SERMAYE BİRİKİMİ-SERMAYENİN ORGANİK BİLEŞİMİNİN GELİŞMESİ VE İŞSİZLİK
Sermaye birikimi süreci, sermayede nicel değişimlerin olduğunu da gösterir. Bu değişimler, kapitalist üretim süreci boyunca ve sermayenin yapısındaki değişimle bağlam içinde; bu yapısal değişim temelinde gerçekleşir.
Sermaye bileşimi ve gelişmesinden anlaşılması gereken nedir?
Sermayenin iki tür bilişimi vardır; teknik ve değersel bileşim. Bu iki bileşim arasında fark vardır. Üretim sürecindeki her bir sermaye, maddesel (üretim araçları) ve işgücü olarak iki kısımdan oluşur. Buna, sermayenin iki bileşeni diyoruz. Bu her bir bileşenden hangisinin toplam içinde daha fazla veya daha az paya sahip olduğu mutlak değildir, değişkendir; koşula bağlıdır. Diğer bir ifadeyle: üretim sürecine dâhil olan üretim araçlarının ve kullanılan işgücünün (canlı iş) kapsamı (üretim araçları) ve miktarı (işgücü), toplumsal üretici güç olan işin gelişmesi tarafından belirlenen orantıya bağlıdır. Bundan dolayı sermayenin bu bileşenleri arasındaki ilişki, değişmez değil, değişir karakterlidir,
Üretim sürecinde kullanılan üretim araçlarının işgücüne olan nicel ilişkisine sermayenin teknik bileşimi denir. Azami kar ve rekabet, kapitalistleri, sürekli yeni makineler, teçhizatlar; bir bütün olarak yeni teknoloji kullanmaya zorlar ve bu da sermayenin teknik bileşimini değiştirir; sermayenin teknik bileşimi, kapitalist ekonomi yasalarının, artı değer, rekabet gibi nesnel yasaların işlerliğinin kaçınılmaz doğrudan sonucudur.
Sermayenin teknik bileşimi, kendine özgü tarihsel görünüm biçimini sermayenin değersel bileşiminde gösterir: Bütün üretim unsurları sermaye olarak hareket ederler (üretim araçları değişmeyen sermaye ve işgücü de değişken sermaye olarak). Bu durumda üretim sürecinde olan bütün üretim unsurlarının teknik bileşimi, sermayenin değişmeyen ve değişen bileşenleri olarak görünürler. Marks, değişmeyen sermayenin değişen sermayeye olan ilişkisini/oranını, sermayenin değersel bileşimi olarak tanımlar.
Sermayenin bu iki bileşimi (teknik ve değersel bileşimi) bir birinden kopuk değildir. Her iki bileşim arasında belli ilişkiler vardır; yeni makineler, yeni teçhizatlar, yeni/başka hammaddeler, enerji kaynakları vs. Bu üretim araçlarının kapsamının değişmesi, her bir işgücü başına düşen miktarının da değişmesi anlamına gelir. Bu da sermayenin teknik bileşiminin değişmesi anlamına gelir. Bu değişim kaçınılmaz olarak, sermayenin değersel bileşimine de yansır; yani değişmeyen sermaye, değişen sermayeye nazaran daha hızlı büyür. Ne var ki sermayenin teknik ve değersel bileşimi, aynı oranda/ölçüde gelişmez. Örneklersek; işin verimliliğinin artmasıyla üretim araçları üreten sektörlerde (makine vs.) üretim araçlarının değeri düşer. Bu durumda, değişmeyen sermayenin hacmi, içerdiği üretim araçları kütlesinden daha yavaş büyür. Bundan dolayıdır ki, sermayenin değersel bileşimi, teknik bileşiminden daha yavaş büyür.
Marks;
“Bunun nedeni şudur; işin üretkenliğindeki artışla, sadece onun tarafından tüketilen üretim araçlarının kapsamı değil, kapsamıyla karşılaştırıldığında değeri de düşer. Yani bunların değerleri mutlak olarak artar, ama kapsamı ile orantılı olarak değil. Bundan dolayı, değişmeyen ve değişen sermaye arasındaki farktan doğan artış, değişmeyen sermayeye dönüştürülen üretim araçları kitlesi ile de değişen sermayeye dönüştürülen işgücü kitlesi arasındaki farktan çok daha azdır. Burada birinci fark, ikincisi ile birlikte artar, ama artış derecesi küçüktür” (K. Marks; Kapital C. I, s. 651/652).
Marks, sermayenin organik bileşimini şöyle tanımlar;
“Ben, bunların ilkine sermayenin değersel bileşimi, ikincisine de teknik bileşimi diyorum. Bunlar arasında karşılıklı sıkı bağ vardır. Bunu anlamak için sermayenin değersel bileşimine, bunun, sermayenin teknik bileşimi tarafından belirlenmesi ve bu bileşimdeki değişmeleri yansıtması açısından, sermayenin organik bileşimi diyorum” (Agk, s. 640).
Sermayenin bileşenleri arasındaki oransal ilişkideki değişkenlik, sermayenin organik bileşiminde de söz konusudur. Sermayenin organik bileşiminin yüksek olması, bileşenleri karşılaştırıldığında, değişmeyen sermayenin payının değişene nazaran daha yüksek olması anlamına gelir. Sermayenin organik bileşiminin düşük olması durumunda bunun tersi söz konusudur. Bu durumda sermayenin bileşenlerinden değişen sermayenin payı, değişmeyenin payından daha yüksektir.
Bu ne anlama gelir? Açık ki, sermayenin organik bileşiminin veya da işin verimliliğinin artması, her bir işçi tarafından harekete geçirilen üretim araçları hacminin artması anlamına gelir. Veya aynı kalan veya giderek azalan işgücü kütlesi, giderek artan üretim araçları kütlesini harekete geçirebilir ve giderek artan kullanım araçları üretebilir. Neden? Şayet aynı kalan veya giderek azalan işgücü kütlesi, giderek artan miktarlarda hammaddeleri, üretim araçlarını harekete geçiriyor ve giderek artan miktarda üretim yapabiliyorsa, orada, bu üretim sürecinde modern teknoloji kullanıyor demektir.
Azami kar, rekabet veya daha genel anlamda ifade edersek; sermayenin tam anlamıyla değerlendirilmesi/değerlendirilememesi kaygısı, kapitalistleri sürekli modern teknoloji kullanmaya zorlar. Bu da sermayenin organik bileşimini kaçınılmaz olarak yükseltir ve kapitalistler, mümkün olduğunca az sayıda işgücüyle; az miktarda değişken sermaye ile oldukça büyük kapsamlı değişmeyen sermayeyi harekete geçirmeyi amaçlar. Bugün devasa boyutlara varan birikmiş sermayenin, giderek azalan işgücü tarafından harekete geçirilmesi bu ters orantılı gelişmenin açık ifadesidir. Kapitalist veya tekelci sermaye, var olmak için bunu yapmak zorundadır. Bu kaçınılmazlık sonuçta, değişken sermayenin değişmeyen sermayeye oranla görece azalmasına neden olur. Yani işçiler sokağa atılırlar.
Marks şöyle diyor: “Birikimin ilerlemesi değişken sermayenin görece büyüklüğünü azaltıyorsa, bu onun mutlak büyüklüğünün artışını asla dışlamaz. Diyelim ki, bir sermaye bileşimi başlangıçta yüzde 50 değişmeyen, yüzde 50 değişen sermaye olarak ayrılmış olsun ve sonra bu bileşim yüzde 80 değişmeyen, yüzde 20 değişen şekline dönüşmüş olsun. Eğer bu arada başlangıç sermayesi -diyelim ki 6000 sterlin- 18000 sterline yükselmiş ise, bunun değişen kısmı da beşte bir artmıştır. Eskiden 3000 sterlin iken şimdi 3 600sterlin olmuştur. Ama eskiden sermayede yüzde 20 oranında bir artış, işe olan talebi yüzde 20 artırmaya yeterken, şimdi bu artış, başlangıç sermayesinde üç kat bir artış gerektirir” (Agk; s. 652).
Marks’ın bu anlayışına göre, değişken sermayenin görece azalması, onun mutlak büyüklüğü kütlesinin artışıyla bağlam içindedir. Sermayenin birikim sürecinde değişken sermaye de mutlak olarak artar. Yani daha çok sayıda işgücü sömürülür. Değişken sermaye mutlak olarak artar, ama görece olarak azalabilir.
Bu anlayış bugün de geçerli mi? En azından maddi değerlerin üretiminde geçerli mi? Yani artı değerin yaratıldığı üretim alanlarında geçerli mi? Bu sektörlerde, örneğin emperyalist ülkelerde sanayi sektöründe değişken sermaye; yani işçi sayısı mutlak olarak artmıyor, tam tersine azalıyor veya azalma eğilimi içinde.
Öyleyse:
Sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, yani teknolojik gelişme, maddi değerlerin üretiminde zorunlu çalışmayı asgariye indiriyor ve bu alandaki işgücünün sayısal artışını durduruyor ve doğan görece çalışan nüfus fazlalığını hizmet sektörüne öteliyor veya işsizliğe mahkûm ediyor. Bu durumda, maddi değerler üretimi sektöründe değişken sermayenin görece azalması yanında mutlak azalması eğilimini de görüyoruz.
Bu eğilimden değişken sermayenin görece azalması, işgücünün sömürülme derecesini düşürür sonucu asla çıkartılamaz. Tam tersi söz konusudur.
Marks şöyle diyordu:
“Tam tersine, metaların içerdikleri ek canlı işin toplam miktarı azaldığı halde , karşılığı ödenen kısma oranla ödenmeyen kısmı ödenen kısımdaki mutlak ya da nispi azalma nedeniyle büyür, çünkü, bir metadaki ek canlı işin toplam miktarını azaltan aynı üretim tarzı, mutlak ve görece artı değerde bir yükselmeyi de beraberinde getirir” (Marks; Kapital, C. 3, s. 249-250).
Bu böyle olmasaydı, neoliberal saldırıları; sermayenin çalışma sürecinde esneklik dayatmasını veya yoğun baskıları açıklayamayız veya da kapitalistin veya uluslararası tekellerin “kötü” niyetiyle açıklardık!
Sonuç itibariyle:
Buradaki sorun, kapitalist üretim biçiminin bir sorunudur. Hiçbir zaman çözemeyeceği temel çelişkilerinden birisidir. Nasıl çözsün ki?
İşgücüne olan talep her şeyden önce, sermaye birikiminin organik bileşiminin gelişmesine bağlıdır. Sermayenin organik bileşiminin gelişmesi de işin verimliliğinin gelişmesiyle bağlam içindedir: Sermayenin organik bileşimi yükseliyor; işin verimliliği artıyor ve maddi değerlerin üretiminde zorunlu işe olan ihtiyaç asgariye düşüyor. Yani bu sektörlerdeki işçiler, hizmet sektörüne veya da işsizliğe öteleniyor.
Demek oluyor ki; hacmi aynı olan sermaye, organik bileşimi yükseldikçe, daha az sayıda işgücü kullanır. Bir örnek; diyelim ki 100 işçi 8 saatte 1000 TL tutarında bir kullanım değeri üretsin. Burada işçi başına 10 TL tutarında bir miktar düşer. Diyelim ki, sermayenin organik bileşimi yükseldi, yani kapitalist yeni makineler, modern teknoloji kullanmaya başladı. Bu durumda üretilen kullanım değeri artar. Diyelim ki 1000 TL’den 1200 TL’ye çıksın. Bu durumda her bir işçi 12 TL tutarında bir kullanım değeri üretmiş olur. Bu durumda kapitalistin 100 değil 83 işçiye ihtiyacı vardır. Yani 17 işçi fazlalık olmuştur.
Hiçbir kapitalist, hiçbir uluslararası tekel, sistemlerinin yok olması pahasına da olsa bu süreçten geriye dönülmesi için çaba harcamaz. Bu “iş” ile uğraşmak için hükümetlerini görevlendirmişlerdir. Ve o hükümetler de işsizliğe karşı mücadele adı altında işsizlerle mücadeleyi esas almışlardır. Başka yapacakları bir şey de yok. Ama neoliberal dayatmaların uygulaşıcısı hükümetlerin yanı sıra başka açından başka güçler de işçi sınıfının devrimci gücünü etkisizleştirmek için boş durmamaktalar. Birkaç seneden beri yeni bir dünya vaat ediliyor. “Başka bir dünyanın olası”, “mümkün” ve “muhtemel” olduğundan bahsediliyor. Dünya çapında milyonlarca çalışan ve çalışamayan işçi ve emekçi, “sosyal devlet” için, eski günlere yeniden dönmek için; reforme edilmiş kapitalizm için “vatandaş” olarak mücadeleye çağrılıyorlar.
Başka bir yazıda “emeğin” geleceğini ve bu anlamda Keynesçilikle neoliberalizm arasındaki “meydan muharebesi”ne ele alacağız.