deneme

27 Mart 2008 Perşembe

DEVLET VARMIŞ! KARLARI ÖZELLEŞTİRMEK, ZARARLARI DEVLETLEŞTİRMEK!





Günümüzün en sıkı, en coşkulu devlet savunucuları neoliberallerdir. Mali krizin patlak vermesinden bu yana sıkı bir devlet yanlısı oldular ve böylece neoliberalizmin en kutsal ilkesini ayaklar altına aldılar. Serbest pazara, pazarın her şeye muktedir oluşu anlayışına güveni kaybettiler. Neoliberalizm savunucuları, aslında günümüzün en tutarlı Keynescileri oldular.
Tabii neoliberalizmin ideologlarının piyasaya sürdüğü teorilere inanarak bir anda devletin önemini yitirmeye başladığından, ulus-devlete ihtiyaç kalmadığından, uluslararası tekellerin ve emperyalist burjuvazinin birtakım kurumlarının etkilerinin arttığından bahsetmeye ve bunun teorisini yapmayan çalışan güya “sol”lar şu mali kriz patlak verdikten bu yana perişan haldeler. Anlayışlarının ve neoliberal destekli teorilerinin ömrünün bir konjonktür dönüşümü kadar -bir ekonomik krizden bir sonraki ekonomik krize kadar- olmadığını yaşam bizzat gösterdi. Neoliberal ideologların piyasaya sürdükleri teorilere dayanarak devleti mezara gömen avanak küçük burjuva kalemşorlar şimdi ne yapacak, orası pek bilinmez. 

Durum felaket. Borsacılar durumun vahim olduğunu söylüyorlar. Doğru söylüyorlar. Mali kriz şiddetini arttırarak yaygınlaşıyor ve derinleşiyor. Krizin başlamasından bu yana buhar olan dünya çapında borsa değeri miktarının 6,124 trilyon Avro olduğu söyleniyor. Bu miktar Avro alanında bir yıllık üretime tekabül ediyor. Başka bir deyişle,   Japon GSYİH’nın iki misline eş değerde bir miktar yok oldu. Bu durum borsa kumarbazlarını panikletiyor.
 
Burjuvazi açısından inanılır gibi değil ama gerçek: Amerikan konut krizi sürecinin sadece beş aylık bir zaman dilimi içinde dünya borsalarında buharlaşan miktar 5,5 trilyon Avroydu. Dünya hisse senedi endeksi Bloomberg,  31 Ekim 2007’deki en yüksek seviyesine göre yüzde 18 oranında bir değer kaybına uğradı. Önemsiz bir oran olarak görülebilir. Ama bu oran yukarıda belirttiğimiz dünya borsalarında buharlaşan 5,5 trilyon Avroyu ifade ediyor. Yani borsa yatırımcıları sadece beş aylık bir zaman içinde 5,5 trilyon Avro kaybediyorlar. Sadece bankaların kaybettiği miktar ise bir trilyon Avrodan fazla.  Bu miktar dünyanın 7. büyük ekonomisi İtalyan GHYİH’na eş düşmektedir.

ABD bölgesel sektör borsasında (S&P 500 Financials) ve Avrupa-Bloomberg‘de (Bloomberg Europe Banks and Financial Services) durum daha da vahim. Bunların her birinde, 2007’deki en yüksek seviyeye göre buharlaşan miktar 700 milyar Avrodan daha fazla. S&P 500 ve Stoxx 600 hesaplamasına göre de 2007’deki en yüksek seviyesiyle karşılaştırıldığında Avrupalı borsacılar 1,9 ve Amerikalı borsacılar da 1,66 Trilyon Avro kaybetmişler.

Düşünülmeyen düşünülmeye başlandı. Dünya mali krizi yeni boyutlara ulaştı: Öyle ki IMF, dünya ekonomisinin çöküşünü engellemek için kurtarma programı hazırlığı içinde. IMF, üye devletlerin hükümetlerine oldukça dramatik bir çağrı yaparak, gerekli olduğunda yoğun destekleme programlarıyla dünya ekonomisinin çöküşünün engellenmesini talep etti.

Sorunun sadece mali sektörle sınırlı kalmadığı reel sektörün de; sanayi üretiminin de bu mali krizden etkilendiği ve ABD’nin yeni bir ekonomik kriz içinde olduğu görüşünde olan bir kısım ekonomist ve politikacı, krizin engellenmesi için radikal tedbirlerin alınmasını talep ediyor. Radikal taleplerin başında ise devlet desteği gelmektedir. Bu baylar, devletin, konut kredisi alıp da bunu geri ödeyemeyenlerin kredilerini satın almasını; kredi borçlarını devralmasını ve böylece hem borçluların hem de bankaların bu zor durumlarından kurtarılmasını talep ediyorlar.

Öyle ki, borsa kumarbazları ve savunucuları bugünlerde psikolog oldular ve yatırımcıların „hayvani dürtüler“le hareket ettiklerini, işlerinin iyi ve kötü gittiği bütün dönemlerde korku içinde olduklarını ve çıkış yolu bulamadıklarını dile getirerek böylesi durumlarda, ekonomi kendi kendini kurtaramayacağı için devletin gelişmelere müdahale etmesi gerektiğini savunuyorlar. Dün devleti yok sayanlar, şimdi devlete sarılıyorlar.

Daha düne kadar devlet ekonomiye karışmasın,  taleplerimizin gerçekleştirilmesi için tedbirler alsın yeter diyen mali sermayenin önde gelenleri, şimdi başka telden çalıyorlar: Bu baylar, devlete çağrı yaparak neoliberalizmin en temel ilkesini çöpe atıyorlar ve artık devletin yardımı olmaksızın işlerin yürüyemeyeceğini söylüyorlar.

Şüphesiz ki seslerini duyuruyorlar: Amerikan devleti piyasalara üst üste nakit sürmesine rağmen değişen bir şey olmadı. Devlet, ABD’nin beşinci büyük yatırım bankası Bear Stearns’i başka bir bankaya peşkeş çekerek iflastan kurtardı. Britanya hükümeti,  Northern Rock Bankasını devletleştirerek iflasını önledi, daha doğrusu iflası satın aldı. Almanya’da IK Bankasının kurtarılması için halkın cebine göz dikildi.

Mali sermaye hem dedelerini hem babalarını ve hem de çocuklarını yiyiyor diyebiliriz. 1930’lardan kalma mali kuruluşlar da dâhil mali sermayenin „çınarları“ devrilmeye başladı. Tabii bu kurtarma eyleminde Rus, Çin veya bazı petrol zengini Arap ülkeleri sermayesi de „yardımcı“ olabilirdi. Ama devasa büyüklükte bir Amerikan mali tekelinin yabancı ellere geçmesi Amerikan emperyalizmi tarafından kabul edilemez bir olgudur. Devasa bir prestij kaybıdır.

Mali krizin boyutlarından dolayı Amerikan ekonomistleri, bazı büyük Amerikan bankalarının, yatırım kurumlarının devletleştirilmesini tartışmaya başladılar. Krizden önce bunu söylemek cesaret işiydi.  Ama şimdi, "Neoliberalizm Çağı”nda devletleştirmekten bahsedilebiliyor. Demek ki sermaye açısından durum çok kötü!

Mali kriz o boyutlara varmıştır ki, artık pazar mekanizması kendi kendini düzenler doğması; bu neoliberal temel ilke tartışılır olmuştur. Devletleştirme düşüncesinin gündeme gelmesi bunun açık bir ifadesidir.
Almanya‘da Deutsche Bank’ın şefi J. Ackermann, adeta yalvarırcasına devletin müdahale etmesini dile getirmektedir. Büyük bir bankanın iflas etmesi sadece o banka ile sınırlı kalmayacak ve başka sektörleri de etkisi altına alacaktır. Ackermann bunu çok iyi bilmektedir ve Alman sermayesinin korunması için devlete çağrıda bulunmaktadır.

Pazara olan güvenin sarsılması neoliberalizme olan güvenin sarsılması anlamına gelmektedir. Devletin müdahale etmesini talep edenlerin bir düşüncesi de neoliberalizme olan güvenin sarsılmasının önünün alınmasıdır. Tarihin cilvesine bakın ki, bunu da yok saydıkları, ekonomi dışına ittikleri, etkisinin kalmadığını söyledikleri devletten talep ediyorlar. Kaynescilere gün doğuyor! Böylece devletin, ne kadar uluslararasılaşırsa uluslararasılaşsın sermaye açısından gereksiz olmadığını bizzat neoliberaller dile getirmiş oluyorlar. Bakalım onlara inanıp da bundan siyasi sonuçlar çıkartanlar ne yapacaklar!

Ackermann „serbest pazarın“ sonuna geldiğini, en azından pazarların kendi kendini tedavi edeceğine inanmadığını“ açıklıyor ve „bankaların, merkez bankalarının ve hükümetlerin“ ortaklaşa eylemiyle krizin üstesinden gelinmesi gerektiğini savunuyor.

Daha düne kadar neoliberalizmin kılıçlarını şakırdatanlar, bugün devlet üzerine övgüden başka bir şey söylemiyorlar. Özellikle ABD ve AB’de mali analistler, merkez bankası başkanları, bir kısım medya koro halinde devletin gerekliliğinden, onun "erdem"lerinden bahsetmeye başladılar.

ABD’de devletin yardım etmesi gerekir talebi, merkez bankasının, özel bankaların verdiği ve geri ödenmesi artık söz konusu olmayan bütün kredileri satın almasını ve böylece bütün riski üstlenerek özel bankaları temize çıkartmasını da kapsamaktadır.

Bay Devlet iş başında!
Neoliberalizmin kendi ilkelerine ihaneti artık olağanüstü olmaktan çıktı. Bay devlet hatırlandı ve göreve çağrılıyor:
Bir daha:
1-Büyük Britanya’nın en büyük ipotek bankalarından birisi olan Britanya Northern Rock, Britanya hükümeti ve İngiltere Bankası tarafından iflastan kurtarıldı ve devlet tarafından bütün zararlarıyla birlikte devralındı. Banka devletleştirildi.

2-ABD’de Merkez Bankası FED, batmak üzere olan Bear Stearns’i kurtarmak için harekete geçti ve 30 milyar dolarlık mali garanti ile JP Morgan Chase tarafından devralınmasını sağladı. Bu kurtarma eyleminin ardından devlet, Wall Street kurtardı dendi. Doğru bir tespit: Bu kurtarma eyleminin yanı sıra FED, piyasaya 200 milyar dolar sürdü, faizleri bir kez daha düşürdü ve 1930’dan, o büyük krizden bu yana yapmadığını yaparak, değerli kâğıt spekülasyonu yapanlara seçkin bankalara verilen kredilerden vermeye başladı. Yani spekülasyon yapmaya devam edin arkanızda ben varım dedi.

3-Tabii sorun ABD ile sınırlı değildir. Başka ülkelerde de bankalar iflaslarla karşı karşıyalar. Ve devlet o bankaların yardımına koşacak, onları iflastan kurtarmak için yapması gerekeni yapacak: Devralmak, devletleştirmek.

İşin açığı ve kısası: Açık ki bazı merkez bankaları, bütün riskli gayrimenkul kâğıtlarını, bunlarla ilgili batık kredileri devralacaklar ve karşılığında da bu bankalara, onları zararlarından dolayı mükâfatlandırmak ve zarar yapmaya devam etmelerini sağlamak için olsa gerek, garantili devlet tahvilleri verecekler. Devlet, hemen her kriz döneminde yaptığını bu sefer de yapacaktır: İflas edenlerin borcunu üstlenmek ve böylelikle ceremesini işçi sınıfı ve emekçi yığınlara çektirmek. Yani karlar özelleştirilirken, borçlar devletleştirilmiş olacak.

4- Durum o derece ciddi olmalı ki, şimdilerde borsacılar da radikal tedbirlerin alınması gerektiğinden bahsetmeye başladılar. Yani devleti göreve çağırıyorlar.  Bu çağrı, geri dönmeyecek kredilerimizi, tamamen değersizleşen spekülatif kağıtlarımızı devral demekten başka bir anlam taşımamaktadır. Yani devlet bu spekülatörlerin zararlarını “sosyalleştirmek”; halkın adına devralmakla karşı karşıyadır.

5-Krizden dolayı büyük risk altına girmiş olan özel kredi sigortacılarının işlemlerini devletin devralması talep edilmektedir. Veya durumu kurtarmak için bu şirketlerin yapacağı her türden sahtekârlığa devletin iki gözünü birden yumması isteniyor.

6-Bizzat IMF, geleneksel para politikasının artık sonunun geldiğini açıklamıştır. Bu itirafın anlamı oldukça açıktır: Karlar özelleştirilecek, zararlar devletleştirilecek. Neoliberalizm tarafından Keynescilik diye mahkûm edilen devlet destek tedbirlerin artık kaçınılmaz olduğu kabul edilmektedir. Neoliberalizm açısından bu bir ölümdür. Neoliberalizmin başına gelecek olanlar o kadar önemli değil. Ama önemli olan, neoliberal ideologların yolundan giderek Marksizm adına devleti önemsizleştirmiş olanların şimdi bu durumu nasıl açıklayacaklardır!

7- Başka, öbür cepheden de atışlar durmuyor, durmayacak. Dünya ve Avrupa Sosyal Forumun başına çöreklenmiş olan pasifistler ve reformistler, güya neoliberalizme karşı Keynesciliği savunarak geri çekilişlerini saldırıya dönüştürerek yeniden işçi sınıfı ve emekçi yığınları "sosyal devlet"in kucağına itmek için sabırsızlanıyorlar. Neoliberalizmden kendilerince hesap soracaklar, "Tobin-Vergisi" talebinin, "pazarları kontrol etme" talebinin vb. ne denli doğru olduğunu, yaşamın, krizin kendilerini doğruladığını savunacaklardır.

Mevcut haliyle mali kriz çok şeye açıklık getirdi. Bu krizin ekonomik krize dönüşmesi durumunda teori dünyasında da bazı sarsıntılar mutlaka olacaktır.



25 Mart 2008 Salı

Kriz, Kapitalizm: Olasılıklar, Olanaklar

Kriz, Kapitalizm: Olasılıklar, Olanaklar sempozyumundaki konuşma metni

Mali kriz ile ekonomik kriz arasında ayrım yapmak gerekir. Ekonomik krizler (Fazla üretim krizleri) kapitalist sisteme özgüdür, onun çelişkilerinden kaynaklanır. Konjonktür hareketinin (ekonominin kriz-inişli/çıkışlı durgunluk ve canlanma aşamaları) bir aşamasını oluşturan ekonomik kriz, belli aralıklarla mutlaka gelir, patlak verir. Ekonomik krizin belli aralıklarla patlak vermesi, kapitalist üretim biçiminin nesnel ekonomik yasasının kaçınılmaz bir sonucudur. Bunu hiçbir hükümet, alınan hiçbir politik ve ekonomik tedbir değiştiremez. Ancak krizin patlak vermesi geciktirilebilir. Fazla üretim krizsiz bir kapitalizm düşünülemez. Mali-kredi-spekülasyon krizlerinin ise böyle bir özelliği, nesnel ekonomik yasalara göre hareket etme özelliği yoktur. Mali-kredi-spekülasyon krizleri kapitalizm öncesinde de vardı. Mali alandaki sermaye hareketi de son kertede maddi değerlerin üretiminden bağımsız olamaz. Mali sektördeki krizler, şu veya bu biçimde maddi değerlerin üretimi sektöründe işlerin pek de iyi gitmediğini gösterir. Bu mutlaka böyledir diye bir kural yoktur. Mali sektörde kriz, belli bir yasallığın kaçınılmaz bir sonucu olmadığı için bu türden krizlerin patlak vermesi, devletin ve bizzat burjuvazinin tedbirleriyle engellenebilir veya ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisi hafifletilebilir...

Para veya sermaye bolluğu içinde kriz nasıl olur sorusu akla gelebilir. Ama mali ve ekonomik krizlerin de sermaye bolluğunun en doruk noktaya ulaştığında patlak vermesi, sermaye bolluğu ve kriz arasından bir bağın olduğunu gösterir.

Birkaç veri:
Dünya çapında her türlü mali varlıkların miktarı 1980 yılında 12 trilyon dolardan 1990’da 43, 2000’de 94 ve 2006’da da 167 trilyon dolara çıkıyor. Dünya gayri safi hâsılanın tutarı da 1980’de 10 trilyon dolardan, 1990’da 22, 2000’de 32 ve 2006’da da 48 trilyon dolara çıkıyor.

Dünya sermaye piyasalarındaki bu sermaye bolluğunun nereden kaynaklandığını kapsamlı bir biçimde ele almak bu yazının çerçevesini aşar. Ancak burada şu kadarını belirtelim ki, azami kar peşinde koşan sermaye, bu kar olanağını maddi değerlerin üretim alanında göremediği için; bu alanda kendini değerlendiremediği için mali sektöre, spekülasyon alanına akar. Azami kar getirecek yatırım alanı arayan bu mali sermayenin bir kısmı bu olanağı öncelikle Amerikan konut sektöründe gördü. Kazanç yüksekti ve bu hep öyle gider düşüncesi hakim olduğu için geri ödemesi sorunlu olanlara da -dar gelirliler- kredi verilmeye başlandı. Yatırımcı kuruluşlar bu kredileri çeşitli biçimlerde paketleyerek –riskli ve riski olmayanları harmanlayarak- bütün dünyada satmaya başladılar ve böylece Amerikan konut alanındaki spekülasyon/kriz uluslararasılaştırıldı. Sonunda şişen balon 2007 yılında patladı ve etkisi sadece Amerikan mali sektörüyle sınırlı kalmadı. Amerikan konut sektöründe spekülasyon krizi olarak başlayan bu kriz, borsa, mali, kredi ve banka krizi olarak hemen hemen bütün dünya mali sektörünü (mali, banka, kredi) etkisi altına aldı.
Açık ki sermaye açısından durum felaket. Borsacılar durumun vahim olduğunu söylüyorlar. Doğru söylüyorlar. Mali kriz şiddetini arttırarak yaygınlaşıyor ve derinleşiyor.

Bu krizin başlamasından bu yana (25 Mart 2008) buhar olan dünya çapında borsa değeri miktarının 6,124 trilyon Avro olduğu söyleniyor. Bu miktar, Avro Alanında bir yıllık üretime veya Japon GSYİH’nın iki misline tekabül ediyor.
Amerikan konut krizi sürecinin sadece ilk beş aylık döneminde dünya borsalarında buharlaşan miktar 5,5 trilyon Avro'ydu. Sadece bankaların kaybettiği miktar ise bir trilyon Avro'ndan fazla. Bu miktar İtalyan GHYİH’na eş düşmektedir. Başka bir hesaplamaya göre de Avrupalı borsacılar 1,9 trilyon Avro kaybetmişlerdir. Amerikalı borsacıların kaybı ise 1,66 trilyon Avrodur.

Neoliberalizmin iflası:
Bay Devlet iş başında!
Devletin ekonomi alanından çekilmesi, bu alanı tamamen özel sermayeye bırakması, yani kamu işletmelerinin, hizmet sektörü kurumlarının özelleştirilmesi neoliberalizmin temel taleplerindendi. Özellikle geçen yüzyılın '80'li yıllarından itibaren bu sloganla İngiltere ve ABD'de neoliiberal politikalar uygulamaya kondu ve '90'lı yıllarla birlikte yoğun “küreselleşme” propagandası eşliğinde özellikle IMF ve Dünya Bankası ve tabii tekelci sermayenin başkaca uluslararası kurumları ve bizzat emperyalist devletler tarafından yeni sömürge, bağımlı ülkelere dayatıldı. Bu neoliberal dayatmaların başında ulusal pazarların yabancı sermayeye tamamen açılması, devletin ekonomiden çekilmesi, başka bir ifadeyle özelleştirme gelmekteydi. Devam eden mali krizden dolayı uluslararası sermaye, özelleştirmenin ve devletin ekonomiden çekilmesi anlayışının bayraktarlığını yapan neoliberalizm, devleti göreve çağırmak zorunda kaldı. Salt bu çağrı ve bu doğrultuda atılan adımlar, neoliberalizmin kendi temel ilkelerine ihanet etmesinin açık ifadesidir. Bay devlet hatırlanmış ve göreve çağrılmıştır: Büyük Britanya’nın en büyük ipotek bankalarından birisi olan Britanya Northern Rock, Britanya hükumeti ve İngiltere Bankası tarafından iflastan kurtarıldı ve devlet tarafından bütün zararlarıyla birlikte devralındı. Banka devletleştirildi. ABD’de Merkez Bankası FED, batmak üzere olan Bear Stearns’i kurtarmak için harekete geçti ve 30 milyar dolarlık mali garanti ile JP Morgan Chase tarafından devralınmasını sağladı. Bu kurtarma eyleminin yanı sıra FED, piyasaya 200 milyar dolar sürdü, faizleri bir kez daha düşürdü ve 1930’dan bu yana yapmadığını yaparak, değerli kâğıt spekülasyonu yapanlara “seçkin” bankalara verilen kredilerden vermeye başladı. Yani spekülasyon yapmaya devam edin arkanızda ben varım dedi.

Tabii sorun ABD ile sınırlı değildir. Başka ülkelerde de bankalar iflaslarla karşı karşıyalar. Ve devlet bankaları iflastan kurtarmak için yapması gerekeni yapacak: Devralacak, devletleştirecek. Kısacası: Açık ki bazı merkez bankaları, bütün riskli gayrimenkul kâğıtlarını, bunlarla ilgili batık kredileri devralacaklar ve karşılığında da bu bankalara, onları zararlarından dolayı mükâfatlandırmak ve zarar yapmaya devam etmelerini sağlamak için olsa gerek, garantili devlet tahvilleri verecekler. Devlet, hemen her kriz döneminde yaptığını bu sefer de yapacaktır: İflas edenlerin borcunu üstlenecek ve böylelikle ceremesini işçi sınıfı ve emekçi yığınlara çektirecek, yani karlar özelleştirilirken, borçlar devletleştirilmiş olacak.

Borsacıların da radikal tedbirlerin alınması gerektiğinden bahsetmeye başlamaları durumun ne denli ciddi olduğunu göstermektedir. Açık ki devleti göreve çağırıyorlar. Bu çağrı, geri dönmeyecek kredilerimizi, tamamen değersizleşen spekülatif kağıtlarımızı ‘devral’ demekten başka bir anlam taşımamaktadır. Yani devlet bu spekülatörlerin zararlarını “sosyalleştirmek”; halkın adına devralmak görevine çağrılmaktadır.

Krizden dolayı büyük risk altına girmiş olan özel kredi sigortacılarının işlemlerinin de devlet tarafından devralınması veya durumu kurtarmak için bu şirketlerin yapacağı her türden sahtekârlığa göz yumması talep edilmektedir.

Bizzat IMF, geleneksel para politikasının artık sonunun geldiğini açıklamıştır. Bu itirafın anlamı oldukça açıktır: Karlar özelleştirilecek, zararlar devletleştirilecek...

Neoliberalizm tarafından Keynesçilik diye mahkûm edilen devlet desteğinin artık kaçınılmaz olduğu kabul edilmektedir. Neoliberalizm açısından bu bir ölümdür. Neoliberalizmin ideologlarının durumu nasıl açıklayacakları kadar onların yolundan giderek “Marksist” teori adına devleti önemsizleştirmiş olanların da bu durumu nasıl açıklayacakları önemlidir.

Yeni keynesçilerin, “sosyal devlet” savunucularının cephesinden de atışlar çoktan başladı. Dünya ve Avrupa Sosyal Forumunun başına çöreklenmiş olan bu pasifistler ve reformistler, güya neoliberalizme karşı Keynesçiliği savunarak geri çekilişlerini saldırıya dönüştürme hazırlığı içindeler. Bunlar, işçi sınıfı ve emekçi yığınları yeniden "sosyal devlet"in kucağına itmek için sabırsızlanıyorlar. Neoliberalizmden kendilerince hesap soruyorlar, "Tobin-Vergisi" talebinin, "pazarları kontrol etme" talebinin vb. ne denli doğru olduğundan, yaşamın, krizin kendilerini doğruladığından bahsediyorlar.

Bu kriz, sadece mali alanla sınırlı kalan bir banka ve kredi krizi olarak görülmemelidir. Bu kriz etkisini, henüz güçlü bir şekilde olmasa da –bunun için zamana ihtiyaç var- Amerikan ve bazı AB-ülkeleri sanayinde hissettirmeye başlamıştır. Bu krizden bağımsız olarak İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerde ekonomi zaten kriz içindedir. Bu olgu ve bir bütün olarak AB, Japonya ve ABD ekonomilerinin bir kısmının kriz, bir kısmının da inişler çıkışlar gösteren bir durgunluk içinde olması, dünya çapındaki mali krizin maddi değerler üretiminde (sanayi) bir ekonomik krizin patlak vermesini teşvik eden faktör olmasına yol açabilir. Bunun böyle olabileceğini söylemekle bir kehanette bulunmuş olmayız. Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya; Türkiye de dâhil bazı “yükselen pazarlar” diye tanımlanan ülkelerde ekonomilerin nispeten yüksek oranlarda büyümesi ve büyümeye devam etmesi, bu süreci en fazlasıyla yavaşlatabilir...

Şüphesiz ki olasılık, bir şeyin henüz gerçeklik olmadığını ifade eder. Ama dünya ekonomisi, Amerikan ekonomisi tarafından bir ekonomik krize doğru sürüklenmektedir...
Hele AB ve Japon ekonomilerinin de bugünkü halleriyle Amerikan ekonomisinin seyrinden çıkamamaları, ABD’de patlak veren bir ekonomik krizin bütün dünyayı etkileyerek bir dünya ekonomik krizine dönüşeceğini söyleyebiliriz...

Veriler gelişmenin bu yönde olduğunu göstermektedir...
Uluslararası borsalarda yaşanan “değer” kaybı, hisse senedi piyasasının dibe vurduğunun açık ifadesidir. Menkul kıymetler alanında kriz devam ediyor. Bir bütün olarak dünya mali sistemi kriz içindedir ve sorgulanmaktadır. Banka ve sanayi sektörü; bir bütün olarak ekonomisi Amerikan ekonomisiyle en çok iç içe geçmiş olan ülkeler, bu krizden öncelikle etkilenecek olan ülkelerdir. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkeleri, Çin, Japonya ve ekonomisi ve maliyesi Amerikan ekonomisiyle iç içe geçmiş olan bağımlı ülkeler ve “yükselen pazarlar“ bu türden ülkelerdir.

Demek oluyor ki, son dünya ekonomik krizinden (2000–2004) bu yana dünya ekonomisinin gelişme seyrini kriz belirtileri olmayan ekonomiler (“yükselen ekonomiler” -Bu ekonomilerin başında Çin ve Hindistan ekonomileri gelmektedir), durgunluk içinde olan ekonomiler (ABD, Japonya ve bir bütün olarak AB ekonomileri) ve kriz içinde olan ekonomiler (İngiliz, Fransız, İtalyan ekonomileri) arasındaki ilişkiler belirlemektedir...

Emperyalist ülkeler ve uluslararası tekeller arasında dünya pazarları üzerine rekabet keskinleşiyor:
Kar oranları sürekli düşmektedir. Bu oranlar, 1850’den 2002’ye yüzde 50’den yüzde 4’e düşmüştür. Salt bu durum kapitalist ekonominin çelişkilerinin ne denli derinleşmiş olduğunu göstermektedir. Kar oranlarındaki düşüşün devam etmesi, kapitalizmin kendiliğinden çökeceği anlamına gelmez. Kar oranlarının düşmesini engellemenin en son çaresi emperyalistler arası savaştır, dünyanın yeniden paylaşılmasıdır. Kar oranlarının düşmesi ile rekabet arasındaki diyalektik bağ, son kertede emperyalistler arası savaştır...

Emperyalistler arası ilişkilerin seyri şunu göstermektedir: Emperyalistler arası ilişkiler, "emperyalistlerin genel ittifakı"nı geçersiz kılan yeni bir sürece; dünyayı yeniden paylaşmak için, çıkarları aynı olan güçlerin yeni ittifaklar, koalisyonlar kurma doğrultusunda adım attıkları bir sürece girildiğini göstermektedir...

Bu krizden ve siyasal gelişmelerden Türkiye de payına düşeni alacaktır. Türkiye’de bir mali krizin patlak verdiği söylenemez. Bununla ilgili bir gelişme yok. Ama bu böyle gitmez. Ekonominin dışa bağımlılığı, söz konusu krizin gecikmeli de olsa Türk ekonomisini etkileyeceği ve krize yol açacağı önümüzdeki dönemin bir sorunudur...

Sonuç:
Bu krizden ve sonuçlarından kurtuluş yok. Her seferinde olduğu gibi bu sefer de burjuvazi krizin yükünü işçi sınıfı ve emekçi yığınların sırtına yıkacaktır. Her seferinde olduğu gibi bu sefer de sermayeyi teşvik etmek için paket programlar hazırlayacaktır -bu daha şimdiden bir çok ülkede hazırlanmakta, bazılarında da, örneğin ABD, uygulanmaktadır. Karların özel kalmasına dokunmayan devlet, zararları devletleştirmek, sosyalleştirmek, yani işçi sınıfı ve emekçi yığınların sırtına yıkmak için, toplumsal çıkarları öne sürerek elinden geleni yapacaktır. Buna ve sermayenin saldırılarına karşı, işçi sınıfı ve emekçi yığınların örgütlenerek mücadele etmekten başka bir alternatifi yoktur. Sermaye, çıkarları için insanlığı barbarlığa sürüklemektedir.
Neoliberalizmin alternatifi Keyesçilik değildir. Bu, geriye dönüş için, kapitalizmin geçen yüzyılın '50'li, '60'lı, '70'li yıllardaki uygulamasına dönüş için mücadeledir. Bu mücadele, “sosyal devlet” için mücadele olamaz.
Kapitalist sistemin alternatifi sosyalizmdir. Kurtuluş ileriye doğru gitmektedir, mülkiyetin toplumsallaştırılması gerçekleştirilmeksizin kurtuluş olamaz...

18 Mart 2008 Salı

DÜNYA EKONOMİSİNİN SON DURUMU




Mali-kredi-spekülasyon krizleri kapitalizm öncesinde de vardı. Spekülatörlerin büyük beklentileri spekülasyon yapılan alanda şişmeye neden olur ve bu hep böyle gider anlayışından dolayı şişen balonun patladığı dahi görülmez. „Lale krizi“nden bugüne sayısız mali krizler yaşandı.  

Para veya sermaye bolluğu içinde kriz nasıl olur sorusu akla gelebilir. Ama mali ve ekonomik krizlerin de sermaye bolluğunun en doruk noktaya ulaştığında patlak vermesi sermaye bolluğu ve kriz arasından bir bağın olduğunu gösterir.

Dünya Mali Varlıkları-Dünya GSYİÜ(Trilyon dolar)
Yıl
Dünya Mali Varlıkları (Trilyon dolar)
Dünya GSYİÜ
(Trilyon dolar)
1980
12
10
1990
43
22
1995
66
29
2000
94
32
2001
92
32
2002
96
33
2003
117
37
2004
134
42
2005
142
45
2006
167
48
Kaynak: Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung, 03.02.2008.

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi dünya çapında her türlü mali varlıkların miktarı 1980 yılında 12; 1990’da 43; 1995’te 66: 2000’de 94; 2001’de 92; 2002’de 96; 2003’te 117; 2004’te 134; 2005’te142 ve 2006’da da167 trilyon dolardı. Dünya gayri safi hâsılanın tutarı da 1980’de 10; 1990’da 22; 1995’te 29; 2000’de 32; 2001’de 32; 2002’de 33; 2003’de 37; 2004’te 42; 2005’te 45 ve 2006’da da 48 trilyon dolardı. 
Dünya çapında her türden mali varlıklar, 1980’de 2006’ya yaklaşık 14 misli, 1990’dan 2006’ya yaklaşık 4 misli, 2000’de 2006’ya da yüzde 177,6 oranında artıyor. Aynı dönemde dünya gayri safi hâsılası ise 1980’de 2006’ya 4,8 ve 1990’dan 2006‘y 2,2 misli ve 2000’den 2006’ya da yüzde 50 oranında artıyor.

Dünya çapında gayri safi yurt içi hâsılanın artış hızı, dünya çapındaki tüm varlıkların artış hızından oldukça düşüktür. Diğer taraftan her türden mali varlıkların miktarı ile dünya gayri safi hâsılası miktarı 1980 yılında birbirine çok yakınken, aralarındaki fark sonra artmaya başlıyor ve 2006’ya gelindiğinde dünya gayri safi yurt içi hâsılası dünya çapında tüm mali varlıkların ancak yüzde 29’una, yani yaklaşık üçte birine tekabül ediyordu.

Uluslararası sermaye akışının yıllık olarak büyüme hızı 1980-1900 döneminde yüzde 8,8’den 1990-2006 döneminde yüzde 14,2’ye çıkıyor. Bu yıllık sermaye akışı miktarı, dünya gayri safi hâsılasının 1980’de ancak yüzde 4,7’ne,   1990’da yüzde 5,2’ne, 2000’de yüzde 15,3’ne ve 2006’da da yüzde 17,2’ne eş düşmekteydi. Yıllı olarak bu miktar 1990’da yaklaşık 1 trilyon dolardan 2006’da 8 trilyon dolara çıkmıştır. Aşağıdaki veriler bu gelişmeyi göstermektedir.

Uluslar arası Sermaye Akışı
Yıl
Dünya GSYİÜ’e oranı
Yıllık artış
1980
4,7
% 8,8
1982
3,5
1984
3,7
1986
5,6
1988
4,5
1990
5,2
% 14,2
1992
3,8
1994
3,9
1996
7,1
1998
7,0
2000
15,3
2002
8,1
2004
13,1
2006
17,2
Kaynak: Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung, 03.02.2008

Dünya sermaye piyasalarındaki bu sermaye bolluğunun nereden kaynaklandığını araştırmak bu makale çerçevesinde ele alınabilecek bir iş değildir. Ancak burada şu kadarını belirtelim ki, azami kar peşinde koşan sermaye, bu azami kar olanağını maddi değerlerin üretim alanında göremediği için; bu alanda kendini değerlendirme; yani çoğaltma imkânları göremediği veya yeterli göremediği için mali sektöre akmıştır.

Mali sektörlerdeki şişme, spekülasyona yol açmıştır ve bu da Amerikan konut pazarında patlak veren krizle birlikte banka ve kredi krizi olarak dünya mali piyasasında etkili olmaya başlamıştır.

Yaşanan süreç para/sermaye bolluğu içinde nasıl sermaye sıkıntısı, nakit sıkıntısı çekilebilir sorusuna cevap vermektedir.  Herkes; her fon, her yatırım bankası, her mali kurum kendi derdine düşmüş durumda. Bir taraftan iflas etmemenin yollarını arıyor, ama diğer taraftan da fırsatını bulursa iflas eden veya iflasın eşiğine gelmiş kurumları adeta bedavaya satın alıyor. Bunun en son örneğini JP Morgan Chase’in Bear Stearns’ü satın alması oluşturmaktadır. JP Morgan Chase, Bear Stearns'ü hisse başına 2 dolardan, toplam 236 milyon dolara satın aldığını açıkladı. Birkaç gün öncesine kadar piyasa değeri 20 milyar dolar olan Bear Stearns'ün piyasa değeri cuma günü 3,5 milyar dolara düşmüştü.  

Durumu kurtarmak,   iflas etmemek için ABD’nin önde gelen  Citigroup, Merrill Lynch veya Morgan Stanley gibi büyük bankaları kapılarını yabancı yatırımcılara açtıklarını açıkladılar. (Singapur’dan devlet holdingi Temasek ABD-Bankası Merrill Lynch‘e 4,4 milyar dolarla; bir Çin devlet fonu Morgan Stanley’e yüzde 10’luk bir payla ve Abu Dabi de 7,5 milyar dolarlık bir miktarla Citigroup’a ortak olmuşlardır). Bunlar Uzakdoğu’dan, Rusya ve bazı Arap ülkelerinden devlet fonlarıdır. Şimdi bunlar da mali piyasalar da „big Player“ oldular.

Mali kriz, İngiltere ve ABD’de iflasla karşı karşıya kalan mali kurumların devletleştirilmesini de gündeme getirdi.  

29.02.2008 tarihli bir açıklamasında ABD Merkez Bankası Başkanı Bernanke, “bazı bankaların batacağı”ndan, bazı bankaların kredi krizinin üstesinden gelemeyeceklerinden, bu durumdan kurtulmak için sermayelerini arttırmak zorunda olduklarından bahsetmiştir.

Bankalardan önce Hedge-Fonlar, mali krizin girdabına girmişlerdi. Bilindiği gibi kredi piyasası, bu fonların en yaygın faaliyet sürdürdükleri alandır. Çok güncel olmamasına rağmen aşağıdaki veriler bu alandaki sermaye miktarı hakkında bir ipucu vermektedir: Kendi alanında uzmanlaşmış Hedge-Fonlar, sadece 2005 yılında 1,6 ila 1,8 trilyon dolarlık bir miktarı kredi olarak yatırmışlardı, vermişlerdi.  

„Çekirge“ işletmeler de iflas girdabına girdiler. Krizin patlak vermesinden bu yana „çekirge“ firma denen „Private-Equity“ işletmelerinin başka işletmeleri devralma hevesi kaçmış ve 2007 yılında rekor seviyeye varan devralmalar durma noktasına gelmiştir. Devralmak için bankalardan kredi alınması gerekir. Bu koşullarda hangi banka kredi verebilir?

Burjuvazi mali piyasalardaki gelişmeleri, borsalardaki düşüşleri, iflasın eşiğine gelmiş bankaların halini dramatik gelişmeler olarak tanılamaktadır. Oysa burada dramatik olan bir şey yok. Bütün bu gelişmeler kapitalizmin çelişkilerinin yansımasıdır. Bugün mali sektörde patlak veren bu kriz yarın,  sanayi sektöründe de gündeme gelerek dünya çapında bir ekonomik krize yol açacaktır. Bundan kurtuluş yok. Kapitalizm bundan kurtulamayacaktır.


1 Mart 2008 Cumartesi

EKİM DEVRİMİ VE KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASINI SORGULAMAK!


EKİM DEVRİMİ VE KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASINI SORGULAMAK!

Burada Ekim Devriminin uluslararası önemi ve anlamı üzerinde durmayacağız. Sorunumuz bu değil. Ama şu kadarını belirtelim. Ekim Devrimi karşısında alınan tavır, Marksizm-Leninizm açısından önemli bir sorunudur. Çünkü Ekim Devrimi değerlendirmesi, bir siyasi yapının ideolojik duruşunu açıklayacak derecede önemlidir.