deneme

27 Kasım 2009 Cuma

KAPİTALİZMİN ALTERNATİFİ SOSYALİZMDİR (IV)





Sosyalizm ütopya/hayal değildir, erişilemez değildir.
Kapitalizmde imkansız olan sosyalizmde mümkündür.
Sosyalizm zaferdir, kapitalizmin yegane alternatifidir.
Kapitalizmin alternatifi sosyalizmdir'in bu (sonuncu) makalesinde ekonomide ve toplumsal yaşamın bir çok alanında kapitalizm-sosyalizm karşılaştırması yapacağız.

Ekonomi alanında:
Sovyet sanayi, sanayinin yapısı bakımından dünyanın en modern sanayi konumuna gelmiş, Sovyet ekonomisinde üretimin yapısı temelden değişmişti. Örneğin ekonomide bütün brüt üretimde sanayinin payı, 1929'da yüzde 54,5'ten 1940'ta yüzde 80,6'ya çıkarak devasa bir gelişme göstermiş; sosyalist sanayide devrim gerçekleştirilmişti. Ağır sanayinin toplam sanayideki payı bakımından SB, dünyada birinci konumdaydı. Aynı dönemde, örneğin 1929'da, ABD toplam sanayi üretiminde ağır sanayinin payı yüzde 54,5; Almanya'da yüzde 55,9; Fransa'da yüzde 41 (1926) ve İngiltere'de de yüzde 54 (1924) oranındaydı.

Sovyet sanayi üretiminde makine üretiminin payı 1929'da yüzde 11,2'den 1940'ta yüzde 31 oranına çıkarken, aynı oran ABD'de 1929'da yüzde 19,3'ten 1935'te yüzde 17,6'ya düşüyordu. Almanya'da bu pay 1935'te yüzde 14,6; Japonya'da yüzde 10,6; İngiltere'de 16,2; Fransa'da yüzde 7,4 ve İtalya'da da yüzde 7,1 oranlarındaydı (1).

Sovyet sanayi oldukça moderndi. Örneğin 1935'te ABD'de metal işleyen sanayi teçhizatı 10 seneden daha yaşlıydı. SB’nde ise metal kesen bütün torna tezgahlarının yüzde 60'ı 6 seneden daha gençti.
İkinci Beş Yıllık Planın sonuçlarını özetleyen XVIII. Parti Kongresi'nde şu tespit yapılıyordu:
"SSCB, ekonomisini ve savunmanın bütün ihtiyaçlarını bütün gerekli teknik donatımla sağlayan ekonomik açıdan bağımsız bir ülkeye dönüşmüştür."

Sosyalist sanayileşme, emekçilerin maddi ve kültürel yaşam seviyesini giderek yükseltmiş, bütün ihtiyaçlar karşılanır olmuştur.

Ulusal gelirin toplam kapsamı açısından (yüzde olarak):
SSCB'nde toplam ulusal gelir 1913'e göre 1929'da 1,4; 1932'de 2,2; 1937'de 4,6; 1940'da 6,1; 1950'de 10; 1953'de 13,7; 1955'te 17,2 ve 1956'da da 19,1 misli artmıştı.
ABD'de toplam ulusal gelir 1913'e göre 1929'da 1,5; 1937'de 1,4; 1940'da 1,6; 1950'de 2,3; 1953'de 3; 1955'te 3,1 ve 1956'da da 3,2 misli artmıştı.1932'de ise 1913'e göre yüzde 9 oranında mutlak azalmıştı.
İngiltere'de toplam ulusal gelir 1913'e göre 1929'da 1,1; 1932'de 1,1; 1937'de 1,3; 1940'da 1,5; 1950'de 1,7; 1953'de 1,7; 1955'te 1,8 ve 1956'da da 1,9 misli artmıştı.
Fransa'da toplam ulusal gelir 1913'e göre 1929'da 1,4; 1932'de 1,2; 1937'de 1,2; 1940'da 1; 1950'de 1,4; 1953'de 1,5; 1955'te 1,7 ve 1956'da da 1,8 misli artmıştı (2- Küsurları yuvarladık).

Veriler her şeyi gösteriyor; bu dönem içinde SSCB'nde ulusal gelirde devasa bir artış söz konusuyken, kapitalist dünyanın önde gelen emperyalist ülkelerinde tam tersi bir durum görülmektedir. Aynı paralelde bir gelişme kişi başına ulusal gelirin gelişmesinde de görülmektedir.
Hem toplam ulusal gelirin kapsamı hem de kişi başına ulusal gelirin artış hızı bakımından SB, kapitalist dünyanın önde gelen ülkelerini karşılaştırılamayacak derecede geride bırakmıştır.

Sosyalist ekonomi sistemi hızlı sanayileşme demektir:
Dünya sanayi üretimi bakımından:
1929-1932 dünya krizi döneminde 1929'a göre 1933'te sanayi üretimi ABD'de yüzde 46,2; İngiltere'de yüzde 16,2; Almanya'da yüzde 40,2 ve Fransa'da yüze 30,9 oranında mutlak gerilerken SB'nde yüzde 84,7 oranında artmıştır.

Sanayi üretimi 1913'e göre hesaplandığında daha vahim bir durum ortaya çıkıyor: Sanayi üretimi 1932'de 1913'deki seviyesinden ABD'de yüzde 8,6; İngiltere'de yüzde 17,5; Almanya'da 32,4; Fransa'da yüzde 3,9 oranında mutlak olarak daha geriydi. Ama aynı dönemde Sovyet sanayi üretimi yüzde 359 oranında; 3,5 misli artmıştı.

Tekil ülkeler bazında:
SSCB’nde toplam sanayi brüt üretimi 1913’e göre 1956’da 30, 1917’ye göre 1956’da 42 misli; aynı dönemde üretim araçları üretimi 67 ve 83 misli ve tüketim araçları üretimi de 12 ve 18 misli artmıştır.
SSCB'nde toplam sanayi üretimi 1917'ye göre 1928'de 1,9; 1940'da 11,9; 1945'te 11; 1956'da da 42,3 misli ve büyük sanayi üretimi de 1928'de 2,4; 1940'da 18,8; 1945'te 17,4 ve 1956'da da 69,6 misli artmıştır.
ABD'de toplam sanayi üretimi 1917'ye göre 1928'de 1,3; 1940'da 1,6; 1945'te 2,3 ve 1956'da da 3,5 misli artmıştır.
İngiltere'de toplam sanayi üretimi 1917'ye göre 1939'da 1,4; 1946'da 1,4 ve 1956'da da 2,1 misli artmıştır. 1928'de ise 1917'deki seviyesini önemsiz oranda aşmıştır.
Fransa'da toplam sanayi üretimi 1917'ye göre 1928'de 2,3; 1939'da 2; 1946'da 1,5 ve 1956'da da 3,2 misli artmıştır (3- Küsurları yuvarladık).

Asırlık tecrübe ve gelişmeye sahip kapitalizm ile 39 senelik bir sürece sahip sosyalizmin gelişmesini bu verilerde görüyoruz. Sonuç itibariyle toplam sanayi ABD'de 3,4; İngiltere'de 2,1 ve Fransa'da 3,2 misli büyürken, bu büyüme SSCB'de toplam sanayi açısından 42,2 ve büyük sanayi açısından da 69,5 misli olmuştur.

Bolşevik sanayileşme politikası sonucunda Sovyet sanayinin Avrupa ve dünyadaki konumunun tamamen değiştiğini aşağıdaki verilerde görüyoruz:

Sovyet sanayisinin konumu (4):

Böylelikle bütün dünya, sosyalizmin inşa edilip edilemeyeceğini, bir ütopya olup olmadığını gördü. Sovyetik sanayileşme yöntemiyle 1913'lerde dünyada ve Avrupa'da 4. ve 5. sıralarda olan bir ülke, 40 sene sonra 1. ve 2. sıralara geldi.
Sosyalizm toplumun sınıfsal yapısının değişmesi demektir!

Sosyalizm sömürücü sınıfların; burjuvazinin ve toprak beylerinin örgütlü sınıf olarak tasfiye edilmesi demektir. Sosyalist toplum, ilişkileri dostça olan; birbirleriyle uzlaşmaz çelişki ve ilişki içinde olmayan sınıflardan; işçi sınıfından, emekçi köylülerden ve aydınlardan oluşur. 1956 yılı başı itibariyle SB'nde aileleriyle birlikte işçi ve ücretli memur sayısı yaklaşık 117 milyon; yine aileleriyle birlikte kolhoz köylülerinin ve kooperatiflerde örgütlü üreticilerin sayısı 82 milyon ve aileleriyle birlikte bireysel köylülerin ve kooperatiflerde örgütlenmemiş üreticilerin sayısı da yaklaşık bir milyondu.
Yukarıdaki veriler 1930'lu yılların ikinci yarısından itibaren ara sosyal tabakaların da eridiğini ve ekonomik yaşamda Sovyet toplumunun ezici çoğunluğunun işçi sınıfı ve emekçi köylülerden oluştuğunu göstermektedir.

Emeğin verimliliği artmaksızın sosyalizm mümkün olamaz!
Emeğin verimliliği, yeni toplum düzeninin zaferi için son kertede en önemli, en belirleyici olandır” (Lenin).
Kolhoz ekonomisi sanayi hariç 1956'da sanayide emeğin verimliliği 1928'e göre 7,26 misli; 1940' göre 2,12 misli ve 1950'ye göre de 1,5 misli; inşaat ve montaj işlerinde verimlilik aynı dönemlerde 4,8, 1,9 ve 1,5 misli ve demiryollarında keza aynı dönemlerde 4,5, 1,7 ve 1,5 misli artmıştı.

SSCB'nde sanayide iş verimliliği 1913'e göre 1928'de 1,2; 1937'de 3,2; 1940'da 4,2; 1950'de 5,8 ve 1956'da da 9 misli artmıştır.
ABD'de sanayide iş verimliliği 1913'e göre 1928'de 1,3; 1937'de 1,4; 1940'da 1,5; 1950'de 1,6 ve 1956'da da 2,2 misli artmıştır.
İngiltere'de sanayide iş verimliliği 1913'e göre 1928'de yüzde 6 oranında mutlak gerilemiş; 1937'de 1,1 misli; 1938'de ancak yüzde 5 oranında; 1950'de 1,2 ve 1956'da da 1,4 misli artmıştır.
Fransa'da sanayide iş verimliliği 1913'e göre 1928'de ancak yüzde 5 oranında; 1937'de 1,3; 1938'de 1,1; 1950'de 1,3 ve 1956'da da 1,8 misli artmıştır (6- Küsurları yuvarladık).

Teknolojinin modernliği, mesleki eğitime verilen önemden dolayı işçilerin yüksek kalifiyeli olmaları ve nihayetinde rasyonel planlama sonucunda, SB’nde işin (emeğin) verimliliği, önde gelen kapitalist ülkelerle karşılaştırılamayacak bir hızla artmıştır. İş verimliliğinin artış hızı bakımından SB, dünyada ilk sırada yer alıyordu. Sovyet ülkesinde, verilerin de gösterdiği gibi, iş verimliliğinin en hızlı artışı İkinci Beş Yıllık Plan döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönemde Sovyet sanayinin yapısı adeta tamamen yenilenmiş, 1937'de 1932'ye nazaran iş verimliliği toplam sanayide yüzde 82 oranında artmıştır; ağır sanayinin çeşitli sektörlerinde iş verimliliğinin artışı oldukça büyük boyutlarda gerçekleşmiştir: Örneğin 1932'den 1937'ye iş verimliliği makine imalinde yüzde 212,2; demir döküm sanayinde yüzde 226,3 ve kömür sanayinde de yüzde 65,4 oranlarında artmıştı (7).

Kapitalizmde ve sosyalizmde emeğin verimliliği ne anlama gelir?
Kapitalizmde emeğin verimliliği:
Azami karın elde edilmesi için emeğin verimliliğinin artırılması gerekir. Bunun için kapitalistler, bir taraftan gelişen tekniği üretim sürecine sokarlarken, diğer taraftan da iş gücünün yoğun sömürüsünü sağlamaya çalışırlar. Kapitalizmde emeğin verimliliğinin arttırılması, azami kar, son kertede işçinin daha fazla sömürülmesi, daha çok baskı altına alınması ile sağlanır.
Sosyalizmde emeğin verimliliği:
Sosyalizmde emeğin verimliliğinin artırılmasında çıkış noktasını kar değil, bütün toplumun çıkarları oluşturur. Yani bütün toplumun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının giderilmesi ve yükseltilmesi esastır. Teknik gelişme üretime bu amaçla sokulur ve işçinin daha verimli çalışmasında sosyalist bilinç itici güç olur.
Sosyalizmde ve kapitalizmde emek!
Sosyalizm sömürü tanımaz, sömürüsüz kapitalizm olmaz!
Sosyalizmde emeğin temel özelliklerinden birisi, doğrudan toplumsal olmasıdır. Sosyalizmde her bir bireyin/çalışanın emeği, bilinçli ve planlı olarak toplam çalışmaya/emeğe dahildir; her birey, dolaysız olarak toplum için çalışır. Sosyalizmde bir bütün olarak toplum, her bir bireyin enerjisinin/işinin azami başarılı olmasına ilgi duyar. Sosyalizmde çalışma, “bir onur meselesidir”.
Sosyalizmde emeğin (çalışmanın/işin) başka önemli bir özeliği de, şehir ile kır arasındaki; sanayide çalışma ile tarımda çalışma arasındaki antagonist zıtlıkların aşılması sorunudur.
Sosyalizmin zaferi, aynı zamanda, zihni ve fiziki çalışma arasındaki zıtlığın tedricen yok edilmesi demektir.
Tüketim araçlarının dağıtımı, bizzat üretim koşullarının dağıtımının bir sonucundan başka bir şey değildir. Bu dağıtım, üretim biçiminin kendi özelliğidir. Örneğin kapitalist üretim biçimi, maddi üretim koşullarının sermaye mülkiyeti ve toprak mülkiyeti biçiminde, çalışmayan kişilere dağıtılmasına, buna karşılık yığının yalnızca kişisel üretim koşulunun, iş gücünün sahibi olması olgusuna dayanır. Eğer üretimin unsurları bu biçimde dağıtılırsa, tüketim araçlarının bugünkü dağıtımı, bundan kendiliğinden çıkar. Üretimin maddi koşulları, işçilerin kendilerinin kolektif mülkiyeti olunca, tüketim araçlarının bugünkünden değişik bir dağılımı, aynı biçimde, bu yeni durumun sonucu olacaktır” (8).
Demek oluyor ki, ücretlendirmenin nasıl olacağı hakim üretim biçiminin karakterine bağlıdır. Kapitalizmde bunun nasıl olduğunu yaşıyoruz. Ama sosyalizmde nasıl olmalı?
Bolşevikler, Ekim Devriminden hemen sonra bu soruyu kendilerine sorarak ücret politikası; ücretlendirme ilkeleri tespit etmeye; sosyalizmde ücretlendirmenin nasıl olması gerektiği üzerine denemelere giriştiler. Tecrübeden yoksundular ve sadece Marks ve Engels’in konuya ilişkin bazı teorik saptamalarını biliyorlardı.
Emeğin (işin) miktarı ve ücretlendirilmesi tespit edilmeksizin sosyalizm kurulamaz.
Stalin, SB’nde sosyalizmin inşa tecrübesine dayanarak sosyalist toplumun gelişme yasalarını bütün yönleriyle araştırmış ve sosyalist dağıtım ilkesini analiz etmiştir:
1-Emekçilerin kendi işlerine (çalışmalarına/emeğine) maddi ilgi duymaları.
2-Kalifiyelik özelliklerinin derinleştirilmesi için çaba.
3-Üretimde tekniğe hakimiyeti güçlendirmek.
4-Toplumsal emeğin (işin/çalışmanın) verimliliğini arttırmak.

Emeğe göre paylaşımın sosyalist ilkesi, küçük burjuva eşitçiliğine karşı uzlaşmaz mücadele sonucunda geçerli kılınmıştır (9).

Herkese yeteneğine göre, herkese emeğine göre” sosyalist ilkesi, emeğin miktarı/ölçüsü ve toplumsal ürünün dağıtımı üzerine sıkı bir kontrolü gerekli kılar. Bu kontrol, toplum tarafından yapılır. Sosyalist devlet, bu kontrolü, çalışma normlarını ve ücretlendirmenin düzenlenmesini tespit ederek gerçekleştirir.
Komünizmin "üst" evresinin gelmesini beklerken sosyalistler, toplumdan ve devletten, çalışma ve tüketim ölçüsü üzerinde en sıkı denetimi uygulamalarını isterler; bu denetim kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinden, işçilerin kapitalistler üzerindeki denetiminden başlamalı ve memurlar devleti tarafından değil, silahlı işçiler devleti tarafından uygulanmalıdır….Kayıt ve denetim, komünist toplumun ilk evresinde hem "yoluna konması" hem de düzenli işlemesi için özsel olan, işte budur“ (10).
Sosyalizmde emeğe göre dağıtımın zorunluluğu, üretici güçlerin gelişme seviyesinden ve toplumun hizmetine sunulan maddi varlıkların miktarından kaynaklanmaktadır.

Kapitalizmden sonra geldiği için sosyalist toplum, kaçınılmaz olarak kapitalizmin benlerini, artıklarını, burjuva topluma özgü alışkanlıkları bağrında taşır. Bir çok vatandaşın çalışma ve toplumsal mülkiyete karşı sosyalist olmayan tutumundan, toplumun genel çıkarlarının göz önünde tutulmamasından vs. dolayı proletarya diktatörlüğü, bu kalıntılara karşı acımasız mücadele eder, etmek zorundadır. Bu nedenden dolayı, emeğe göre dağıtımın kararlı bir şekilde gerçekleştirilmesi, aynı zamanda, sosyalist disiplinin ve işin örgütlenmesinin yerleştirilmesi ve pekiştirilmesi için önemli araçlardan birisidir.
Emeğin (işin) nitelik ve niceliğe göre ücretlendirilmesi her bir emekçide;
1-Çalışma yöntemlerini daha da iyileştirmek için,
2-İş gücünden daha iyi yararlanmak için,
3-Teçhizatları daha iyi kullanmak için,
4-Kendi kalifiye durumunu yükseltmek için,
5-Nihayetinde üretimi mükemmelleştirmek ve
6-İşin verimliliğini arttırmak için ilgi uyandırır.
Sosyalizmde ücret, kapitalizmdeki ücretten tamamen farklıdır:
1-Kapitalizmde iş gücü metadır ve pazarda satın alınır ve satılır.
2-Sosyalizmde iş gücü meta değildir ve onun alınıp-satılması için pazar da yoktur.
3-Sosyalizmde “eşit işe eşit ücret” ilkesi gerçekleştirilir.
4-Kapitalizmde ise bu ilkenin gerçekleştirilme koşulu yoktur.

Sosyalizmde ücret, kapitalizmde olduğu gibi, pazarın elementar (öğesel) yasaları tarafından belirlenmez. Kapitalizmde iş gücü metadır; alınıp satılır. Sosyalizmde ise iş gücü meta olmaktan; alınıp satılmaktan çıkmıştır. Kapitalist dünyada ücretler reel ve nominal olarak düşerken, SB'de reel ücretler sanayi ve inşaatta 1913'e göre 1956'da 4,8 misli artmıştı. Kapitalizmde emekçi köylülük yoksullaşırken, SB'de emekçi köylülerin ücretleri 1913'ten 1956'ya 6 misli artmıştı. Kapitalist dünyada tüketim araçları fiyatları artarken, SB'nde temel gıda maddelerinin fiyatları sürekli düşmüştü.
Sosyalizm işsizlik tanımaz!
Kapitalizm işsizlik demektir!
İşsizlik ancak sosyalizmde tasfiye edilebilir.
SB'nde işsizlerin sayısı:1 Nisan 1928 itibariyle 1 576 000; 1 Ekim 1928 itibariyle 1 365 000;1 Nisan 1929 itibariyle1 741 000;1 Ekim 1929 itibariyle 1 242 000;1 Nisan 1930 itibariyle1 081 000 ve1 Ekim 1930 itibariyle 240 000 idi (11).
SSCB'nde işsizlik 1930 yılı sonu itibariyle tamamen yok olmuştur. Sürekli gelişme ve genişleme içinde olan Sovyet ekonomisi iş gücüne ihtiyaç duymaya başlamıştır. Aynı dönemde derin bir ekonomik kriz içinde olan kapitalist dünyanın ABD, Almanya, Fransa, İngiltere gibi önde gelen ülkelerinde işsizlerin sayısı on milyonlara varmaktaydı: Bazı ülkelerde işsizlik oranları bu gerçeği yansıtmaktadır.

Önde gelen emperyalist ülkelerde işsizlik oranı (işsizlerin çalışan nüfusa oranı):
ABD'de işsizlik oranı 1929'da yüzde 3,2; 1930'da yüzde 8,9; 1931'de yüzde 16,3; 1932'de yüzde 24,1; 1933'de yüzde 25,2; 1934'de yüzde 22 ve 1935'te de yüzde 20,3 idi.
Almanya'da işsizlik oranı 1929'da yüzde 9,4; 1930'da yüzde 15,3; 1931'de yüzde 23,3; 1932'de yüzde 30,1; 1933'de yüzde 26,3; 1934'de yüzde 14,9 ve 1935'te de yüzde 11,6 idi.
İngiltere'de işsizlik oranı 1929'da yüzde 11; 1930'da yüzde 14,6; 1931'de yüzde 21,5; 1932'de yüzde 22,5; 1933'de yüzde 21,3; 1934'de yüzde 17,7 ve 1935'te de yüzde 16,4 idi (12).

Bu veriler bu ülkelerde çalışabilir nüfusun önemli bir kısmının işsiz kaldığını göstermektedir. SB'nde işsizliğin tasfiye edildiği dönemde örneğin Almanya'da iş bulma kurumuna işsiz olarak kayıt olan işçi sayısı 1929’dan 1,89 milyondan 1930’da 3,08 milyona, 1931’de 4,52, 1932’de 5,58 milyona ve 1932 Şubatında da 6,13 milyona çıkmıştı. ABD'de ise işsizlerin sayısı 1929'da 1 milyon 864'den 1930'da 4 milyon 770 binden 1931'de 8 milyon 738 bine, 1932'de 13 milyon 182 bine ve 1933'de de 13 milyon 723 bine çıkıyordu.
SSCB'nde işsizliğin yok edilmesi ve kapitalist dünyanın önde gelen bu emperyalist ülkelerde işsizliğin boyutları birbiriyle uzlaşamaz iki dünya; iki sistem arasındaki farkı göstermeye yetmektedir.
Sosyalizm yoksulluk ve açlık tanımaz!
Kapitalizm yoksulluk ve açlık demektir!
Krizsiz kapitalizm olmaz; kapitalizm kriz ve yoksulluk demektir. Sosyalizm kriz tanımaz, sosyalizm refah demektir. Kapitalizm işsizliği, açlığı, yoksulluğu yok eden sistem değildir. Ancak sosyalist sistemde insanlık işsizliği, yoksulluğu, açlığı yok edebilir. Kapitalizmde işsizlik, açlık ve yoksulluk sadece ve sadece ekonominin krizde olduğu dönemlerde görülen olgular değildir; kapitalist üretim koşullarında insanlık her zaman işsizliğin, açlığın, yoksulluğun pençesindedir. Bırakalım 1929-1932 dünya krizi döneminde kapitalist sistem açısından korkutucu boyutlara varan; on milyonlarla ifade edilen işsizleri, açları, yoksulları bir kenara, bugünün koşullarında da 100 milyonlarca insan açlık ve yoksulluk içindedir. Yoksullar ile varlıklı olanlar arasındaki fark 1969'da 1:30'dan 1990'da 1:60'a ve 2004'te de 1:90'a çıkmıştır; 40 sene içinde fark üç misli artmıştır. Yeterli gıda alamayanların; açların sayısı 1969-1971 döneminde 878 binden 1995-1997 döneminde 825 bine düşmesine rağmen yeniden artmaya başlayarak 2008'de bir milyar sınırını aşarak 1 milyar 20 milyona çıkmıştır.

Günde 2 dolardan daha az bir miktar kazanarak geçinmek zorunda kalan çalışanların toplam çalışanlara oranı 2003 yılı itibariyle Latin Amerika'da yüzde 33,1; Doğu Asya'da 49,2; Güneydoğu Asya'da 58,8; Batı Asya ve Kuzey Afrika'da yüzde 30,4; Sahra'nın alt kısmında yüzde 89; Orta, Doğu Avrupa ve eski SB topraklarında yüzde 23,6 ve dünya çapında yüzde 49,7 idi. Bu durumda 1 milyar 387 milyon insan yoksulluk içinde kıvranıyor demektir (13).

İşsizlik, açlık, yoksulluk sosyalizme yabancıdır. SSCB'nde sosyalizmin inşa tecrübesi, dünyanın altıda biri kadar geniş bir coğrafyada işsizliğin yok edilebileceğini, açlık ve yoksulluk kavramlarının sosyalizme yabancı olduğunu göstermiştir. Aşağıdaki veriler sosyalizmde bu gerçekliği yeteri kadar açıklamaktadır.
Sosyalizm refah demektir!
Sosyalizm sürekli kültür devrimi demektir!
Sovyet emekçilerinin maddi ve kültürel yaşam koşullarının değişimi:
Kapitalizm cehalet üretir, insanları bilgisizliğe mahkum eder. Kapitalizmde üretim kar amaçlıdır, halkın maddi ve kültürel yaşam standardını göz önünde tutmaz. Sosyalizmde tam tersi geçerlidir; sosyalizmin amacı halkın maddi ve kültürel yaşam standardını sürekli yükseltmektir. Sosyalizm kültür devrimidir. Veriler bunun böyle olduğunu göstermektedir:
1917'den 1956'ya ekonomide işçi ve ücretli sayısı 4 mislinden fazla; sanayi ve inşaat işçilerinin reel ücreti 4-8 misli; tarımda emekçi köylünün reel geliri(çalışan başına ortalama) 6 misli; ordu hariç bütün okullarda, iş rezervleri okullarında ve işletme okullarında ders alan kişi sayısı 3,6 misli; genel eğitim okullarına gidenlerin sayısı 3,1; teknik ve başkaca meslek orta okullarına (açık öğretim dahil) gidenlerin sayısı 37; yüksek okullara gidenlerin sayısı 16; askeri hizmetliler hariç yüksek okul ve meslek okulu eğitimi alan uzmanların sayısı 33; basılan kitap tirajı 11; gazetelerin günlük tirajı 16; kulüp sayısı 536; halk kütüphanesi sayısı 10; bu kütüphanelerde kitap sayısı 69; daimi kreşlerde yer sayısı 1757; diş doktoru hariç doktor sayısı 14; hastane yatak sayısı 6,6 misli artmıştır. Sosyalizmde hizmet sektörü ücretsizdir; halkın sağlığı, refahı ve kültürel gelişmesi içindir. Kapitalizmde tam da tersi geçerlidir; hizmet sektörü; sağlık, emeklilik, kültürel kurumlar özelleştirilmekte, kazanç amaçlı yapılmaktadır.
Bilimsel kurumların sayısı 1929'da 1263'ten 1957'de 2756'ya; bilim adamlarının sayısı da 1914'te 10 binden 1956'da yaklaşık 240 bine çıkmıştır.
Her türden kütüphane sayısı 1914'te 76 binden 1957'de 394 bine ve kitap mevcudu da 46 milyondan 1489 milyona çıkmıştır.
Basılan kitap sayısı 1923'te 15 binden 1956'da 60 bine ve baskı adedi de 85 milyondan 1107 milyona; aynı dönemde dergi sayısı 1609'dan 2501'e, bunların tirajı da 68 milyondan 420 milyona ve gazete sayısı 889'dan 7537'ye, günlük tiraj da 3 milyondan 54 milyona çıkmıştır.
SB'nde konut yapımı (kolhozlar hariç devlet ve kooperatif örgütleri tarafında inşa edilen konutlar) toplam alanı 1918-1928'de 3,9 milyon m2'den 1956'da 36,9 milyon m2'ye çıkmıştır.
Sosyalizm sağlık demektir!
Toplumsal yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi sağlık alanında da sosyalizm kapitalizmden üstünlüğünü göstermiştir.
SB’nde ve bazı kapitalist ülkelerde doktor sayısı (askeri doktorlar hariç):
Her on bin kişiye düşen doktor sayısı SB'de 1917'de 1'den 1928'de 4', 1940'da 7'ye,1951'de 13,9'dan 1957'de 16,9'a çıkarken bu sayı 1954'te ABD'de 12,7; 1951'de İngiltere'de 8,8; Fransa'da 1954'te 9; İtalya'da 1951'de 12,3, Japonya'da 1954'de 10 ve Almanya'da da (Batı Berlin hariç) 13,5 idi.
Diş doktoru hariç doktor sayısı SB'de 1917’de 14,5 binden 1928’de 63,2 bine; 1940’da 140,8 bine; 1951'de yaklaşık 259 binden 1954'de 299 bine ve 1956’da da 329,4 bine çıkmıştır.. Diş doktoru hariç doktor sayısı ABD'de 1954'de 206 bin; İngiltere'de 1951'de 44 bin; Fransa'da 1954'de yaklaşık 39 bin; İtalya'da 1951'de yaklaşık 58 bin; Japonya'da 1954'de yaklaşık 90 bin ve Almanya'da da (Batı Berlin hariç) yaklaşık 68 bindi.

Askeri hastaneler hariç hastanelerde yatak sayısı 1917'de 149 binden 1928'de 245 bine, 1940'da 791 bine, 1956'da 1 milyon 361 bine ve 1956'da da 1 milyon 432 bine çıkar.

SB, anne ve çocuğun korunması ve bakımında dünyanın en ileri ülkesi konumuna yükselmiştir: Hamile ve loğusalar için yatak sayısı 1913'te yaklaşık 7 binden 1928'de 27 bine, 1956'da da 179 bine çıkmıştır. Kreşlerde yer sayısı 1928'de 62 binden 1956'da 966 bine, şehirlerdeki çocuk yuvalarındaki çocuk sayısı da aynı yıllarda 130 binden 1 milyon 882 bine çıkmıştır.
Cinsiyet eşitliği ancak sosyalizmde gerçekleştirilebilir:
Sovyet iktidarı kadınları ev işinden kurtarmak için bir dizi adımlar atmıştır; bu çabaların bir sonucu olarak yemekhane sayısı 1924'te 3 binden 1928'de 15 bine; 1940'da 88 bine; 1950'de 95 bine ve 1956'da da 126 bine; buralarda ciro da 1924'te 0,14 milyar rubleden 1956'da 60,4 milyar rubleye; buralardaki cironun gıda maddeleri toplam satışındaki payı da 1924'te yüzde 10'dan 1945'te yüzde 27'ye çıkmış ve 1956'da da yüzde 19 oranında gerçekleşmiştir.

1954 seçimleri itibariyle SSCB Yüksek Sovyeti'nde kadın temsilci oranı yüzde 25,8'e; Birlik Cumhuriyetleri Yüksek Sovyeti'nde (1955 seçimi) yüzde 32,3'e; Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti'nde de (1955 seçimi) yüzde 31,2'ye çıkmıştır.

Ulusal ekonominin çeşitli sektörlerinde çalışan kadın işçi ve ücretli memur sayısı da sürekli artmıştır; örneğin toplam ekonomide çalışan kadın işçi ve ücretli sayısı 1929'da yüzde 27'den 1930'da yüzde 30'a; 1940'da yüzde 38'e, 1945'te yüzde 55'e çıkmış ve 1957'da da yüzde 45 olarak gerçekleşmiştir.

Teknik okullarda ve başkaca meslek okullarında okuyanların 1927'de yüzde 38'i; 1940'da yüzde 55' ve 1956'da da yüzde 52'si ve yüksek öğretim görenlerin 1927'de yüzde 28'i; 1940'da yüzde 58'i ve 1956'da da yüzde 51'i kadındı.

Ekonomide çalışan yüksek okul ve orta dereceli okul eğitimi almış uzman kadın sayısı 1928'de 151 binden 1941'de 864 bine ve 1956'da da 3 milyon 778 bine çıkmıştır; böylece toplam uzman içinde kadın uzman oranı aynı yıllarda yüzde 29'dan yüzde 36'ya ve yüzde 60'a çıkmıştır.

Ekonomide orta ve yüksek seviyede meslek eğitimi görmüş olan uzmanların sayısı da1913’te 190 binden 1928’de 521 bine; 1941’de 2400 bine ve 1956’da da 6257 bine çıkmıştır. Yani 1928’de yarım milyondan biraz fazla olan uzman sayısı 12 misli artarak 6,2 milyona çıkmıştır. Bunların arasında yüksek derecede eğitim gören uzmanların sayısı 1928’de 233 binden 1941’de 908 bine ve 1956’da da 2633 bine çıkmıştır.
Sosyalizm üretimde planlama demektir!
Kapitalizm üretimde anarşi ve rekabet demektir!
Kapitalizmde üretimde anarşi hakimdir, sosyalizmde planlı ekonomi esastır; sosyalizm sanayileşmektir, üretici güçlerin özgür gelişmesidir; kapitalizm çürümektir, durgunluktur, üretici güçlerin tahribidir.
Sosyalizmde ulusal ekonominin planlı, orantılı gelişme zorunluluğu ve bunun mümkün olması üretim araçlarının toplumsal mülkiyette; sosyalist mülkiyette olmasından kaynaklanmaktadır. Ekonominin planlı/orantılı gelişmesi sosyalizmin nesnel ekonomik yasasıdır. Bu yasanın gereği yerine getirilmeksizin sosyalizm inşa adilenmez. Sosyalist ekonomide iş gücünün ve üretim araçlarının sosyalizmin temel ekonomik yasasıyla uyumluluk içinde dağılımı bu yasaya göre gerçekleştirilir. Kapitalizmde ise bunun tam tersi söz konusudur: Kapitalizmde üretimde anarşi ve rekabet söz konusudur. Esas amaç kardır, iş gücünün sömürüsüdür.

Sosyalizmin temel ekonomik yasasının merkezinde toplum vardır!
Kapitalizmin temel ekonomik yasasının merkezinde sömürü vardır!
Sosyalist sistemin karakteri konusunda fikir verici en önemli göstergelerden birisi de üretim biçiminin temel yasasıdır. Burada bu yasayı ve kapitalizmde temel ekonomik yasayı tanımlamakla yetiniyoruz.
Kapitalizmde temel ekonomik yasa:
Modern kapitalizmin ekonomik temel yasasının en önemli özellikleri ve gerekçeleri şöyle formüle edilebilir. Verili ülke nüfusu çoğunluğunun sömürüsü, yıkımı ve yoksullaştırılmasıyla, başka ülke halklarının, özellikle de geri ülkelerin köleleştirilmesi ve sistematik talanıyla ve nihayetinde en yüksek karı elde etmeye hizmet eden savaşlarla ve ekonominin askerileştirilmesiyle kapitalist azami karın teminat altına alınmasıdır” (14).

Sosyalizmin temel ekonomik yasa:
Sosyalizmin ekonomik temel yasasının önemli özellikleri ve gereksinimleri aşağı-yukarı şöyle formüle edilebilir: en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi sayesinde bütün toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarını azami tatmininin teminat altına alınmasıdır” (15).
Bütün toplumun devamlı artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatmin edilmesinin teminat altına alınması –bu, sosyalist üretimin amacıdır; en gelişmiş teknik temelinde sosyalist üretimin kesintisiz büyümesi ve devamlı mükemmelleştirilmesi- bu, amaca ulaşmak için araçtır.
Bu sosyalizmin ekonomik temel yasasıdır” (16).

Kapitalizmle karşılaştırıldığında sosyalizmde temel ekonomik yasa:
Azami karın teminat altına alınması yerine toplumun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatmininin teminat altına alınması; yükselişten krize ve krizden yükselişe (gibi) kesintisiyle üretimin gelişmesi yerine, üretimin kesintisiz büyümesi; periyodik, toplumun üretici güçlerinin tahribatının refakat ettiği tekniğin gelişmesindeki kesintilerin yerine en çok gelişmiş teknik bazında üretimin devamlı mükemmelleştirilmesi”dir (17).

Bu yasa, toplumsal mülkiyetin gerçekleştirilmesiyle; sosyalist üretim ilişkilerinin kurulmasıyla, yani kapitalist üretim/mülkiyet ilişkilerinin yıkılması ve yeni (sosyalist) ekonomik koşulların doğmasıyla geçerli olmaya başlar. Böylelikle, kapitalizmde amaç olan azami kar için üretimin yerini, sosyalizmde amaç olan ihtiyaçların azami tatmini için üretim alır.
Sosyalist üretimin amacı, ihtiyaçlarıyla insandır. Yani onun maddi ve kültürel ihtiyaçlarının tatminidir... Sosyalist üretimin amacı... bütün toplumun sürekli artan maddi ve kültürel ihtiyaçlarının azami tatminidir” (18).

Ekim Devrimi ve SSCB'nde sosyalizmin inşası, insanlığın gelişmesinde çığır açıcı bir rol oynamıştır; sömürü, baskı, özel mülkiyet sisteminin yıkılabileceğini; en demokratik sistemin; proletarya diktatörlüğünün kurulabileceğini, sömürüsüz sistemin, sosyalizmin inşa edilebileceğini; kapitalizmin alternatifinin sosyalizm olduğunu göstermiştir. Ekim Devrimi ve SSCB bir başlangıçtı. Sosyalizmin değerlerinin yeniden gündemleştiği günümüz koşullarında; arayış içinde olan insanların yüzünü sosyalizme çevirmesinde Ekim Devrimi ve SSCB'de inşa edilen sosyalizmin anımsanması onun nasıl bir başlangıç olduğunu gösterir.
Che'nin “bir, iki, üç, daha fazla Vietnam”ı, bir, iki, üç, daha fazla Ekim Devrimi ve günümüz koşullarında SSCB olarak algılanmalıdır.
*
Kaynaklar:
1)Bkz.: Büyük Sovyet Ansiklopedisi, SB Bölümü, C. I, s. 859, 1952.
2)”40 Jahre Sowjetmacht in Zahlen“, s. 56. VEB Deutscher Zentralverlag, Berlin 1958.
3)Agk., s. 90.
4)Agk., s. 57.
5)Agk., s. 45.
6)Agk., s. 62.
7) Bkz.: "SSCB'de Ekonominin Gelişmesi İçin İkinci Beş Yıllık Plan'ın Yerine Getirilmesinin Sonuçları”, 1939, s. 73; Aktaran: A.K.Petrossyan;"Die Sowjetische Methode der Industrialisierung" "Sanayileşmenin Sovyetik Yöntemi", s. 104, 1953, Berlin.
8)Marks/Engels; Seçme Yazılar, C. II, s. 18, Marks, „Gotha Programı Eleştirisi“.
9) Burada Engels’in bir anlayışını eleştirmeden geçmeyelim:
Peki bütün o bileşik emeğe daha yüksek ücret ödenmesi önemli sorunu nasıl çözümlenir? Özel üreticiler toplumunda, nitelikli işçinin yetişme giderlerini özel kişiler ya da aileleri yüklenirler; öyleyse nitelikli iş gücünün daha yüksek fiyatı önce özel kişilere ödenir, usta köle daha pahalıya satılır, usta işçiye daha yüksek ücret ödenir. Sosyalist örgütlenmeli toplumda, bu giderleri toplum yüklenir. Öyleyse meyveler, bir kez üretildikten sonra, bileşik emeğin daha büyük değerleri, toplumundur. İşçinin kendisinin ek bir hakkı yoktur. Ve bu arada, bu kıssadan alınacak hisse bir de şudur ki, işçinin "emeğinin tam ürünü"ne olan hakkı, buna gösterilen rağbet ne olursa olsun, hiç bir zaman ufak-tefek pürüzler olmaksızın ileri sürülemez” (Engels: C. 20, s. 187 –Anti-Dühring).

Engels, Dühring’in basit (düz) iş ve karmaşık iş, aynı çalışma zamanı içinde aynı değerde ürün üretir anlayışını haklı olarak eleştirir. Ama aynı zamanda yanlış bir tezi de savunur. Engels’in bu tezine göre, sosyalist toplumda basit (düz) iş ile karmaşık iş, eşit ücretledirilmelidir.

Tabi Engels’in inşa edilen sosyalizm üzerine tecrübesi yoktu ve inşa edilen sosyalizm tecrübesi basit (düz) iş ile karmaşık işin eşit değerde ücretlendirilemeyeceğini göstermiştir. Engels’in tezinin geçerli olduğu bir toplumda; sosyalizmi inşa eden bir toplumda işin verimliliğinin artması, işçilerin mesleki olarak ilerlemeleri; uzmanlaşmaları düşünülemez. Çünkü “nasıl olsa aynı ücreti alıyorum” anlayışı hakim olur. Engels’in savı, esas itibariyle sosyalist dağıtım ilkesi ile maddi teşvik arasındaki bağı; sosyalizmi inşa eden bir toplumda sosyalist dağıtım ilkesiyle daha karmaşık, daha kaliteli işin gerçekleştirilmesi için maddi teşvik yöntemleri arasındaki diyalektik bağı koparmaktadır.
Başka türlü ifade edersek: Engels’in bu tezi, ücrette eşitçilik tezidir.
10) Lenin; C. 25, s. 484 ve 486/487, “Devlet ve Devrim”.
11)„40 Jahre Sowjetmacht in Zahlen“, s. 281.
12) Bkz.: IPW- Forschungshefte: 1987/I, s.18, Berlin.
13) Bkz.: ILO, 2005 verileri.
14) Stalin; C. 15, Ökonomische Probleme des Sozialismus in der UdSSR, s. 290.
15)Stalin; agk., s. 29.
16)Stalin; agk., s. 327.
17)Stalin; Agk., s. 292.
18) Stalin; Agk., s. 326

15 Kasım 2009 Pazar

BERLİN DUVARI VE SOSYALİZM


15.11.2009

BERLİN DUVARI VE SOSYALİZM

Berlin Duvarı “ağlama duvarı” olamadı, ama yıkılmasından sonra “kıymet-i harbisi” arttı. Mental yaşatmak için uğruna siteler, dernekler, bilgilendirme merkezleri kuruldu. Her dönem; var iken de yok iken de anlaşılamayan bir gizemi vardı. Çekiciydi; Berlin'e gelen turist için görülmesi gereken yerlerin en başında gelirdi. Şimdi de kalıntıları ziyaret edilir. Dün ve bugün Berlin Duvarı küçümsenemeyecek bir ticaret alanıdır. Duvarın batı yakasındaki evlerde doğan, büyüyen, duvar dibinde oynayan çocuklara, sorulduğunda ebeveynleri “duvar, sosyalizm kaçmasın veya insanlar sosyalizmden kaçmasın diye çekildi” açıklaması yaparlardı; en azından bu türden bir açıklama yaparlardı diye düşünüyorum.

Duvarın batı yakasında (Batı Berlin) yaşayıp da doğu yakasındaki rejim üzerine ahkam kesmek, bir anarşistin “anarşizm, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan yüce bir düşüncedir” demesine benzer. Bu benzetmeyi nasıl anlarsanız anlayın. Ama duvarın batı yakasında yaşayarak doğu yakasındaki rejimin sosyalist olduğuna hiç kimseyi inandıramazsınız. Doğu yakasında yaşam standardının batı yakasına göre daha geri olmasından dolayı değil. Öyle olsaydı Ekim Devrimi ve sonrası yıllarda genç Sovyetler Birliği'nde yaşam standardı oldukça geri olduğu için insanlar kaçardı, ama hiç kimse sosyalizmden kaçmamıştı, tersine sosyalizmi inşa etmek için mücadele etmişti. Demek ki duvar, sosyalizmi korumuyordu, mevcut rejimi koruyordu.

Duvarın  çok sayıda düşkünün olduğunu bilmiyorduk. “Sosyalizmi” kaçırmamak için çekildiğini biliyorduk, ama bu duvarla korunmaya çalışılan sistemin sosyalizm olduğuna inananların da bu kadar çok olduğunu bilmiyorduk. 20 yıldan beri her sene bu duvar sanal bir “kabe”ye dönüştürüldü; sosyalizmin sembolü yapıldı.  Ama bir sembol aranıyorsa o da revizyonist, sosyal emperyalist Sovyetler Birliği'nin dağıldığı tarih olmalıdır. Dağılma nihai olarak 21 Aralık 1991'de “Alma Ata Deklarasyonu”yla bütün dünyaya duyurulmuştur. Bu deklarasyon, Sovyetler Birliği'nin temsil ettiği revizyonist sistemin nihai çöküşünün ilanıdır. 9 Kasım 1989'da yıkılan Berlin Duvarı ise en fazlasıyla Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin yıkılışının ilanıdır.

Revizyonizmin anası dururken danasına bu denli önem verilmesi emperyalist burjuvazinin on yıllardır sürdürdüğü antikomünist propagandanın doğrudan bir sonucudur; bu propaganda, bu duvarın gerçekten de sosyalizmi korumak için inşa edildiğine birçok insanın inanmasına neden olmuştur. İnşasına 13 Ağustos 1961'de başlanan duvarı adı da Batı Almanya militarizmine karşı “anti-faşist koruma duvarı” konmuştur. Duvar dışarından; kapitalist dünyadan etkilenmeyi hiçbir biçimde engelleyememiştir, ama içerinden dışarıya çıkışı engellemiştir. Duvar sevdalılarının, bu duvardan dolayı Doğu ve Batı Almanya arasında devletler düzeyinde insan ticareti yapıldığını da bilmeleri gerekir; Doğu Almanya'nın revizyonist rejimi gitmek isteyen, ama duvara takılarak gidemeyen sayısız insanı belli para karşılığı Batı Almanya'ya satmıştır. Duvar ve insan ticareti!

Yakıldığında bu duvarın altında ne sosyalizm ne de kapitalizm kalmıştır; duvar, iktidardaki revizyonizmi tarihin çöplüğüne gömmüştür. Bu duvarın altında sosyalizm kalmamıştır, çünkü yıkılan rejim sosyalizm değildi, revizyonizmdi. Duvarın altında kapitalizm de kalmamıştır, çünkü revizyonist sistem dış etkiden, müdahaleden dolayı değil, iç çelişkilerinin sonucu olarak yıkılmıştır. Şüphesiz ki, kapitalist dünya yıkılan duvar karşısında sadece seyirci olarak kalmamıştır, ama beni bundan ziyade  duvarın altında kalanın ne olduğu   ilgilendiriyor. Duvarın altında neyin, kimin kaldığını göstermek için iktidardaki revizyonizmin; revizyonist diktatörlüğün; o bürokratik kapitalist rejimin ne anlama geldiğine; politik ekonomisinin ne olduğuna bakmak gerekir:

Politik Ekonomi, insan toplumunun çeşitli gelişme aşamalarında maddi varlıkların dağılımının ve toplumsal üretimin yasalarının bilimidir; konusu, toplumsal üretim ilişkileridir; insanların birbirleriyle   ekonomik ilişkileridir.  
Belli bir toplum düzeninde üretim ilişkilerinin karakteri, her şeyden önce üretim araçları mülkiyetinin hakim biçimine, sömürüye dayanan toplumlar söz konusu olduğunda hangi sınıfın elinde olduğuna bağlıdır. Bu anlamda iki sistem arasındaki farkı belirtmek gerekirse; üretim araçlarının özel mülkiyette olması, kaçınılmaz olarak, iş gücünün sermaye tarafından; işçi sınıfının kapitalist sınıf tarafından sömürülmesi ve kapitalistlerin de azami kar için kendi aralarında rekabet etmeleri koşullarının doğmasına neden  olur. Buna karşın, üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olması, sosyalist üretim ilişkilerinin temelini oluşturur ve bu ilişkiler insanın insan tarafından sömürülmesini dışlar.  

Politik ekonomi taraflıdır; sınıfsal karakterlidir; üretim sürecinde insanların ilişkilerini araştırarak toplumun, çeşitli sınıfların en temel, en önemli ekonomik ve siyasi çıkarlarını ele alır. Günümüz koşullarında gerçekleştirilmesinin maddi koşulları olan birden çok politik ekonomi vardır; burjuva politik ekonomi, proleter politik ekonomi, ara sınıf olan  küçük burjuvaziye özgü politik ekonomi -küçük burjuva politik ekonomi- ve sosyalizmden geriye dönüşün ifadesi olarak revizyonist politik ekonomi. Politik ekonominin bizzat kendisi, sınıf mücadelesinin doğrudan bir konusudur.

Revizyonist politik ekonomi, inşa edilmiş sosyalizmi yıkmanın, kapitalizmi yeniden inşa etmenin; geriye dönüşün politik ekonomisidir. İşçi sınıfının değil, bürokratların, bürokratik kapitalizmin politik ekonomisidir. Bu politik ekonominin görevi, nesnel koşulları olduğu için, sosyalist aşamasında toplumun ekonomik gelişme yasalarını, geriye çevirmenin yol ve yöntemlerini oluşturan, en azından modern burjuva politik ekonomi  kadar gerici bir politik ekonomidir. Marksist leninist kavramların lafızda kullanılması, onun bu gerici özünde hiçbir şey değiştirmez. 

Marksist-leninist politik ekonomi, insan toplumu tarihinin, toplumun yasal gelişme süreci doğrultusunda basit biçimlerinden daha yüksek biçimlerine doğru gelişeceğini gösterir. Gelişmenin böyle olması ve başka türlü olmaması, insanların iradesine bağlı değildir. Her bir toplum formasyonu, insanlık tarihinin ileriye doğru gelişmesinin belli bir aşamasını ifade eder. Bu anlamda, insanlık tarihi şimdiye kadar beş üretim biçimi; toplum formasyonu görmüştür: İlkel toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve sosyalist aşamasıyla birlikte komünist toplum.

Marksist-leninist politik ekonomi, ilkel toplum ve sosyalizm/komünizm dışında bütün ekonomik toplum formasyonlarında üretim araçlarının özel mülkiyetin şu veya bu biçimine dayandığını; sömürüye dayanan formasyonlar olduğunu öğretmektedir.

Şimdiye kadar revizyonizmin politik ekonomisi araştırılıp formüle edilmemiştir, yazılmamıştır. Ama genel hatlarıyla bilinmiyor değil. Rrevizyonist politik ekonominin esas itibariyle burjuva politik ekonomi olduğu gerçeğinden hareket eden Marksist-leninist politik ekonomi, revizyonizmin içsel, çözülemez çelişkilerinin onun kapitalist özünden ve ekonomik gelişme yasalarından kaynaklandığını göstermektedir.

Marksist-leninist politik ekonomi, kapitalizmin olduğu gibi, revizyonizmin de temel ekonomik yasasını bilimsel olarak formüle etmiştir. Kapitalist üretimde olduğu gibi revizyonist üretim de esas amaç, artı değer üretimidir, azami kardır. Öznellikten, şu veya bu yorumdan bağımsız olarak revizyonist teori ve pratik, bunun böyle olduğunu ve başka türlü olmadığını  bizzat göstermiştir.

Zenginliğin yaratıcısı, işçi sınıfıdır, emekçi yığınlardır. Onların iş gücünün ürününe, revizyonist sistemde devlet, bürokrasi ve işletme yöneticileri, sömürücü ve baskıcı mekanizma ve unsurlar olarak el koymuşlardır. 

Emperyalizmde olduğu gibi revizyonizmde de (sosyal emperyalizmde de) temel çelişki –üretimin toplumsal karakteriyle ona özel (bürokratik özel) el koyuş arasındaki çelişki- keskinleşti. Kapitalist ve revizyonist üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesini engelledi. Bunun sonucu, revizyonist sistemin çökmesi oldu.
Duvarın altında kalan revizyonist sistemdir.

Sosyalizmin politik ekonomisi, sosyalist üretim ilişkilerinin özünü ifade eden   ve toplumu komünizme doğru ilerleten nesnel yasaları araştırır.

Marksist-leninist politik ekonomi, aynı zamanda sosyalizmi yıkan, “yeni” üretim ilişkilerinin karakterini belirleyen, toplumu yeniden kapitalizme götüren nesnel yasaların neler olduğunu inceler ve bunların kapitalizmin nesnel ekonomik yasaları olduğunu açıklar.

İşçi sınıfının siyasi iktidarı ele geçirmesi; proletarya diktatörlüğünün kurulması, sosyalizmin inşasının olmazsa olmaz koşuludur. Sosyalist inşanın gelişmesine paralel olarak, kapitalizme özgü olgular ve etki alanı sınırlı olan kapitalizmin ekonomik yasaları yok olmaya başlar.

Her toplum formasyonunda olduğu gibi, sosyalizmde ve revizyonizmde de ekonomik yasalar nesneldir. İnsan iradesinden bağımsızdır. Bu yasaların gereksinimlerini dikkate almamak, inkara kalkışmak, kaçınılmaz olarak, ekonomik ve buna bağlı olarak da toplumsal yaşamın alt üst olmasına, zorlukların ve çelişkilerin açığa çıkmasına neden olur.

Ekonomik yasaların nesnel karakterinin inkar edilmesi, iktisat ve politik ekonomi bilimlerinin de yok edilmesi anlamına gelir. SB’nde ve etkisi altındaki ülkelerde bu da olmuştur. Modern revizyonistler, iktisat bilimine ve Marksist- leninist politik ekonomiye “sosyalist kar”, sosyalizmde pazar, meta üretimi ve değer yasasının genelleştirilmesi gibi kavram ve anlayışları geliştirerek eklemek zorunda kalmışlardır. Bu türden “katkı”larıyla revizyonist teorisyenler, durumu kurtarmaya çalışmışlardır.
Berlin duvarının altında işte bu anlayışlar kalmıştır.

Marksist-leninist politik ekonomi, somutta da sosyalizmin politik ekonomisi, sosyalizmde meta üretiminin sınırlı olduğunu, değer yasasının etki alanının sınırlı olduğunu ve sosyalist inşa derinleştikçe bunların yok olacaklarını öğretiyor.
Sosyalizmin ekonomik yasalarını kavramak, sosyalist ekonomide embriyon halinde olan, gelişen süreçlerin özüne nüfuz etmeyi, toplumu komünizme doğru götüren gelişmeyi görmeyi olanaklı kılar. Ama aynı zamanda, sosyalizmde kapitalizme dönüşün maddi koşulları olduğu için, kapitalizmin ekonomik yasaları ve kategorileri, sınırlandırılmaları ve yok edilmeleri yerine genelleştirilerek, gelişmelerinin önü açılarak, sosyalist toplumun yeniden kapitalist topluma dönüştürülmesi de mümkündür. Sovyet revizyonistleri, tam da bunu yapmışlardır ve duvarın altında kalmışlardır. 

Sosyalist politik ekonomiye göre değer yasası, sosyalizmde ekonomik bir kaldıraç değildir.
Revizyonist politik ekonomiye göre değer yasası, toplumun, komünizmin en yüksek aşamasına geçmesine kadar belirleyici bir ekonomik kaldıraçtır. Demek oluyor ki:

-Sosyalist politik ekonomiye göre değer yasasının genelleştirilmesi kapitalizme götürür. Çünkü değer yasası, kapitalizmin nesnel ekonomik yasasıdır.

-Revizyonist politik ekonomiye göre değer yasasının genelleştirilmesi, kapitalizme değil, komünizme götürür. Öyleyse değer yasası, kapitalizmin nesnel ekonomik yasasıdır.
Duvarın  altında bu antmarksist anlayış kalmıştır.

Marksist-leninist politik ekonomi, somutta da sosyalizmin politik ekonomisi, değer yasasının meta üretiminde, dolayısıyla kapitalist üretimde regülatör (düzenleyici) olduğunu öğretir.
Revizyonist politik ekonomiye göre değer yasası, sosyalizmde de düzenleyicidir.
Duvarın altında bu revizyonist anlayış da kalmıştır.   

Toplumsal üretim ilişkileri, her bir toplumda toplumun çeşitli gelişme aşamalarında sürekli farklıdır. Hakim üretim biçiminin karakterine bağlı olarak toplumun üretim ilişkileri, esas itibariyle üç kategoride toplanır:
a) İnsanlar arasında sömürüyü dışlayan ilişkiler.
b) Baskı ve sömürüyü esas alan ilişkiler.
c) Üretim ilişkilerinin bir biçiminden diğerine geçişi ifade eden ilişkiler.

“Maddi değerlerin üretim sürecinde insanlar, üretim içinde birbirleri ile şu ya da bu karşılıklı ilişkiye, şu ya da bu üretim ilişkisine girerler. Bu ilişkiler, sömürüden kurtulmuş insanlar arasında işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma ilişkileri olabilir; hakimiyet ve boyun eğme ilişkileri olabilir, veya nihayet bir üretim ilişkisi biçiminden diğerine geçiş ilişkileri olabilir” (Stalin). 

Bunlardan ilkine sosyalizmde üretim ilişkileri, ikincisine köleci, feodal ve kapitalist toplumda üretim ilişkileri, üçüncüsüne de revizyonizmde üretim ilişkileri örnektir. İktidarda revizyonizm, üretim ilişkilerinin yeni bir kategorisinin doğmasına neden olmuştur: Belli üretim ilişkilerinden bir başkasına geçişi ifade eden ilişkiler.
Berlin Duvarının altında bu ilişkiler kalmıştır.

Revizyonizm, SB’nde ve etkisi altındaki ülkelerde  üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini  lafza indirgemiş ve üretim araçlarını metalaştıran, alınıp satılan ürünlere dönüştürmüştür. Böylece artı değer, sömürü koşullarını yeniden oluşturmuştur. Üretim sürecinde insanlar arasında dostça ilişkileri yıkmış ve yerine maddi teşviki esas alarak, bencil, kişisel çıkarı, üreticiler ve aynı zamanda işletmeler arasında rekabeti esas alan burjuva kapitalist ilişkileri getirmiştir.
Duvarın altında tam da bu ilişkiler kalmıştır.

Revizyonizm, üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin karakteriyle uyumluluk içinde olması gerçeğini, uyumsuzluğa dönüştürmüştür; Berlin duvarı, bu uyumsuzluğun doğrudan ifadesi olarak sistemi istemeyen insanların kaçışını engellemek  için çekilmiştir  ve aynı nedenden dolayı da yıkılmıştır.
 
Kapitalizmde, üretim araçları özel mülkiyettedir. Devlet, burjuvazinin diktatörlüğünü temsil eder. Bütün üst yapı kurumları özel mülkiyetin korunması, sömürünün teminat altına alınması ve sınıf mücadelesinin bastırılması için vardır.

Sosyalizmde, toplumsal/sosyalist mülkiyet hakimdir. Yani sosyalist toplumun ekonomik temelini, üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olması, sosyalist ekonomi sistemi oluşturur.

Sosyalizmde işçi sınıfının devletsel örgütlenmesine proletarya diktatörlüğü denir. Proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin kazanımlarının pekiştirilmesi, sosyalist inşanın derinleştirilmesi, sınıf düşmanlarına karşı mücadele  için ‘olmazsa olmaz’ koşuldur.

Modern revizyonistler, politikayı, bütün üst yapı kurumlarını, kapitalizmin yeniden inşasını gerçekleştirmek için kullandılar. Proletarya diktatörlüğünü, “bütün halkın devleti”ne dönüştürerek yıktılar. Üretim araçlarının toplumsal, sosyalist mülkiyetini, bu araçları metalaştırarak fiilen yıktılar; üretim araçlarını metaya dönüştürdüler. Meta üretimi ve dolaşımını  genel geçerli kıldırlar. Böylelikle sosyalist üretim ilişkilerinin yerine kapitalist üretim ilişkilerini geçirdiler. Üst yapıyı; ekonominin yoğunlaşmış ifadesi olan politikayı, bu amaç için kullandılar.
Duvarın altında kalan “bütün halkın devleti”dir.
Duvarın altında kalan sosyalist mülkiyetin metalaştırılmasıdır.
Duvarın altında kalan meta üretimi ve dolaşımının genel geçerli kılınmasıdır.

Modern revizyonistleri, üst yapının, sosyalist devrimde sosyalist ekonomik tabanın oluşturulması için oynadığı belirleyici rolünü,   sosyalist tabanı yıkmak ve kapitalist tabanı yeniden oluşturmak için belirleyici etkisi olan kaldıraç olarak kullandılar. Zaten kapitalist tabana özgü olan her şeyi yeniden oluşturmalarına da gerek yoktu; işe, mevcut meta üretimi ve dolaşımı alanını genişletmekle, bütün ekonomiye yaymakla başladılar. Değer yasasının etkisinin sınırlandırılması koşullarını ortadan kaldırdılar ve böylece değer yasası, ekonominin bütününde etkili olmaya başladı. Sonra, üretim araçları metalaştırıldı.  Uygulanan bütün “ekonomik reformlar”, siyasi üst yapının ekonomi üzerindeki aktif etkisini, belirleyici nüfuzunu ifade ediyor. Bu, sosyalist ekonomik altyapıyı yıkmak için, “devlet gücünün ekonomik gelişme üzerindeki etkisi”ydi (Engels).
Duvarın altında kalan söz konusu bu kaldıraçtır; üst yapıdır, revizyonist devlettir.

Revizyonizm, “kötü de olsa” sosyalizm değildir.  Revizyonizm başlı başına bir üretim biçimi de değildir. Ama  klasik  kapitalizme doğru gelişmeyi ifade eden bir geçiş  toplumudur. İnsanlık tarihinde, sosyalizmin yıkılması  sonucu kurulan  bir toplumsal yapı. Bu toplumda  sosyalizm bir tabeladır, gerçeklik ise kapitalizmdir.
Duvarın altında işte bu tabela kaldı. 

Revizyonizmin sosyalizm olmadığını Amerikan emperyalizminin “marksolog“ları da biliyorlardı. Marksizmi, en azından  bu derece anlıyorlardı.   Batılı emperyalistlerin, revizyonizmin, sosyalizm olarak  dünya halklarına yutturulmasından  özellikle memnun kaldıkları ve Amerikan  emperyalizminin jandarmalığını ve hegemonyasını sürdürmek  için  rekabetini,  sürekli, olmayan sosyalizme karşı mücadele  ile bağlam içinde ele aldığı  bilinmelidir. Duvarın altında bu karşı devrimci propaganda da kalmıştır.  

20 sene önce yıkılan Berlin Duvarının altında neyin ve kimlerin kaldığını sıralayalım:
1- Aralık 1956; bu tarihte düzenlenen "bilimsel oturum"da sosyalizmde değer yasası anlayışı yerine, kapitalizmde değer yasası anlayışının getirilmesi için karar alınmıştır.
Duvarın altında bu karar ve uygulaması kalmıştır. 

2-Mayıs 1957; bu tarihte Yüksek Sovyet merkezi sanayi bakanlıklarının birçoğunu dağıtma kararı alır. Böylelikle, bu bakanlıkların o zaman kadar üstlenmiş oldukları sorumluluklar yerel ekonomik konseylere devredilir.
Bu kararın sonucu olarak  bölgesel bürokrasinin gelişmesini, güçlenmesini ve söz sahibi olmasını sağlamak için adımlar atılmıştır;  merkezi planlama önemini yitirmiş, onun yerini bölgesel planlama almıştır. Bu, Sovyet işletmelerinde işletme egoizmini, giderek de işletmeler arasında  rekabeti geliştirmiştir.
Duvarın altında bu karar ve uygulaması kalmıştır. 

3-25-26 Şubat 1958; modern revizyonistler 1958 yılında, kırsal alanda mülkiyet ilişkilerini önemli derecede altüst eden bir tarım reformunu uygulamaya koydular. (Bu tarihte toplanan SBKP-MK Plenumunda  Makine-Traktör İstasyonlarının dağıtılması kararı: "Bugünkü koşullarda… SBKP-MK Plenumu…Makine-Traktör İstasyonlarının yeniden örgütlenmesi anlayışındadır. Şimdi bu  makinelerin doğrudan kolektif ekonomilere satışına geçmek yerindedir").
Makine-Traktör-İstasyonlarının (MTİ) dağıtılmasıyla kırsal alandaki toplumsallaşmaya devasa bir darbe vurulmuş oldu, MTİ bazında üretim araçları metalaştırıldı.
Duvarın altında bu karar ve uygulaması kalmıştır. 

5- Modern revizyonistlerin köylülüğü yedekleme politikası  kolhozlardaki yaklaşık 6 milyon insanın, kolektif çalışmaya katılmamasına ve sadece özel mülkiyetlerindeki topraklarda üretim yapmasına neden olmuştur.

6-Ekonomik Reformlar: XX. Parti Kongresi’nden sonra modern revizyonistler düzenledikleri “bilimsel” toplantılarda, konferanslarda sosyalist altyapıyı ve üst yapıyı reformlar adı altında yıkmak ve yerine kapitalist ilişkileri getirmek için durmaksızın uğraştılar. SB’nde ve tabii bu ülkedeki gelişmeleri takip ederek Doğu ve Orta Avrupa’nın eski “Halk Demokrasisi” ülkelerinde de reformlar uygulanmaya kondu.   Üretimde, iktisadi yönlenmede kar, esas kaldıraç olmalıydı. Azami kar, ekonomide temel yönlendirici, düzenleyici faktör olmalıydı. 
Berlin duvarının altında bu kararlar ve uygulayanlar kaldı.
Berlin Duvarının altında rekabeti ekonomide geçerli kılmak için atılan adımlar kalmıştır. 

Maddi teşvik ve  karı esas alanlar;  gözü,   ekonomik kaldıraç olarak kardan, maddi teşvikten, mükafatlandırmadan, krediden (“kar ve verimliliğe daha ziyade önem vermeliyiz”-Kruşçev), fiyattan başka bir şey görmeyenler uygulamalarıyla birlikte duvarın altında kalmıştır. 

7-Üretim araçları  metalaştırıldı, yani Sovyet ekonomisinde meta üretimini ve dolaşımını sınırlayan nesnel koşullar ortadan kaldırıldı ve ekonomide meta üretimi ve dolaşımının önü açıldı. böylece pazar, kar, yeniden düzenleyici güç oldu. bu dönüşüm kapitalizmin yeniden inşasından başka bir şey değildi.
Bu kararı alanlar uygulamalarıyla birlikte duvarın altında kalmıştır

Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti olmaksızın ve ekonomide merkezi planlama olmaksızın para, kaçınılmaz olarak, kapitalizmde oynadığı rolü oynayacaktır. Modern revizyonistler   SB’nde parayı, sermayeye dönüştürmüşler ve onu sömürü aracı yapmışlardır. 
Bu revizyonist anlayış duvarın altında kalmıştır. 

Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti, sosyalist üretim ilişkilerinin temelini oluşturduğu müddetçe ulusal ekonominin planlı gelişmesi nesnel bir zorunluluktur. Sovyet modern revizyonistleri, üretim araçlarını metalaştırarak, sosyalist üretim ilişkilerini yıkmışlar ve bu nesnel zorunluluğu ortadan kaldırmışlardır.
Bu revizyonist anlayış duvarın altında kalmıştır. 

8-Meta üretimi ve değer yasası: XX. Parti Kongresinden itibaren  Sovyet revizyonistleri, meta üretiminin ve değer yasasının bütün üretim için geçerli olduğunu açıklamışlardır. Yani her alanda üretim, bütün üretim, meta üretimi olarak açıklanmış ve her alanda da değer yasasının geçerli olduğu kabul edilmiştir. “sosyalist üretim, zorunlu olarak meta üretimidir” diyenler, meta üretiminin, değer yasasının, yani kapitalizmin bu olmazsa olmazlarının sosyalizme de özgü olduğunu savunanlar ve gerçekleştirenler duvarın altında kaldılar. 

Sonuç itibariyle:
1-Berlin Duvarı sosyalizmde değer yasasının etki alanı sınırlı değildir ve giderek daha da sınırlandırılmamalıdır anlayışının üstüne yıkılmıştır.
2-Berlin Duvarı, kar, “sosyalist kar”, meta-para ilişkileri, meta üretimi, pazar vb. olmaksızın sosyalizm olmaz ve giderek komünizme geçiş de olası değildir diyen revizyonist teorilerin üstüne yıkılmıştır.
3-Berlin Duvarı proletarya diktatörlüğünün ve komünist partinin tasfiyesi anlamına gelen “bütün halkın devleti”, “bütün halkın partisi” anlayışlarının üstüne yıkılmıştır;  duvarın altında proletarya diktatörlüğü değil “bütün halkın devleti” anlayışı, komünist partisi değil “bütün halkın partisi” anlayışı kalmıştır.
4-Berlin Duvarı üretim araçlarının, iş gücünün metalaştırılmasının üstüne yıkılmıştır.
5-Berlin Duvarı  halkların dostluğu adı altında milliyetçiliğin, Rus şovenizminin hakim kılınmasının üstüne yıkılmıştır.
6-Berlin Duvarı proletarya enternasyonalizmi adına başka ülkeleri sömürmenin talan etmenin, baskı altına almanın; yani revizyonist sömürgeciliğin üstüne yıkılmıştır.
7-Berlin Duvarı kapitalizmde savaş kaçınılmaz değildir, savaşsız kapitalizm olabilir anlayışının üstüne yıkılmıştır.
8-Berlin Duvarı kapitalizm koşullarında sürekli barış olabilir, kapitalist dünya ile barış içinde bir arada yaşanabilir anlayışının üstüne yıkılmıştır.
9-Berlin Duvarı kapitalizmden sosyalizme barışçıl geçilebilir; kapitalistler, burjuvazi, barışçıl yoldan, örneğin bir seçim sonucuyla iktidardan uzaklaştırılabilir ve sosyalizme geçilebilir anlayışının üstüne yıkılmıştır.

Berlin Duvarı, “sosyalizm” kaçmasın diye çekilmiştir.
Yoksa değil mi?

1 Kasım 2009 Pazar

EKİM DEVRİMİNİN 92. YILDÖNÜMÜNDE KAPİTALİZM VE SOSYALİZM


EKİM DEVRİMİNİN 92. YILDÖNÜMÜNDE KAPİTALİZM VE SOSYALİZM

Yaşanan ekonomik kriz, 1929-32 dünya krizini çağrıştıracak derecede ağır. 1929 krizi denince akla ister istemez sosyalizm; Sovyetler Birliğin'de (SB) sosyalizmin inşası geliyor. Ekim Devriminin 92. yıl dönümünde 1929 krizini ve yaşanan krizi ve SB'de sosyalizmin inşasını göz önünde tutarak her iki sistemi bazı noktalarda karşılaştıralım dedik. Bakalım hangi sonuçlara varacağız.