deneme

19 Nisan 2009 Pazar

MARKSİZM VE KRİZDEN ÇIKIŞ YOLLARI VEYA KÜÇÜK BURJUVAZİNİN KAPİTALİZM ANALİZİ





R. Luksemburg, kapitalizmin varlığı veya da geleceği için belirleyici sorunu üretim aşamasından çıkartarak dolaşım aşamasına taşır. Marks ise kapitalizmin geleceğini üretim süreciyle ilgili bir sorun olarak görür.
Ekonomik kriz henüz dibe vurmadı, ama daha şimdiden krizden çıkışın yolları üzerine tartışmalar başladı. Aslında bunlar her ekonomik kriz döneminde gündeme gelen tartışmalardır. Ne bu bakımdan ne de ele alınan konuların içeriği bakımında yeni olan bir şey var. Sorunun esası, 'tarihsel olarak ömrünü doldurmuş, üretici güçlerin gelişmesi önünde engel olan kapitalizm, kendiliğinden çöküşüyle karşı karşıya mıdır, yoksa her seferinde olduğu gibi bu krizinden de kendi gücüyle; kendi çelişkilerini çözerek çıkacak mıdır'dan ibarettir. Kimilerine göre kapitalizm artık bu güce -kendi çelişkilerini çözerek krizinden çıkma gücüne sahip değildir. Marksistlere göre ise kapitalizm -öznel gücün etkisiz olduğu; sistemi yıkma mücadelesine girişemediği koşullarda- kendi çelişkilerini çözerek dönemsel krizinden çıkar. Nasıl ki ekonomik kriz, kapitalizmin bir nesnelliği ise -öznel gücün etkisi olmadığı koşullarda da kapitalizmin kendi gücüyle krizinden çıkması da onun bir nesnelliğidir. Lenin'in bir tanımlamasını kullanacak olursak, „filisten“ kafa; dar kafalı unsur kapitalizmin bu diyalektiğini anlamaz. Saflaşma şöyledir:  Kapitalizmin geleceği; kendi kendine çökeceği veya çökmeyeceği konusunda Rosa, Marks'ın karşısına konur ve Rosa'nın ne denli haklı olduğu ve Marks'ın yanıldığı anlatılır.  Bu konuda Rosa'yı öne sürerek Marksist politik ekonomiye, ötesinde Leninist emperyalizm analizine saldıranların ve bunu bilinçli olarak yapan siyasal akım sayısı hiç de az değildir.
Rosa'nın teorisine göre pazarın sınırı vardır ve kapitalist üretim bu sınıra gelip dayanmıştır, bundan dolayı da kaçınılmaz olarak çökecektir.
Marksizme göre pazarın sınırı yoktur ve kapitalizm kendiliğinden çökmez.
Rosa'ya göre kapitalizmin, artı değeri realize etmek için kendi hâkimiyet sınırları dışında kalan tüketiciye ihtiyacı vardır; Marks’ın Kapital, Cilt 2’de geliştirdiği yeniden üretim şemasının yanlışlığından hareketle kapitalizm için tipik olan ve Marks tarafından analiz edilen üretici güçlerin sınırsız gelişmesi toplumun tüketim kapasitesinin genişlemesiyle temel bir çelişki içindedir anlayışına varır. Bunun sonucu olarak Rosa'ya göre katışıksız kapitalizmde genişletilmiş yeniden üretim, kendi sınırlarına varıp dayanır. Bu koşul altında da kapitalizm kaçınılmaz olarak kendiliğinden çöker. (Kapitalizmin kendiliğinden çöküş teorisi).

Böyle bir sonla karşı karşıya kalmamak için kapitalizm, „kapitalist olmayan çevre“de (geri kalmış ülkelerde, bölgelerde) yayılmaya yönelir. Böylece Rosa, kapitalizmin iç çelişkilerinden kendini kurtarmasını „kapitalist olmayan çevre“de yayılmaya başlamasında görür. Rosa’ya göre kapitalizm, fazlalık artı değeri realize etmek için; ürünlerini satmak için; var olmak ve varlığını sürdürmek için kapitalist olmayan üretim biçimlerine; „kapitalist olmayan çevre“ye ihtiyaç duyar.  Kapitalist olmayan çevre ilişkilerinde kapitalizm, kapitalist olmayan çevreyi; sömürgeleri, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini yıkar ve buraları kapitalist üretim ilişkilerine bağlar/entegre eder. 
“Oluşumuyla birlikte kapitalist üretim ile kapitalist olmayan çevre arasında bir mübadele ilişkisi gelişmek zorundadır“ (Rosa).

Sermayenin aşırı birikiminden bahsetmek için sermayenin en azından bir kısmının atıl kalması, kendini değerlendirememesi gerekir (Bkz.: Marks; Kapital, C. III, s. 262). İşte tam da bu durumda olan sermayenin önünde iki yol vardır: Ya düşük kar oranına razı olarak üretim de kalmak ya da spekülatif alana kaymak.
Sermaye hareketinin diyalektiği aşırı sermaye birikiminin sürekli olmadığını/olamayacağını göstermektedir. Kapitalizmde sermayenin aşırı birikimine neden olan koşulların yanı sıra, sermayenin aşırı birikimini engelleyen koşullar da vardır. Örneğin dünya ekonomisini doğrudan etkileyen bir savaş, çok etkili bir doğa felaketi ve her şeyden önce tekelci sermayeyi doğrudan etkileyen bir ekonomik kriz; belirtilen bu nedenlerden dolayı değişmeyen sermayenin (makineler, fabrika binaları vs.) tahrip olması veya kriz dönemlerinde görüldüğü gibi bizzat kapitalist tarafından imha edilmesi (bunun adı sermaye kıyımıdır), sermayenin aşırı birikme koşullarını ortadan kaldırır ve üretim sektöründe kar oranları yeniden yükselmeye başladığı için sermaye yeniden yoğun olarak işgücünü -Marks'ın deyimiyle “adamakıllı”- sömürerek artı-değer, kar üretmeye yönelir.

Fazla üretim krizi nasıl aşılır sorusuna Marks ve Engels Komünist Manifesto'da şu cevabı veriyorlardı:
„Burjuvazi krizleri (fazla üretim krizleri kast ediliyor) nasıl aşarlar? Bir taraftan zorunlu olarak üretici güçlerin kitlesel yok edilişiyle; diğer taraftan da yeni pazarların fethedilmesiyle ve eski pazarların da adamakıllı sömürüsüyle“.

Üretici güçlerin kıyımı, sermaye kıyımıdır; fabrikaların kapatılması, makinelerin hurdaya çıkartılması, savaşlar vs. Bunu krizde olan her sermaye yapar, yapmak zorundadır, aksi taktirde rekabet iddiası kalmaz. Bu, krizi aşmanın sadece bir yanıdır. Diğer yanı ise eski pazarların adamakıllı sömürüsü ve yeni pazarların fethedilmesidir. İşte bunu her sermaye yapamaz. Bu, giderek keskinleşen rekabet demektir. Yeni pazarları fethetmek, başkasının elindeki pazarı almak demektir. Çünkü dünyada sermayenin girmediği, talan etmediği, nüfuz etmediği alan kalmamıştır. Demek ki, emperyalist ülkeler yaşanan bu fazla üretim krizinin üstesinden gelebilmek için üretici güçlerin kıyımının yanı sıra birbirlerinin pazarlarına göz dikmek ve elde etmek için her bakımdan silahlanmak zorunda kalacaklar. Korumacılık da buna dâhildir.  

Kapitalizm, dönemsel krizinden o aşamada krize neden olan çelişkilerini bir sonraki krize kadar geçici olarak çözerek çıkar. Çelişkilerinin geçici çözümüyle, sermaye kıyımıyla (aşırı birikmiş sermayenin yok edilmesi); yeni yatırımlarla kapitalizm, yeni konjonktür dönemine hazırlanmış olur. Bu ise kapitalizmin krizinden bir dahaki krize kadar güçlenerek çıkması demektir. Her kriz dönemi veya krizin dibe vurduğu süreç, kar oranlarının en düşük seviyede olduğu dönemdir. Ekonominin krizden çıkmaya başlaması, kar oranlarının eğilimli düşüşünün yükselişe dönüşmesi; kar oranlarında belli bir artışın olması demektir. Her fazla üretim krizi kar oranlarının en düşük seviyede olduğu dönemde patlak verir ve her fazla üretim krizinden çıkış da kar oranlarında belli bir yükselmenin olduğunu gösterir. İlk fazla üretim krizinin patlak verdiği 1825'ten bu yana bu böyledir.

Kapitalizm kendi çelişkilerinden dolayı çökmez; bu, sistemin doğasına; iç diyalektiğine aykırıdır. Kapitalizmde sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları da hiçbir zaman yok olmaz. (Bu da onun doğasına aykırıdır.  Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşullarının ortadan kalktığı, yani artı değer üretmenin koşullarının ortadan kalktığı bir kapitalizm düşünebiliyor musunuz?)   Her kriz döneminde sermaye kendi kendini kıyıma uğratmakla-değersizleştirmekle genişletilmiş yeniden üretiminin kanallarını açar. Ötesinde savaş veya büyük yıkıma neden olan bir doğa felaketi de aynı etkide bulunur.
Kar oranlarında belli bir yükseliş, kapitalizmin bir sonraki fazla üretim krizine kadar güçlendiğinin doğrudan ifadesidir. Bunu bir dar kafalı anlamaz ve onun fazla üretim krizinden güçlenerek çıkışını tarihsel çöküşüyle; ömrünü doldurmuş olmasıyla birbirine karıştırır. Bu unsurlar için bu iki olgunun birbiriyle ilişkisinin olmaması pek önemli değildir.
Demek oluyor ki, fazla üretim krizi, kapitalizmin çelişkilerini geçici çözdüğü için onu geçici olarak dinamikleştiriyor. Gerçekten de kar oranı yasası eğilimli düşüş içinde değil de doğrudan düşerek geçerli olsaydı; yani o yasayı eğilimli yapan nesnel faktörler olmasaydı, kapitalizm en fazlasıyla bir defa bir fazla üretim krizi yaşar ve o krizle birlikte kendiliğinden çökerdi. Ama kriz süreci; kar oranlarında yeniden yükselme, krizinden dolayı kapitalizmin güçten düştüğünü göstermez. Olsaydı şimdiye kadar olurdu. Çöküşü savunanlar hayal kırıklığına uğradılar.
Ancak öznenin bilinçli faaliyeti kapitalizmin nihai geleceğini belirler.

Marksist kriz teorisini reddetmek çok kolaydır; reddedildiğini söylemeye de gerek yok; Rosa'nın karikatürleştirilmiş kendiliğinden çöküş teorisi öne sürülür; kapitalizmin her fazla üretim krizinden daha da zayıflayarak çıktığı söylenir; çıkılan krizden öbür krize kadar varabilmek için güçlendiği söylenmez; yani her kriz sonucunda kar oranlarında belli bir yükselmenin güçlenme anlamına geldiği reddedilir.

Günümüzde Kapital'in içeriğiyle, Marksist kriz teorisiyle, kapitalizmin geleceğiyle “oynayanlar”ın sayısı hiç az değildir. Bu oyuncular cephesinde yeni olan bir şey de yok. Rosa'nın bilinen görüşünden bu yana tezlerini güçlendirmek için öne sürülen bir şey yok. Bütün söylenen, sermayenin kendini yenileme, genişletilmiş yeniden üretim olanağının artık kalmadığıdır. Yani yaşanan kriz sadece bir fazla üretim krizi değildir, aynı zamanda bir sistem krizidir. (Böyle  diyenler, ekonomik krizin kapitalizmde nesnel bir olgu olmadığını, en azından şimdiye kadar olmadığını ve şimdi olduğunu söylemiş olmuyorlar mı veya ne zamandan beri ekonomik kriz/fazla üretim krizi sistem krizi değildi de şimdi sistem kriz oldu?!) Bu, troçkistlerin, kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisini veya sürekli kriz teorisini savunanların en “vurucu” savıdır. Bu unsurlar, insanın gözünün içine baka baka kar oranı sıfırlanma noktasına gelmiştir ve bir daha da yükselme olanağı kalmamıştır diyerek, bir çırpıda Kapital'i çöpe atabiliyorlar. Kim diyor bunu? Rosa'yı karikatürleştirenler: Örneğin bazı troçkistler, örneğin D. Harvey gibileri veya örneğin kapitalizmin bittiğini çoktan ilan etmiş olan “Emeğe Karşı Manifstocular” vb. Öyle ki bunların arasında O. Bauer ve H. Grossmann türünden hesaplar yapıp kapitalizmin çöküş tarihini tespit edenler de var. Bu kıyamet günü tellallarına göre kapitalizm 10-15 sene içinde çökecek ve insanlık “mübadele ekonomisine” geçecek.
Bu makalenin yazıldığı tarihte kapitalizm 10-15 sene içinde kendiliğinden çökecektir tespitini yapanlar şimdi kapitalizmin çöktüğün tespitini yapıyorlar. Yani “mübadele ekonomisi”ne geçiş sürecinde yaşıyoruz! Pili bitmiş küresel “entel” takımından ancak bu kadar beklenirdi! Onlar da kendilerinden bekleneni yapıyorlar.

Çok görmeyelim! Her ekonomik kriz döneminde ortaya atılan bu görüşler, kriz dibe vurduktan ve canlanma sürecine girdikten sonra, bir dahaki krize kadar bir kenara atılır. Yaşanan ekonomik krizin aynen kitaplarda yazıldığı gibi kendi yasaları doğrultusunda gelişiyor olması bu unsurları pek ilgilendirmemiştir ve ilgilendirmeyecektir de. Genel tecrübe bunu gösteriyor.