deneme

31 Mayıs 2007 Perşembe

ORTA ASYA ENERJİ KAYNAKLARI ÜZERİNE EMPERYALİSTLER ARASI REKABET






Dünyaya hakim olmak için Orta Asya’ya hakim olmak, emperyalizmin bütün tarihi boyunca geçerli jeopolitika oldu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra emperyalist ülkeler gözlerini Orta Asya’nın enerji zenginliğine dikmişlerdi ve bu jeopolitikanın gerçekleştirilmesi için başta ABD olmak üzere AB, Rusya ve Çin acımasız bir rekabet içindeler. Önemli olan, bu bölgenin enerji zenginliklerini kontrol etmek, rakipleri bölgeden uzak tutmak ve böylece dünya enerji sorununda dikte edici bir konumda olmaktır.

Bölgedeki (Hazar Havzası) petrol ve doğal gaz üretimi şu veya bu şekilde uluslararası tekeller tarafından paylaşılmıştır. Bugün üretim üzerine rekabetin yerini, ürünlerin dünya pazarlarına taşınması için gerekli boru hatları üzerine rekabet almıştır. Enerji zengini Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan, bu zenginliklerini ancak başka ülkelerden gecen boru hatlarıyla dünya pazarlarına taşıyabiliyorlar. Dünya pazarlarına enerji sevkiyatı koridorları üzerine rekabet bütün şiddetiyle sürmektedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı dışında bu alanda gerçekleştirilmiş başka bir proje henüz yok. Kazakistan’dan Çin’e ve oradan da Japonya’ya ulaşması gereken hat bir projedir. Afganistan üzerinden Hint Okyanusu’na inmek de bir projedir. İran üzerinden dünya pazarlarına açılmak da bir projedir. Karadeniz üzerinde Bulgaristan’a, oradan da dünya pazarlarına ulaşma da bir projedir. Reel olan, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı ve Rusya sınırları içinde geçen boru hatlarıdır.

Rusya, bölgede çıkartılan petrol ve doğal gazı kendi topraklarından geçe boru hatlarıyla dünya pazarlarına taşımak için kıyasıya rekabet etmektedir. Böylece dünya enerji politikasını kontrol etmek ve yönlendirmek için önemli bir konuma sahip olmayı hesaplamaktadır. ABD ve AB, bölgeden dünya pazarlarına enerji sevkiyatı konusunda Rusya’ya bağımlı olmak istemediklerinden, Rusya’yı dışlayan alternatif boru hatları üzerine projeler üretmekteler. 

Rusya, 18 Mayısta gerçekleştirilen AB-Rusya zirvesinin hemen öncesinde Kazakistan ve Türkmenistan ile 12 Mayısta imzaladığı anlaşmayla AB ve ABD’nin Orta Asya enerji politikasına önemli bir darbe vurdu. Eylülde nihai şeklini alacak anlaşmaya göre Kazak ve Türkmen petrol ve gazı yeni yapılacak boru hatlarıyla Rus enerji ağına bağlanacak.

11-13 Mayısta petrol ve gaz üreten Hazar Havzası ülkeleriyle AB temsilcileri Polonya’nın Krakau şehrinde enerji zirvesinde bir araya gelmişlerdi. Açık ki, Rusya’ya karşı olan bu zirvede AB’nin amacına ulaşamaması için Putin’in daha öncesinde Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı ziyaret etmişti. Bu ikna turunda Putin kısmen de olsa amacına ulaştı. 

Polonya’daki bu zirveyle AB, Rusya ile görüşmelerde ve Hazar Havzasında kendi çıkarlarını teminat altına almada önemli bir koza sahip olmayı hedeflemişti.  AB, elde edeceği güçlü pozisyondan hareketle Rusya ile nispeten sağlıklı bir enerji sevkiyatı üzerine anlaşabileceğini umuyordu. Bunu yapabilmek için AB, Rusya’ya ticaret alanında bazı tavizler de vermeye hazırdı.
Rusya’nın, kendinden emin enerji politikası, petrol ve gazı, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Litvanya’da olduğu gibi politikada koz olarak kullanması, Rusya’dan enerji temini konusunda AB’yi oldukça tedirgin ediyor. AB, Rusya’nın bu politikasını kendi enerji çıkarları için açıktan bir tehdit olarak algılamaktadır.

Enerji alanında Rusya’ya bağımlılığını azaltmak amacıyla AB, Orta Asya ülkeleriyle enerji alanında ilişkilerini kapsamlaştırmak ve derinleştirmek istiyor. AB’nin bu planını boşa çıkartmak, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkelerin AB enerji projelerine katılmalarını engellemek için Rusya da elinden geleni yapıyor. Putin’in bu alandaki son atağı, ne denli sonuç alıcı olunduğunu da göstermektedir.

Rusya’nın Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan ile enerji sevkiyatı üzerine anlaşması, onu, Avrupa ve de dünya pazarlarına petrol ve gaz ihracı konusundan oldukça güçlü bir konuma getirecektir. Rakiplerine kendi koşullarını dayatacak durumda olacaktır.  Rusya-Türkmenistan-Kazakistan arasındaki bu anlaşmaya göre bu ülkelerin doğal gazının Rusya üzerinden dünya pazarlarına sevkiyatı durumunda, ABD ve AB’nin, Rusya’yı dışlayarak Azerbaycan’dan Gürcistan üzeri Ceyhan’a ulaşacak doğal gaz boru hattı projesi anlamsızlaşacaktır.   Rusya Enerji Bakanı V. Kristenko, 12 Mayısta yaptığı bir açıklamada bu projenin öldüğünü söylüyordu. Ama diğer taraftan unutulmaması gereken şudur ki, ABD ve AB’nin, kendileri için oldukça önemli olan bu bölgeden kolay kolay çıkmayacaklardır, Rusya’nın bu atağına bir şekilde cevap vereceklerdir. İşletmeye açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol hattının yanı sıra gaz hattının da inşa edilmesi için rekabeti sürdüreceklerdir. Enerji politikasında Rusya’yı zayıf düşürmek için bu hat, ABD ve AB açısından oldukça önemlidir.
Diğer taraftan Türkmenistan ve Kazakistan, Rusya ile anlaşmışlardır, ama boru hattı konusunda ABD ve AB’ye kapıları açık tutmaya da devam ediyorlar.

Petrole gelince: Rusya, Yunanistan ve Bulgaristan arasında 13 Martta imzalanan anlaşmaya göre, Rusya tarafından, Karadeniz kıyısındaki Novorosiysk ve Tuapse limanlarından tankerlerle Karadeniz üzerinden Bulgaristan’ın Burgaz limanına taşınacak petrol buradan Yunanistan’ın Aleksandropolis (Dedeağaç) limanına pompalanacak ve böylece dünya pazarlarına sürülecek. Rusya, bu boru hattını (Trans Balkan Boru Hattı) daha 1994’te önermişti. 2010’da tamamlanması planlanan bu hatla Rus petrolü Türkiye’yi (İstanbul boğazını) dışlayarak Akdeniz’e ulaştırılacak.

İnşa edilmesi durumunda bu hat üzerinde Rusya söz sahibi olacak: Kurulacak işletmede sermayenin yüzde 51’i Rusya’ya ait olacak. Geriye kalan sermayede Bulgaristan ve Yunanistan eşit paylara (yüzde 24,5) sahip olacaklar.

Sermaye çoğunluğunun yanı sıra Rusya, hattın altyapısını da (pompa istasyonları, depolar, liman işleri vs.) kontrol edecek.

Burgaz-Dedeağaç petrol boru hattı, Putin’in Rusya’yı „enerji süper gücü“ yapma planının bir parçasıdır. 2005’te açıkladığı bu doktrine göre Rusya, kendi petrol ve gaz ihracatını ve Rus petrol ve gaz hatlarına bağlanacak Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan petrol ve gazını dünya çapında jeopolitik çıkar sağlamak için kullanacaktır. Rusya, bu olanaklarını kullanmanın yanı sıra, enerji şirketlerini de satın alarak veya onlara ortak olarak dünya enerji politikasında belirleyici güç olmayı amaçlamaktadır.

Nasıl ki, Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı Amerikan emperyalizminin, Türkiye ve Azerbaycan’ın çıkarlarına tekabül ediyorsa, Amerikan emperyalizminin engellemeye çalıştığı, ama başarılı olamadığı Trans Balkan Boru Hattı da Rusya’nın jeopolitik çıkarlarına tekabül etmektedir.

Rusya’nın bu doktrinini gerçekleştirmesi önünde en büyük engel Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattıdır.   Bu hat, Orta Asya ve Hazar Havzası petrolünü Rusya’yı dışlayarak dünya pazarlarına ulaştırmaktadır. Ama bu hattın gerçekten karlı olabilmesi için sevk edilen mevcut petrol miktarı yeterli değildir. Hattın karlı olabilmesi için özellikle Kazakistan’ın petrolünü bu hatta vermesi gerekmektedir. Bunun gerçekleştirildiği durumda Orta Asya ve Hazar Havzası petrolünü dünya pazarlarına ulaştıran rota önemli ölçüde Bakü-Tiflis-Ceyhan lehine değişmiş olacaktır. Bu durumda bölge üzerinde Amerikan emperyalizminin nüfuzu devasa boyutlarda artacaktır. Başta Rusya olmak üzere, AB ve Çin, böyle bir imkânı Amerikan emperyalizmine vermemek için Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattına olumsuz bir yaklaşım sergilemekteler. Özellikle AB, bir taraftan Rusya’nın bölgedeki politikasını Amerikan emperyalizmine karşı desteklerken, diğer taraftan da kendi etkisini artırmaya çalışmaktadır. AB’nin enerji alanında bölge ülkeleriyle ilişkileri bu doğrultuda ilişkilerdir.

Rusya’nın enerji politikasında attığı son adımların ABD, AB ve Türkiye açısından bazı sonuçları şunlar olabilir:
·        Putin, Orta Asya ziyaretleri sonucunda Kazakistan’ı,  Burgaz-Dedeağaç Hattına petrol vermesi için kısmen de olsa ikna etmiştir.  Kazakistan’ın bu hatta petrol vermesi Bakü-Tiflis-Ceyhan Hattını önemsizleştiren bir faktör olara görülmelidir. Bu, ne ABD’nin ne AB’nin ve ne de Türkiye’nin çıkarınadır. Burgaz-Dedeağaç hattının inşası durumunda daha proje aşamasında olan Samsun-Ceyhan, ölü doğmuş olur. 
·        Rusya-Kazakistan-Türkmenistan arasında varılan anlaşmaya göre gazın Rusya üzerinden dünya pazarlarına taşınması Türkiye’nin Avrupa karşısında enerji köprüsü olma hevesini kursağında bırakacak; Trans-Hazar Doğal Gaz Boru Hattı Projesinin(Nobucca hattı) gerçekleştirilmesi ertelenecektir.   Türkiye ve AB’nin umut bağladığı bu proje tamamıyla gözden çıkarılmasa da en azından Rusya karşısında rekabet gücünü önemli ölçüde yitirmiş olacaktır. Anlaşılan o ki, Rusya-Kazakistan-Türkmenistan arasındaki doğal gaz boru hattının inşası durumunda bu proje ancak siyasi nedenlerden dolayı inşa edilebilir.   
·        Özbekistan şimdiye kadar Orta Asya’daki enerji oyununa pek katılmadı. Doğal gaz kaynakları bakımından Türkmenistan’a yakın miktarda rezervlere sahip olan Özbekistan’ın, 11 Eylülden sonrası ABD ile geliştirdiği “sıcak” ilişkilerini sonlandırdığı için enerji naklinde Rusya’dan başka bir alternatifi yoktur.   Bu nedenle Rusya ile imzaladığı enerji anlaşmaları gereği zengin Şahpatı doğalgaz yataklarını 15 yıllığına Rusya’nın kullanımına vermiştir. Mevcut Rusya-Özbekistan ilişkileri, ABD ve AB’nin Özbekistan’dan da dışlandığını göstermektedir. 
·        Rusya, petrol çıkarımı ve ihracatı bakımından dünya sıralamasında S. Arabistan’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Bunun ötesinde dünya doğal gaz rezervlerinin üçte birini kontrol etmektedir. Putin önderliğinde Rusya’nın yeni jeopolitik doktrininin ekonomik temelini dış ticaretten elde edilen artı oluşturmaktadır. Bu miktar son yıllarda 100 milyar doları aşmıştır. Bu petrol gelirini Rus emperyalizmi, „enerji süper gücü” olmak için kullanmaktadır.
·        Rusya’nın siyasi alanda da uluslararası politikada güçlenmesinin diğer nedeni de jeopolitika üretme yeteneği olan diğer emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerden yararlanmasını bilmesidir. Enerji alanında Rusya’ya oldukça bağımlı olan; petrol ihtiyacının yüzde 30’unu ve doğal gaz ihtiyacının da yüzde 40’ını Rusya’dan sağlayan AB’nin korkusu, Hazar Havzası ve Ortadoğu petrol ve doğal gazının tamamen Amerikan emperyalizminin kontrolüne geçmesidir. Bu taktirde ABD’inin bu gücünü kendine karşı kullanacağından hareketle AB, istemese de Rusya’nın ABD karşısındaki kimi politikalarına destek sunmaktadır.  Bu da son kertede Rus emperyalizmini uluslararası politikada güçlü kılan faktörlerden birisi olmaktadır. Bunun ötesinde potansiyel dünya gücü olarak Çin ve Hindistan ile ilişkiler de Rus emperyalizminin görece güçlenmesinde belli bir rol oynamaktadır.   
·        Açık ki Amerikan emperyalizmi Avrasya jeopolitikasından vazgeçmeyecektir. Ne de olsa 21. yüzyılın en azından yarısına kadar dünya hegemon gücü olarak kalmayı amaçlayan ABD, bunun gerçekleştirilmesinin Avrasya üzerine hâkimiyetten geçtiğini bilmektedir. Bu nedenle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Avrasya’da elde ettiği, ama son dönemde kaybettiği konumlara yeniden gelmek için savaş da dâhil her yola başvuracaktır. 

25 Mayıs 2007 Cuma

AB-Rusya Arasındaki Düello!


 
Bu toplantının başarılı olmayacağı önceden belliydi. Taraflar toplantıya adeta kılıçları kuşanarak gelmişlerdi. Herhangi bir durumun birikmiş sorunların; aralarındaki emperyalist rekabetin dile getirilmesinin vesilesi olacağı biliniyordu ve öyle de oldu. A. Merkel ve W. Putin, insan hakları, gösteri özgürlüğü konusunda yüzsüzlüklerini sergilemede birbirleriyle yarıştılar. Hele Merkel, Almanya’nın G8 toplantısı öncesinde evleri basan, “potansiyel terörist” diye insanları tutuklayan, toplantı alanının fethedilemez kaleye çeviren uygulamaları bilinirken, demokrasi havarisi kesilmesi, iki yüzlülükte “çukur” olmanın açık ifadesiydi. Samara’daki (Rusya) toplantıda Rusya Devlet Başkanı W. Putin, AB adına J. M. Barroso ve AB dönem başkanı ve Almanya Başbakanı A. Merkel arasındaki karşılıklı hakaret boyutlarına varan söz düellosu taraflar arasındaki ilişkilerin hangi düzeyde olduğunu göstermektedir.

Rusya ile AB arasında Samara’da 18 Mayısta gerçekleştirilen zirvede AB, umduğunu bulamadı. Ötesinde bu toplantıda Putin, Rus emperyalizminin neye muktedir olduğunu AB’ye gösterdi. AB ile Rusya arasındaki mevcut çelişkiler ve Rusya karşısında tavır konusunda AB-içi çelişkiler, AB ile Rusya arasındaki çelişkilerin kapsamlaşmasına ve derinleşmesine neden olmaktadır. Toplantı sürecinde diplomasi boyutlarını aşan söz düellosu bunu göstermektedir.

AB’nin Rusya karşısından bütünlüklü bir duruşundan da bahsedilemez. 2004’de AB üyesi olan doğu Avrupa ülkeleri, Rusya karşısından düşman tavırlarını gizleme gereği bile duymuyorlar. Bu ülkeler, Rusya’nın kendilerine karşı uyguladığı politikaya tepki gösteriyorlar ve aynı zamanda AB politikasını belirlemede önemli rolü olan Almanya’nın, AB’nin Rusya politikasını kendi çıkarına göre yönlendirmesinden de oldukça rahatsız oluyorlar ve bu politikadan Almanya’nın yararlandığını da dillendiriyorlar.

Rusya, Sovyetler Birliği’ne bağımlı olan şimdiki AB ve NATO üyesi orta ve doğu Avrupa ülkelerini, kendi hâkimiyet alanı içinde görmekte ve bu ülkelerin ABD ve AB ile ilişkilerini Rusya’yı çembere alma politikasının bir parçası olarak değerlendirmektedir. Buna bağlı olarak Rusya’nın ABD ve AB karşısındaki saldırgan politikasında ABD’nin, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde konuşlandırmayı planladığı ve bu ülkelerin de kabul ettiği füze sistemi planı önemli bir rol oynamaktadır. AB içinde Almanya ve Fransa, ABD’nin bu planı karşısında homurdanırken, AB’nin ve NATO’nun orta Avrupa’daki yeni üyelerinin Amerikan militarizmine bağımlılığı AB açısından tahammül sınırlarını zorlayacak boyutlara vardı. Açık ki, Rusya ile AB arasındaki mevcut çelişkilerin ötesinde ABD-Rusya arasındaki füze sistemi, AB ile Rusya arasındaki çelişkilerin daha da derinleşmesine neden oldu ve AB, kendini ABD ile Rusya arasındaki cephenin ortasında buldu.

Rusya, AB’nin ve ABD’nin enerji politikasına en büyük darbeyi Rusya-Kazakistan ve Türkmenistan arasında Rusya enerji ağına bağlanan petrol ve gaz boru hattı anlaşmasını imzalamakla vurdu. Böylece Hazar Havzası enerji kaynaklarını kontrol etmek isteyen ve bu enerjinin Rusya topraklarını dışlayan hatlarla dünya pazarlarına sevk etmek için çaba harcayan ABD ve AB büyük bir yenilgi aldı.

Almanya, kendi AB-Başkanlığı döneminde Rusya ile Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmasını yenilemenin temellerini bu zirvede atmayı planlamaktaydı. Her iki taraf arasındaki ekonomik ilişkilerin boyutları göz önünde tutulursa, on seneden beri Rusya ile AB arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkileri düzenleyen bu anlaşmanın yenilenmesinin AB açısından ne denli önemli olduğu görülür. Rusya, ihracatının yarısını AB ile yapıyor ve AB de petrol ve gaz ihtiyacının yüzde 25’ini Rusya’dan temin ediyor.

Her şeye rağmen Putin ve Merkel, AB ve Rusya arasındaki stratejik Ortaklık Anlaşmasını kapsamlaştırmaktan yana olduklarını dile getirdiler. Öyle ki, Merkel, “Rusya ile “stratejik işbirliği konusunda çok büyük bir uyumluluk” içinde olduklarını ve toplantıda her şeyi açıkça konuşmanın “büyük bir değer” olduğunu açıkladı. Bu sözler, ‘birbirimize söyleyeceğimizi söyledik, şimdi biraz soluk alalım’dan başka bir anlam taşımamaktadır. Çünkü AB ile Rusya arasındaki sorunlar, Ortaklık Anlaşması ilişkileri sürecinde oluşan ve tartışmalarla giderilecek boyutta olan sorunlar değil. Bu sorunlar, rekabet eden emperyalist ülkeler; ABD-AB-Rusya arasındaki çelişkilerin açık ifadesidir. Samara toplantısında da görüldüğü gibi, bunlar artık üstü diplomasi diliyle de örtülemeyecek sorunlardır. 

1 Mayıs 2007 Salı

TÜRKİYE’DE İŞÇİ SINIFI


TÜRKİYE’DE İŞÇİ SINIFI

Kapitalist birikimin genel yasası ve işçi sınıfının durumu
Marks’ın kapitalist birikimin genel veya da mutlak yasası tanımlamasında kapitalist birikimin antagonist karakteri çok açık bir şekilde görülmektedir (1): Kapitalist birikimin mutlak, genel yasası, bir dizi önemli sosyo-ekonomik bağlamları içerir. Bunlardan birisi(2), sermaye ve ücretli işin birbirini karşılıklı koşullandırmasıdır. Sermeyenin büyümesi (sermaye birikimi), işçi sınıfının büyümesine; sayısal olarak artmasına kaçınılmaz olarak neden olur. Böylece sermaye birikim sürecinde bir taraftan sermaye giderek artarken ve daha az sayıda kapitalistin elinde toplanırken, diğer taraftan da çalışabilir nüfusun giderek artan bir kısmı, yani çoğunluğu işçiye dönüşür. Sermaye birikimi ve çalışabilir nüfusun sınıfsal ayrışımı ve kutuplaşması bir madalyonun iki yüzüdür. Bu iki yüz arasında diyalektik bir bağ vardır.