Kıbrıs sorunu yeniden gündeme getirildi. Aslında hiç gündemden çıkmamıştı. Ama bazı dönemlerde üzerinde fazla durulmayan bir sorun olarak kalmıştı. Son günlerde Dışişleri Bakanı I. Cem' in açıklamaları ile yeniden ön plana çıkartılan Kıbrıs'ın çoktandır sadece Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir sonun olmadığı bir kez daha kanıtlandı. Her ne kadar bu ada, Türkiye ve Yunanistan tarafından "ulusal" duyguların kabartıldığı ve şovenizmin şahlandırıldığı bir vesile olsa da, esas olan, adanın, özellikle son 10 yılda kazanmış olduğu jeostratejik konum ve bu konuma tekabül eden jeopolitik hesaplardır. Bu hesabı yapanlar da ne Yunanistan ve ne de doğrudan Türkiye'dir. Bu hesabı yapanlar, Amerikan emperyalizmi ve AB'nin emperyalist ülkeleridir, başta da Alman emperyalizmidir.
Kıbrıs'ı önemli kılan ne?
Kıbrıs, iki süper güçlü dünyada revizyonist/sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve Amerikan emperyalizmi açısında dünya hegemonyası dalaşının bir parçası olarak şu veya bu biçimde önemliydi.
Revizyonist bloğun dağılmasından sonra dünya çapında güçler dengesinde önemli değişmeler oldu ve oluşumu daha gerilere giden rekabet merkezleri açığa çıktı. Dünya, jeopolitik yeteneği olan ABD, Rusya, Almanya, Çin ve jeostratejik hesapları olan AB, Japonya gibi emperyalist ülke ve rekabet merkezlerine bölündü. Kıbrıs, bu rekabet merkezlerinden ABD ve AB açısından oldukça önemlidir. Bu adayı önemli kılan da Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyasında ve AB'nin Ortadoğu’ya açılış yolunda elde edilmesi, en azından kontrol edilmesi gereken bir konumda olmasıdır.
AB açısından: AB'nin genişlemesi doğu (Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti vs.) ve güney (Kuzey ve Kuzeybatı Afrika) yönünde. Bugün açısından AB'nin sınırı, Yunanistan'ın sınırıyla sonlanıyor. Ortadoğu'da güç olmak isteyen AB açısından Kıbrıs, bölgeye en yakın konumdadır. AB, bu jeostratejik hesabından dolayı Kıbrıs'ı üye yapmak istiyor. Bu jeostratejik hesabın diğer ayağını da Hazar Havzası petrolünün Türkiye üzerinden sevkiyatını kontrol etme eğilimidir. Bakü-Ceyhan boru hattının inşası durumunda Kıbrıs, bu hattın bitiş noktasını oluşturuyor ve dolayısıyla petrolün dünya pazarlarına sevkiyatını kontrol etmek bakımından oldukça önemli bir stratejik konuma sahip oluyor.
ABD açısından: AB'nin Ortadoğu'ya yönelik her adımı, ABD açısından çıkarlarının zedelenmesi, jeopolitik anlayışı doğrultusunda attığı adımların engellenmesi olarak algılanıyor.
Tek başına Kıbrıs, ABD açısından hiç de önemli değil. Ama AB ile rekabetinde ve Avrasya stratejisinin Türkiye ayağı açısından oldukça önemlidir.
ABD'nin hegemonyasında Kıbrıs, AB'nin bölgeden dışlanması demektir. ABD hegemonyasında Kıbrıs, Hazar Havzası petrolünün ve dünya pazarlarına sevkiyatının kontrol edilmesi demektir.
Türk burjuvazisi uzun yıllar Kıbrıs'ı doğrudan "ulusal" bir sorun olarak ele aldı ve yaklaşımı da hep bu çerçeveyle sınırlı kaldı. Revizyonist bloğun dağılmasından ve ABD’nin Avrasya dünya hegemonyası jeopolitikasını geliştirmesinden ve adım adım uygulamaya başlamasından sonra Türk burjuvazisi, özellikle Ecevit'in ağzından Kıbrıs'ın Bakü-Ceyhan açısından, Türkiye'nin güvenliği açısından ne denli önemli olduğunu vurgulamaya başladı. Önceleri "ulusal" dava olduğundan dolayı Kıbrıs'tan vazgeçemeyiz deniyordu. fiimdi de ülke güvenliği ve jeostratejik konumundan dolayı Kıbrıs'tan vazgeçemeyiz deniyor.
I. Cem'in açıklaması, adanın ne denli önemlileştiğini, AB'ye girememe pahasına da olsa adadan vaaz geçilmeyeceğini göstermektedir. Cem, blöf yapmıyor, yalnız da değil. Arkasında ABD var ve ABD, Kıbrıs konusunda farklı düşünse de, -böyle bir şey yok- Türk burjuvazisinin dediğini kabul etmek zorunda. Çünkü Amerikan emperyalizmi, Türkiye olmaksızın bölgede etkili olamayacağını biliyor. Bu nedenden dolayı "stratejik müttefiki"nin taleplerini her zaman reddedemiyor.
Kıbrıs konusunda restleşmenin nereye varacağı belli olmaz. Ama belli olan şu: Türk burjuvazisi başından beri "taksim"den yanaydı ve süreç böyle ilerlerse "taksim", yani adanın bölünmesini -zaten de facto bölünmüş durumda- resmileşmiş, hukukileşmiş olacak. Rum kesiminin AB üyesi olmasından sonra Türk kesiminin devlet olarak kalması veya başka bir biçimde Türkiye'ye yamanması hiç önemli değil. Adanın bölünmesi, onun ABD ve AB'ye hizmet eden iki stratejiye bölünmesi demektir. Gelişme bu yönde.
Adada oyun büyük, uluslar arası bir oyun.