistan’ı koruyan güç konumundadır. Bunun ötesinde bu ülke, AB tarafından da desteklenmekte; siyasi ve iktisadi olarak Rus baskısına karşı korunmaktadır. 
Gürcistan için bağımsızlık, Rusya’nın hegemonyasına yeniden girmemektir. 

ABD ve Türkiye’nin Gürcü ordusunu yeniden yapılandırmaları, bu ülkenin NATO’ya girme isteğini dile getirmesi, Gürcistan’ın stratejik konumunu ABD ve Türkiye’nin hizmetine sunduğunu gösterir. Rusya, Gürcistan üzerinde hegemonya kurmaksızın Kafkasya’da hegemonya kurmayacağını, özellikle Güney Kafkasya’da kuramayacağını çok iyi biliyor. Amerikan emperyalizmi ve Türkiye de, Gürcistan’a hâkim olmaksızın, Hazar Havzası/Orta Asya enerjisini dünya pazarlarına bu bölgeden, Rusya dışından geçen boru hatlarıyla taşıyamayacaklarını ve Avrasya jeopolitikalarını gerçekleştiremeyeceklerini biliyorlar.
Bu nedenlerden dolayı Gürcistan kilit noktasıdır.

Rusya’nın, Gürcistan’ı yeniden hegemonyası altına alması, Türkiye-Hazar Havzası-Orta Asya veya Batı-Türkiye-Hazar Havzası-Orta Asya koridorunu kesebilir. Gürcistan’ın yeniden Rusya’nın hegemonyasına girmesi sonucunda böyle bir tehlikenin doğacağını gören Batılı güçler, başta da ABD, Almaya ve Türkiye bu ülkeyi, Rus tehdidine karşı adeta koruma altına almışlardır.

Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) askeri örgütlenmesi, bütünleşmesi ve NATO karşıtı bir güç olarak gelişmesi önünde engel olan ülkelerden birisi de Gürcistan’dır (Diğer ikisi Azerbaycan ve Ukrayna’dır) NATO’ya üye olma isteğini dile getiren Gürcistan vasıtasıyla NATO’nun sınırları Kafkasya’ya kadar genişlemiş olacak.

Her halükarda Rusya, Gürcistan’dan vazgeçmiş değil ve bu savaş da vazgeçmediğini göstermektedir. Kafkasya’da emperyalistler arası rekabet, Avrasya’nın Kafkasya bölgesindeki „büyük oyun“ henüz başlıyor.  Gürcistan’ın geleceği, hangi emperyalist odağın jeopolitikası doğrultusunda hareket etmek zorunda kalacağı, bu „büyük oyun“un gelişme seyrine bağlı olacaktır...

Gürcistan AB için de önemlidir:
AB ve özellikle de Almanya,   Gürcistan üzerinden de Avrasya oyununda yer almayı amaçlıyor. Bu anlamda Almanya eski Başbakanı G. Schröder’in, “Almanya’nın, tali bir oyuncu olmaktan ibaret olan II. Dünya Savaşı sonrası rolü kesin olarak sona ermiştir” açıklaması, Alman emperyalizminin niyetini açığa vurmaktadır. Bu açıklama ve genel olarak Almanya-Gürcistan ilişkileri, Almanya’nın, Polonya-Ukrayna-Gürcistan köprüsü üzerinden yürüyeceğinin ifadesidir. Alman emperyalizmi Rusya ile ilişkisini bozmadan, tam tersine geliştirerek ve Rusya’nın bölgedeki hassasiyetlerini de dikkate alarak Kafkasya denkleminde yer almayı amaçlıyor. Bu anlamda Gürcistan, Alman emperyalizmi için de bir köprübaşıdır.

Sonuç:
-7 Ağustosta başlayan ve 12 Ağustosta sonlandırılan Rusya-Gürcistan savaşı her halükarda Rusya'nın Gürcistan karşısında üstünlüğünü ve Rus emperyalizminin “arka bahçesi”nde, Kafkaslar'da ve Orta Asya'da kendi çıkarlarına ters düşen, başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin çıkarına hizmet edecek gelişmelere silah gücü kullanarak müdahale edeceğini göstermiştir.

-Amerikan emperyalizminin ve AB'nin, AB içinde de özellikle Almanya'nın Gürcistan'dan vazgeçmesi düşünülemez. Bunun ötesinde İran'a saldırı tehditlerinin de sürekli gündemde olması, “Avrasya Balkanı” denen bu geniş bölgede emperyalistler arası çelişkilerin esas “aktörleri” doğrudan devreye sokacak derecede gelişmiş olduğunu görmektedir.

-Rusya-Gürcistan savaşında bir taraftan Rusya ve diğer taraftan da ABD-AB ve dolaylı olarak Türkiye karşı karşıya gelmiş durumdadır. Bu haksız savaştaki saflaşma şimdilik böyle.



[1]              Bu yazı henüz yayımlanmamış “Emperyaist Jeopolitika ve Strateji” çalışmasından alınmıştır.