Geçe Perşembe ve Cuma günü AB üye ve aday üye ülke temsilcilerinden ve bazı AB kurumları temsilcilerinden oluşan toplam 105 “şahsiyet”, AB’nin geleceğini tartışmak için Brüksel’de toplandı. “Avrupa’nın Geleceği İçin Konvansiyon” adı altında üye ve aday üye ülkeler, tekelci sermayenin geleceği için birbirlerini yokladılar, ısrarlı oldukları görüşlerini yeniden dile getirdiler. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Valerie Giscard d’Estaing’ın başkanlığında sürdürülen toplantıya, hükümet dışı örgütler de çağrıldılar.
Sorun nedir? AB’nin idari (administratif) gelişme sorunları, şimdiye kadar sadece hükümet konferanslarının bir çalışma konusuydu. Şimdi bu sorun, daha geniş bir temsilciler topluluğuna devredilmiş oluyor. Ama karar verme yetkisi hala Bakanlar Konseyinde.
AB’nin bugün ele aldığı sorunlar, topluluğun kuruluş döneminden kalmadır. O zaman altı devlete göre yapılan düzenlemeler, gerçekleştirilen kurumlar, artık bugün 15, birkaç sene sonra da 28-30 üyeli olacak AB için yeterli değil. AB, dinamik olmak istiyor ve karar alabilmek için de kendini yenilemek zorunda olduğunu görüyor.
Konvansiyonda üye devletlerin, AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosunun yetkileri tanımlanacak, daha doğrusu, yanlış anlaşılmayacak derecede tam tanımlanacak. Sonra AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosunun iki odalı(meclisli) bir sistem olarak geliştirilip geliştirilemeyeceği üzerine kafa yorulacak. Aynı zamanda Bakanlar Konseyinde kararların çoğunluk sistemine göre alınması üzerine tartışılacak.
“Avrupa’nın Geleceği İçin Konvansiyon” anlayışı neyin ifadesidir?
Bu toplantı veya iki meclisli bir sistem oluşturma çabası veya bir AB Anayasası hazırlama çabası, AB’nin siyasi bir entegrasyon olmadığını gösterir. Bunun ötesinde yapılan tartışmalar, bilinin ve “yeni” ortaya çıkan görüş ayrılıkları, AB’nin siyasi bir entegrasyon olmaktan henüz çok uzam olduğunu da göstermektedir.
AB üyesi devletler, fiilen iki gruba bölünmüş durumdalar. Büyük devletler, özellikle de Almanya, Fransa, İngiltere, AB’nin geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içindeler ve bu rekabette “küçük” üyeleri kendi yanlarına çekmek için de yoğun çaba harcıyorlar. AB içinde “büyükler”, aynı zamanda “büyük” olanların hukuksal olarak da belirleyici, yönlendirici olmaları için “küçük” olanları baskı altına almaya çalışıyorlar. Kararlarda oy birliği anlayışının yerini oy çoğunluğunun alması için sürdürülen mücadele (Almanya, İngiltere) buna tipik bir örnektir.
AB, ABD gibi bir devlete, “Avrupa Birleşik Devletleri”ne dönüşebilir mi?
ABD’nin kurulduğu dönemde Amerika’daki kolonizatörlerde; göçmenlerde ulusal bilinçlenme ya yoktu, ya da oldukça zayıftı. Bundan dolayı, Büyük Britanya’ya karşı Amerikalı olarak savaştılar ve 13 eyaletin birleşmesiyle (Filadelfiya Konvansiyonu, 1787) bugünkü ABD’nin temeli atıldı, anayasası oluşturuldu.
Bugün AB’nin de böyle bir süreçten geçerek “Avrupa Birleşik Devletleri“ne dönüşeceğinin hiç bir garantisi yoktur. Bunun ötesinde, AB’nin geleceğinin şekillenmesinde topluluğun genel çıkarları kadar, her bir üyenin, özellikle de emperyalist üyelerinin “ulusal” çıkarları belirleyici olmaktadır.
Ulusal devletlere ait bazı yetkilerin AB’ye devredilmesi, AB üyesi ülkelerde ulusal devlet, ulusallık, ulusal çıkar olgusunu aşındırmıyor. Tersine AB’nin iktisadi entegrasyon olarak daha etkili ve dinamik olmasını sağlıyor.
20-30 veya 50 sene sonra AB ne olur? Bunu bilemeyiz. Ama her bir üyesinin ulusal çıkarlarını dikkate alan bir siyasi entegrasyon, bir “Avrupa Birleşik Devletleri” olamaz. Siyasi entegrasyonun gerçekleşmesi, AB’nin siyasi olarak, bir devlet olarak bütünleşmesi için üye devletlerinde ulusallık olgusunun ölmesi gerekir. Bunun adı asimilasyondur. Bu anlamda Fransız burjuvazisinin Alman emperyalizminde veya Alman burjuvazisinin Fransız emperyalizminde asimile olacağını düşüremiyorum ve Lenin’in dediği gibi, kurulsa da gerici olacak olan “Avrupa Birleşik Devletleri” kurulmadan bütün Avrupa’nın sosyalist olacağına inanıyorum.
AB, sermayenin, tekellerin çıkarlarına daha iyi hizmet etsin diye reformlarla geliştiriliyor. Bu reformlar, işçi sınıfı ve emekçi yığınların çıkarlarını hesaba katmıyor.
AB, tekellerin AB’sidir, işçi sınıfı ve emekçi yığınların değil.