deneme

31 Mart 2003 Pazartesi

BARIŞ HAREKETİ VE EMPERYALİST SAVAŞ


 
Amerikan emperyalizminin hesabı tutmadı. Kaç günde Bağdat’a varılacağı, Saddam rejiminin nasıl yıkılacağı, nasıl bir rejimin kurulacağı, Irak petrolünün nasıl paylaşılacağı ve hangi firmalara Irak’ın yeniden inşası için ihale verileceği çok önceden hesaplanmıştı. Öyle ki Iraklılar, saldırganları ellerinde çiçeklerle kurtarıcı olarak karşılayacaklardı. “Cerrahi savaş” sürdürüleceği için hiçbir işgalcinin burnu dahi kanamayacaktı. Bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. İşgal orduları Necef çöllerinde çakıldı kaldı. Irak halkı, işgalcilere çiçek uzatmadı, ülkesine savunmaya başladı. Açık ki işgalciler, ikinci bir Vietnam yaşayacaklar. Irak halkı, Saddam rejiminin karakterinden, bu rejimi isteyip istememesinden bağımsız olarak, ülkesine işgalcilere karşı korumakta kararlı olduğunu gösterdi.

Bu mücadelesinde Irak halkı yalnız değil. Dünya çapında milyonlarca insan, bu savaşı engelleme umuduyla sokaklara döküldü, görkemli gösteriler yaptı. Savaşın başlamasından sonra da yine milyonlar, savaşa karşı protestolarını yükselttiler. Öyle ki, gösterileri yasaklayan İran ve Çin de kontrollü gösterilere izin vermek zorunda kaldı. Amerikan emperyalizmi, Irak halkının yalnız olmadığını, uluslararası güçlü bir desteğe sahip olduğunu gördü.
Bu destek ifadesini, bazı emperyalist ülkelerin bu savaşa karşı çıkma hareketinde değil, barış hareketinde buluyor.

Irak’ın yer altı zenginliğinin nasıl paylaşılacağı, Ortadoğu’da emperyalist hakimiyetin nasıl gerçekleşeceği konusunda emperyalist ülkeler arasındaki çelişkinin keskinleşmesi, emperyalist dünyayı ikiye böldü. Irak’a karşı savaş konusunda BM, NATO, AB ikiye bölündü. ABD, İngiltere ve İspanya’dan oluşan savaş cephesinin karşısında başını Almanya ve Fransa’nın çektiği, Rusya ve Çin’in de desteklediği “barış” cephesi yer aldı. Bu cephenin ne istediği Almanya, Fransa ve Rusya Dışişleri Bakanlarının 6 Mart 2003 tarihli açıklamalarında görülüyor:

Amacımız, Irak’ın tamamen ve barışçıl silahsızlandırılması olduğu için, bugün, Ortadoğu’nun barışçıl araçlarla kapsamlı düzenlenmesine ulaşmak için olanağımız var”.

Böylece bu emperyalist ülkeler, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını çiğnediklerini, Ortadoğu’nun yeniden ve kendi çıkarları doğrultusunda düzenlenmesi için BM’in görevine devam etmesi anlayışında olduklarını açıklamış oluyorlar. Her iki emperyalist kamp arasındaki çelişki, Irak ve bölgenin yeniden düzenlenmesinde izlenmesi gereken yöntemdir. BM şemsiyesi altında statükonun devam etmesi, son kertede Alman, Fransız, Rus ve Çin emperyalistlerinin işine yarayacaktı. Çünkü bu ülkeler Irak rejimiyle petrolün çıkartımı ve pazarlaması için milyar dolarlarla ifade edilen anlaşmalar yapmışlardı. Bu süreç Amerikan ve İngiliz emperyalistlerini dışlayan bir süreçti. Amerikan emperyalizmi Irak’a saldırısıyla bu süreci devre dışı bıraktı. Şimdilerde ise “barış” cephesinin bu unsurları, savaş sonrası Irak’ın yeniden yapılanmasında BM sorumlu olmalıdır demeye başladılar. Bunu, müdahale olanağı elde etmek ve Irak’ın zenginliklerinden pay kapmak için yapıyorlar. Bunu yaparken de kendilerini “barışsever” olarak göstermekten ve barış hareketini kendi emperyalist çıkarlarına alet etmeye çalışmaktan da geri kalmıyorlar. Başarısız oldukları da söylenemez. Özellikle Fransa ve Almanya’da barış hareketi, Fransız ve Alman emperyalizminin güdümüne girme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Barış hareketi içinde belirleyici etkisi olan pasifistler, bunların içinde de burjuva pasifistler, görkemli barış hareketini emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinden dolayı bilinen ayrışmada taraf olmaya zorluyorlar. Bu unsurlar, işe önce “savaşa karşı” olma anlayışını işleyerek başladılar ve böylece haklı ve haksız savaş ayrımı yapmadan her türlü savaşı, dolayısıyla haklı savaşları da reddetme çağrısında bulundular. Bu anlayış, Irak savaşı somutluğundan dolayı tutmadı veya bastırıldı. Şimdilerde ise “Irak’a karşı savaş hayır”, “barışçıl çözüm” demagojisiyle BM, Almanya ve Fransa, “barış”ın adresi olarak gösterilmeye çalışılıyor. Bu, bir oyundur ve bu oyunu Alman ve Fransız emperyalistleri, emperyalist pasifistler destekliyorlar. Bunlar için önemli olan, dünya çapında yükselen bu hareketi kendi emperyalist çıkarlarına alet ederek Amerikan emperyalizmiyle rekabetlerinde güçlü olmaktır.

Barış hareketi bu oyuna gelmemelidir, emperyalist, gerici, haksız savaşlara karşı mücadele etmeli ve haklı savaşların, ulusal kurtuluş mücadelelerinin, antiemperyalist devrimlerin yanında yer almalıdır. Barış hareketi, emperyalistler arası çelişkilerden dolayı taraf olmamalıdır, burada bağımsızlığını korumalıdır. Ama haklı ve haksız savaşlar konusunda taraf olmalıdır, burada bağımsız olmamalıdır.

Emperyalizm var olduğu müddetçe genel anlamda savaşlar ve savaş tehlikesi de var olacaktır, dolayısıyla barış hareketi de var olacaktır. Önemli olan, bu harekete yön vermektir. Dünya çapında milyonlarca emekçinin haksızlığa, talana ve sömürüye karşı tepkisini bu “kötülük”lerin nedeni olan düzenin yıkılması mücadelesine çevirebilmektir.


25 Mart 2003 Salı

“INFINITE JUSTICE”- DÜNYA HÂKİMİYETİ VE PETROL İÇİN SAVAŞ NE YAPARSA HAKLIDIR!

Dünya kamuoyunu, bütün ülkelerden milyonların protestosunu, ‚Irak’a karşı savaşa hayır’ haykırışlarını dikkate almayan Amerikan emperyalizmi, Irak’a karşı başlattığı savaşında daha şimdiden yenildi. Kaç günde Bağdat’a varacaklarının, ülkenin nasıl paylaşılacağının hesabını yapan emperyalist saldırganlar, evdeki hesabın çarşıdakine uymadığını kısa zamanda anladılar. Bu nedenden dolayı Bush, „uzun sürecek savaşın henüz başındayız“ demek zorunda kaldı. Irak toprakları ve Mezopotamya, saldırganlara mezar olmaya başladı. Afganistan savaşıyla ilgili olarak da aynı anlayışı dile getirmişlerdi. Ama kısa zamanda „uluslararası teröre karşı savaş“larının uzun süreceğini anladılar.

Amerikan emperyalizmi, „uluslararası teröre karşı savaş“ bahanesiyle bütün yerküreyi askeri kontrolü altına almaya çalışıyor. Onun bu adımı, bu emperyalist gücün yükselişinin son aşamasına geldiğini ve tarihsel olarak gerileme sürecine girdiğini gösteren önemli bir göstergedir. Bu, son çırpınışıdır. Amerikan emperyalizmi, bütün dünyayı askeri olarak işgal ederek, dünya hâkimiyetini kurmaya çalışmaktadır. Afganistan ve bugün de Irak, bu doğrultuda atılan adımlardır. Amerikan emperyalizmi, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirdikten sonra sıra başka ülkelere gelecektir. Büyük bir ihtimalle sırada İran var. Bu ülkeye saldırmak için de bir neden bulunacaktır. Zaten bu ülke ABD’nin „haydut devletler“ diye tanımladığı devletlerden birisidir.

Eylül 2000’de açıklanan „Ulusal Güvenlik Stratejisi“nde şu anlayışa yer veriliyor: ABD, „karşılaştırılamayacak askeri gücünden ve büyük ekonomik ve siyasi nüfuzundan dolayı kıvanç duymaktadır…Özgürlüğün kazanımlarını bütün yerküreye yaymak için ABD, bu fırsatı kullanacaktır. Demokrasi, gelişme, serbest pazar ve serbest ticaret umudunu dünyanın her köşesine götürmek için aktif olarak çalışacağız“. Amerikan emperyalizmi, bu amacına ulaşmak için önleyici savaş sürdüreceğini ve konvansiyonel silahların savaşın amacı için yetersiz kaldığında da atom silahları kullanacağını açıkladı.

Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti stratejisi, Bush hükümetinin bir kararı değildir. Amerikan tekelci sermayesinin küresel hâkimiyeti, Amerika emperyalizminin küresel hâkimiyetini gerekli kılmaktadır. Bush, bugün bu stratejiyi uygulamakla yükümlüdür.
Dünya hâkimiyeti hayalinde olan her emperyal güç, bu amaca ulaşmak için attığı her adımda haklı olduğunu iddia eder. Tarih bu gelişmenin böyle olduğunu göstermektedir.
Haklılığın, adil olmanın görece olduğunu Aristotales de biliyordu. „Adillik, zarar ile kazanç arasında düzenleyici araç olmaktan başka bir şey değildir“. Günümüze uygularsak. Burjuva düzende adalet, yasalara ve burjuva eşitlik anlayışına saygıdır. Haksızlık ise yasalara ve burjuva eşitsizliğe saygı duymamaktır. Nihayetinde, burjuva düzende kimin haklı veya haksız olduğuna karar veren de burjuva hukuktur. Öyleyse adil olan, mahkemedir, gerisi hikaye!
Demek ki haklılık sorunu, sürekli, bir hukuk sorunudur. Haklılık, son kertede toplumsal zor sorunudur (siyasi değil). Bu durumda katışıksız adalet, katışıksız zor demektir. Aksi taktirde adalet, isteyenin istediği gibi yorumladığı, içi boşaltılmış bir kavramdır. Bu durumda adalet, burjuva düzende sübjektif bir zordur. İsteye istediği gibi kullanır. Aynen Bush’un „terörizme karşı savaş“ında Irak halkına karşı kullandığı gibi.
Burjuva toplumda talep edilen adalet, arzu edilen yasallıktır. Son kertede bu, safi burjuva ahlaktır.

Herkes adaletten bahsediyor. Güya solcular, küreselleşmenin bileşenleri, daha doğrusu „antiküresel hareket“in bileşenleri, liberaller, reformistler, pasifistler, sayısız gruplar, „adil ticaret“ talep ediyorlar. Öyle ki bazı aklı evveller de „adil bölüşüm”den bahsediyorlar. Faşisti de, sosyal demokratı da adaletten bahsediyor. Dünya komiseri ve jandarması Bush da adaletten bahsediyor. Ama Bush, 11 Eylülden sonra dünyanın en büyük „özgürlük ve demokrasi savaşçısı“, sadece adalet istemiyor, „Infinite justice“ –sınırsız adalet- diyerek bütün dünyada „kötü“ye karşı haçlı seferine çıkıyor. Ne var ki bütün dünya, bu komiserin sınırsız adaletinin, dünya hâkimiyeti ve petrol için savaştan öteye geçmediğini görmekte gecikmedi. Bush, burjuva adaletin, hâkim olmak için hâkim bir değer olduğunu güncel olarak silahları konuşturarak dile getiren bir zavallıdır.

Bush, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını bütün dünyada hâkim kılmak için adaleti, savaşla karıştırmıyor. O, burjuva adaletin savaş, istila, katliam olduğunu biliyor ve bu nedenle „savaşa bir şans tanıyın“ diyor. Ama dünya halkları ona bu şansı tanımadılar.

“Infinite justice“ için kılıcını bileyerek haçlı seferine çıkan Bush, dua etmekten de gerdi kalmıyor. Duanın başladığı yerde ise düşünmek sona erer. Düşünen insan dua etmez, dua eden insan da düşünemez. Dua etmek için inanç lazım. Neye inanıldığı pek önemli değil. Bu, tanrı olabileceği gibi para da, Irak petrolü de olabilir.
Hollywood yapımı filmlerde olduğu gibi, „iyi“yi temsil eden Bush, „kötü“yü temsil eden dünya halklarına karşı savaşıyor. Bugün yaşanan, Irak halkının katliamı anlamına, bu ülkenin işgali anlamına gelen emperyalist savaş, burjuva adaletin gerçekleştirilmesi değildir, (bu, olsa olsa burjuva hukuk anlayışının sonudur) barbarlığın ta kendisidir.
„Infinite justice“, inanmak istemeyen ölmek zorundadır diyor. İnanılmaz gibi ama tam da bu noktada Bush ve güya ezeli düşmanları, örneğin Taliban, aynı düşüncedeler. İnanmayanlara yaşama şansı yok! Ve komişenel Bush, inanmayanlara karşı mücadelede bütün dünyaya, taraf olun çağrısı yapıyor.
Sadece Bush mu? Amerika emperyalizminin Huntington ve Fukuyama gibi ideologlarının imzasını taşıyan o kötü ünlü mektupta („Niçin Savaşıyoruz, Amerika’dan Mektup“, 2002), Amerikan emperyalizminin niçin savaştığı şöyle açıklanıyor: „Kolayca ‚Amerikan değeri’ olarak tanımladığımızın en iyisi sadece Amerika’ya ait değildir. Aksine insanlığın ortak mirasıdır ve böylece, barış ve adalet üzerine inşa edilmiş dünya toplumu için umudun olası temelidir. İnsafsız küresel bir kötülüğe son vererek bu savaşın (Afganistan’a karşı savaş kastediliyor, çn.), adalet üzerine kurulmuş dünya toplumu olasılığını güçlendireceğini umuyoruz“.
Demek ki sömürüyü reddetmek, özgürlük talep etmek, Amerikan hegemonyasına boyun eğmemek, „insafsız küresel kötü“ olmak için yeterli bir nedendir ve bu nedeni ortadan kaldırmak için de „sınırsız adalet“ için savaşmak gerekir.

Amerika’nın „„Infinite justice“ için savaşı hiç de yeni değildir.
İşte, II. Dünya Savaşına kadarki „Infinite justice“ –sınırsız adalet- listesi:
(Amerikan kapitalizmi bütün tarihi boyunca savaşarak gelişmiş ve ülkenin sınırlarını genişletmiştir. Onun bu ve dünya hegemonyası amacıyla deniz aşırı yerlerde girdiği, taraf olduğu silahlı çatışmaların ve gövde gösterilerinin listesi oldukça kabarıktır).
1-1759-1800: Fransa’ya karşı ilan edilmemiş deniz savaşı.
2-1801-1805: Trablusgarp, ilk korsan savaşı.
3-1806: Meksika’ya (İspanyol sömürgesi) karşı savaş.
4-1806-1810: Meksika Körfezi. İspanya ve Fransa’ya karşı deniz savaşı.
5-1810: Batı Florida’nın (İspanyol sömürgesi), savaşsız işgali ve ilhakı.
6-1812: Amelia adası ve Doğu Florida’nın bir kısmının işgali.
7-1812-1815: Büyük Britanya’ya karşı savaş.
8-1813: Batı Florida’nın (İspanyol sömürgesi) savaşsız işgali ve ilhakı.
9-1813-1814: Marquesa adalarına çıkış.
10-1814: İspanyol Floridası. Bölgenin İngilizlerden alınması.
11-1815: Cezayir. İkinci korsan savaşı.
12-1815: Tarblusgarp. Gözdağı.
13-1816-1818: İspanyol Floridası, Seminol Kızılderililerine karşı ilk savaş.
14-1818: Oregon. Ontorio savaş gemisine el konulması ve Columbia nehri bölgesinin ilhakı.
15-1820-1826: Afrika. Deniz gücünün köle tüccarlarına saldırısı.
16-1822: Küba. Korsanlara karşı saldırı.
17-1823: Küba. Adaya çıkış ve korsanlara saldırı.
18-1823: Küba. Adaya çıkış ve korsanlara saldırı.
19-1825: Küba. Adaya çıkış ve korsanlara saldırı.
20-1827: Yunanistan: Bazı adalarda korsanların takibi.
21-1831-1832: Falkland adaları. Amerikan çıkarlarının korunması için adalara çıkış.
22-1832: Sumatra. Amerikan gemilerini talan ettikleri için Quallah Battoo şehrinde yerlilerin
cezalandırılması.
23-1833: Arjantin. Ayaklanma döneminde Amerikan çıkarlarının korunması için Buenos
Aires’e komando birliklerinin çıkartılması.
24-1835-1836: Devrimci ayaklanma döneminde Lima ve Callao şehirlerinde Amerikan
çıkarlarını korumak için müdahale.
25-1836: Meksika. Teksas’ta bir bölgenin işgali.
26-1838-1839: Sumatra. Quallah Battoo ve Muckie şehirlerinde yerlilerin, Amerikan
gemilerini talan ettiler diye cezalandırılması.
27-1840: Fidşi-Adaları. Amerikan keşif ve ölçme komandosuna saldırıldı diye yerlilerin
cezalandırılması.
28-1841: Drummond Adası. Yerliler bir denizciyi öldürdü diye intikam.
29-1841: Samoa. Yerliler bir denizciyi öldürdü diye intikam.
30-1843: Afrika. Korsanları korkutmak, köle ticaretini “engellemek” ve Amerikan
denizcilerini ve gemilerini korumak için dört Amerikan savaş gemisinin Fildişi
kıyılarında gövde gösterisi.
31-1846-1848: Meksika. Meksika Savaşı, bazı bölgelerin işgali.
32-1852-1853: Arjantin. Devrim sonrasında Amerikan çıkarlarını korumak için Amerikan
deniz gücü askerlerinin Buenos Aires’e çıkması.
33-1853: Nikaragua. Siyasi altüst oluş döneminde Amerikan çıkarlarını korumak için askeri
tedbir.
34-1854: Çin. Çin’deki iç çatışmalar döneminde Amerikan çıkarlarını korumak için askeri
tedbir.
35-1856: Çin. Aynı neden ve amaçlı askeri tedbir.
36-Fidşi-Adaları. Amerikan vatandaşları talan edildi diye tazminat almak için müdahale.
37-1855: Uruguay. Devrimci altüst oluş döneminde Amerikan çıkarlarını korumak için
Amerikan ve Avrupalı deniz birliklerinin ülkeye çıkışı.
38-1856: Panama-Yeni Grenada Cumhuriyetinde Ayaklanma döneminde Amerikan
çıkarlarını korumak için müdahale.
39-1856: Çin. Amerikan çıkarlarını korumak için müdahale.
40-1858: Uruguay. Devrimci altüst oluş döneminde Amerikan çıkarlarını korumak için
ülkeye çıkış.
41-1858: Fidşi-Adaları. İki Amerikan vatandaşı öldürüldü diye yerlilere işkence yapılması.
42-1858-1859: Osmanlı Devleti. Yafa’da Amerikalıların öldürülmesinden dolayı Osmanlı
devletinin tehdit için Akdeniz (bugünkü İsrail-Lübnan ve Suriye) kıyılarında Amerikan
donanmasının gövde gösterisi.
43-1859: Çin. Amerikan çıkarlarını korumak için tedbir.
44-1860: Angola ve Portekiz Batı Afrikası. Amerikan çıkarlarını korumak için tedbir.
45-1860: Kolombiya. Devrimci altüst oluş döneminde Amerikan çıkarlarını korumak için
müdahale.
46-1863-1864: Çeşitli nedenlerden dolayı Japonya’ya üç kez gözdağı.
47-1865: Panama. Devrimci altüst oluş döneminde Amerikan vatandaşlarının çıkarını
korumak için müdahale.
48-1866: Meksika. Amerikan vatandaşlarını korumak için cezalandırma saldırısı.
49-1866: Çin. Amerikan konsolosluğuna (Newchwang) yapılan saldırıdan dolayı
cezalandırma hareketi.
50-1868: Japonya. İç çatışmalar nedeniyle Amerikan çıkarlarını korumak için tedbir.
51-1868: Uruguay. Ayaklanmadan dolayı Amerikan ve başka yabancı ülke çıkarlarını
korumak için müdahale.
52-1871: Kore. Cezalandırma hareketi.
53-1873: Kolombiya: Amerikan çıkarlarını koruma hareketi.
54-1873: Meksika: Çeşitli bahanelerle sınırı geçerek Meksika’ya saldırı.
55-1874: Havai. Amerikan vatandaşlarını korumak için hareket.
56-1882: Mısır. Amerikan çıkarlarını korumak için hareket.
57-1888: Kore. Amerikan vatandaşlarını korumak için hareket.
58-1888-1889: Samoa. Amerikan vatandaşlarını ve konsolosluğunu korumak için hareket.
59-1889: Havai. Amerikan çıkarlarını korumak için hareket.
60-1890: Arjantin. Amerikan çıkarlarını korumak için hareket.
61-1891: Haiti. Amerikan çıkarlarını korumak için hareket.
62-1891: Şile. Amerikan konsolosluğunu korumak için hareket.
63-1894: Brezilya. Amerikan çıkarlarını korumak için Amerikan deniz gücünün gövde
gösterisi.
64-1894-1896: Kore. Amerikan çıkarlarının korunması hareketi.
65-1894-1895: Çin. İki kez koruma amaçlı müdahale.
66-1896-1898: Nikaragua. İki kez Amerikan çıkarlarının korunması için müdahale.
67-1898: İspanya. İspanya-Amerika savaşı.
68-1899: Nikaragua. Amerikan çıkarlarını korumak için müdahale.
69-1899: Samoa. Amerikan çıkarlarını korumak için müdahale.
70-1899-1901: Filipinler. Amerikan çıkarlarını korumak için müdahale ve Filipin Kurtuluş
mücadelesinin yenilgiye uğratılması sonucu adaların işgali.
71-1900: Çin. Amerikan çıkarlarının korunması için müdahale (20).
1900-1917 arasında Amerikan yayılmacılığını liste olarak verelim:
72-Nisan 1900-Eylül 1901 arasında, Çin’de önde gelen kapitalist devletlerin askeri
müdahalesine katılım.
73-2-18 Kasım 1903’te ABD, Panama’yı Kolombiya’dan ayırır ve kanal bölgesini kontrolüne
alır.
74-15 Aralık 1907-22 Şubat 1909 arasında ABD, dünyaya gözdağı vermek için deniz
gücünün küresel gösterisini gerçekleştirir.
75-1901’de Kolombiya’da,
76-1903’te Honduras ve Dominik Cumhuriyeti’nde,
77-1904-1905’te Kore’de,
78-1904’te Fas’ta,
79-1906-1909’da Küba’da,
80-1907’de Honduras’ta,
81-1910’da Nikaragua’da,
82-1911’de Çin’de,
83-20 Ocak-23 Mart 1911 arasında Honduras’a askeri müdahale.
84--21 Nisan-23 Kasım 1914 arasında Amerikan orduları Veracuz’u (Meksika) işgal eder.
85-1912’de Honduras’ta,
86-1912’de Panama’da,
87-1912’de Küba’da,
88-1912’de Çin’de,
89-1912’de Osmanlı devletinde,
90-1912-1915’te Nikaragua’da,
91-1913’te Meksika’da,
92-1914’te Haiti’de
93-1914’te Dominik Cumhuriyeti’nde askeri müdahale.
94-21 Nisan-23 Kasım 1914 arasında Amerikan orduları Veracuz’u (Meksika) işgal eder.
95-14 Mart 1916-7 Şubat 1917 arasında ABD silahlı güçleri, Meksika’da sefere çıkarlar
(“Pershing Seferi”).
96-5 Mayıs 1916-16 Eylül 1924 döneminde ABD, Dominik Cumhuriyeti’ni işgal eder.
97--6 Nisan 1917-17 Kasım 1918 arasında ABD, I. Dünya Savaşı’na katılır.
97-28 Temmuz 1915-21 Ağustos 1934 arasında Haiti’nin Amerikan ordusu tarafından askeri
işgal edilir.
98-9 Haziran 1918-1 Nisan 1920 arasında ABD, Sovyet Rusya’ya karşı müdahaleye ve iç
savaşa aktif olarak katıldır.
99-25 Şubat 1917-Şubat 1922 arasında ABD, Küba’ya “şeker müdahalesi” gerçekleştirir.
100-1918-1919: Meksika’ya,
101-1918-1920: Panama’ya,
102-1919: Honduras’a,
103-1920: Çin’e,
104-1920: Guatemala’ya,
105-1921: Panama-Kostarika’ya,
106-1922: Türkiye’ye,
107-28 Şubat 1924-21 Nisan 1925 arasında ABD, Honduras’a askeri müdahale.
108-7 Mayıs 1926-3 Ocak 1933 arasında ABD, Nikaragua’yı askeri işgal eder.
110-24 Mart 1927’de Çin’e askeri müdahale.
111-Ocak-Şubat 1932’de El Salvador’da devrimci güçleri, müdahale ile tehdit eder.
112-Eylül 1933-Ocak 1934’te Küba’yı deniz ablukasına alır.
113-Ekim 1935-Mart 1937’de Puerto Rico’da kurtuluş hareketini kanla bastırır.
114-1924’te Çin’e
115-1925’te Çin’e
116-1926’da Çin’e
117-1940’daNeufunland, Bermuda, St. Lucia, Bahamas, Jamaika, Antigua, Trinidad ve
Britanya Guyana’ya
118-1941’de Grönland’a
119-1941’deHollanda-Guyana’ya
120-1941’de İzlanda’ya müdahale.

9 Mart 2003 Pazar

AMERİKAN EMPERYALİZMİ MUTLAKA SAVAŞ DİYOR


 
Geçen Cuma günü, BM Güvenlik Konseyi’nde H. Blix’in Irak Raporu üzerine görüşmeler başlamadan önce ABD Başkanı G. Bush, BM’in kendileri için önemli bir kurum olmadığını şu sözleriyle açıklıyordu: “Harekete geçmek zorundaysak, harekete geçeriz. Ve bu nedenle BM’in onayını almamıza gerek yok…Söz konusu olan kendi güvenliğimiz olunca, kimsenin müsaadesine ihtiyacımız olmaz”.

Daha öncesinde de Bush, “diplomasinin son aşamasında bulunuyoruz, sonucu nasıl olursa olsun oylama isteyeceğiz, artık kartları açmanın zamanı gelmiştir” diyerek BM’e verdiği önemi ve savaş konusundaki kararlılığını göstermekteydi.

Amerika savaş istiyor. Yapılan hazırlıklar da onun bu niyetini göstermektedir. 11 Eylül saldırısından sonra Amerikan emperyalizmi, 21. yüzyıl dünya hakimiyetini gerçekleştirmek için; stratejik alanları ve hammadde kaynaklarını ele geçirmek, kendi kontrolüne almak için savaşını, „uluslararası teröre karşı mücadele“ bahanesiyle sürdürüyor. Amerikan emperyalizmi, kendi jeopolitik açılımı içinde stratejik alanlardaki/bölgelerdeki devletleri, silah zoruyla hizaya getirmeyi hedeflemiş durumdadır. Devlet olarak ya Amerikan yanlısı olacaksın, ya da savaşı göze alacaksın.

Amerikan emperyalizmi, sorununun sadece Saddam rejimi olmadığını, bütün Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmenin kendi çıkarları açısından olmazsa olmaz koşul durumuna geldiğini çeşitli vesilelerle açıkladı. Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu’da Arap dünyasına güvenmiyor ve nüfuzunun da giderek etkisizleştiğini görüyor. Birçok Arap ülkesinde fundamentalist güçler, Amerikancı elit hakim tabakaya karşı mücadele ediyorlar. Başka bazı Arap ülkelerinde İsrail’e karşı mücadele program seviyesinde ele alınıyor. Petrol zengini Arap ülkelerinde petrodoların Amerikan emperyalizmine karşı mücadelede araca dönüştürülmesi bu emperyalist ülkeyi çileden çıkartıyor. Bütün bunlar, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki mevcut güçler kombinasyonundan rahatsız olmaya başladığını; kendine bağlama ve korkutma taktiğinin artık istenildiği gibi sonuçlar vermemeye başladığını göstermektedir. Amerikan emperyalizmi bu durumu değiştirmeye çalışıyor, bunun için mutlaka savaşacağım diyor.

Amerikan emperyalizmi, Ortadoğu’da hakimiyet kurmak ve bu hakimiyeti kendi çıkarları doğrultusunda genişletmek ve pekiştirmek için sadece İsrail’i desteklemenin ve bu ülkeyi üs olarak değerlendirmenin de pek fazla bir getirisinin kalmadığını görmektedir. O, İsrail’in yanı sıra Arap dünyasını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi hedefliyor ve bu işe de Saddam rejimini yıkarak, Irak’ta Amerikan vasalı bir rejim kurarak başlamak istiyor.
Böylece ve bu amacının yanı sıra Amerikan emperyalizmi, bölgenin enerji kaynaklarını kontrolü altına alarak, rakiplerinin enerji sorunları üstesinde de hakimiyet kurmayı planlıyor. Bölge enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmakla Amerikan emperyalizmi, özellikle Almanya, Fransa, Çin, ve Japonya gibi emperyalist rakiplerini enerji bazında kendi kontrolü altına almış olacağına inanıyor.

Amerikan emperyalizminin Irak’a karşı savaşı, bir türlü kuramadığı Yeni Dünya Düzeni’nde rakiplerinin yerini de göstermektedir. Amerikan emperyalizmi, nerede hangi güçlere tahammül edileceğini, nerede hangi güçlere karşı savaşılması ve ezilmesi gerektiğini ben belirlerim, bütün dünya da buna katılmak ve katlanmak zorundadır diyor. Böylece kendisi gibi düşünen ve hesap yapan emperyalist rakiplerine ve emperyalistleşme sürecinde ve hevesinde olan güçlere karşı tehdit savuruyor.

Amerikan emperyalizmi, rakiplerinin ve potansiyel rakiplerinin, enerji kaynaklarından nasıl yararlanabileceklerini kendisine sunulacak hizmete bağlamaktadır. Bunun ötesinde dünya hegemonyası için üs olarak kullandığı Türkiye gibi ülkelere de birtakım mali, siyasi kırıntıların verilemesini, uşaklıklarının derecesine bağlı kılmaktadır.

Amerikan emperyalizmi, Irak’a karşı savaşında yanında olmayan, karşı olan ülkeleri, sizi enerji kaynaklarından dışlarım ile tehdit etmektedir. Burada söz konusu olan emperyalistler arası çelişkiler ve emperyalist güçler arası ilişkilerin yeniden düzenlenmesidir. Amerikan emperyalizmi, dünya pazarlarındaki rekabeti düzenlemeyi, yönlendirmeyi hedefliyor ve bunun için gerekli kuralları belirlemeye çalışıyor.

Dünya hegemonyası amacına ulaşmak için Amerikan emperyalizmi, NATO’yu istediği gibi kullanabileceği bir araca dönüştürüyor. NATO, Amerikan emperyalizminin küresel müdahalesi için bir araç almalıdır diyor. Bu nedenle, NATO olanaklarını, kendi çıkarlarına göre kullanıyor. Irak’a karşı olası savaş için hazırlıklarında bu açıkça görülmektedir. Böylece savaşa karşı olduğunu söyleyen, örneğin Almanya gibi ülkeler de, bir biçimde ABD’nin Irak’a karşı savaşında yer almış oluyorlar.

BM’deki Irak ile ilgili tartışmalar, emperyalistler arası çelişkilerin kapsam ve derinliğini göstermektedir. BM, Irak’a karşı savaşa evet diyenler ve hayır diyenler olarak ikiye bölünmüş durumdadır.

Irak’a karşı savaşa şimdilik hayır diyen Fransa, Almanya, Rusya ve Çin gibi emperyalist ülkelerin “hayır” tavırları iki anlamda dile getiriliyor. Bu, “hayır”, hem ilkesel olarak hem de görece olarak yorumlanmalıdır. İlkesel olarak bu ülkeler, Amerikan emperyalizmi karşısında bağımsız hareket edebileceklerini bütün dünyaya göstermek istiyorlar. Onların “hayır”ı aynı zamanda görecedir. Çünkü Amerikan emperyalizminin İngiltere ile birlikte Irak’a karşı savaş açması durumunda bu ülkeler Irak ile şimdiye kadar yapmış oldukları petrol anlaşmalarının geçersiz kılınacağını, bölgenin enerji kaynaklarının kontrolünde uzak tutulacaklarını ve Amerikan emperyalizmine bağımlı kalacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu nedenle, Amerikan emperyalizminin kendilerine pay verme durumunda savaşa evet demeleri büyük bir olasılıktır.

4 Mart 2003 Salı

SİYASİ VE EKONOMİK KRİZ

Savaş karşıtı eylemler 15 Ocakta doruk noktasına ulaştı. Bütün kıtalarda, en az 600 merkezde milyonlarca insan, Irak’a karşı olası emperyalist savaşı protesto etti. Barıştan neyin anlaşıldığından bağımsız olarak milyonlarca insan, dünya barışı için yürüdü. Irak merkezli olarak Ortadoğu’da yaklaşan savaş tehlikesi, dünya kamuoyunu ikiye böldü. Ezici çoğunluk savaşa karşı ve barıştan yana. Irak’a karşı olası savaş, emperyalistler arası çelişkileri de keskinleştirdi. Amerikan emperyalizmi, bütün dünyayı kendi hegemonyası altına almaya çalışıyor.
Günümüzün esas savaş kışkırtıcısı ABD, amacını gerçekleştirmek için BM’i de tehdit ediyor. Ya istediğim kararı alırsın, ya da tamamen anlamsızlaşırsın baskısını uyguluyor.
Amerikan emperyalizmi sadece Irak’ı değil, bütün Ortadoğu’yu siyasi olarak yeniden şekillendirmek için bu savaşı kaçınılmaz görmektedir. ABD’nin bu doğrultuda hazırlanmış planları var. Amerikan emperyalizmi Ortadoğu’daki, özellikle de Suudi Arabistan’daki nüfuzunun giderek etkisizleştiği tespitini yapıyor ve bunun önüne geçilmesi için savaşı kaçınılmaz görüyor. Pentagon, bu gidişe durdurmak için savaşı kaçınılmaz görüyor: “Suudileri kokutmak veya bu krallık yıkılırsa, yine de petrol yataklarını kontrol etmek için Irak’a karşı savaş bir yoldur”.

Arap hükümetleri, domino taşı gibi, kendilerinin de devrileceklerinden korkmaktalar. Bu anlayışa göre Ortadoğu’nun siyasi olarak yeniden şekillendirilmesi, Irak’a karşı savaş anlamına gelmektedir.

Açık ki Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki iktisadi ve siyasi nüfuzu, bölgenin kontrolü için artık yeterli değil. Bu nedenle bölgenin askeri işgali, “terörizme karşı savaş” ve “kitle imha silahlarını yok etme mücadelesi” adı altında kaçınılmaz görülüyor.

Sadece Amerikan emperyalizmi değil, AB içinde Almanya ve Fransa, ayrıca Rusya ve Çin de, Ortadoğu’nun siyasal olarak yeniden şekillendirilmesini istiyorlar. Tabii bunların her biri bu değişimi kendi hegemonyası altında gerçekleştirmek istiyor. Söz konusu olan, bu her bir emperyalist ülkenin Ortadoğu’daki siyasi nüfuzudur. Bu durum, bir taraftan ABD ve İngiltere ile diğer taraftan Almanya, Fransa, Rusya ve Çin arasındaki çelişkileri keskinleştirmektedir.
Son haftaların bu gelişmesi ve ezilenlerin direnişi, dünyanın siyasi bir krize yuvarlandığını göstermektedir. Evet, Irak’a karşı olası savaş nedeniyle dünyanın emperyalistler arası bölünmüşlüğü ve savaş kışkırtıcıları ve savaşa karşı olanlar olarak bölünmüşlüğü ve her bir tarafın kendi doğrultusunda mücadelesi, dünya çapında siyasi bir krizin oluştuğunu göstermektedir: BM bölünmüş durumda. NATO bölünmüş durumda, AB bölünmüş durumda. Bu uluslararası kurumların hiçbirisi savaş konusunda karar alacak durumda değiller.

Amerikan emperyalizmi, BM’e kendi isteği doğrultusunda karar aldırmak için baskı uyguluyor ve bu kurum, bu konuda karar alacak durumda değil. Çünkü Fransa veto hakkını kullanmaktan bahsediyor. Rusya, ABD ile pazarlığını kızıştırmak için veto hakkımı kullanırım diyor ve Almanya ve Fransa ile dirsek temasını sürdürüyor. Çin., Irak’a karşı savaşa karşı olduğunu söylüyor, ama bu nedenle de ABD ile ilişkilerinin gerginleşmesini istemiyor.

İngiltere, İtalya, İspanya, diğer bazı AB ülkeleri ve Orta ve Doğu Avrupa’nın aday ülkeleri, Amerikan emperyalizminin Irak’a karşı savaşını destekliyorlar. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere Benelüks ülkeleri de bu savaşa karşılar.
Her ne kadar NATO, Türkiye’nin savunmasını kabul etse de bu askeri ittifak içinde Almanya, Fransa ve Belçika, NATO olanaklarının bu savaş için kullanılmasına karşılar.

Bütün bu gelişmelerin; keskinleşen emperyalistler arası çelişkilerin arka planında esasen ekonomik kriz yatmaktadır. II. Dünya Savaşından bu yana yaşanan en derin dünya ekonomik krizi, antiküresel eylemlerin ve savaşa karşı mücadelenin gölgesinde kalıyor. ABD, AB ve Japonya’da sanayi üretimi, kriz öncesi seviyesine, Almanya’da ise on yıl önceki seviyesine düşmüştür.

Krizden çıkışın yolunu emperyalist ülkeler, krizin yükünü emekçi yığınların sırtına yıkmakta ve kendi aralarındaki rekabeti keskinleştirmekte görüyorlar. Eşit olmayan gelişmenin ifadesi olan bu rekabet, dünyanın yeniden paylaşılması için mücadeleyi de keskinleştirmektedir.

Teori dünyası da çılgınlaşmaya başladı! Neoliberalizmin zaferi; dünya çapında ideolojik güç olması, “sol” kesimin önemli bir kısmını olumsuz etkiledi. Bunlar ve bunların ötesinde “sosyalist”, “komünist” çevreler, kapitalizmin bugünkü gelişmesini ifade edecek kavram bulmakta zorlanmaya başladılar. Anlaşılan o ki neoliberalizm teorisyenleri, en önemli amaçlarına ulaştılar: Bir bütün olarak toplumun ve toplumsal gelişmede söz sahibi olduğunu sananların tarihsel hafızasını silmek. Devam eden güncel kriz konusunda suskunluk veya ileri sürülen saçmalık, başka türlü anlaşılamaz. “Antiküresel hareket”in bir kesimi de buna dâhildir. Bunlar, Floransa’da, karşıt olarak gördükleri kapitalizmi, “tekellerin ve neoliberalizmin iktidarına dayanan pazar modeli” olarak tanımladılar ve tabii ki buna karşı başka bir pazar modelini de “yeni bir dünya mümkündür”de gördüler.

Anlaşılan o ki 19. yüzyıldan buyana kapitalizmin ekonomik yapısı üzerine analizler ve teoriler; bilgi birikimi, unutulmuşluğa mahkûm edilmiş. Oysa söz konusu olan, normal, kapitalist sistemin seyri içinde belli aralıklara gelen krizden; yeni bir fazla üretim krizinden başka bir şey değil.

Marks, ekonomik kriz sorununu hiçbir zaman göz adı etmemiş ve sürekli, analiz konularından birisi yapmıştır. Manifesto’dan Kapital’e böyle olmuştur. Marks açısından ekonomik kriz, kapitalist üretim biçiminin gelişme seyri içinde belli aralıklarla gelen özel bir dönemidir. Yani konjonktür devreviliğinin bir aşaması; üretimin yükselişi, kriz, durgunluk ve yeniden canlanma aşamalarını ifade eden devreviliğin bir aşaması. Bunlar, birbirini koşullayan gelişmelerdir; kapitalist üretimin anarşik karakteri gereği, pazarların meta ile dolup taşması (yeterli alıcı olmadığı için satılmaması), buna bağlı olarak kar oranının düşmesi. Kar oranının düşmesi, birikimi boğar. Birikimin boğulması, krizi hızlandırır ve nihayetinde sermaye kıyımının yolunu açar. Sermaye kıyımı, fabrikaların kapatılmasını, üretim araçlarının yenilenmesini (modernleştirme), işsizliği beraberinde getirir. Sermaye kıyımı ve işsizlik, sermaye birikimini hızlandıran koşulları yeniden yaratır.

Daha 2000 yılının sonbaharında konjonktür devreviliğinde krize doğru gelişmenin emareleri görülmeye başlanmıştı. Beklenti, işçilerin kitlesel olarak sokağa atılacakları ve yaşam koşullarının olağanüstü kötüleşeceğiydi. Ama öyle olmadı. Bu beklentide olanlar, kronik kitlesel işsizlik olgusunu göremeyenler, işçilerin, kriz olmasa da sürekli işten atıldıkları ve bu anlamda da krizle birlikte olağanüstü işten çıkartmaların görülmeyeceği gerçeğini kavrayamadılar. Aynı durum, sosyal haklar için de geçerlidir. Beklenti, krizle birlikte mücadele sonucu elde edilmiş birtakım sosyal hakların iç edileceğiydi. Bu da olmadı, Çünkü son 20 seneden bu yana, ama esas olarak ‘70’li yıllardan bu yana sosyal haklar, krizin olmadığı dönemlerde de sürekli budanmıştı. Bu iki olgu, 1970’lerden buyana işçilerin kriz olmadığı dönemde de yoğun olarak işten atıldıklarını ve sosyal haklarının budandığı gerçeğini göstermektedir.
Dünya ekonomisinin seyri konusunda; krize girilmeyeceği konusunda burjuva ekonomistlerin ve avanak küçük burjuvazinin güvencesi “New Economy”ydi, Yani “Yeni Ekonomi”. Bununla kast edilen de enformasyon teknolojisine dayanan ekonomiydi. Bu baylara göre bu teknoloji, ekonomik gelişmeyi canlandıracak, kapitalist üretimin bugüne kadarki yapısını yıkacak ve onun yerine enformasyon teknolojisine dayanan bir yapı kurulacak ve kapitalizm, yeni sömürü, artı değer üretimi tabanına sahip olacaktı. Kısa zamanda bunun da bir hikâye olduğu açığa çıktı. Çünkü ekonomik kriz, öncelikle, güven duyulan, umut bağlanan “Yeni Ekonomi” alanında, enformasyon teknolojisi alanında patlak verdi ve bu alandaki en büyük tekellerin bir kısmı arka arkaya iflas ettiler. Burjuva ekonomistler ve avanak küçük burjuvazi, aslında, bunun böyle olacağını bilmeyecek kadar aptal değil. Ama kapitalizmi temize çıkartmak için böyle hareket etmeyi görev bildiler. (Aynı yöntem, kapitalist üretim biçimini fordist dönem, fordizm sonrası dönem diye ayıran ve bunun bir marifet sayan burjuva aydınlar için de geçerlidir. Kapitalizmi temize çıkartmanın veya kapitalizmi, kapitalizm olmaktan çıkartmanın yol ve yöntemleri sayısızdır). Çünkü burjuva ekonomistlerin, değer yaratının çalışma/işgücü harcanması (yaygın ve yanlış kullanımıyla ifade edersek “insan emeği”) olmadığını kanıtlama çabaları hiç de yeni değildir. Yeni değeri makinelerin yarattığı anlayışı burjuva ekonomistlerinin temel anlayışıdır. Bunu çürütün de Marksist politik ekonomidir.

“Yeni Ekonomi”, burjuva ekonomistlerini çuvallattı, umutlarını suya düşürdü. Öngörülerinin hiç birisini doğrulamadı. Ortaya, Marksistlerin sürekli savundukları, kapitalizmin ayrılmaz bir parçası olan fazla üretim krizi çıktı.
Kapitalist merkezlerdeki, ABD, AB ve Japon ekonomilerindeki gelişmeler bunun böyle olduğunu göstermektedir. (ABD, AB ve Japonya’da sanayi üretimin 11 Eylülden çok önceleri gerilemeye başladığı burjuva ekonomistlerin ve siyasi temsilcilerinin dikkatinden kaçmış olamaz. Mart 2000’de teknoloji borsalarında patlak veren spekülasyon balonu, o zamana kadar kontrollü gereçleştirilebilen sermaye kıyımını çığırından çıkartmıştır).
Özellikle emperyalist ülkelerde konjonktür deveviliğindeki yükseliş aşamasının görülmemesi ve belli bir inişli-çıkışlı durgunluğun, genel anlamda 1970’den bu yana emperyalist ülke ekonomilerinde görülmesi ve konjonktür devreviliğinin bir aşaması olması, bugün, maddi değerlerdeki üretim gerilemesinin kriz dönemindeki ve kriz dışı dönemindeki seviyesini bazen birbirine yakınlaştırıyor ve kronik durgunluk düşüncesinin yeniden canlanmasına neden oluyor. Kronik durgunluk, nispeten uzun süren durgunluk, (kapitalizmin) çöküş teorisi üzerine Marksistler yüz yıldan bu yana kendi aralarında tartışmışlar ve belli sonuçlara varmışlardır.
Bu alandaki tartışmalar; yüzyıllık kapitalist gelişme Stalin’i doğrulamıştır: Bugünkü duruma ışık tuttuğundan dolayı belirtmek istiyorum. Bu konuda K. Kautsky, 1902’de şu tespiti yapıyordu:
”Dünya pazarının, geçici de olsa, toplumsal üretici güçlerden daha hızlı büyümesinin imkânsız olduğu, bütün sanayi ülkelinde fazla üretimin kronik olduğu… bir dönem gelecektir. Bu dönemde de iktisadi yaşamın inişli, çıkışlı olması olası ve muhtemeldir; mevcut üretim araçları kütlesini değersizleştiren ve önemli boyutlarda yeni üretim araçlarının oluşumuna neden olan bir dizi teknik altüst oluşlar,…iktisadi seyri, geçici de olsa, canlandırabilir”.

Stalin de 1934’te (XVII. Pati Kongresi) şu tespiti yapıyordu:
“Açık ki burada, sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama mutat bir durgunluğa değil, bilakis sanayii yeni bir yükselişe, açılıp-gelişmeye götürmeyen, ama onu çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir duygunlukla karşı karşıyayız” (Aç. Stalin).
Son birkaç onyılda, genel anlamda 1970’leden bu yana dünya ekonomisinde görülen de Stalini’in belirttiği bu durgunluktur, inişler, çıkışlar gösteren durgunluktur. Emperyalist ülkelerde burjuvazi, ekonomik büyümeyi istenildiği gibi büyütme ve kitlesel işsizliği ortadan kaldırma (genel anlamda işsizliği değil) olanağına artık sahip değil.

Umut bağlanan “Yeni Ekonomi”, konjonktür devrdeviliğinin bu aşamasını ortadan kaldıramamıştır. Enformasyon ve iletişim teknolojisi, kapitalizmi bu olağan krizinden kurtaramamıştır. Burjuva ekonomistlerin umduğu ve bekledikleri gibi, bu teknoloji, bir zamanlar demiryolu ve elektrikli motorların kapitalist konjonktürde oynadığı rolü oynayamamıştır. Yani uzun vadeli birikim sürecinin ve büyümenin dinamiği olamamıştır.

Eş dönemli devam eden siyasal ve ekonomik kriz, dünya çapında siyasi ve iktisadi istikrarsızlığı derinleştirmekte ve olağanüstü devrimci olanaklara yol açmaktadır. Genel olarak keskinleşen çelişkilerden ve bu istikrasızlığın beraberinde getirdiği olanaklardan devrim mücadelesi için yararlanmak gerekir.