Son dönemlerde önde gelen emperyalist ülkelerin bazılarında ekonomide görülen canlanma, burjuva iktisatçıların analizlerine ve politikacıların da konuşmalarına yansımıştır. Emperyalist burjuvazi yeniden umut saçmaya başlamış ve işsizliğin üstesinden gelineceğini, ama bazı sıkıntıların olacağını, herkesin fedakarlık yapması gerektiğini her zamankinden daha güçlü dile getirmektedir. Ama şimdiye kadarki gelişmeler iddiaları yalanlamaktadır. Doğru, bugün için dünya ekonomisinin ve önde gelen bazı emperyalist ülkelerin krizden çıktıkları bir gerçektir. Ama bu, işsizliğin bir nebze de geriletilmiş olduğu anlamına gelmektedir.
OECD verilerine göre dünya ekonomisi, ekonomik devreviliğinin kriz aşamasını geride bırakmıştır. Bazı ülke ekonomilerini, özellikle de Amerikan ekonomisinin ekonomik krizden çıkmış olması bu eğilimi daha da güçlendirmektedir. Her halükarda söz konusu olan, güçlü bir büyüme değildir. Örneğin OECD verilerine göre ABD’de Yurtiçi Gayri Safi Üretim 2003’ün son çeyreğinde bir sene öncesinin aynı dönemine göre ancak yüzde 3,3 oranında büyümüştür. Sanayi üretimi ise yüzde 0,6 oranında gerilemiştir.
Ekonomi verileri, dünya çapında ekonomik krizin en derin noktasının aşıldığını ve canlanma aşamasına geçildiğini göstermektedir. Veriler, ekonomik büyümenin küçük boyutlarda/oranlarda gerçekleştiğini göstermektedir. Bazı ülkelerde ekonomi, 2003 yılının ilk üç çeyreğinde sürekli büyüme eğilimi içinde olmuştur. Örneğin bu dönemde büyüme oranları Japon ekonomisinde yüzde 2,3 ila yüzde 3 arasında ve İngiliz ekonomisinde de yüzde 1,8 ila yüzde 2,1 arasında değişmekteydi. Önde gelen diğer iki emperyalist ülke (Almanya ve Fransa), uluslararası rekabette gerilemişlerdir. Örneğin Almanya’da Yurtiçi Gayri Safi Üretim, 2003 yılı itibariyle yüzde 0,1 oranında gerilemiştir.
Her ne kadar dünya ekonomisi, krizin en derin noktasını aşmışsa da, sanayi üretimi önde gelen ülkelerde, örneğin ABD ve Japonya’da dünya fazla üretim krizinin başladığı dönemdeki (2000 yılı sonu) seviyesine ulaşamamıştır. Sanayi üretimi 2003’ün üçüncü çeyreğinde 2000 yılının 4. çeyreğindeki seviyesinden ABD’de yüzde 3,1, Japonya’da yüzde 6,6 ve Almanya’da da yüzde 6,7 oranında gerideydi.
Aslında bir ekonominin veya kompleks değerlendirme olanağı olan bir bölge ekonomisinin veya dünya ekonomisinin, bir fazla ekonomik krizden çıktığını söyleyebilmek için kıstas olarak alınan değerlerin (örneğin sanayi üretimi), krizin patlak verdiği dönemdeki büyüme seviyesini aşmış olması gerekir. Bu durumda ekonominin krizden çıktığı söylenir. Bu bakımdan dünya ekonomisi, bu dönemdeki krizinden henüz çıkmamıştır. Ama göstergeler, pek de geriye dönüşün olmayacağı bir eğilimi ifade ediyorlar. Bundan dolayı dünya ekonomisinin krizden çıktığını söylemek daha isabetli olur.
Amerikan ekonomisinin konjonktürel yükselişi, artan borçlanmanın sonucudur. Ekonomiyi canlandırmak için silahlanma harcamaları arttırılmış ve Irak savaşı dolayısıyla da harcamalar yapılmıştır. ABD Kongresi, bu yılın borçlanma miktarını 477 milyar dolar olarak belirlemiştir. Bunun ötesinde meta ticaretinde dış ticaret açığı (Ocak-Kasım arası), 501 milyara varıyordu ve bu miktar da yurt dışından borçlanmayla karşılanabilmiştir. ABD ekonomisi için avantaj olan, doların değer kaybıdır. Böylece Amerikan ihracatı ucuzlamıştır.
Dünya ekonomisinin, gelişme yönünün canlanma olması veya bu aşamaya girilmiş olması, birleşme ve devralma faaliyetini de canlandırmıştır. Firma birleşmeleri ve devralmalar, dünya ekonomik krizi döneminde neredeyse durma noktasına varmıştı. Örneğin 2000 yılı itibariyle birleşmeler ve devralmalar için harekete geçirilen sermaye miktarı 1444 milyar dolardı. Bu miktar 2002 yılında 594 milyar dolara kadar (yüzde 57 oranında) gerilemişti. Son dönemlerde birleşme ve devralma alanında yeniden canlanma olduğu izlenmektedir. Örneğin Amerikan işletmelerinin birleşme ve devralma alanındaki faaliyetleri 2003 yılında, 2000 yılına nazaran hız kazanmıştır. 2002 yılında 7874 ve 2003 yılında da 7894 birleşme ve devralma transaksiyonu gerçekleştirmişlerdir. Bu transaksiyonların toplam değeri de 461 milyar dolardan 528 milyar dolara çıkmıştır. 2002’de 68 ve 2003’te de 87 büyük çaplı (değeri bir milyar dolardan fazla olanlar) birleşme ve devralma transaksiyonu gerçekleştirilmiştir.
Bu ekonomik kriz döneminde de devasa boyutlara varan sermaye kıyımı gerçekleştirilmiş ve aynı zamanda yeni yatırımlar gerçekleştirilmiştir. Tekeller arası rekabet ve azami kar dürtüsü, en modern teknolojiyi üretimde kullanmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Dünya pazarındaki payını genişletmek, en azından korumak isteyen, rakibi tarafından yutulmak istemeyen her uluslararası tekel, kendini yenilemek ve üretim sürecini yeniden örgütlemek zorundadır. Bütün bunlar sonuçta sermayenin organik bileşimini yükseltmekte; sermaye kapsamında değişmeyen kısım (bina, fabrika, teçhizatlar, makineler, hammaddeler vs.) değişken kısma (işgücü) nazaran daha hızlı artmaktadır. Diğer bir ifadeyle; sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, bugünkü koşullarda mutlaka işsizlik demektir. Bu nedenle, ekonominin krizden çıkması, işsizlerin sayısının azalması anlamına gelmemektedir. Tam tersine, sermayenin kendisini değerlendirebilmesi için, zorunlu çalışmaya (işgücüne) duyduğu ihtiyaç gerilemekte, asgarileşmektedir. Bu da işsizliğin kitlesel ve kronik olması anlamına gelmektedir. Bu durum, kapitalist sistemin bir içsel çelişkisidir ve onun bu çelişkisini çözme yeteneği yoktur.