deneme

16 Nisan 2010 Cuma

DÜNYAYI „BİRAZ DAHA GÜVENLİ“ YAPMAK İSTEYENLERE BAKIN!

13 Nisanda sonlanan „atom zirvesi“nde 47 ülkeden hükümet temsilcileri dünyayı „biraz daha güvenli“ yapmak için iki gün boyunca ter döktüler. Barack Obama'nın inisiyatifi üzerine toplanan zirvede beklenen oldu ve „teröristlerin“ ve „kötü niyetli olanların“ eline geçmesin diye „dört sene içinde bütün parçalanabilir materyali güven altına almaya“ hazır olduklarını açıklayan devletler, böyle bir adım atmaya hazır olmadıklarını gösterdiler. Hiçbir bağlayıcılığı olmayan sözde anlaşmalar, aslında önde gelen emperyalist ülkeler açısından nükleer silah teknolojisini modernleştirmek ve yeni nükleer silahlara dayanarak yeni nükleer tehdit politikası oluşturmak için zaman kazanmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Hep böyle hareket etmişlerdir. Dünyayı ekonomik krizden kurtarmak için ortak adım atacaklarını açıklamışlar, ama kendi sermayelerini kurtarmak için teşvik paketleri hazırlamış ve uygulamışlardır. Nükleer silahlarla ilgili anlayışlarında da aynı demagoji geçerli. „Atom silahlarını yasaklama anlaşması“ bu demagojiye hizmet etmedi mi? Bir zamanlar iki süper güç (ABD ve Sovyetler Birliği) aralarında nükleer silahlarla ilgili görüşmeleri sürdürürken kıyasıya nükleer silah geliştirmediler mi?

Nükleer silahsızlanma görüşmelerinin başlamasından bu yana; '60'lı yılların sonundan bu yana atom silahlarına, nükleer tesislere, atom materyaline ve atom silahı teknolojisine sahip olan ülke sayısı azalmadı, tam tersine arttı. Zirvedeki bu gayretkeşlik niye? Açık ki, ortada bir tekel var; nükleer silah tekeli ve tekelci konumun devam etmesi isteniyor. Bunu ABD ve Rusya istiyor. Bu zirvede Obama, adeta her iki ülke adına konuştu. Obama, toplantıya katılan devletleri, emperyalist atom güçleriyle işbirliğine hazır olmayan nükleer silaha sahip ülkelere ve bu silahı geliştirme yeteneğine sahip ülkelere karşı ortak hareket etmeye zorluyor. Açık ki burada Amerikan emperyalizmi karşısında boyun eğmeyen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve İran kast edilmektedir.

Hakim rejimi karakteri bakımından bu ülkelerin savunulacak bir yanı yoktur. Ama bundan dolayı özellikle Amerikan emperyalizminin dünyayı „biraz daha güvenli“ yapmak için çabasının ciddi olduğuna inanmak zorunda da değiliz. ABD'nin yaptığı gerçek anlamda ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Şu hale bakın: Bildik ABD, dünyayı kana bulayan, bulamaya da devam eden ABD „nükleer terörizme“ karşı dünyanın koruyucusu rolünü oynuyor. Şu hale bakın: Şimdiye kadar dünyayı atom silahıyla terörize eden yegane ülke ABD'dir ve bu ABD, insanlığı „nükleer terörizm“den korumak için kolları sıvamış! Nagazaki ve Hiroşima'ya, savaşın seyrine göre hiç de gerekli olmadığı halde, atom bombası atan ABD değil miydi? 1962'de dünyayı atom silahlarının kullanıldığı bir dünya savaşı eşiğine getirenler ABD ve sosyal emperyalist Sovyetler Birliği değil miydi? Sovyetler Birliği'ne karşı, bu ülkeyi atom silahlarıyla da çembere alacak şekilde stratejik ülkelere nükleer silahlar konuşlandıran ülke ABD değil miydi?

ABD tarihine bakarsanız, savaşmadığı, kan dökmediği, kitlesel katliamlar yapmadığı hiçbir dönemi yoktur. ABD, kurulduğundan beri hep savaşmış, hep katletmiştir, hep işgal etmiştir. Monreo doktrininden (1823) bu yana ABD, Latin Amerika'dan başlayarak bütün dünya üzerinde hakimiyetinin stratejisini geliştirmiştir. Bugün bunun adı Avrasya jeopolitikasıdır; 21. yüzyılda dünya hakimiyetidir. Bu nedenle Irak işgal edildi; bu nedenle Afganistan işgal edildi.
ABD, bütün dünyada emperyalist saldırganlığın, işgal ve katliamın en önde gelen temsilcisidir. Binlerce sivil insanı, askeri öldüren uranyumla örtülenmiş mermileri kullanan ABD'dir. Bu silahlar Balkanlar'da Irak'ta, Lübnan'da kullanılmadı mı, Afganistan'da kullanılmıyor mu?

Bu “kirli bombaları” bütün dünyaya yayanlar ve kullananlar, şimdi o dünyayı yaydıkları o “kirli bombalara” karşı korumak istiyorlar. Radyoaktif materyal dünya çapında daha sıkı kontrol edilecekmiş. Madem ki kontrol edecektiniz de niçin yaydınız?

Bu “barış sever” atom güçlerinin cephaneliğinde 23.300 atom silahı var (SIPRI, Ocak 2009). Bunlardan 8.392'si her an kullanılmaya hazır bekletiliyor. Bırakalım bunların hepsinin kullanılmasını, Hiroşima'ya atılan bomba kapasitesinde 100 atom bombasının kullanılması dünyayı yaşanamaz hale getirmeye yetiyor.

Aşağıdaki haritada yüksek derecede zenginleştirilmiş uranyumun kg bazında ne kadar yaygın olduğunu görüyoruz. Temizleyin de görelim.

Yüksek derecede zenginleştirilmiş uranyum haritası:



Amerikan emperyalizmi, silahsızlanma ve “terörizme karşı mücadele” adı altında kendi çıkarlarına uymayan, boyun eğmeyen ülkeleri dize getirmeyi amaçlamaktadır. “Nükleer zirve”de bu politika, İran ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyetine karşı mümkün olan en geniş cephe kurmak biçiminde yansımıştır.
Amerikan emperyalizmi amacına ulaşmak için bütün dünyayı sistematik olarak yeni bir Amerikan askeri saldırganlığına hazırlamaktadır. Hedef ülke İran'dır. Bu saldırganlık mutlaka askeri saldırı biçiminde yorumlanmamalıdır. Çok sayıda ülkenin katıldığı ve İran'ı zorlayacak sıkı yaptırımlar da aynı amaca hizmet edebilir.

Obama'nın bu zirvede, Amerikan çıkarlarına uymayan ülkelere karşı tavrı, Bush döneminin saldırgan tavrının devam ettiğini göstermektedir. Aralarındaki tek fark, Obama'nın Bush gibi provokatif girişimde bulunmaması, bunun yerine soruna taraf olanları kendi yanına çekmeye çalışması; belli bir toplantı, tartışma kültürünü önplana çıkartmasıdır. Yanılmıyorsam, BM'in kuruluş toplantısından (1945) bu yana ilk defa 45 hükümet başkanı “nükleer zirve” vesilesiyle ABD'de bir araya getirilmiştir. Obama'nın, Bush döneminden farklı yönetim tarzından dolayı Amerikan emperyalizmi dünya hakimiyeti için mücadelesinden; rakipleriyle rekabetinden vazgeçmiş olmuyor.

Amerikan hükümeti İran, Suriye ve K. Kore'yi “nükleer zirve”ye, “Atom Silahlarını Yasaklama Anlaşması”na güya uymadıkları için davet etmemiştir. Bu doğru değil; İran ve Suriye bu anlaşmayı imzalamışlar ve IAEA ile işbirliği yapmaktalar. K. Kore de bu anlaşmayı imzalamıştır, ama 2006'da anlaşmadan çekilmiştir.

Zirvenin gündemi, insanlığın nükleer tehdit altında olduğu gerçekliği üzerine her türlü ima ve tartışmayı dışlayacak bir biçimde hazırlanmıştır. Aksi taktirde öncelikle ABD ve Rusya'nın korkunç boyutlara varan nükleer cephaneliği tartışmaya açılmış olurdu. Engellenmek istenen tam da buydu. Bu konunun tartışılmamasında tabii ki nükleer silaha sahip olan diğer ülkelerin de çıkarı var (İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail).

Nükleer silaha ve atom teknolojisine sahip olan ülkelerin elinde 2100 ton nükleer materyal var. Bu materyalle 120.000 atom silahı üretilebilir ve bu kadar silahla dünya yüzlerce kez yok edilebilir. Açık ki nükleer silaha sahip olan devletler, başta da ABD ve Rusya açısından önemli olan, nükleer silahsızlanmak, atom silahlarını yok etmek değildir. Bu ülkeler için başta da ABD ve Rusya için önemli olan, nükleer silah ve teknoloji tekelinin korunmasıdır. Her halükarda ulaşılmak istenen amaç, konvansiyonel ve nükleer silah ve silah teknolojisindeki tekelci konumun devam ettirilmesidir.