deneme

22 Aralık 2011 Perşembe

KORE DEMOKRATİK HALK CUMHURİYETİ “Güneşin Oğlu” Kim İl Sung ve “Sevgili Önder” Kim Jong İl'in Ülkesi!

Kim Jong Il'in ölümünü burjuva basın antikomünist propaganda için bir fırsat olarak kullandı. Hemen bütün dünya basınında benzer haberlere ve yorumlara yer verildi.
Antikomünizm ayrıntılı bir analiz yapmaya da gerek görmüyor; bu onun için zararlıdır. En doğru “değerlendirme“, amaca uygun olan, toptancı değerlendirmedir. Böyle bir değerlendirme için Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) biçilmiş kaftandır. Kuzey Kore Komünist bir ülkedir, en son stalinist ülkedir, açlıkla, sefaletle boğuşan bir ülkedir, “kötülüğün sembolü olan ülkedir. Antikomünizme göre bunların toplamı da sosyalizmdir.
Peki, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti nasıl bir ülkedir? Tarihi nasıl bir ülke olduğunu gösteriyor.

14 Aralık 2011 Çarşamba

EKONOMİK KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (II)


II-EMEĞİN GELECEĞİ VE KAPİTALİZMİN SONU
Emeğin sonu” üzerine tartışmalar kapitalist üretim biçiminin dünya çapında hakim olmasından, işsizlik sorununun gündeme gelmesinden bu yana sürdürülür. Değer yasası, artı değer üretimi, spekülatif sermaye, kapitalizmin kendiliğinden çökeceği vb. üzerine yapılan bütün tartışmalar da son kertede “emeğin geleceği” ile ilgili dolaylı ve dolaysız tartışmalardır...

Kriz dönemlerinde bu türden tartışmalar yoğunlaşır. Bu tartışmalar, sadece dar bir aydın çevresi tarafından yapılmaz. Bu tartışanlara emperyalist burjuvazinin ideologlarından, burjuva ve burjuva liberal aydınlardan kendine Marksist diyenlere ve gerçekten Marksist olanlara kadar uzanan oldukça geniş bir yelpazede yer alanlar katılır. Her bir çevre, her bir akım, çoğu kez birbirinden bağımsız olarak kendi görüş açısından hareketle soruna çözümler getirir...

25 Kasım 2011 Cuma

EKONOMİK KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (I) (EKONOMİK KRİZ, DEĞİŞEN GÜÇ DENGESİ VE KENDİLİĞİNDEN ÇÖKÜŞ)



Hangi açıdan bakılırsa bakılsın kendiliğinden çöküş teorisi bir cümlede şöyle ifade edilebilir: Modern meta üretimi sistemsel bir kriz sürecine girmiştir ve bu kriz, ancak ve ancak meta üretimin -kapitalizmin- çöküşüyle sonuçlanabilir.
Bu krizin kanıtı nedir diye soracak olursanız, ancak birtakım imalarla karşılaşırsınız. Somut durumun somut analizi yok; kapitalist üretimin, sermaye hareketinin tarihsel eğilimini gösteren ampirik veriler yok. Kapitalizmin sonuna geldiğini gösteren maddi olgular ve bu olgulara dayanan bir trend yok. Ama kapitalizm çöküyor!
Kapitalizmin çöküşü a priori olgu olarak kabul ediliyor. Bunun ötesinde kapitalizmin kendiliğinden çökeceği anlayışını savunanlara kadercilik yön veriyor. Kapitalizmin geleceği iç çelişkilerinden dolayı daha baştan belirlenmiştir, bu gelecek, bu son değiştirilemez anlayışı hakim.

5 Kasım 2011 Cumartesi

G-20 TOPLANTISI VE EMPERYALİST ÜLKELER ARASI ÇELİŞKİLER

 
G-20, G-8 ülkelerinden (ABD, Kanada, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya), Arjantin, Brezilya, Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika, S. Arabistan, Güney Kore, Avustralya, Güney Afrika ve Türkiye gibi “gelişen” ülkelerden ve AB'den oluşmaktadır. Dünya Bankası ve IMF de grup toplantılarına katılmaktadır. Bu grup, dünya nüfusunun üçte ikisini, dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 90'ını ve dünya ticaretinin de yüzde 80'ini temsil etmektedir.

G-20, 1999'da uluslararası mali sistemin sorunlarını tartışmak, iyileştirme adımları atmak için maliye bakanları ve merkez bankaları şeflerinin bir forumu olarak kurulmuştu. Ama süreç içinde devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı toplantılara dönüştürüldü.

19 Ekim 2011 Çarşamba

12 EYLÜL DARBESİNİN POLİTİK EKONOMİSİ VE EMPERYALİSTLEŞEN TÜRKİYE (II)

-->
G-7 ve E-7 ülkeleri karşılaştırması ve değişen güç dengeleri:
Sanayide üretilen artı değerin GSYİH'daki payına göre yapısal değişim

G-7 ülkelerinde sanayide üretilen artı değerin GSYİH'daki payı:
Verili dönem içinde söz konusu bu ülkelerde GSYİH'da sanayide üretilen artı değerin payı küçümsenemeyecek oranlarda gerilemiştir. GSYİH'da sanayide üretilen artı değerin payı en çok İngiltere'de gerilemiştir. Bu ülkeyi diğer ülkeler takip etmiştir. Böylece sanayide artı değerin GSYİH'daki payı İngiltere'de yüzde 42,1'den yüzde 22,56'ya (19,54 puanlık bir gerileme); ABD'de yüzde 35,24'ten yüzde 21,29'a (13,95 puanlık bir gerileme); Japonya'da yüzde 45,31'den yüzde 27,97'ye (17,34 puanlık bir gerileme); Almanya'da yüzde 48,09'dan yüzde 29,64'e (18,45 puanlık bir gerileme); Fransa'da yüzde 34,94'ten yüzde 20,28'e (14,66 puanlık bir gerileme); İtalya'da yüzde 39,29'dan yüzde 26,93'e (12,36 puanlık bir gerileme); Kanada'da 1970-2006 arasında yüzde 38,05'ten yüzde 31,82'ye (6,23 puanlık bir gerileme) ve dünya ortalaması olarak da yüzde 38,17'den yüzde 26,96'ya (1,21 puanlık bir gerileme) düşmüştür. Bazı ülkelerde bu pay 1970'de neredeyse yüzde 50'den üçte bire; bazılarında üçte birden beşte bire düşmüştür. Dünya ortalamasındaki gerileme oranının nispeten az olması, başka ülkelerde sanayi üretiminin arttığının bir göstergesidir. Bu ülkelerde GSYİH'da sanayide elde edilen artı değerin payı verili dönem içinde genellikle yüzde 50 bandından yüzde 30 ila yüzde 20 bandına kadar gerilemiştir.

17 Ekim 2011 Pazartesi

BORÇLANMA KRİZİ, PROTESTOLAR


AB'de yaşanmakta olan borçlanma krizi, 2008'de patlak veren dünya ekonomik krizinin devamıdır. O dönemde hazırlanan ve uygulanan ekonomiyi destekleme paketleri (Konjonktür programları) sonucunda ekonomide belli bir „istikrar“ sağlanmıştı. Bu „istikrar“, bazı bankaların iflasını ve sermayenin kendi yasal seyri içinde değersizleşmesini (sermaye kıyımı) engellemekten başka bir anlam taşımıyordu. Destekleme paketleri mali sektöre yaramıştı ve ne kadar yaradığının sonuçlarını da şimdi görüyoruz. Hükümetler kriz sürecine müdahale etmekle sermayenin kendi seyri içinde kriz sürecinde ortaya çıkan çelişkilerinin ve çözümünün deforme olmasına neden oldular ve özel sektörün batık kredileri kamu kredileriyle kapatılarak önemli bazı bankaların iflası engellendi. Ama bu müdahalenin sonucu da devlet borçlanmasının olağanüstü artması ve borçlanma krizinin patlak vermesi oldu.

19 Eylül 2011 Pazartesi

12 EYLÜL DARBESİNİN POLİTİK EKONOMİSİ VE EMPERYALİSTLEŞEN TÜRKİYE (I)



AKP'nin içte iktidar olma mücadelesinin yanı sıra dış politikada sergilediği birtakım ”açılım“lar, Türkiye'de kapitalist gelişmenin ve buna bağlı olarak da burjuvazinin kabuk değiştirdiğini göstermektedir. AKP, hükümet olma mücadelesini geride bırakarak iktidar olmuştur. AKP'yi iktidar yapan onun ne birtakım geleneklerin, dini inançların savunucusu ve uygulayıcısı olmasıdır ne de “liberal” veya ”ileri demokrasi“ye geçişte kararlı olmasıdır; büyük burjuvazinin iki kanadı arasındaki mücadelede; uluslararası tekelci sermaye ile uyumluluk içinde yerli tekelci sermayenin çıkarlarını en iyi bir biçimde savunma mücadelesinde siyasi sorumluluğun ona verilmesidir. Burjuvazi son on yıldan bu yana veya AKP'nin hükümet olmasından bu yana uluslararası politikada ve Türkiye'nin başka ülkelerle ilişkilerinde oldukça cüretkâr hareket etmektedir. Tabi bu, Erdoğan'ın “Kasımpaşalı” olmasıyla açıklanamaz. Burjuvaziyi cüretkârlaştıran birtakım faktörlerin olması gerekir. Bu yazıda bu faktörleri ve ayrıntıya girmeden dış politikadaki “açılım”ların ne anlama geldiğini, uluslararası alanda güç dengelerindeki değişimi ve bu değişimde Türkiye'nin yerini ”emperyalizme bağımlı, yarı sömürge ülke“ perspektifi dışında kısaca ele alacağım.

1 Eylül 2011 Perşembe

LİBYA VE SINIFTA KALANLAR


Şimdi ne olacak? Magrip'ten Maşrık'a genelleştirilen “Arap Baharı”ndan, halk ayaklanmalarından, devrimden vb. bahsedenler şimdi ne diyecekler? Libya'da devrim mi oldu? Halk mı ayaklandı? Kim kimi devirdi? Benzeri sorular çoğaltılabilir.
Libya'da ne oldu?
Şüphesiz ki, Gaddafi rejimine karşı Libya halkının mücadelesinin yanındayız, özgürlük ve demokrasi mücadelesini destekliyoruz. Zaten tartışılan da bu değil. Tartışılan, Libya halkının Gaddafi rejimine karşı mücadelesi, ayaklanması değil. Açık olan şu ki, Libya'da birtakım güçler; “isyancılar”, Batılı emperyalist ülkelerle, NATO güçleriyle sıkı bir ilişki içinde görünüşte Libya halkının çıkarlarını, geleceğini savunan güç olarak hareket ediyorlar. Bu “isyancılar”ın Libya halkının özgürlük ve demokrasi talepleriyle ne derece ilişkili oldukları, kimin adına isyancılık yaptıkları ortadadır. Bu “isyancılar”ın örgütleyicileri ve her bakımdan destekçileri; Alman, Fransız, İtalyan, Amerikan emperyalistleri, bir bütün olarak NATO ve AB, bilinen nedenlerden dolayı bu ülkeyi işgal etmek için Gaddafi rejimine karşı Libya'da bir “iç savaş” çıkartmayı planladılar ve bu planı uygulayacak olanları da örgütlediler. Bundan sonrası kolaydı; Gaddafi rejimine karşı ayaklanan Libya halkı desteklenmeliydi, en azından “insani” nedenlerden dolayı desteklenmeliydi. Öyle de oldu.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

BORÇLANMA KRİZİ VE DÜNYA EKONOMİSİNİN DURUMU


4 Ağustosta hisse senedi İndeksi Dow-Jones yüzde 4,3 oranında (512,61 puan) değer kaybetti. Böylece 2008'den bu yana en büyük değer kaybına uğradı. Diğer Amerikan hisse senedi indeksleri daha büyük değer kaybına uğradılar; teknoloji işletmelerinde yoğunlaşan NASDAQ yüzde 5,08 oranında ve daha kapsamlı olan S&P 500 indeksi de yüzde 4,78 oranında değer kaybetti. Amerikan ekonomisinin diğer sektörlerinde üretimde gerilemeler oldu; üretimde en belirgin gerileme hammadde, enerji, yatırım ve silahlanma işletmelerinde görüldü.

22 Haziran 2011 Çarşamba

LİBYA VE NATO'NUN AFRİKA STRATEJİSİ


19 Martta Amerikan AFRICOM komutasında başlayan Libya'nın bombalanması NATO önderliğinde „Birleşik Koruyucular“ adı altında devam ediyor. Dünyanın tek askeri ittifakı konumunda olan NATO'nun Libya'ya saldırısı, tarihinin en uzun ikinci saldırısıdır; Afganistan 10 senedir bombalanıyor,Yugoslavya 78 gün boyunca bombalanmıştı. 

20 Mayıs 2011 Cuma

DÜNYA EKONOMİSİNDE GÜNCEL DURUM-KRİZİN SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (II)

8.2-1929-32 ve şimdiki kriz döneminde ülkelerin borçlanma durumu

Aşağıdaki borçlanma haritasında 1932'ye nazaran 2009'da daha çok sayıda ülkenin borçlanmış olduğunu görüyoruz. Esas artışın, borçlanmanın GSYİH'ya oranının yüzde 20'den fazla ve yüzde 20-39,9 oranları arasında olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda borçlanmanın GSYİH'ya oranının yükseldiğini de görüyoruz. Örneğin ABD'de bu oran 1932'de yüzde 33'ten 2009'da yüzde 84'e çıkmıştır. Diğer taraftan bazı ülkelerde borçlanma oranı düşmüştür. Buna Güney Afrika, Yeni Zelanda ve Avustralya birer örnektir.

26 Nisan 2011 Salı

DÜNYA EKONOMİSİNDE GÜNCEL DURUM-KRİZİN SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (I)


Dünya ekonomik krizi 2007'den bu yana önce mali sektörde arkasından da maddi değerlerin üretildiği sektörlerde trilyon dolarla hesaplanan farazi ve gerçek sermaye kıyımına neden oldu. Dev bankalar, üretim tekelleri battı; milyonlarca işçi sokağa atıldı, işsiz kaldı. Milyonların alım gücü düştü, bir milyara yakın insan açlık sorunuyla karşı karşıya kaldı. Yıkıcı etkisinden dolayı olsa yaşanmakta olan kriz „bütün krizlerin anası“ olarak tanımlandı. Tabii sorun kriz değerlendirmesi olunca hem nalına hem mıhına vurarak  oldukça iddialı „Marksist“ler de ortalığı kapladı. Kriz 2008'in birinci çeyreğinden itibaren sanayi üretiminde etkisini göstermeye başladı. Krizi kontrol altına alma çabaları sonuç vermedi; en azından mali alandaki yıkımı sınırlandırılabildi veya yoğun müdahale ile frenlendi, ama sanayide krizin engellenmesi için hemen hiçbir tedbir sonuç vermedi. Krizi önleme tedbirleri adı altında dünya çapında sadece 2008-2009 döneminde yapılan bütün harcamaların toplamı 27 trilyon dolara vardı. Krizden dolayı vergi gelirleri düştü; bütçeyi finanse etme olanakları daraldı, hükümetler  „ulusal“ sermayeyi kurtarmak için sosyal hakları tırpanlamanın ötesinde yoğun borçlanmaya yöneldiler. Batan bankaları kurtarmak için bolca farazi para üretildi. Ulusal gelir dağılımındaki adaletsizlik makası sermaye lehine daha da açıldı.

3 Nisan 2011 Pazar

SANAYİ ÜRETİMİ KRİZDEN ÇIKILDIĞINI GÖSTERİYOR

Sanayi üretimindeki artış ekonominin kriz sürecinde olup olmadığı sorusunu da gündeme getirdi. Tabii sorun tartışmalı; kriz ekonomiyi “teğet geçti” anlayışının ötesinde ekonominin krizden çıkamayacağı ve dolayısıyla kendiliğinden çökeceği teorisini yapanlar da var. Bunun ötesinde Türkiye'de mali sektörün krize girmemesi ama aynı zamanda maddi değerlerin üretiminde; sanayi sektöründe krizin oldukça ağır olması, örneğin yıllık üretimin 2009 yılında yüzde 9,6 oranında mutlak gerilemesi, aynı dönemde önde gelen bankaların tarihlerinde en çok kar yapmış olmaları, “sıcak para” kaçışının olmaması vb. alışılagelmiş kriz “ezberi”ni bozdu, birtakım klişeleri yıktı. Kapitalist üretim biçiminin gelişme ve varoluş yasalarını; onun ekonomik nesnel yasalarını hiçe sayarak iradi olarak kapitalizmi çökerten, bunu sanal dünyada havai fişekler patlatarak kutlayan veya birikim ve artı değer olanağı kalmadı tespitlerini yaparak   kapitalizmin tarihi kadar eksi teorileri, yeninin tespiti olarak piyasaya süren narsist “teorisyen”leri de susturdu. Önümüzdeki dönemde dünya ekonomisinin gelişmesini ele alırken bu “teorisyen”lerin yeni diye öne sürdükleri anlayışlarını da ele alacağız. Ama Türk ekonomisinin seyri de birçok konuya açıklık getirmektedir.

Sadece sanayi üretimi verilerine dayanarak ekonomi çevriminin hangi aşamasında (kriz, canlanma, durgunluk) açıklamak ne derece isabetlidir, ne derece doğrudur diye de sorabiliriz. Marksist-Leninist politik ekonomiye göre ekonomik büyüme veya küçülme; ulusal gelirin artması veya azalması sadece ve sadece maddi değerlerin üretimine bağlıdır. Buna toplam toplumsal ürün denir ve bu ürün artı değer üretimin içerir. Bu hesaplama içinde borsaların, üretimden kopuk sermaye hareketinin yeri yoktur.
Marksist teoriye göre ekonomik kriz, diğer adıyla fazla üretim krizi sadece ve sadece sermaye çevriminin ikinci aşamasında -üretim aşaması- oluşur ve üçüncü aşamasında -meta sermayenin dolaşım aşaması- açığa çıkar. Başka alanlarda, örneğin borsalarda, genel anlamda mali sektörde, para hareketinde fazla üretim krizi oluşumu aramak Marksist kriz teorisini reddetmekle eş anlamlıdır. Para,  kredi, borsa krizleri; bir bütün olarak  mali krizler olmadan da kapitalizm var olur veya ekonomik kriz oluşur ve patlak verir. Ama çoğu kez genel anlamda mali alandaki krizler yaklaşan fazla üretim krizlerinin birer işaretidir. Bu illa öyledir diye bir kural da yoktur. Kapitalizmin tarihinde fazla üretim krizi patlak vermeksizin borsa krizlerinin patlak verdiği olmuştur (örneğin 1987 borsa krizi). Genel anlamda mali sektör krize girmemesine rağmen fazla üretim krizinin patlak verdiği olmuştur. Buna Türk ekonomisi bir örnektir. 2008'den bu yana bir fazla üretim krizi yaşanıyor ve bu dönem zarfında Türkiye'de ne bir banka iflas etmiş, ne devlet borcunu ödeyemez duruma düşmüş, ne sermaye sıkıntısı yaşanmış ve ne de her biçimde, özellikle de portföy biçiminde (“sıcak para”) yabancı sermaye tasını tarağını toplayıp kaşmıştır. Yani  Yunanistan'ın, İspanya'nın, İrlanda'nın, ABD'nin, AB'nin; ekonomik kriz içinde olan   ülkelerin yaşadığı mali kriz; banka iflasları vb. Türkiye'de yaşanmamıştır. Salt bu durum dahi kriz açıklamasının sadece ve sadece maddi değerlerin üretim seyriyle yapılabileceğini göstermeye yeter. Belirttiğimiz bu nedenlerden dolayı kapitalist ekonomide, bu yazı somutunda da Türkiye ekonomisinde sermaye çevriminin aşamalarını maddi değerlerin üretim hareketine bakarak tespit ediyoruz; yani sanayi üretiminin seyri bize ekonominin sermaye çevriminin hangi aşamasında olduğunu gösterir. Öyleyse:

1-Mali sektöre sermaye çevrimi yeteneği verenler, mali sektördeki her krizi fazla üretim krizi olarak algılayanlar, mali sektörde kriz olmaksızın sanayide kriz olamaz diyenler, mali sektörde kriz-sanayide kriz ayrımı yapmayanlar; bu yönlü burjuva ekonomi teorilerini savunanlar, her seferinde olduğu gibi bu sefer de yanıldılar. Bu narsist “teorisyen”ler pratikten bir şeyler öğrenirler mi, burasını bilmiyorum, ama en azından Türkiye'de yaşanan mali krizsiz fazla üretim krizini açıklamak zorundadırlar. Mali sektöre, spekülatif sermayeye sermaye çevrim yeteneği verenler Amerikan ekonomisi krizde olmasına rağmen 2008'de batan dev bankalarının bugün yeniden milyarlarca “kar” elde edecek duruma gelmelerini açıklamak zorundadırlar.

2-Maddi değerlerin üretim süreci krizin yegane oluşum yeridir; kriz oluşumu  başka yerde aranamaz.

3-Ekonomide büyümenin veya küçülmenin yegane kıstası maddi değerlerin üretimidir, somutta da sanayi üretimidir.
Bu nedenlerden dolayı sanayi üretiminin seyri ekonominin seyri için belirleyicidir.

4-Ekonominin krizden çıkması, hele hele  krizden çıkışın başlangıcında yaşam koşullarında iyileşmenin hemen hissedileceği anlamına gelmez; böyle bir beklenti hayaldir. Krizden çıkışın toplumsal yaşama etkisi süreç içinde hissedilir.

Bu kısa değerlendirmede, açıklanan son sanayi üretimi verilerine göre bir güncel durum tespiti yapacağız. Bakalım veriler bizi nereye götürecek.

1-Sanayi Üretiminin Gelişme Seyri

1.1-Kriz öncesi en yüksek üretim değerine göre aylık sanayi üretiminin 
      seyri


Kriz öncesi üretimin en yüksek olduğu aya göre sanayi üretimin gelişmesi, 2005= 100:



Yukarıdaki grafik “mevsim ve takvim etkilerinden” arındırılmamış verilerden hazırlanmıştır. Üstteki  veriler 2005=100 hesaplamasının (Tuik), alttaki veriler ise  Mayıs 2008=100 (123,4=100) hesaplamasının sonuçlarıdır. Aynı verilerden kaynaklandığı için sonuçların da aynı paralelde olması doğaldır. Bu veriler temelinde grafik bize sanayi üretiminin Şubat 2009'da dibe vurduğunu (-31,4) ve sonraki dönemde ise üretimin, belli düşüşün olmasına rağmen sürekli arttığını göstermektedir; 2010'un Ekim ayındaki yüzde 4,5 oranındaki üretim artışını Kasım ayındaki yüzde 9,4 oranında (Mayıs 2008=100'e göre yüzde 5,3 oranında) mutlak gerileme ve Aralık ayında da yüzde 10,5'e varan bir artış takip ediyor.
Bu veriler, üretimin seyri bakımından fazla bir şey ifade etmiyor diyemeyiz; üretimin kriz öncesi en yüksek artış seviyesinden (2005=100'e göre 2008 Mayıs ayı) Aralık 2010'a kadar sanayi üretimi dibe vurduktan sonra ne bir durgunluk ve ne de depresyon eğilimi yansıtmıştır; aksine bazı aylarda belli bir istikrarsızlık  gösterse de sürekli artış içinde olmuştur. Demek ki “çarklar dönüyor” ve önümüzdeki dönemde de dönmeye devam edecektir. Bu nedenle, bu verilere dayanarak Türk ekonomisinin fazla üretim krizinden çıktığını söyleyebiliriz.

Aşağıdaki grafikte mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış (1); mevsim ve takvim etkisinden arındırılmamış (2) ve takvim etkisinden arındırılmış (3) verileri bir arada gösterdik. Her birinin başlangıcı farklı ama kriz öncesinde üretim artışının en üst seviyesinin gerçekleştiği ay olarak çıkış noktasını oluşturuyor. Sonrasındaki üretimin gelişmesini karşılaştırabilmek için başlangıç noktasını 100 olarak aldık.

 
Etkileyen faktörler çıkartılınca krizin dibe vurma ayı da değişiyor, ama önemli olan bu değil. Önemli olan her üç endeksin de üretimin dibe vurmasından sonra sürekli artış eğilimi içinde olmasıdır. Takvim etkisinden arındırılmış endekse göre sanayi üretimi neredeyse Eylül 2010'dan bu yana; 2010'un son dört ayında ve diğer iki endeks de son üç ayından buyana mutlak büyüme sürecinde, yani krizden çıkmış gözükmektedir. Büyüme oranlarının da nispeten yüksek olması mutlak küçülme olasılığını zayıflatmaktadır. Yani üretim bir biçimde hız kazanmıştır ve ancak frenleme ile durdurulabilir.

Sanayi üretiminde mutlak büyümeye geçiş sürecini somutlaştırmak için 20010 yılının son altı ayı verilerini grafikleştirelim.


Yukarıdaki grafikteki her üç durumda da sanayi üretiminin mutlak küçülmeden mutlak büyümeye (üretim artışına) Eylül-Ekim ayları arasında geçtiğini görüyoruz. Bu gelişmeyi açık seçik destekleyen başkaca faktörler olsa, krizden çıkışın daha Eylül ayında gerçekleşmiş olduğu söylenebilir. Her halükarda Ekim ayı sanayi üretiminin   mutlak büyümeye geçtiği dönemi oluşturmaktadır.

1.2-Bir  önceki yılın aynı ayına göre sanayi üretimin seyri




Yukarıdaki grafikte sanayi üretiminin bir önceki yılın aynı ayına göre Ağustos 2008'den itibaren kesintisiz olarak 2009'un Eylül ayına kadar (14 ay) mutlak küçülme ve 2010 yılının bütün aylarında da artış içinde olduğunu görüyoruz. Bir bakıma burada sanayi üretiminin 14 ay boyunca istikrarlı bir biçimde küçüldüğünü ve son 12 ay boyunca da istikrarlı bir biçimde arttığını görüyoruz. Tabii bu üretim artışı ancak 2010 yılının son 3-4 ayı içinde mutlak büyümeye dönüşmüştür.

1.2-21 yüzyılda toplam sanayi üretiminin yıllık büyüme oranı


Yıllar bazında Türkiye'de ekonomi 21. yüzyılın ilk fazla üretim krizinde yüzde 8,7 oranında  (2001) ve ikinci krizinde de 2008'de yüzde 2,1 ve 2009'da da yüzde 9,6 oranında mutlak küçülüyor. Bu durumda  yıllar bazında ilk krizden bir sene içinde, ikinci krizden de iki sene içinde çıkılıyor.

Aşağıdaki grafik yukarıdakinin başka bir görünümüdür. Burada 2005=100 bazında büyüme oranları  2000-2010 arasında hem endeks hem de zincirleme endeks olarak verilmiştir. Sonuç aynı; 2010'da sanayi üretimi sadece 2008'e ve 2009'a göre değil, 2007'ye göre de daha fazla büyümüştür; üretim artışı 2010'da 2007'ye göre yüzde 1,4; 2008'e göre yüzde 1,9 ve 2009'a göre de yüzde 13,1 oranındadır.




2-GSYİH'nın Büyüme Seyri

2.1-Yılın çeyreklerine göre GSYİH'nın büyüme seyri


2001 krizinde arka arkaya üç çeyrek küçülen ekonomi şimdiki krizde arka arkaya dört çeyrek küçülüyor ve son beş çeyrek boyunca da büyüyor.

2.2-Yıllara göre GSYİH'nın büyüme seyri


GSYİH verileri de 2010 yılı itibariyle ekonominin krizden çıktığını  göstermektedir. Oransal verilerin ifade ettiği büyüme (1998 yılı sabit fiyatıyla):

-Kriz öncesinde (2008) GSYİH tutarı:101,9 milyar TL . (Daha önceki yıllarda sabit fiyat üzerinden GSYİH'nın artışı:2000; 72,4, 2001; 68,3, 2002; 72,5, 2003; 76,3, 2004; 83,5, 2005; 90,5, 2006; 96,7, 2007; 101,3 milyar TL).
-Kriz yılında (2009) GSYİH tutarı: 97 milyar TL.
-2010 yılında GSYİH tutarı: 105,6 milyar TL.
GSYİH 2009'da 2008'e göre yüzde 4,8 oranında mutlak geriliyor . 2010'da da 2009'a göre yüzde 8,9 ve 2008'e göre de yüzde 3,6  oranında artıyor. Böylece kriz yılı öncesinin seviyesi de aşılmış oluyor.
2010'da GSYİH, kriz öncesine (2008) göre 3,7 milyar TL daha fazla: 105,6-101,9=3,7.

Büyümenin lokomotifi: Sanayi, somutta da imalat sanayi üretimi. Yani ekonominin büyümesi üretimden kaynaklanıyor.
Lokomotif olmak başka sektörleri de peşine takmak demektir; sanayi üretimi kaçınılmaz olarak ticareti, ulaşımı, yatırımları doğrudan etkilemiştir. 2010 itibariyle yüzde 13,6 oranında büyüyen imalat sanayi (ekonomideki payı yüzde 24,2), örneğin  ticaret sektörünün yüzde 12,7; ulaştırma sektörünün yüzde 10,5; inşaat sektörünün yüzde 17,1 oranında büyümesine neden olmuştur.
Tüketim artışının büyümeye katkısı 4,7 ve yatırımların katkısı da 5,4 puan olmuştur.
2010'da yatırımlar 2009'a göre yüzde 33,5 oranında artmıştır. Yapılan ithalata bakarsak büyümenin daha ziyade özel sektör yatırımları ve iç tüketim talebinden kaynaklanıyor olduğunu görürüz. Tabii artan ithalat, artan cari açık demektir.

Kriz yılı   2009'da özel sektör yatırımları yüzde 17,7 oranında geriliyor. 2010'da ise cari fiyatlarla yüzde 31,1 oranında artıyor. 2010 yılı itibariyle özel sektörün makine teçhizat yatırımları yüzde 35,3 ve aynı yılın son çeyreği itibariyle de  61,1 oranında artıyor.

İhracatta olağanüstü bir artışın olmadığını göz önünde tutarsak iç talebin büyümedeki rolü açığa çıkar.

Umarım Nelte'yi unutmamışsınızdır. Kapitalizmi kendiliğinden çökerten, artı değer elde etme olanaklarını ortadan kaldıran; kapitalizmi kapitalizm yapan sömürü kanallarını yok sayan (Bkz.: İ. Okçuoğlu (http://www.ibrahimokcuoglu.blogspot.com); „Emeğin“ Geleceği ve Kapitalizmin Sonu-Nelte ve Kurz Fantezileri Veya da Nelte ve Kurz “Harikalar Diyarında”!, Mayıs 2009) ve başka bir dünyada yaşadığını sanan iradeci. Yaşanmakta olan ekonomik krize başka bir rol biçmişti; aynen kitaplarda yazıldığı gibi, verili koşulları içinde patlak veren ve sonlanan klasik bir fazla üretim kriziyle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmemişti. Dünyanın sonunu getirmişti, işçi sınıfını cesaretlendirmemiş, ama kapitalistleri kendi kendinize çöktünüz diye korkutmuştu! Aşağıdaki grafik üretimin durmadığını; artı değer elde etme kanallarının tıkanmadığını gösteriyor; yukarıdaki oransal hesapların başka görünümü.
Kapitalist neden makine ve teçhizat alır? Kişisel tüketimi için mi? Yoksa üretmek ve satmak için mi? Makine ve teçhizat kişisel tüketilmeyeceğine göre üretmek için alınır. Kapitalizmde de üretimin olduğu her yerde sömürü vardır; artı değer vardır. Demek ki kapitalizm krizini sömürü ve artı değer kanallarını yeniden düzenleyerek aşıyor.



3-Sanayi Üretiminde Kapasite Kullanım Oranının Seyri

3.1- Aylara göre imalat sanayiinde kapasite kullanımı


Verili dönem içinde imalat sanayinde kapasite kullanımının en yüksek olduğu ay 2008'in Haziran ayıdır (yüzde 80,3). Bu oran bir ay sonra yüzde 79,8'e düşüyor ve Ağustos ayında da yüzde 80 oluyor. Sonrasında ise Mart 2009'a kadar sürekli düşüyor. 2009'un Mart ayı verili dönem içinde kapasite kullanımının dibe vurduğu aydır, yüzde 64; yani üretim olanaklarının yüzde 36'sının kullanılamadığı ay. Mart 2009'dan  Mart 2010'a kadar nispeten dengesiz kapasite kullanım artışı, sonrasında nispeten süreklilik arz eden bir artışa geçiyor. Mart 2009'dan Kasım 2010'a kapasite kullanım oranı her ne kadar 11,9 puan artmışsa da 2010'un Kasım ayı itibariyle  2008'in Haziran ayındaki seviyene ulaşamamıştır.

3.2- Yıllara göre imalat sanayiinde kapasite kullanımı
 

Yıllar bazında kapasite kullanımı 2001 kriz yılında yüzde 70,9 oranına kadar düşüyor ve kapasite yeteneğinin yüzde 29,1'i kullanılamıyor. 2001-2007 arasında, 2005'teki önemsiz düşme hesaba katılmazsa kapasite kullanım oranı istikrarlı bir biçimde artıyor. 2008-2009 kriz yıllarında kapasite kullanım oranı 2008'de yüzde 78,1'e ve 2009'da da yüzde 65,2'ye kadar düşüyor; 2008'de kapasite yeteneğinin yüzde 21,9'u ve 2009'da da yüzde 34,8'i kullanılamıyor. Kapasite kullanımı 2010 yılında yeniden artıyor (6,1 puan ) ve 2001'deki kullanım oranı seviyesini önemsiz oranda aşıyor (0,4 puan).

4-İşsizlik

4.1-Aylara göre işsizlik oranı


İşsizlik oranlarıyla ilgili verilerin gerçeği yansıtmadığını bu verileri hazırlayanlar da biliyor. Buna rağmen bu verilerden başlıca iki sonuç çıkartabiliriz: Kriz döneminde işsizlerin sayısı artar. Ekonominin krizde olmadığı dönemlerde işsizlik oranı mutlaka düşer diye bir kural artık geçersiz. Bunun nedenini sermayenin organik bileşimindeki değişmede; yoğun “emek” (iş gücü) kullanımı yerini yoğun teknoloji kullanımının almasında aramak gerekir. Yukarıdaki grafikte verili dönemde (2007-2009 arası bütün aylar ve 2010'un Ekim ayna kadar olan dönemi) işsizlik oranı 2007'nin Haziran ve Temmuz aylarında yüzde 8,8'e ve 2009'un Mayıs ayında da yüzde 8,9'a kadar düşüyor. İşsizlik oranı 2007'nin Ağustos ayından ekonomi krizde olmamasına rağmen 2009'un Şubat ayına kadar sürekli artıyor. İşsizlik oranı 2008'in Şubat ayında yüzde  11,9'dan ekonominin krize girdiği aylarda sürekli düşüyor ve Mayıs 2008'de  yüzde 8,9'den sürekli artarak 2009'un Şubatında en yüksek seviyesine çıkıyor; yüzde 16,1. Sonrasında aynı yılın Temmuz ayına kadar sürekli düşüyor (Temmuz, yüzde 12,8). Yeniden artan işsizlik oranı Ocak 2010'da yüzde 14,5'e çıkıyor ve yeniden düşmeye başlıyor.
İşsizlik oranlarındaki böyle bir gelişme yukarıda belirttiğimiz iki olguyu doğrular: Her ne kadar kriz döneminde işsizlik oranı belirgin bir şekilde artsa da, işçiler ekonominin krizde olmadığı dönemlerde de sokağa atılıyorlar ve böylece kronikleşmiş kitlesel işsizlik toplumsal yaşamın; günümüzde kapitalizm gerçekliğinin yasal bir görünümü oluyor. 2007'nin ikinci yarısında ekonomi krizde olmamasına rağmen işsizlik oranındaki artış, ekonominin krize giriş süreci olan 2008'in ilk yarısında işsizlik oranındaki düşme bunun böyle olduğunu gösterir.

4.2-Yıllara göre işsizlik oranı


Yıllık işsizlik oranları da yukarıda bahsettiğimiz gelişmeyi doğrulamaktadır. Ekonomi 2002 ve 2003 yıllarında krizde olmamasına rağmen işsizlik oranı giderek artmıştır. 
2008-2009 krizinin 2001 krizine göre daha ağrı geçtiğini işsizlik oranlarından da görüyoruz; 2001 kriz yılında işsizlik oranı yüzde 8,5 oranında kalırken, bu oran 2008 yılında yüzde 11'e, 2009 yılında yüzde 15,8'e çıkmış ve  2010 yılında da yüzde 13,7 oranında kalmıştır. Yıllık işsizlik oranının 2009'da yüzde 15,8'den 2010'da yüzde 13,7'ye düşmesi, 2,1 puanlık bir azalma belli sayıda işsizin iş bulduğu anlamına gelir.

Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Sanayi üretimindeki artışın geçici, dönemsel faktörlerin sonucu olmadığı açık. Süreklilik arz eden inişili-çıkışlı büyüme ve üretimin kriz öncesi en üst seviyesinin aşılması ve aynı zamanda yıllık büyümenin de 2005=100 bazında 2008 ve 2009 yıllarındaki küçülmeyi geride bırakmış olması ekonominin kriz aşamasından çıktığını gösterir. 

 

9 Mart 2011 Çarşamba

ARAP ÜLKELERİNDE HALK AYAKLANMALARI - “BÜYÜK ORTADOĞU”NUN EMPERYALİST JEOPOLİTİKADAKİ YERİ VE EMPERYALİST ÜLKELER ARASI ÇELİŞKİLER


Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki gelişmeler birbirini kovalıyor. Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali diktatörü devrildi, ama diktatörlüğü yerinde duruyor. Mısır'da Hüsnü Mübarek diktatörü devrildi, ama diktatörlüğü yerinde duruyor. Sırada diğerleri var: Fas, Cezayir, Libya, Cibuti, Yemen, Umman, Bahreyn, Kuveyt, Irak, İran, Ürdün, Suriye kaynıyor. İnsanlık tarihi ilk kez, farklı ülkelerden halk yığınlarının adeta eş zamanlı ayaklanmalarına şahit oluyor. 17 Aralık 2010'da işsiz akademisyen Muhammed Buzizi'nin (Tunus) kendini yakması bütün bölgeyi tutuşturan kıvılcım oldu. 17 Aralık 2010'dan günümüze kadar bölgenin bazen şu ülkesinde bazen bu ülkesinde önplana çıksa da kitlesel eylemler sürekliliğini ve yoğunluğunu korudu.

Tunus ve Mısır'daki ayaklanmaları bazen eş zamanlı olarak Cezayir'de, Yemen'de, İran'da, Ürdün'de, Fas'ta, Kuveyt'te, Bahreyn'de kitlesel protestolar izledi. Şimdi en şiddetli ve kanlı protestoların gündemde olduğu ülke Libya.

Cezayir, hammaddelerinin hemen hepsini AB'ye satmaktadır; özellikle Fransız emperyalizminin işbirlikçisi olan Cezayir rejimi, göstericilere karşı kullandığı şiddetten dolayı emperyalist efendileri tarafından da eleştirilmekte ve „zor kullanmaktan vazgeçmeye“ çağrılmaktadır.

12 Şubat 2011 Cumartesi

DANIŞIKLI DARBE! MAĞRİP VE MAŞRIK'TA AYAKLANMALAR- ESAS NEDENİ VE KARAKTERİ


Mağrip'te ayaklanmalar üzerine bir kısım devrimci-burjuva basında ortaklaşan iki görüş ortaya çıkıyor: Ayaklanmaların esas nedeni açlıktır ve Mağrip ve Maşrık ülkelerinde gerçekleşen devrimdir.
Dünyanın bu bölgesindeki ayaklanmaların veya genel olarak sosyal patlamaların, ama en azından Tunus ve Mısır'daki gelişmelerin esas veya tek nedeni olarak açlık gösterilemez. Aşağıdaki harita ve grafiklerde bölge ülkelerini ve son iki yıl için reel GSH'nın büyüme oranlarını görüyoruz. Fas'tan Pakistan'a uzanan bu bölge, Amerikan emperyalizminin Genişletilmiş Ortadoğu Projesini uygulamaya çalıştığı alandır. Bölge genel anlamda, revizyonist Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Balkanlarda ve Kafkasya'da olduğu gibi, dar alanda “it dalaşı”nın görülmediği bir alandır. Bunun nedeni bölgenin önemsizleştiği değildir, tersine bölge genelde Amerikan emperyalizminin hegemonyası altındadır ve diğer emperyalist güçler ancak ve ancak ABD'nin işine geldiği oranda bölge sorunlarına müdahil olabilmekteler. Dolayısıyla bölge halklarının özgürlük hareketi içeriksel olarak doğrudan emperyalizme, somutta da öncelikle Amerikan emperyalizmine karşı bir mücadele olarak görülmelidir. Bölgedeki halk ayaklanmalarının başarıya ulaşması ve giderek başka ülkelere yayılması sonucunda Amerikan emperyalizminin içine girdiği çöküş süreci hızlanacaktır; İngiliz emperyalizminin II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığını Amerikan emperyalizmi yaşayacaktır.

6 Şubat 2011 Pazar

MAĞRİP'TE AYAKLANMA ZAMANI...


Tunus, Cezayir, Mısır, Sudan, Ürdün, Yemen, Suriye...!

Dünya işçi sınıfını, emekçilerini, ezilen, talan edilen halkları, sömürgeciliğe karşı mücadele eden ulusları heyecanlandıran gelişmeler oluyor Mağrip'te. Aklıma Che ve „bir, iki, üç, daha fazla Vietnam“ sloganı geliyor. Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya uzanan şerit karışıyor; karıştıkça güzelleşiyor, güzelleştikçe çekici oluyor. Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının önemli bir ayağını oluşturan BOP'u (Büyük Ortadoğu Projesi) Irak halkının direnişiyle hayal oldu, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ise Mağrip halklarının ayakları altında ezildi.
Giderek daha çok sayıda Arap ülkelerinde kitlesel gösteriler artmakta; on binler, yüz binler, milyonlar değişim istemekte. Her tarafta yükseltilen talepler hep aynı: İş, ekmek ve özgürlük. Yani işsizliğe karşı ve demokrasi için mücadele.

17 Aralık 2010'da işsiz akademisyen Muhammed Buzizi'nin kendini yakması bütün bölgeyi tutuşturan kıvılcım oldu. Tunus'ta Zeynel Abidin bin Ali diktatörlüğü yıkıldı; mücadele günlerinde kitleler yıkılan diktatörlüğün faşizan kolluk güçlerine ve talancılara karşı mücadele eden milisler kurmaya, ana caddelerde barikatlar oluşturmaya başladılar. Korku yaymak için nedensiz insan öldürmenin yanı sıra ayaklanmanın önderlerine ve aktivistlerine karşı sürdürülen intikam eylemleri de sonuç vermedi. Halk hareketinin baskısı sonucunda siyasal tutuklular serbest bırakıldı, ülke dışındaki muhalefet güçleri ülkeye döndüler.
Emperyalist ülkelerin durumu kurtarmak için sorunu polis gücüne atması ve Tunus ordusunu “güvenilir” ve “demokratik” bir güç olarak lanse etmeye çalışması da sonuç vermedi. Tunus halkı, generallerini eğittikleri Tunus ordusunun ancak emperyalistler açısından “güvenilir” olduğunu ve bu ordunun son yıllarda Tunus'ta her türden ilerici hareketlenmeyi acımasızca bastırdığını ve dolayısıyla Zeynel Abidin bin Ali diktatörlüğünün bir dayanağı olduğunu biliyor.

Son günlerde emperyalist ülkelerde hükumetlerin en çok kullandıkları kavramlardan birisi de “istikrar” olmuştur. Tunus'ta “istikrar” istemeleri, hareketin başka Arap ülkelerine yayılacağı korkusundan kaynaklanmaktadır; Tunus susturulunca başka ülkeleri etkilemesi engellenmiş olacaktı. Ama olmadı. Bütün Mağrip ülkelerinde gerici diktatörlükler kitlesel gösterilerle protesto edilmeye başlandı.

İslam dünyası ayakta”!

Tunus:
Bugün Tunus yarın Mısır”!
Tunus, emperyalist çıkarları ve IMF dayatmalarını uygulama konusunda, örneğin ulusal işletmeleri devletleştirmede uluslararası sermaye bakımından örnek bir ülkedir. Ağırlıkta gıda maddeleri ve tekstil ürünleri olmak üzere Afrika'nın önde gelen ihracatçı ülkesidir. Böyle ihracatçı bir ülke olmasında düşük ücretlerin, sendikaların baskı altında tutulmasının, her türlü muhalefetin ezilmesinin önemli bir payı vardır. 10 milyon nüfuslu Tunus'ta 80 bin polis görev yapmaktadır.

Tunus'taki ve diğer Mağrip ülkelerindeki sosyal felaketten emperyalizm de sorumludur. Bu ülkelerde yeni sömürgeci yapılar kendiliğinden, salt gerici yerli diktatörler vasıtasıyla kurulmamıştır. Bu Kuzey Afrika ülkesinde AB, Meksika'da ABD'nin oynadığı rolü oynamaktadır ve benzeri sorunlarla karşı karşıyadır; ihracatın yüzde 30,8'ini ve ithalatında yüzde 45,7'sini hammaddeler ve yarı mamul ürünler oluşturmaktadır. Bu ticarette Fransa, İtalya ve Almanya önemli rol oynamaktadır; öyle ki bu üç ülkeye yapılan ihracat toplam ihracatın yüzde 59,4'ünü, ithalatın da yüzde 45,3'ünü oluşturmaktadır. Bütün olarak AB'nin payı da yüzde 80'dir. Ödemeler dengesi ve dış ticaret sürekli açık vermektedir ve konjonktürün seyri AB'ye bağımlıdır. Tunus'u kaybetmek, AB'nin Afrika ayağına vurulmuş bir darbe olur.

Cezayir:
Cezayir'de Tunus'takine benzer bir rejim hakimdir. Sorunlar ve rejim tipleri bütün Mağrip'te aynıdır; faşizan askeri diktatörlükler altında uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda özelleştirmeler, sürekli artan işsizlik ve enflasyon. Bütün bunlar Mağrip ülkelerinin temel sosyal özellikleri ve bu ülkeleri krize sokan nedenlerdir. Cezayir'de petrolün devletleştirilmiş olması sorunun özünde bir şey değiştirmiyor; çünkü bu ulusal zenginlik rüşvetçi, tamahkar bürokrasinin elindedir.
Cezayir'de de birçok insan, Muhammed Buzizi eylemini örnek alarak kendini yakmış, rejim, protestoların zor kullanarak önlemeye çalışmıştır. Kısa zaman önce tahıl fiyatları yüzde 30, yağ fiyatı yüzde 20, şeker fiyatı yüzde 80 arttırılmıştı. Devlet başkanı protestoları önlemek için bu maddelerin vergilerinde indirime gideceğini açıklamasına rağmen protestoları engelleyememiştir.

Mısır:
Uçak seni de bekliyor Mübarek”!
Temel gıda maddeleri kıtlığı ve fiyatlarının yüksek olması Mısır'da yıllardan beri bir protesto konusudur. Bu alandaki mücadeleye “orta tabakalar” da katılmaktalar. İşsizlik de büyük bir sosyal sorun olarak Mısır toplumunu gündeminde. Muhalefetin baskı altında tutulduğu, seçimlerde birçok adayın yasaklandığı bu ülkede rejim, ordunun ve Amerikan emperyalizminin desteğiyle ayakta durmaktadır. Mısır zindanları siyasi tutuklularla doludur. Oldukça geniş bir örgütlenme ağına dayanan sivil polis her türden muhalefeti bastırmada önemli bir rol oynamaktadır. Bütün yasaklamalara rağmen “Müslüman Kardeşler” parlamentoda da temsil edilen en güçlü muhalif parti konumundadır.

Mısır, Amerikan askeri yardımlarını alan ülkeler arasında üçüncü sırada yer alıyor. Mübarek diktatörlüğünün baş destekçisi ABD'dir, aynı zamanda AB'nin bir kısmı tarafından da desteklenmektedir. Emperyalist güçler açısından Mısır, çok önemli bir jeostratejik konuma sahiptir, bu anlamda mutlaka kontrol altında tutulması gereken bir ülkedir. Bu nedenledir ki, Mübarek'in devrileceğini hesaba katan emperyalist güçler, “Uluslararası Atom Enerji Dairesi”nde emperyalistlere önemli hizmetler sunan El Baradey'ı çözüm olarak piyasaya sürdüler; bu nedenledir ki, ABD'den Almanya'ya emperyalist merkezler “barışçıl” geçişten bahsediyorlar.
Durumu kurtarmak için Amerikan emperyalizmi Mübarek'e gitmelisin demeye başladı; nitekim Obama, Mübarek’in “mevcut durumun sürdürülemez olduğunu kabul ettiğini” açıkladı. Şimdi başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler için önemli olan İsrail faktörünü göz önünde tutarak emperyalist çıkarları savunabilecek yeni bir düzenin kurulması olacaktır. Obama'nın “hemen şimdi başlaması gereken değişimin ülkeyi barışçıl bir geçişe ve adil seçimlere” götürmesi gerekir açıklamasının ardında yatan budur.

1 Şubatta 2 milyonluk kitle eylemi Mübarek'e sonunun geldiğini, kesin olarak gitmesi gerektiğini gösterdi. Mübarek'in Eylül'deki seçimlerde tekrar aday olmayacağını açıklaması, protestoların önünü almaya yetmedi.

Aralarında “Müslüman Kardeşler” ve Muhammed El Baradey önderliğindeki “Değişim İçin Ulusal Birlik”in de bulunduğu koalisyonun açıklamasında “İnsanlara Tahrir Meydanı'ndaki protestolara devam etmeleri için çağrıda bulunuyoruz ve herkesi Veda Cuması'na katılmaya davet ediyoruz” denildi.

Ürdün:
Ürdün'de hükümetin kriz politikasına karşı kitlesel protestolar gelişmiş, ama durumu kontrol altında tutmak isteyen Ürdün krallığı, rejimin sonlanmasını talep eden yığınları gıda maddeleri ve benzin fiyatlarını sübvanse ederek yatıştırmaya çalışmaktadır. Ama bu da çare olmadığı için kral hükumeti görevden almıştır.
Henüz kitlesel protesto olmasa da Suriye reform talepleriyle toplumsal yaşamı kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

Yemen:
Yemen'de öğrenci gençlik başkent San'a'da Tunus elçiliğine yürüyerek Tunus halkın selamlamış ve Yemen'deki toplumsal sorunları dile getirmiştir. 32 yıldır iktidarda olan diktatör Ali Abdullah Salih'e, “seni devirmeden önce defol git” “selamı” gönderilmiştir.
Sonunda Yemen Devlet Başkanı da teslim bayrağını çekti; Tunus ve Mısır'dan sonra Yemen'de de diktatörlüğün sonu göründü. Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih bir dahaki seçimlerde aday olmayacağını açıkladı.

Libya:
Zeynel Abidin bin Ali meslektaşının durumuna çok üzülen Gaddafi, gelişmelerin gerisinde kaldı ve Tunus halkının Zeynel Abidin bin Ali'nin 2014'te seçime katılmayacağım demesini kabul etmemesini anlayamadığını açıkladı! Afrikalı göçmenleri takibatıyla AB politikalarına destekten dolayı birkaç milyar alabilen; emperyalizmle işbirliğini kapsamlaştıran Gaddafi, doğru bir tespit de yapıyor: Anlaşılan o ki, diktatörlerin, “soylular”ın iktidar çağı sona yaklaşmakta ve yeni bir çağ başlamaktadır!

Mağrip'teki ayaklanmaların merkezine giderek sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelesi perspektifi yerleşmektedir. Tunus'ta yeni kurulan geçici hükümet, muhtemelen Mısır'da da kurulacak olan geçici hükümet ve diğer ülkelerdeki olası değişimler, ülkenin yeni sömürge konumunda ve halkın baskı altında tutulması gerçekliğinde hiçbir şey değiştirmeyecektir. Bunun böyle olabilmesi için yaşanmakta olan kendiliğindenci mücadelenin, halk hareketinin antiemperyalist devrim perspektifiyle devrimci, komünist partiler tarafından yönlendirilmesi gerekir.

Mağrip diktatörlerinin işbirlikçileri “demokratik“ devletlerdir, emperyalist ülkelerdir.
Tunus'ta gösterilerin başlamasından bu yana „demokratik” devletler, daha önce yaptıkları gibi bu sefer de “kaygı”larını dile getirdiler, “sükunet” talep ettiler ve diyalog çağrısı yaptılar. Tunus'un bağımsızlığına saygı ve bağımsız bir devletin içişlerine karışmama adına katliamlara göz yumdular ve kullanılan zor karşısında üzüntülerini dile getirmekten öte bir şey yapmadılar. İki hafta öncesine kadar Fransız hükümeti Zeynel Abidin bin Ali diktatörlüğünü savunmaya devam etmiş, güvenlik güçleri arasındaki işbirliğini hatırlatarak ülkedeki durumu düzeltmek için Tunus hükümetine ortak hareket etme önerisinde bulunmuştur. Fransız hükümeti nihayetinde Zeynel Abidin bin Ali'ye sığınma hakkı vermemişse bunu, Tunus halkının haklı davasını savunmak için değil, “Grande Nation”a (“Büyük Ulus”a) yöneltilebilecek eleştirilerin önünü almak için yapmıştır.

Sadece Fransa değil, bir bütün olarak AB ve tabii ki ABD de Tunus halkına yardım etmeye hazır olduklarını açıkladılar; diğer Mağrip ülkelerinde rejimler yıkılırsa o ülke halklarına da yardım elini uzatmak istediklerini açıklayacaklarından emin olabiliriz.

Tunus'ta diktatörlüğün yıkılması ve Mısır'da H. Mübarek'in sonunu yaklaştıran kitlesel eylemler birçok Arap ülkesi hükümetlerini ve her şeyden önce de ABD ve AB'yi şoka sokmuştur.

Bazı sonuçlar:
1-Bu ülkelerde diktatörlüklere karşı mücadelenin nedenleri sadece diktatörlük olgusundan kaynaklanmıyor; sosyal durum genel olarak bütün dünya ülkelerinde aynı: Bu ülkelerde olduğu gibi bütün dünyada işsizlik kronikleşmiş temel bir sorun. Geleceksizlik gençliğin temel sorunu. Sosyal hakların sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, temel gıda maddeleri fiyatlarının artması, özgürlüklerin sınırlandırılması, baskı mekanizmalarının güçlendirilmesi kapitalizm koşullarından kaynaklı sorunlardır. Bu anlamda bugün Mağrip ülkelerindeki yoksulluk ve baskıya karşı ayaklanmalar daha öncesinde, örneğin 2006'dan bu yana Fransa'daki, İtalya'daki, İngiltere'deki ve son olarak da Yunanistan'daki kitlesel mücadelelerin bir devamıdır.

2-Bu ayaklanmalar, hem Arap ülkelerinde hakim sınıflar ve hem de onların destekçisi emperyalist güçler için bir ders olmuştur; dışarından bakıldığında çok sağlam yapılanmış görünen baskı rejimlerini, faşizan diktatörlüklerini kitlesel hareketle yıkmanın çok da zor olmadığını anlamışlardır. Bu mücadelelerden Mağrip halklarının iradesi muzaffer çıkmıştır; bütün dünya halkları kazanmış, emperyalist güçler ve işbirlikçileri kaybetmiştir.

3-Bundan sonrası nasıl olur? Kendiliğindenci hareket mücadeleyi buraya kadar sonuç alarak getirdi. Bu eylemlerde başka bir dünya arayışı, kapitalist sisteme karşı mücadelenin önplanda olmaması ayaklanmalarla elde edilen kazanımların yeni yönetim tarzıyla eritileceği, etkisizleştirileceği tehlikesinin çok büyük olduğunu göstermektedir. Bu ayaklanmalarda mücadeleyi kapitalizme karşı sürdürecek, antiemperyalist devrimi sonuçlandıracak öznelerin olmaması veya oldukça zayıf olması elde edilen kazanımların ilerletilemeyeceğinin en büyük göstergesidir.

4-Bölge ülkelerinin çoğu 1980'li yıllardan bu yana iktisadi bakımdan Dünya Bankası ve IMF'nin kontrolü altındadır. Uluslararası sermayenin bu kurumlarının program adı altındaki dayatmaları sonucunda bu ülkelerde hükümetler sübvansiyonları kaldırmak zorunda kaldılar; böylece halkın yoksul kesimleri daha da yoksullaştı, bundan „orta kesim“ler de etkilendi. Bunun ötesinde özelleştirme ve yerel pazarların dünya pazarına göre hareket etmekle karşı karşıya kalmaları, yerel ve bölgesel üretimi ve iktisadi yapıları yıkmıştır; özellikle bu yıkım tarım sektöründe gündeme gelmiştir. Fas'tan Suriye'ye kadar hemen bütün bölge ülkelerini uluslararası işletmeler ucuz ücretli sektör olarak kullandılar. Pazarlar yabancı ürünlerle dolup taştı, yerli üreticiler ise iflas etmekten kurtulamadılar.

Revizyonist sistemin yıkılmasından bu yana çoğu Arap ülkesi, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçler tarafından köşeye sıkıştırıldılar, bazen “yağlandılar”, şımartıldılar, bazen de kulakları çekildi. Böylece uluslararası sermayenin ve bölgede hakim olan emperyalist güçlerin çıkarlarına uyum sağlamalarına çalışıldı. İsrail ile iyi ilişki karşılığında Ürdün ve Mısır kapsamlı iktisadi ve askeri yardım aldılar. Avrupa'yı göçmenlerden korumak, “uluslararası teröre, somutta da “İslami terör”e karşı mücadele etmek için bu ülkelerde polis güçleri ve ordu, batı standartlarına göre donatıldı ve eğitildi; bu donatım ve eğitimin sonuçlarını en yoğun olarak göstericiler yaşadılar. Böyle bir yolun sonuna gelinmiş olması başta ABD olmak üzere AB ve hala ayakta duran diktatörler için bir şok olmuştur.

5-Bölgenin hakim güçleri (ABD ve AB) bakımından durum oldukça tehlikeli; kitle hareketleri bir taraftan emperyalist savaş ve işgalin aksine demokrasi ve özgürlüğün ne olduğunu gösterirlerken, diğer taraftan da yerli uşaklarını, işbirlikçilerini kaybetme tehlikesinin olduğunu göstermektedir. Eli kanlı bu diktatörler, emperyalizmin sadık işbirlikçileriydiler ve efendilerinin desteği olmaksızın ayakta kalmaları mümkün değildi. İşçi sınıfını, emekçi yığınları, bütün halkı baskı altında tutan, katleden, muhalefeti acımasızca bastıran bu diktatörler yaptıkları iş karşılığında uluslararası mali sermaye tarafından sürekli desteklendiler. Şimdi durum değişti; eskisi gibi yönetmenin, sömürme ve tala etmenin olanağı kalmadı ve bütün sorun “kuralları içinde“ iktidar değişimini gerçekleştirebilmektir. Bu geçişin ne denli tehlikeli olabileceğini Pakistan'da askeri rejimin yıkılmasından sonraki gelişmeler göstermektedir.

6-Ayaklanmalar kitlesel ve sonuç alıcı, ama sonuçlarının ne denli radikal bir değişimi ifade edeceği henüz bilinmiyor veya mevcut muhalif güçlerin yıkılan düzene nazaran ne derece radikal demokratik adımlar atacağı konusunda bir dizi soru işareti var. Ayaklanmalar içinde yer alan veya yıkılan diktatörlüklerin temsilcilerinin muhatap aldıkları partilerde eksi rejim unsurlarıyla ve emperyalist güçlerle uzlaşma eğiliminin olduğu biliniyor. Bunların bu ülkelerde rejim değişikliğine katkılarının ne olacağı soru götürür. Sorun iktidardaki kişilerin yer değiştirmesiyle; iktidar partisinin gitmesi ve muhalif partilerin hükumet olmasıyla sınırlandırılırsa ayaklanmalardan kalıcı sonuçlar alınamaz. Şüphesiz hiç kimse ayaklanmalarda yer alan burjuva partilerden -ne kadar demokratik olurlarsa olsunlar- sömürü sistemini değiştireceğini, emperyalizmi kovacağını, kapitalizmi yıkacağını beklememelidir. Bu ancak devrimle gerçekleşebilir. Ama en azından yeni sömürgeci yapılara dokunan, demokratik bir düzeni savunan bir iktidarın gelmesi beklenir. Ama örneğin Tunus'ta geçici hükümetin böyle bir açılım yapmasını beklemek hayal olur.

Mısır'da ise ordu sorunu nasıl ele aldığını dolaylı olarak açıkladı. Devlet televizyonunda açıklama yapan Mısır ordu sözcüsü halka şöyle diyor: “Mesajınız ulaştı. Talepleriniz anlaşıldı. Şimdi Mısır'a normal hayatı geri getirecek olan sizlersiniz”.
Yani, bizi, karıştırmadan Mübarek'i devirdiniz, bundan sonrası sizin işiniz değil!

7-Mağrip ayaklanmaları bölgesel devrim olanaklarının ne denli nesnel ve güçlü olduğunu gösterdi. Emperyalizm, uluslararasılaşmış sermaye, emperyalist küreselleşme koşullarında işçi sınıfı ve emekçi yığınların sorunlarını aynılaştırıyor; her tarafta yoksulluğa, talana, sömürüye, gericiliğe, faşizme, emperyalizme karşı mücadele yükseliyor. Tunus halkının sorunlarıyla, Yemen, Suriye, Mısır halklarının sorunları pek farklı değil. Tunus'ta başlayan ayaklanmanın yankısı boşta kalmadı. Gerçi her bir ülkedeki ayaklanmalar arasında örgütsel bir ilişki yoktu, ama etki ortadaydı. Tek tek ülkelerdeki ayaklanmalar, bölgesel kurtuluşun, bölgesel devrimin yolunu açıyor. Bu gerçek ve bölgesel antiemperyalist koordinasyon çalışmaları; mücadeleyi ortaklaştırma çabaları güçlendirilmelidir.

27 Ocak 2011 Perşembe

SON İKİ DÜNYA EKONOMİK KRİZİ SÜRECİNDE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE PORTFÖY YATIRIMLARI BAZINDA ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETİNİN SEYRİ(II)

EKLER 

Tablo I Son iki kriz sürecinde uluslararası sermaye hareketi (milyar dolar)
Göstergeler
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Doğrudan yatırım akışı
1 271
735
651
560
711
916
1 306
1 979
1 771
1 114
Zincirleme endeks*
27,7
-57,8
-11,4
-14
27
28,8
42,5
51,5
-10,5
-37,1
Yurt dışına doğrudan yatırım akışı
1 150
621
647
612
813
779
1 216
2 147
1929
1 101
Zincirleme endeks
8,7
-46
4,2
-5,4
32,8
-4,2
56,1
76,5
-10,1
-42,9
Ülke içi doğrudan yabancı yatırım mevcudu
6 314
6 846
7 123
8 245
9 545
10 130
11 999
15 660
15491
17 743
Zincirleme endeks
19,1
8,4
4
15,7
15,8
6,1
18,4
30,5
-1,1
14,5
Yurt dışı doğrudan yabancı yatırım mevcudu
5 976
6 582
6 866
8 197
10 325
10 672
12 474
16 227
16 207
18 982
Zincirleme endeks
18,5
10,1
4,3
19,4
26
3,4
16,9
30,1
-0,1
17,1
Uluslararası birleşmeler
1 144
801
370
297
381
716
880
1 031
707
250
Zincirleme endeks
49,3
-30
-53,8
-19,7
28,3
87,9
22,9
17,1
-31,4
-64,6
Bağımlı yabancı
işletmelerin cirosu
15 680
18 517
17 685
17 580
20 986
22 171
25 177
31 764
31069
29 298
Zincirleme endeks
16,7
18,1
-4,5
-0,6
19,4
5,6
13,6
26,1
-2,2
-5,7
Bağımlı yabancı
işletmelerin brüt üretimi
3 167
3 495
3 437
3 706
4 283
4 517
4 862
6 295
6163
5 812
Zincirleme endeks
15,1
10,3
-1,7
7,8
15,6
5,5
7,6
29,5
-2,1
-5,7
Bağımlı yabancı
işletmelerin varlık toplamı
21 102
24 952
26 543
30 362
42 807
45 564
51 187
73 457
71694
77 057
Zincirleme endeks
28,4
18,2
6,4
14,4
41
6,4
12,3
43,5
-2,4
7,5
Bağımlı yabancı
işletmelerin ihracatı
3 572
2 600
2 613
3 077
3 733
4 214
4 707
5 775
6 663
5 186
Zincirleme endeks
11,4
-27,2
0,5
17,8
21,3
12,9
11,7
22,7
15,4
-22,2
Bağımlı yabancı
işletmelerde çalışanlar (1000)
45 587
53 581
53 094
54 170
59 458
62 095
72 627
80 396
78957
79 825
Zincirleme endeks
13,3
17,5
-1
2
9,8
4,4
17
10,7
-1,8
1,1
Kaynak: UNCTAD; 2000 için World Investment Report (WIR) 2001, s. 10; 2001 için WIR 2002, s. 4; 2002 için WIR 2003, s. 3; 2003 için WIR 2004, s. 9; 2004 ve 2005 için WIR 2006, s. 9; 2006 için WIR 2007, s. 9; 2007 için WIR 2009, s. 18; 2008 ve 2009 için WIR 2010, s. 16.
*)Endeks hesaplamasını biz yaptık.

*

Tablo II Bazı ülke ve bölgelere doğrudan yabancı yatırım akışı (milyon dolar)
Bölge/ülke
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Dünya
1387 953
817 574
678 751
559 576
710 755
958 697
1411 018
2099 973
1770 873
1114 189
%
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
Endeks*
100
58,9
48,9
40,3
51,2
69,1
101,7
151,3
127,6
80,3
Gelişmiş ülkeler
1107 987
571 483
489 907
366 573
396 145
611 283
940 861
1444 075
1018 273
565 892
Endeks
100
51,6
44,2
33,1
35,8
55,2
84,9
130,3
91,9
51,1
AB
671 417
357 441
374 000
295 154
213 726
498 400
562 444
923 810
536 917
361 949
Endeks
100
53,2
55,7
44
31,8
74,2
83,8
137,6
80
53,9
-Fransa
43250
50476
48906
46981
31 371
84 951
78 154
96 221
62 257
59 628
-Almanya
198276
21138
36014
12866
- 15 113
41 969
55 171
76 543
24 435
35 606
-İngiltere
118 764
52 623
27 776
14 515
56 214
177 901
148 189
186 381
91 487
45 676
K. Amerika
380 798
186 948
83 900
36 352
123 910
131 740
299 466
374 371
379 830
148 540
Endeks
100
49,1
22
9,5
32,5
34,6
78,6
98,3
99,7
39
-ABD
314 007
159 461
62 870
29 772
122 377
104 773
236 701
265 957
324 560
129 883
Kanada
66 791
27 487
21 030
6 580
1533
26 967
62 765
108 414
55 270
18 657
Endeks
100
41,1
31,5
9,9
2,3
40,4
94
162,3
82,8
27,9
Diğer gelişmiş ülkeler
29 752
15 707
25 761
19 986
54 539
-25 930
42 069
81 282
87 384
38 963
-Japonya
8 323
6 241
9 239
6 324
7 816
2 775
- 6 506
22 550
24 426
11 939
Gelişen ülkeler
252 459
219 721
157 612
172 033
275 032
316 444
412 990
564 930
630 013
478 349
Endeks
100
87
62,4
68,1
108,9
125,3
163,6
224,2
249,6
189,5
Afrika
8 728
19 616
11 780
15 033
17 199
29 459
45 754
63 092
72 179
58 565
Endeks
100
224,7
135
172,2
197,1
337,5
524,2
722,9
827
671
-Kuzey Afrika
2 918
5 490
3 631
5 784
5 905
12 235
23 155
24 785
24 098
18 285
-Diğer Afrika
5 810
14 126
8 149
9 250
11 294
17 224
22 599
38 307
48 081
40 279
Nijerya
930
1 104
1 281
1 200
2127
4978
13956
6 087
6 814
5 851
Endeks
100
118,7
137,7
129
228,7
535,3
1500
654,5
732,7
629,1
Güney Afrika
888
6 789
757
762
799
6 644
-527
5 695
9 006
5 696
Endeks
100
764,5
85,2
85,8
90
748,2
-59,3
641,3
1014
641,4
Angola
879
2 146
1 643
1 415
1 449
-1304
-38
9 796
16 581
13 101
Endeks
100
244,1
186,9
161
164,8
-148,4
-4,3
1114
1886
1490
L. Amerika ve Karayipler
97 537
88 139
51 358
49 722
100 506
76 412
92 945
163 612
183 195
116 555
Endeks
100
90,4
52,7
51
103
78,3
95,3
167,7
187,8
119,5
-G. Amerika
57 852
38 771
26 788
21 268
37 419
44 305
43 102
71 562
91 670
54 754
-Brezilya
32 779
22 457
16 590
10 144
18146
15066
18822
34 585
45 058
25 949
Endeks
100
68,5
50,6
30,9
55,4
46
57,4
105,5
137,5
79,2
Meksika
16 586
26 776
14 745
10 783
18 674
20 945
19 291
27 440
23 683
12 522
Endeks
100
161,4
88,9
65
112,6
126,3
116,3
165,4
142,8
75,5
Asya ve Okyanuslar
146 195
111 966
94 474
107 278
157 328
210 572
274 291
338 226
374 639
303 230
Asya
146 067
111 854
94 383
107 120
156 622
210 026
272 890
336 922
372 739
301 367
Endeks
100
76,6
64,6
73,3
107,2
143,8
186,8
230,7
256,5
206,3
-Batı Asya
1 494
6 099
3 554
4 132
18 581
42 622
63 988
78 092
90 299
68 317
-Türkiye
982
3 266
1 038
575
2 837
10 031
19 989
22 023
18 148
22 029
Endeks
100
332,6
105,7
58,6
288,9
1021,5
2035,5
2242,7
1848,1
2243,3
S. Arabistan
- 1 884
20
-615
208
1942
12097
18 293
22 821
38 151
35 514
Endeks
100
-1,1
32,6
-11
-103,1
-642
-971
-1211
-2025
-1885
Güney, Doğu ve Güneydoğu Asya
142 326
102 228
68 386
96 915
138 041
167 404
208 902
258 830
282 440
233 050
Endeks
100
71,8
48
68,1
97
117,6
146,8
181,9
198,4
163,7
-Hindistan
2 319
3 403
3 449
4 269
5474
7 606
19 662
25 001
40 418
34 613
Endeks
100
146,7
148,7
184,1
236
328
847,9
1078
1743
1492
-Çin
40 715
46 878
52 743
53 505
60 630
72 406
72 715
83 521
108 312
95 000
Endeks
100
115,1
129,5
131,4
148,9
177,8
178,6
205,1
266
233,3
-HongKong, Çin
61 939
23 775
9 682
13 561
34 032
33 618
45 054
4 341
59 621
48 449
Güney Kore
8 572
3 683
2 941
3 752
7 727
7 055
4 881
2 628
8 409
5 844
Endeks
100
43
34,3
43,8
90,1
82,3
56,9
30,7
98,1
68,2
-Orta, Doğu, Güneydoğu Avrupa/CIS
27 508
26 371
31 232
20 970
39 577
30 971
57 167
90 968
122 588
69 948
Endeks
100
95,9
113,5
76,2
143,9
112,6
207,8
330,7
445,6
254,3
-Rusya
2 714
2 469
3 461
1 144
15444
12 886
32 387
55 073
75 461
38 722
-En az gelişmiş ülkeler
3 802
6 454
5 763
7 356
8 740
7 142
12 816
25 566
32 358
27 971
-Petrol ihraç eden ülkeler
2 170
8 212
8 636
10 937
22 894
47 670
62 201
85 750
112 371
85 998
-Bütün gelişen ülkeler (Çin hariç)
211 714
172 843
104 869
118 528
214 402
244 038
340 275
481 409
521 701
383 349
Endeks
100
81,6
49,5
56
101,3
115,3
160,7
227,4
246,4
181,1
Kaynak: UNCTAD; WIR 2004, s, 367-371; 2004 yılı için WIR 2006, s, 299-302; 2005 ve 2006 için WIR 2008, s, 253-256; 2007-2009 yılları için WIR 2010, s, 167-171.
*)Endeks hesaplamasını biz yaptık.

*

Tablo III Ülke grupları ve kıtalar bazında doğrudan yabancı yatırım akışı (milyon dolar ve %)
Bölge/ülke
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Dünya
1387 953
817 574
678 751
559 576
710 755
958 697
1411 018
2099 973
1770 873
1114 189
%
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
Gelişmiş ülkeler
1107 987
571 483
489 907
366 573
396 145
611 283
940 861
1444 075
1018 273
565 892
%
79,8
69,9
72,2
65,5
55,7
63,8
66,7
68,8
57,5
50,8
AB
671 417
357 441
374 000
295 154
213 726
498 400
562 444
923 810
536 917
361 949
%
48,4
43,7
55,1
52,7
30,1
52
39,9
44
30,3
32,5
K. Amerika
380 798
186 948
83 900
36 352
123 910
131 740
299 466
374 371
379 830
148 540
%
27,4
22,9
12,4
6,5
17,4
13,7
21,2
17,8
21,4
13,3
Gelişen ülkeler
252 459
219 721
157 612
172 033
275 032
316 444
412 990
564 930
630 013
478 349
%
18,2
26,9
23,2
30,7
38,7
33
29,3
26,9
35,6
42,9
Afrika
8 728
19 616
11 780
15 033
17 199
29 459
45 754
63 092
72 179
58 565
%
0,6
2,4
1,7
2,7
2,4
3,1
3,2
3
4,1
5,3
L. Amerika ve Karayipler
97 537
88 139
51 358
49 722
100 506
76 412
92 945
163 612
183 195
116 555
%
7
10,8
7,6
8,9
14,1
8
6,6
7,8
10,3
10,5
Asya ve Okyanuslar
146 195
111 966
94 474
107 278
157 328
210 572
274 291
338 226
374 639
303 230
%
10,5
13,7
13,9
19,2
22,1
22
19,4
16,1
21,2
27,2
-Orta, Doğu, Güneydoğu Avrupa/CIS
27 508
26 371
31 232
20 970
39 577
30 971
57 167
90 968
122 588
69 948
%
2
3,2
4,6
3,7
5,6
3,2
4,1
4,3
6,9
6,3
-En az gelişmiş ülkeler
3 802
6 454
5 763
7 356
8 740
7 142
12 816
25 566
32 358
27 971
%
0,3
0,8
0,8
1,3
1,2
0,7
0,9
1,2
1,8
2,5
Kaynak: UNCTAD; WIR 2004, s, 367-371; 2004 yılı için WIR 2006, s, 299-302; 2005 ve 2006 için WIR 2008, s, 253-256; 2007-2009 yılları için WIR 2010, s, 167-171.
-Oran hesaplamasını biz yaptık.

*

Tablo IV G-20 ülkelerine doğrudan yabancı yatırım akışı (milyon dolar)
Ülkeler
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Arjantin
10 418
2 166
785
478
4 274
5 265
5 037
6 473
9 726
4 895
Avustralya
13 071
4 006
13 978
7 900
42 390
- 35 295
25 736
45 477
46 722
22 572
Brezilya
32 779
22 457
16 590
10 144
18 146
15 066
18 822
34 585
45 058
25 949
Çin
40 715
46 878
52 743
53 505
60 630
72 406
72 715
83 521
108 312
95 000
Hindistan
2 319
3 403
3 449
4 269
5 474
7 606
19 662
25 001
40 418
34 613
Endonezya
-4550
-2977
145
-597
1 896
8 337
4 914
6 928
9 318
4 877
Meksika
16 586
26 776
14 745
10 783
18 674
20 945
19 291
27 440
23 683
12 522
S. Arabistan
- 1 884
20
- 615
208(t)
19 42
12 097
18 293
22 821
38 151
35 514
G. Afrika
888
6 789
757
762
799
6 644
-527
5 695
9 006
5 696
G. Kore
8 572
3 683
2 941
3 752
7 727
7 055
4 881
2 628
8 409
5 844
Türkiye
982
3 266
1 038
575
2 837
10 031
19 989
22 023
18 148
7 611
G-20'den 11 ülke toplamı (“Yükselen pazarlar”)
126 330
119 444
107 171
92 376
164 789
165 452
209 340
282 592
356 941
255 093
Endeks
100
94,5
84,8
73,1
130,4
131
165,7
223,7
282,5
201,9
G-20 toplamındaki payı, %
14,2
26,3
32,4
40,7
39,6
25,9
24,3
24,9
34,6
40,7
Dünya toplamındaki payı, %
9,1
14,6
15,8
16,5
23,2
17,3
14,8
13,5
20,2
22,9
Diğer G-20 ülkeleri toplamı (G-8 ülkeleri)*
765 500
334 766
223 841
134 603
251 270
472 197
652 606
851 341
674 927
370 649
Endeks
100
43,7
29,2
17,6
32,8
61,7
85,3
111,2
88,2
48,1
G-8=bazında 11 ülke toplamı, %
16,5
35,7
47,9
68,6
65,6
35
32,1
33,2
52,9
68,8
Dünya toplamındaki payı, %
55,2
40,9
33
24
35,3
49,3
46,3
40,5
38,1
33,3
G-20 toplamı
891 830
454 210
331 012
226 979
416 059
637 649
861 946
1 133 933
1 031 868
625 742
Endeks
100
50,9
37,1
25,5
46,7
71,5
96,6
127,1
115,7
70,2
Dünya toplamındaki payı, %
64,3
55,6
48,8
40,6
58,5
66,5
61,6
54,3
58,3
56,2
Dünya top. t
1387 953
817 574
678 751
559 576
710 755
958 697
1411 018
2099 973
1770 873
1114 189
Endeks
100
58,9
48,9
40,3
51,2
69,1
101.7
151,3
127,6
80,3
Kaynak: UNCTAD; WIR 2004, s. 367-371; 2004 yılı için WIR 2006, s. 299-302; 2005 ve 2006 için WIR 2008, s. 253-256; 2007-2009 yılları için WIR 2010, s. 167-171.
*) İngiltere, ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Rusya, Kanada.
-Tablonun tek tek ülkeler dışındaki bölümünü ve oran hesaplamasını biz ekledik.

*

Tablo V G-8 ülkelerine doğrudan yabancı yatırım akışı (milyon dolar)
Ülkeler
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
Fransa
43 250
50 476
48 906
46 981
31 371
84 951
78 154
96 221
62 257
59 628
Almanya
198 276
21 138
36 014
12 866
- 15 113
41 969
55 171
76 543
24 435
35 606
İngiltere
118 764
52 623
27 776
14 515
56 214
177 901
148 189
186 381
91 487
45 676
ABD
314 007
159 461
62 870
29 772
122 377
104 773
236 701
265 957
324 560
129 883
Japonya
8 323
6 241
9 239
6 324
7 816
2 775
- 6 506
22 550
24 426
11 939
Rusya
2 714
2 469
3 461
1 144
15 444
12 886
32 387
55 073
75 461
38 722
İtalya
13 375
14 871
14 545
16 421
16 815
19 975
39 239
40 202
17 031
30 538
Kanada
66 791
27 487
21 030
6 580
1 533
26 967
62 765
108 414
55 270
18 657
G-8 top.
765 500
334 766
223 841
134 603
251 270
472 197
652 606
851 341
674 927
370 649
Dünya toplam
1387 953
817 574
678 751
559 576
710 755
958 697
1411 018
2099 973
1770 873
1114 189
Kaynak: UNCTAD; WIR 2004, s, 367-371; 2004 yılı için WIR 2006, s, 299-302; 2005 ve 2006 için WIR 2008, s, 253-256; 2007-2009 yılları için WIR 2010, s, 167-171.

*