deneme

12 Şubat 2011 Cumartesi

DANIŞIKLI DARBE! MAĞRİP VE MAŞRIK'TA AYAKLANMALAR- ESAS NEDENİ VE KARAKTERİ


Mağrip'te ayaklanmalar üzerine bir kısım devrimci-burjuva basında ortaklaşan iki görüş ortaya çıkıyor: Ayaklanmaların esas nedeni açlıktır ve Mağrip ve Maşrık ülkelerinde gerçekleşen devrimdir.
Dünyanın bu bölgesindeki ayaklanmaların veya genel olarak sosyal patlamaların, ama en azından Tunus ve Mısır'daki gelişmelerin esas veya tek nedeni olarak açlık gösterilemez. Aşağıdaki harita ve grafiklerde bölge ülkelerini ve son iki yıl için reel GSH'nın büyüme oranlarını görüyoruz. Fas'tan Pakistan'a uzanan bu bölge, Amerikan emperyalizminin Genişletilmiş Ortadoğu Projesini uygulamaya çalıştığı alandır. Bölge genel anlamda, revizyonist Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Balkanlarda ve Kafkasya'da olduğu gibi, dar alanda “it dalaşı”nın görülmediği bir alandır. Bunun nedeni bölgenin önemsizleştiği değildir, tersine bölge genelde Amerikan emperyalizminin hegemonyası altındadır ve diğer emperyalist güçler ancak ve ancak ABD'nin işine geldiği oranda bölge sorunlarına müdahil olabilmekteler. Dolayısıyla bölge halklarının özgürlük hareketi içeriksel olarak doğrudan emperyalizme, somutta da öncelikle Amerikan emperyalizmine karşı bir mücadele olarak görülmelidir. Bölgedeki halk ayaklanmalarının başarıya ulaşması ve giderek başka ülkelere yayılması sonucunda Amerikan emperyalizminin içine girdiği çöküş süreci hızlanacaktır; İngiliz emperyalizminin II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığını Amerikan emperyalizmi yaşayacaktır.

Bölge ülkelerinin ekonomik durumu ve ayaklanmaların esas nedeni olarak açlık:

Bölge ülkelerinde GSH'nın büyüme seyri:

Yukarıdaki grafikte halk ayaklanmalarının; sosyal patlamaların gerçekleştiği ve mücadelenin devam ettiği ülkelerde (Cezayir, Mısır, Yemen, Tunus ve Ürdün) son on yıl içinde GSH'nın büyüme oranlarını görüyoruz. Bu ülkelerin hiçbirinde 2000-2005 ortalaması yüzde 4'ün altına düşmüyor (Bütün bölge ülkelerinde GSH'nın büyüme seyri bkz.: Ekteki veriler -tablo I). Mağrip ve Maşrık ülkeleri ortalaması da yüzde 4'ün altına düşmemiştir. Daha sonraki yıllarda ve 2008 krizinden bu yana da GSH'nın büyümesi mutlak küçülmeye dönüşmemiştir; dünya ekonomik krizi -en azından bu verilere göre- bu ülkeleri adeta “teğet geçmiş”. Açık ki, dünya ekonomik krizi bu ülkelerde, örneğin Avrupa'da olduğu kadar etkili olmamıştır.

Enflasyon:
Enflasyon oranlarında da olağanüstü bir gelişme yok: Tüketici fiyatları-enflasyon oranı 2000-2005 ortalaması olarak Cezayir'de yüzde 2,3; Yemen'de yüzde 11,6; Mısır'da yüzde 4,7; Tunus'ta yüzde 2,7; Ürdün'de yüzde 2,1; Mağrip ülkeler ortalaması olarak yüzde 1,4 ve Maşrık ülkeleri ortalaması olarak da yüzde 3,9 oranındaydı. Enflasyon oranı 2006'dan 2009'a Cezayir'de yüzde 2,3'ten yüzde 5,7'ye çıkıyor, sonrasında düşme eğilimi içinde. Aynı dönemde Yemen'de yüzde 10,8'den yüzde 3,7'ye düşüyor, sonrasında artış eğilimi içinde. Mısır'da yüzde 7,6'dan yüzde 18,3'e çıkıyor, sonrasında düşme eğilimi içinde. Aynı dönemde Ürdün'de yüzde 6,3'ten yüzde -0,7'ye düşüyor (deflasyonist bir durum), sonrasında yükseliş eğilimi içinde. Tunus'ta yüzde 4,1'den yüzde 3,5'e düşüyor, sonrasında 2011 itibariyle yüzde 3,5'te kalacağı tahmin ediliyor.
Enflasyon oranı Mağrip ülkeleri ortalamasında yüzde 2,7'den yüzde 3,7'ye çıkıyor, sonrasında yükseliş eğilimi içinde. Maşrık ülkeleri ortalamasında da yüzde 7,8'den yüzde 2008'de yüzde 17'ye çıkıyor, 2009'da yüzde 8,9'a düşüyor ve yaklaşık aynı seviyede kalıyor.

Verili dönemde enflasyon oranlarının en yüksek olduğu yıl -Cezayir hariç (yüzde 4,9) 2008'di. Bu yılda enflasyon oranı Yemen'de yüzde 19; Mısır'da yüzde 18,3; Ürdün'de yüzde 13,9; Tunus'ta yüzde 4,9; Mağrip ülkeleri ortalamasında yüzde 5,5 ve Maşrık ülkeleri ortalamasında da yüzde 17 oranlarındaydı.
Bu verilerin de gösterdiği gibi, yaşanmakta olan ayaklanmalara, sosyal patlamaya neden olacak derecede bir enflasyonist; örneğin temel gıda maddelerinde astronomik bir atış da söz konusu değil.
İşsizlik:
Ortadoğu genelinde işsizlik 1998'de yüzde 10,6'dan 2003'te yüzde 12,1'e çıkıyor ve 2008'de de yüzde 9'a düşüyor. Kuzey Afrika'da ise işsizlik oranı 1990'de yüzde 12,8'den 2003'te yüzde 14,1'e kadar çıkıyor ve 2008 yılında da yüzde 10'a düşüyor (Bkz.: Global Unemployment Trends, May 2009, s. 23).
Tek tek ülkeler açısından: Cezayir'de işsizlik oranı 2001'de yüzde 27,3'ten 2007'de yüzde 13,8'e kadar düşüyor. Mısır'da 1999'da yüzde 8,1'den 2003'te yüzde 11,9'a çıkıyor, 2008'de ise yüzde 8,7'ye kadar düşüyor. Tunus'ta işsizlik oranı 1999'da yüzde 16'dan 2006'da yüzde 14,1'e kadar düşüyor. Ürdün'de ise 2000'de yüzde 13,7'den 2005'te yüzde 14,8'e çıkıyor ve 2007'de de yüzde 12,9'a kadar düşüyor (Bkz.: World Economic Situation and Prospects 2009 , s. 139-141).

Son yıllardaki işsizlik oranı Avrupa'daki işsizlik oranından çok da yüksek değil. Gençlik arasında işsizlik oranı örneğin Mısır'da yüzde 25, ama AB'nin birçok ülkesinde gençlik arasında işsizlik oranı daha yüksektir: Bu oran İspanya'da yüzde 43,6; Fransa'da 24,9; İrlanda'da yüzde 28,4; İtalya'da yüzde 28,8; Estonya'da yüzde 28; Letonya'da yüzde 33,3; Litvanya'da yüzde 35,2; Polonya'da yüzde 24,9; Slovakya'da yüzde 36,6; Macaristan'da yüzde 27,2 (Bkz.: Frankfurter Allgemeine Zeitung, 11 Şubat 2011).

Şüphesiz işsizlik oranlarının yüksek olması bu ülkeler veya Mağrip ve Maşrık ülkeleri genelinde yoksulluğun ne denli yaygın olduğunu ve yoksulluktan kaynaklı ekonomik ve sosyal sorunların önplana çıktığını gösterir.
Bölge ülkelerinde kamu borcunun GSH'ya oranı:
Bölge ülkelerinde kamu borçlarının GSH'ya oranı ekteki tabloda -tablo II- görülüyor. Bizi burada ilgilendiren tek tek ülkelerdeki durumdan ziyade ayaklanmaların olduğu ülkelerdeki ekonomik durumdur. Bu nedenle burada ve aşağıda sadece ayaklanmaların olduğu ülkeleri somut olarak ele alacağız.
Bölge ülkelerinde ve sosyal patlamaların olduğu ülkelerde ekonomik durum petrol ve doğal gaz faktörü göz önünde tutulmadan pek anlaşılamaz. Ekteki tablolarda ülkelerle ilgili veriler petrol ihraç eden ve ithal eden ülkeler ayrımına göre hazırlanmıştır.

MENAP ülkeleri tam da Amerikan jeopolitikasına göre “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” diye tanımlanan alandaki ülkeleri kapsamaktadır; yani Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkeleri, bunlara ek olarak Pakistan ve Afganistan. Bu ülkelerin toplamında kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 63,7. Sonrasında yıllık olarak bu oran 2006'da yüzde 45,3'ten 2009'da yüzde 39,7'ye düşüyor ve 2011'de de yüzde 34,1'e düşeceği tahmin ediliyor.

Mağrip ülkelerinde (Cezayir, Libya, Moritanya, Fas ve Tunus) kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 53,3. Bu oran 2006'da yüzde 33,7'den 2009'da yüzde 26,8'e düşüyor ve 2011'de de yüzde 26,6'ya düşeceği tahmin ediliyor.
Maşrık ülkelerinde ise (Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye) kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 106,6 idi. Bu oran 2006 yılında yüzde 96,2'den 2009'da yüzde 74'e geriliyor ve 2011'de de yüzde 69,9'a düşeceği tahmin ediliyor.
Cezayir'de kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 49. Bu oran 2006 yılında yüzde 23,6'dan 2009'da yüzde 15,7'ye geriler ve 2011'de de yüzde 15,4 olacağı tahmin ediliyor. Yemen'in kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 55,4. Bu oran 2006'da yüzde 40,8'den 2009'da yüzde 51'e çıkar ve 2011'de de yüzde 46,1'e gerileyeceği tahmin ediliyor. Mısır'ın kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 100 idi. Bu oran 2006 yılında yüzde 98,8'den 2009 yılında yüzde 76,6'ya düşer ve 2011 yılında da yüzde 71,7'ye gerileyeceği tahmin ediliyor. Ürdün'ün kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 96,7 idi. Yıllık olarak bu oran 2006'da yüzde 73,5'ten 2009'da yüzde 61,8'e düşer ve 2011 yılında da yüzde 62,7 oranında olacağı tahmin edilmektedir. Tunus'ta ise kamu borçlarının GSH'ya oranı 2000-2005 yılları ortalamasında yüzde 62,2 idi. Bu oran 2006'da yüzde 48,8'den 2009'da yüzde 42,8'e düşer ve 2011'de de aynı seviyede kalacağı tahmin edilmektedir.
Bu verilerin böyle olmasında ülke doğal zenginliklerinin (petrol) ne denli belirleyici bir rol oynadığını görüyoruz. Mağrip ülkelerinde kamu borçlarının GSH'ya oranının genel anlamda düşük olmasında ve giderek de azalmasında Cezayir'in ve 2006'dan sonra hiç kamu borcu olmayan Libya'nın petrol gelirlerinin rolü belirleyici olmuştur. Aynı durum ülke olarak Mısır, Tunus ve Ürdün için geçerli değil. Mısır dışarıdan petrol almıyor; ürettiğini tüketiyor, ama doğal gaz satıyor.

“The Economist”in verilerine göre söz konusu bu ülkelerde kamu borçlarının GSH'ya oranı şöyle: Kamu borçlarının GSH'ya oranı Cezayir'de 2000 yılında yüzde 69,6'dan 2010'da yüzde 20,1'e; Tunus'ta 2000 yılında 60,1'den 2010 yılında yüzde 51,6'ya; aynı dönemde Mısır'da yüzde 110,9'dan yüzde 80,9'a düşer.

Doğal zenginliğin oynadığı rol Mağrip ve Maşrık ülkelerinde kamu borçlarının GSH'daki paylarının farklılığında da görülmektedir. MENAP ülkeleri toplamında da kamu borçlarının GSH'ya oranının nispeten düşük olmasında petrol ve doğal gaz belirleyici bir rol oynamaktadır.
Aşağıdaki haritada ülkelerin kamu borcunun GSH'ya oranı bakımından borçluluk durumunu görüyoruz.

Bölge ülkelerinde toplam brüt dış borcun GSH'ya oranı:
Soruna bir de toplam dış borç açısından bakalım.


Toplam dış borun GSH'ya oranı bakımından bölge ülkeleri çoğu AB ülkesinden oldukça daha iyi konumda. MENAP ülkelerinde toplam dış borcun GSH'ya oranı 2000-2005 yılları ortalamasında yüzde 34,4 oranında. Bu oran yıl itibariyle 2006'da yüzde 32,2'den 2009'da yüzde 35,7'ye çıkıyor ve 2011'de de yüzde 29,4'e düşeceği tahmin ediliyor.
Mağrip ülkelerinde toplam dış borcun GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 36,4 idi. Bu oran 2006 yılında yüzde 17,4'ten yüzde 16,7'ye düşer ve 2011 yılında da yüzde 14,1'e düşeceği tahmin ediliyor. Maşrık ülkelerinde ise borç oran 2000-2005 ortalamasında yüzde 61,2 idi. 2006'da yüzde 50,7'den 2009'da yüzde 34,9'a düşer ve 2011'de de yüzde 30,3'e gerileyeceği tahmin ediliyor.

Tek tek ülkeler açısından: Cezayir'in toplam dış borcunun GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 34,1 idi. Bu oran 2006 yılında yüzde 6'dan 2009 yılında 3,8'e düşer ve 2011 yılında da yüzde 2,2'ye düşeceğin tahmin ediliyor. Yemen'in dış borcunun GSH'ya oranı 2000-2005 yılları ortalamasında yüzde 43,4 idi. Bu oran 2006'da yüzde 28,7'den 2009'da yüzde 24,2'ye düşer ve 2011 yılında da yüzde 21,1'e gerileyeceği tahmin ediliyor. Mısır'ın toplam dış borcunun GSH'ya oranı 2000-2005 arasında ortalama olarak yüzde 32,5 idi. Bu oran 2006'da yüzde 27,6'dan 2009'da yüzde 16,8'e düşer ve 2011 yılında da yüzde 13,2'ye düşeceği tahmin ediliyor. 2000-2005 arasında Ürdün'ün toplam dış borcunun GSH'ya oranı ortalama olarak yüzde 73 idi. Bu oran 2006 yılında yüzde 46,8'den 2009'da yüzde 21,7'ye düşer ve 2011 yılında da yüzde 16,6 olarak gerçekleşeceği tahmin ediliyor.
GSH'ya oranı bakımından en çok borçlu olan ülke Tunus'tur; bu ülkenin toplam dış borcunun GSH'ya oranı 2000-2005 ortalamasında yüzde 60,1 idi. Bu oran 2006 yılında yüzde 53,9'dan 2009'da yüzde 49,3'e düşer ve 2011 yılında da yüzde 45,2 oranında olacağı tahmin ediliyor.
Dış borcun GSH'ya oranı bakımından bölge genelinde ve ele aldığımız ülkelerde durum hiç de “fena” değil. Bu ülkelerin hiç birisinde borçlanma krizi diye bir durum söz konusu değil. Bu oranlar birçok AB ülkesi için bir hayaldir.
Sonuç itibariyle:
Söz konusu ülkelerdeki ayaklanma hareketi veya sosyal patlamalar veya halk ayaklanması öncelikle bir açlık ayaklanması değildir veya daha ziyade açlıktan kaynaklı bir hareket değildir. Örneğin Mısır, yoksul bir ülke değildir; Güney Afrika'nın yanı sıra Afrika kıtasının en çok sanayileşmiş ülkesidir.
Diğer taraftan göz önünde tutulması gereken diğer bir gerçek de şudur: Bu ülkelerde ulusal gelirin dağılımındaki korkunç eşitsizlik genel yoksulluğun esas nedenidir; yoksullukta halkın her bir unsuru adeta aynılaşmıştır.

Bu kendiliğindenci hareketlerde demokrasi ve özgürlük esas nedeni veya önplandaki nedeni oluşturmaktadır. Demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle veya ayaklanmasıyla açlık ayaklanmasını birbirine karıştırmamak gerekir. 2008'de de birçok ülkede açlık ayaklanmaları olmuştu ve temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki astronomik artış geri çekilince veya bu maddeler sübvanse edilince ayaklanmaların nedeni de ortadan kalkmış oluyordu. Ama şimdi durum öyle değil. Hiç kimsenin gözü ekmek fiyatını görmüyor, ama özgürlük, iş, demokrasi diyor. Halkı iliklerine kadar sömüren, işkenceden geçiren bir diktatörlüğü/diktatörü devirmek için mutlaka bir ekonomik krize ihtiyaç yoktur; bu, ekonomik durum ne olursa olsun uğrunda mücadele etmeye değer bir amaçtır. Yaşanmakta olan dünya ekonomik krizinin “teğet geçtiği” bu ülkelerdeki ayaklanmalar bunun böyle olduğunu göstermiyor mu?

Bu ülkelerdeki ayaklanmalar özellikle bir kısım burjuva ve küçük burjuva basın tarafında devrim olarak nitelendiriliyor. Örneğin Tunus'ta “Yasemin devrimi”nden bahsediliyor, Mısır'daki “devrim”in adı henüz konmadı, konduysa da bilmiyorum. Lübnan'da da “Sedir devrimi” gerçekleşmişti. Ürdün, Yemen ve Suriye'de de olası bu türden “devrim”ler için de birer ad bulunur herhalde.

O halde devrimden anlaşılması gereken nedir?
Devrim, toplumsal yaşamda temel niteliksel altüst oluşu, değişimi ifade eder; devrim kavramı, daha doğrusu sosyal devrim kavramı zamanı geçmiş bir ekonomik toplum formasyonunun (üretim biçiminin) yıkılmasını ve yerine daha ileri yeni bir ekonomik toplum formasyonunun kurulmasını içerir. Böylece siyasi iktidar da eskiyi temsil eden gerici güçlerin /sınıfın veya sınıfların elinden ileriyi temsil eden sınıfın eline geçer.

Sosyal devrim, uzlaşmaz çelişkili tulumlarda, örneğin kapitalist toplumda kaçınılmazdır; yasal bir olgudur. Devrimle hakim sınıfın iktidarı yıkılır ve devrimci sınıfın iktidarı kurulur. Bu sosyal devrimin temel özelliğidir; yani devlet iktidarı gerici, hakim sınıfın elinden devrimci sınıfın eline geçer. Bu nedenle her sosyal devrim aynı zamanda politik bir devrimdir.
Denecek ki, her devrim mülkiyet ilişkilerini değiştirmez, örneğin özel mülkiyet üzerinde yükselen toplumsal yapıyı yıkmayabilir, örneğin antiemperyalist, antifaşist demokratik devrimler de söz konusu olabilir. Doğru bunlar da söz konusu olabilir ve bu türden devrimler özellikle Tunus ve Mısır'ın gündemindedir. Ama bu devrimlerin gerçekleşmesi, yaşanmış olan (Tunus) ve yaşanan (Mısır) ayaklanmaların en azından bu çerçevede devrim olarak kabul edilebilmesi için mevcut diktatörlüklerin; o baskıcı, faşizan devlet yapılanmasının yıkılması veya bu yapıları yıkacak olan güçlerin iktidara gelmesi gerekir. Her iki ülkede de böyle bir gelişme henüz söz konusu değil. Tunus'ta Bin Ali diktatörlüğü henüz yıkılmadı, sadece Bin Ali diktatörü kaçmaz zorunda kaldı. Ve geçici hükümetin başında da Bin Ali'nin en has adamlarından birisi olan Gannuşi durmaktadır.

Cezayir'de hiç bir değişim olmadı. Ürdün'de kral hükümeti görevden aldı. Mısır'da ise H. Mübarek hükümeti görevden aldı ama ipler mevcut rejimin elinde. Bu durumda şimdiye kadar üst yapı kurumlarında kayda değer hemen hiçbir değişim olmamıştır; sorun sadece kişilerin azledilmesiyle sınırlı kalmıştır. Tunus ve Mısır'da hükümetler yıkılmıştır; görevden alınmıştır, ama rejim henüz yıkılmamıştır ve hükümetin devrilmesi rejimin devrilmesi anlamına gelmez. Tunus, Cezayir ve Mısır'da polis ve ordu sergiledikleri tavırla mevcut düzenin değişmesinden yana bir girişim içinde olmadı; en fazlasıyla, ayaklanan halka karşı zor kullanılmayacağı açıklandı (Mısır örneğinde olduğu gibi). Yurt dışında olan muhalefetin geri dönmesi ise tabii ki ayaklanmaya eşlik eden bir kazanımdır.

Mısır'daki gelişmeleri biraz açalım:
Mısır'da ayaklanan güçlerle mevcut rejim arasında her an değişebilir olan bir güç dengesi var; bir yenişememe durumu söz konusu. Mübarek ve ordu halk hareketini „meşru hakları“ dile getiren güç olarak tanımıştır. Ordu, bu hareketi zor kullanarak dağıtmaya çalışmayacağını açıklamıştır. Hem ordu ve hem de Mübarek halk hareketi temsilcileriyle Mısır'ın geleceğini müzakere edeceklerini açıklamışlar ve fiilen adımlar da atmıştır. Başlayan görüşmelerde Mübarek rejiminin önerileri oldukça yetersizdir; muhalefeti tatmin etmekten oldukça uzaktır. Mübarek'in adamı Ömer Süleyman'ın başkan yardımcısı olarak, „barışçıl ve düzenli bir iktidar devri için zamanlama“ ve bir anayasa komisyonunun kurulması sözünü vermesi muhalefet tarafından yeterli bulunmamıştır.

Ayaklanan güçler mevcut rejimi henüz yenememişlerdir, ama yenilmediler de. Rejim, ayaklanmacılar sıkıyönetimle korkutamamış, sokakları ve meydanları boşaltmamıştır. Halk, Mübarek'in çekilmesini talep ediyor, ama Mübarek hala görevde. Ortalıkta görünmüyor, görev icraatında bulunmuyor, ama o görevdeyken mevcut rejimin unsurları Mübarek çekilince iş başında kalmanın yol ve yöntemlerini arıyorlar.
Mısır'da halk ayaklanması henüz zafer kazanmadı, ama sonuçsuz da kalmadı, 300 insan boşuna ölmedi. Ayaklanmanın en önemli sonucu mevcut rejimin Mısır'ın geleceği üzerine muhalif güçlerle konuşmaya başlamasıdır; bu güçleri resmen tanımasıdır.
Bir taraftan protestolar devam ediyor ve H. Mübarek çekilene kadar da devam edeceğe benziyor, diğer taraftan ise Mübarek'in istifa etmesinin kaçınılmaz olduğunu mevcut rejim ve emperyalist güçler görüyor. Bu durumda onlar açısından önemli olan, Mübarek'i „taksitle“ göndermek, adım adım çekilmesinin yolunu açmak ve bu süre içinde de işbirlikçi büyük burjuvazi ve emperyalizmin çıkarına yarayan rejimin en önemli yapılarını muhafaza edecek adımlar atma; uluslararası sermayenin/tekellerin ekonomik ilişkilerde sınırlandırıcı koşullarla karşı karşıya kalmamaları -şimdiye kadarki koşulların devamı-, Mısır'ın ABD ve AB emperyalist politikalarındaki yerini, jeopolitik açılımındaki konumunu koruması, yani Amerikan emperyalizmine üs olma görevini yerine getirmeye devam etmesi, İsrail ile ilişkilerin şimdiye kadarki çerçevede devamının sağlanması emperyalizm açısından önemlidir. ABD ve AB, ayaklanmanın başlangıcında doğrudan Mübarek'in yanında yer alırken, ayaklanmanın ilerleyen günlerinde yığınların Mübarek'in gitmesi konusunda sergiledikleri tutarlılık karşısında geri adım atmışlar ve „onurlu“ bir gidişin sağlanmasından bahsetmeye başlamışlardır; yani Mübarek gitmeli, aksi taktirde Mısır'ı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz ve rejimi eski haliyle mümkün olduğunca korunmalı. ABD, AB, uluslararası tekeller, Mısır işbirlikçi büyük burjuvazisi, kapitalistleri ve ordunun bir kısmı bu anlayıştadır.
Mısır halk ayaklanmasının sergilediği devrimci dalganın, rejim değişimi anlamında gelişmeleri; değişimi beraberinde getirecek güce sahip olup olmadığını veya özellikle Amerikan emperyalizminin çıkarlarına tekabül eden yukarıda belirttiğimiz türden bir geçiş yoluna mı girileceğini önümüzdeki günülerde göreceğiz.
Söz konusu bu ülkelerde komünist partilerin olmaması veya güçlü olmaması, bu halk ayaklanmalarına başka güçlerin önderlik etmesini beraberinde getirmiştir. Örneğin Tunus'ta sendikalar önemli bir rol oynarken Mısır'da başlangıçta „pasif“ gözüken „Müslüman Kardeşler“ önemli bir rol oynamıştır. Özelleştirmenin doğrudan bir sonucu olarak öncelikle yoksullaşan küçük burjuva tabakalar, işsiz ve geleceği olmayan gençlik, ayaklanmaya işçi sınıfına nazaran daha yoğun katılmıştır.
Tunus'ta gösteri yapanların, mücadeleye devam edenlerin yanı sıra güçlü bir „normalliğe geri dönüş“ eğilimi var; üretimin yeniden başlaması, çocukların yeniden okula gitmeleri vb. Bu eğilimde olan „orta“ tabakalar Tunus'ta halk ayaklanmasının devrime doğru ilerletilmesinin önünde bir engel olabileceği gibi, daha şimdiden mevcut kazanımlarla yetinmenin de temel öznesi olabilirler.

Mısır'da pazarlıklar devam etmektedir; orduyu dışlayan ve İsrail'i karşısına alan, yani anti-amerikancı bir hükümetin kurulaması şimdilik bir hayaldir. Tunus'ta ve özellikle de Mısır'da „her şeyin eskisi gibi devam etmesi“ için yenilikler planlanmaktadır. Ne AB'nin emperyalist ülkeleri, başta da Almanya, Fransa ve İtalya ve ne de ABD devre dışıdır. Emperyalist ülkelerin bu ülkelerden dışlanması bütün bölgeden dışlanmaları anlamına gelmektedir. Diğer taraftan ne Tunus'ta ve ne de Mısır'da antiemperyalist talepler öne sürülmüştür; açık ki katılımcı güçlerin sınıfsal karakteri gereği özgürlüğün Batı'dan da gelebileceğine oldukça yaygındır. Bunun ötesinde ne Tunus Komünist İşçi Partisi'nin 15 Ocak 2001 tarihli 9 maddelik açıklamasında ve ne de Mısır Komünist Partisi'nin 1 Şubat 2011 tarihli dört maddelik açıklamasında emperyalizme karşı mücadeleden söz edilmektedir.
Gerek Tunus'ta ve gerekse de Mısır'da ayaklanmadaki kendiliğindencilik; belli ideoloji, belli sınıfsallık temelinde hareket edilmemesi başlangıçta hareketin önemli bir avantajı olarak değerlendirildi küçük burjuva devrimciliği tarafından. Ama her geçen günün bu avantajı bir zafiyete dönüştürdüğü de veya dönüştürebileceği de unutulmamalı.

Devrim bu kadar kolay mı oluyor, bu kadar basit mi?
Tunus Komünist İşçi Partisi, Tunus'taki gelişmeleri “halkın zaferi“ olan bir „demokratik dönüşüm“ olarak tanımlıyor, Mısır Komünist Partisi de Mısır'daki gelişmeleri „devrim“ olarak tanımlıyor.
Tabii ki bu halk ayaklanmalarını isteyen istediği gibi tanımlar, buna bir diyeceğimiz yok. „Tunus devrimi daha ziyade „gençlik“ tarafından yürütülen bir ayaklanma olarak tanımlanıyor ve başarısı da Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlara bağımlı olarak görülüyor“ diyebilirsiniz. „Ve şimdi insanlar Mısır'da gençliğe önemli bir katalizatör olarak odaklandı. Bu bir „gençlik İntifadası“ mı ve Facebook ve diğer yeni medyalar olmaksızın gerçekleşebilir mi“ diye sorabilirsiniz.
Veya „Devrimler Fransa'da 1789'daki, Rusya 1917'deki gibi...olmak zorunda değildir; Ortadoğu'yu silip süpüren protestoların, 20. yüzyılın sonunda dünyanın çehresini değiştiren popüler renkli devrimlerle daha ziyade ortak yanları vardır“ da diyebilirsiniz. Eğer bu da yetmiyorsa Tunus ayaklanması için „Yasemin devrimi“ tanımlamasını kullanırsınız. Mısır için ise bir devrim adı henüz konmadı, ama önerebilirsiniz. Şayet bu da yeterli değil diyorsanız geriye tek bir yol kalıyor: Radikal bir biçimde geçmişle bağınızı kopartıp kendinizi yeni bir çağda yaşıyor olarak kabul edin; Lenin'in 20. yüzyıl başında devrimler çağının başladığı anlayışını bir kenara atın ve yeni bir devrimler çağı başlatın!
Veya “Dünyanın bütün orta sınıfları, birleşin” de diyebilirsiniz ve bu orta sınıflarla dünya devrimi de gerçekleştirebilirsiniz!
Emperyalist burjuvazi ve kalemşorları sadece yaşanan çağın karakteri, işçi sınıfının rolü vb. üzerinden değil devrim kavramı üzerinden de ideolojik mücadele yürütüyor. Devrim kavramını ayak altına düşürmek, içeriğini boşaltmak için elinden geleni yapıyor devrimi düzen içi kalan hareketlerle aynılaştırıyor. Burjuvazi devrimi karikatürleştiriyor; Facebook ve Twitter üzerinden “devrim” örgütletiyor. Yani bu iş bu kadar basitse, Marksizm-Leninizmden, sınıftan, sınıf partisinden vb. bahseden komünistlerin dinozor olması gerekir!

Tunus ve Mısır'daki gelişmeler, halk ayaklanması, sosyal patlamalar olarak karakterize edilebilir. Bu ayaklanmalar devrim değildir; en azından Marksizm-Leninizmin tanımladığı anlamda değildir. Burjuvazi bu türden hareketlere ad koymaktadır; burjuvaziye göre bilinen o „renkli devrimler“e, Tunus'ta bir yenisi eklendi: „Yasemin Devrimi“!
Bu ayaklanmalar İntifada'dır. Söz konusu olan, demokrasi, özgürlük için halk hareketidir; temel özgürlükleri ve ekonomik hakları içeren bir halk hareketidir. Bu hareket içinde politik, sosyal ve ekonomik talepler ve sosyal talepler iç içe geçmiştir.

Söz konusu olan, belli bir toplumsal gücü, belli bir sınıfı veya çok sayıda siyasal grupları iktidara getiren bir politik hareket anlamında bir devrim değildir.
Söz konusu olan, diktatörlüklerin, siyasi üst yapının değil de daha ziyade diktatörlerin hedef alınmasıdır.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki gelişmeler, geçen yüzyılın '80'li ve '90'lı yıllarında Latin Amerika'daki gelişmelere benzemektedir; o yıllarda Latin Amerika'daki bütün diktatörlükler yıkıldı ve parlamenter sisteme geçildi. Tabii bu gelişmeden ABD hiç memnun kalmadı, ama Avrupa burjuvazisi oldukça memnundu. Latin Amerika'daki o gelişmeler ne kadar devrimse Mağrip ve Maşrık'taki ayaklanmalar da o kadar devrimdir.
*
Not:
Yukarıdaki makale yazıldıktan sonra H. Mübarek'in istifa ettiği ve Mısır halkının diktatörün gidişini kutladığı haberi yayıldı. Sorunu sadece Mübarek'in gitmesiyle sınırlayan bir anlayışın kutlama yapmasını anlarım. Ama bence olmaması gereken olmuş ve son kertede kazanan Mısır halkından ziyade Amerikan emperyalizmi olmuştur. Mübarek giderken yönetimi, rejimi, evet Mırıs'ın geleceğini orduya bırakmıştır. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ömer Süleyman'ın açıklamasına göre H. Mübarek, devleti yönetme konusunda, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ni görevlendiriyor. Bu resmen bir darbedir; herkesin hesaba kattığı ama ayaklanma günlerinde “tarafsız” duran ordu, bu duruşuyla bir taraftan halkın taleplerini meşru bulurken, taleplerin yanında yer alırken, diğer taraftan da Mübarek'i ayakta tutmuştur. Şimdiye kadar rejimin güçleriyle ayaklanan güçler birbirlerine karşı uzlaşmaz bir tutum içindeydiler. Daha iyi bir yaşam ve özgürlük için mücadele eden halk kitleleri, Mübarek'in istifasını, ama aynı zamanda ordunun devlet yönetimine el koymasını kutluyor. Her iki durumu da kutluyor, çünkü Mübarek'in istifası ordunun yönetime el koymasından ayrı düşünülemez. Şimdi, Mübarek rejimini ayakta tutan, o rejimin vazgeçilmez bir parçası olan ordu ne yapacak? Mısır ordusu şimdiye kadar, 18 gün süren ayaklanma döneminde silahını halka karşı kullanmadı, ama rejime karşı da kullanmadı. Amerikan emperyalizmiyle yapılan pazarlıklar sonucunda Mübarek'ten yönetimi devraldı. Ayaklanan halka “talepleriniz meşrudur” diye ordu, halkın meşru taleplerinin yerine getirilmesi için yönetimde. Amerikan eğitim sisteminden geçmiş önder kadroları rejimle iç içe olan bu ordu, Mısır'da “demokratik dönüşüme” önderlik edecek mi, yoksa ayaklanan halkın “meşru talepleri” zaman içinde kuşa mı çevrilecek, bunu göreceğiz.

Mısır'da devlet yönetimi, Mısır'ın geleceği, Amerikan emperyalizmiyle sürdürülen pazarlıklar sonucunda orduya teslim edilmiştir. Bu, bir danışıklı darbedir. Bu darbeyi veya Amerikan emperyalizmiyle rejimin varmış olduğu uzlaşmayı “Müslüman Kardeşler” “zafer günü” ilan ediyorlar. Mübarek'in istifasını ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Mısır’da "tarihi bir gün" ilan ederken Almanya Başbakanı Angela Merkel de, "tarihi bir değişim" olarak nitelediriyor. Arap Birliği Genel sekreteri Amr Musa da, Mısır’daki değişimi "Beyaz Devrim" olarak tanımlıyor. Lübnan’daki Hizbullah, "tarihi zaferlerinden" dolayı Mısır halkını kutlarken İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de, Mısır halkının "büyük bir zafer" elde ettiğininden bahsediyor. AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Mübarek'in istifasını “saygıyla” karşılıyor ve Mısır Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nden büyük beklentileri olduğunu açıklıyor. Hamas, Mübarek’in istifasını, "Mısır’daki devrimin zaferinin başlangıcı" olarak tanımlıyor.
Evet, Mübarek istifa etti, ama yönetim muhalefetin eline geçmedi. H. Mübarek, yönetimi, rejimi emin ellere; orduya teslim ederek istifa etti. Şimdi Mısır'ı savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Tantavi liderliğinde ordu yönetecek. Bu, muhalefet dışlanarak Mübarek önderliğinde rejim ve ordu ile Amerikan emperyalizmi arasındaki görüşmelerin doğrudan bir sonucudur. Bir uzlaşma sağlanmıştır; Mübarek istifa ederek gidecek ve böylece sokağın sesi kesilecek, ordu yönetimi ele alacak, belli bir zaman sonrasında seçimler yapılacak ve Mısır'da demokrasiye geçilecek. Bu dönem zarfında ordunun hangi güçleri baskı altına alacağı, hangi güçlerin yanında yer alacağı belli değil, ama biliniyor. Belki de devletin ordunun üst düzey subaylarının oluşturduğu bir konsey tarafından yönetildiği 1952 modeline dönülecek. Bu modele dönülmese de herkesin dediği olacak; Halk Mübarek gitsin dedi ve bu talebe emperyalistler de katıldı ve Mübarek gitti. Şimdi ordu, Mısır'ı yeniden yapılandırma veya geçici olarak yönetme adı altında muhalefeti; öncelikle de “Müslüman Kardeşleri” baskı altında tutacak, kontrol edecek.
Mısır'da halk hareketi yenilmedi, ama zaferi elinden alındı.
*
Ekler:
Tablo I Reel GSH- % olarak değişim

Ortalama
Yıllık büyüme/küçülme
Tahmin
Tahmin

2000–2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
MENAP*
5,1
5,8
6
4,6
2,3
4,2
4,8
Petrol ihracatçısı
5,5
5,5
6
4,5
1,1
3,8
5
Cezayir
4,5
2
3
2,4
2,4
3,8
4
Bahreyn
6
6,7
8,4
6,3
3,1
4
4,5
İran
5,5
5,8
7,8
1
1,1
1,6
3
Irak
-
6,2
1,5
9,5
4,2
2,6
11,5
Kuveyt
7,1
5,3
4,5
5,5
-4,8
2,3
4,4
Libya
4,3
6,7
7,5
2,3
-2,3
10,6
6,2
Umman
3,3
5,5
6,8
12,8
3,6
4,7
4,7
Katar
8,7
18,6
26,8
25,4
8,6
16
18,6
S. Arabistan
4
3,2
2
4,2
0,6
3,4
4,5
Sudan
6,4
11,3
10,2
6,8
4,5
5,5
6,2
BAE
7,7
8,7
6,1
5,1
-2,5
2,4
3,2
Yemen
4,5
3,2
3,3
3,6
3,9
8
4,1
Petrol ithal eden
4,4
6,3
6
4,9
4,6
5
4,4
Afganistan
-
8,2
14,2
3,4
22,5
8,9
6,8
Cibuti
2,4
4,8
5,1
5,8
5
4,5
5,4
Mısır
4
6,8
7,1
7,2
4,7
5,3
5,5
Ürdün
6
7,9
8,5
7,6
2,3
3,4
4,2
Lübnan
3,4
0,6
7,5
9,3
9
8
5
Moritanya
3,7
11,4
1
3,7
-1,1
4,7
5,1
Fas
4,4
7,8
2,7
5,6
4,9
4
4,3
Pakistan
4,9
6,1
5,6
1,6
3,4
4,8
2,8
Suriye
3,5
5,1
4,3
5,2
4
5
5,5
Tunus
4,4
5,7
6,3
4,5
3,1
3,8
4,8
Mağrip**
4,4
4,8
4,1
3,5
2,4
5
4,6
Maşrık***
4
6,1
6,8
7,1
4,8
5,4
5,4
*)Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkeleri, Afganistan ve Pakistan.
**)Mağrip: Cezayir, Libya, Moritanya, Fas ve Tunus.
***)Maşrık: Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye.
Kaynak: World Economic and Financial Surveys, Regional Economic Outlook, Middle East and Central Asia , October 2010, s. 56.

*
Tablo II Toplam kamu borcunun GSH'ya oranı

Ortalama
Yıllık büyüme/küçülme
Tahmin
Tahmin

2000–2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
MENAP
63,7
45,3
39,5
36
39,7
35,6
34,1
Petrol ihracatçısı
49,7
29,9
24,3
21,1
27
21
19,4
Cezayir
49
23,6
12,5
8,2
15,7
16,1
15,4
Bahreyn
31,9
23,6
19,2
14,7
26,6
32,8
29,9
İran
23,5
19,7
17,9
21,8
21,6
21,7
20,2
Irak
-
198,4
175,3
108,6
141,7
42,2
41,5
Kuveyt
25,2
8,3
6,7
5,7
7,7
6,5
6
Libya
23,4
0,9
0
0
0
0
0
Umman
18,3
9,6
7,5
5
7,8
5,7
4,3
Katar
41,6
13,1
9,2
11,6
36,7
27,2
22,5
S. Arabistan
77,3
27,3
18,5
13,2
16
12,9
11
Sudan
145,8
89,3
82,3
69,8
80,6
71,4
70
BAE
6,3
9,4
9,8
15,5
27,1
24,7
21,6
Yemen
55,4
40,8
40,4
36,4
51
45,8
46,1
Petrol ithal eden
89,6
75,4
69,1
64,7
63,9
63,5
62
Afganistan
-
-
-
-
-
-
-
Cibuti
32,7
56,8
63,6
60,2
59,7
58,8
55,4
Mısır
100
98,8
87,1
76,6
76,2
74,2
71,7
Ürdün
96,7
73,5
71,1
58,4
61,8
63
62,7
Lübnan
162,3
179,9
167,7
157,1
148
139
137,5
Moritanya
224,6
110,5
112,6
99,7
130,6
88,5
82,9
Fas
66,6
59,4
54,6
48,2
47,7
49,9
50,2
Pakistan
76,5
56,4
54,6
58,7
57,3
58,7
57,2
Suriye
110,5
50,6
40,5
30,5
27,3
26,9
26,4
Tunus
62,2
48,8
45,9
43,3
42,8
43
42,8
Mağrip
53,3
33,7
27
23,3
26,8
27
26,6
Maşrık
106,6
96,2
85,4
75
74
71,9
69,9
Kaynak: World Economic and Financial Surveys, Regional Economic Outlook, Middle East and Central Asia , October 2010, s. 67.
*
Tablo III Toplam brüt dış borcun GSH'ya oranı

Ortalama
Yıllık büyüme/küçülme
Tahmin
Tahmin

2000–2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
MENAP
34,4
32,2
03.05.11
30,5
35,7
30,5
29,4
Petrol ihracatçısı
26,6
28,9
35,2
29,9
36,7
30,2
28,9
Cezayir
34,1
5
4,2
3,5
3,8
2,9
2,2
Bahreyn
48
53,4
139,3
153,3
157,7
139,6
139,8
İran
10,9
10,4
9,8
6,2
6,4
5,6
5
Irak
-
212,8
174,7
110,5
136,5
41,8
39,2
Kuveyt
28,1
30,4
50,2
40,9
58,5
46,2
43,4
Libya
17,5
9,9
7,8
6,3
9,3
7,2
6,5
Umman
23,3
15,5
17,2
15,2
18,9
15,4
13,3
Katar
60,1
43,5
51,8
53,5
89,3
80,6
70,4
S. Arabistan
11,7
11,9
19,7
17,5
23
22,6
22,1
Sudan
133,9
78,1
68,5
58,1
65,3
57,4
54,4
BAE
24,8
46
63
53,4
57
53,1
49,4
Yemen
43,4
28,7
26,9
21,9
24,2
21,4
21,1
Petrol ithal eden
51,6
42
36,5
32,3
33,2
31,1
30,6
Afganistan
-
155
20,7
17,5
8,1
8,1
8,3
Cibuti
59,1
56,8
63,6
60,2
59,7
58,8
55,4
Mısır
32,5
27,6
22,9
20,9
16,8
14,3
13,2
Ürdün
73
46,8
41,7
22,6
21,7
19,2
16,6
Lübnan
160,7
198,8
194
172,5
171,2
160,3
161,9
Moritanya
216,9
94,1
97,4
83,3
103,1
69,8
72,2
Fas
36,1
23,9
23,7
20,6
23,2
24,1
25
Pakistan
39,8
28
27
27,1
32,1
31,6
31,8
Suriye
83,1
27,4
21,7
16,2
16,6
14,9
13,7
Tunus
60,1
53,9
51,8
45,9
49,3
46,3
45,2
Mağrip
36,4
17,4
16,1
13,5
16,7
14,6
14,1
Maşrık
61,2
50,7
44,3
36,9
34,9
31,4
30,3
Kaynak: World Economic and Financial Surveys, Regional Economic Outlook, Middle East and Central Asia , October 2010, s. 73.