deneme

16 Kasım 2004 Salı

EKONOMİ VE SOSYAL HAREKETLER

Almanya’da işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, altı seneden bu yana, Sosyal Demokrat/Yeşiller hükümeti döneminde, daha önceki muhafazakâr Kohl hükümeti döneminde olduğundan daha yoğun neoliberal saldırılarla karşı karşıya kaldılar.

Doğu Almanya’da işsizlik ortalama yüzde 20. Bütün Almanya’da resmi verilere göre işsizlerin sayısı 5 milyon sınırına yaklaşıyor. Ama reel işsiz sayısı 8 milyon civarında.

Alman işçi sınıfının Bismarck döneminden bu yana mücadele sonucu elde ettiği sosyal haklar, en son Hartz-Yasalarıyla nerdeyse tamamen yok ediliyor. 40’ından ve 50’sinden sonra iş bulma olanağı hemen hiç yok. Genç kuşağın da eğitimine göre iş bulması bir hayal.

Tekeller, milyonlarca işçinin işsiz olmasının kendilerine sunduğu olanakları kullanıyorlar. Örneğin, Siemens, DaimlerChrysler, Karstadt-Quelle, Opel ve VW gibi büyük tekeller, ücret artırımı için mücadelenin önünü almak ve bunun ötesinde ücretleri düşürmek için, sokakta çok sayıda işsiz var demenin ötesinde, işten atma tehdidini savurdular ve gerekirse üretimi, işçi maliyet masrafının daha düşük olduğu ülkelere taşırız dediler.

Bu gelişmeye karşı işçi sınıfı ve emekçi yığınların tepkisi büyüyor. Son bir-iki sene içinde gördüğümüz gibi Almanya’da da yığınlar, on binler ve yüz binler, neoliberal saldırılara karşı sokağa çıkıyorlar. Yığınlar toplumsal geriye gidişi, sosyal ve ekonomik haklarının yok edilmesini kabullenmiyorlar. Örneğin bu senenin Nisan ayında Almanya’da yarım milyona yakın işçi ve emekçi, sosyal ve ekonomik hakların gasp edilmesine karşı tepkilerini sokakta dile getirdi. Hartz IV-Yasasına karşı mücadele kitleselleşti. Keza General Motors’un Bochum’da (Opel) binlerce işçiyi sokağa atma planı en azından şimdilik geri püskürtüldü.

Şu veya bu ülkede hangi içerikte olursa olsun neoliberal saldırılar, sadece işçi sınıfını, sadece işçi sınıfının çalışan kesimini ilgilendirmiyor. Bu saldırılalar, çalışıyor olsun olmasın bütün işçi sınıfını ve bütün emekçi yığınları ilgilendiriyor. Bunun ötesinde neoliberal saldırılar, sadece, sınıf bilinçli işçiler sokağa dökmüyor. Burjuvazinin politikası, sınıf bilinçli-sınıf bilinçsiz işçi yığınlarını, sendikaların bütün engelleme çabalarına karşı sokağa döküyor. Bu saldırlar, geniş yığınlarda mücadele etmezsen ezilirsin duygusunu geliştiriyor.

1950-1970 dönemindeki “sosyal devlet” anlayışına; bu reform politikasına geri dönüş artık olası değildir. Çünkü emperyalist küreselleşme, Lenin’in deyimiyle “süper tekeller”in bir propaganda manevrası değildir. Emperyalist küreselleşmenin; sermayenin ve üretimin uluslararası örgütlenmesinin ve taleplerinin boyutları ve derinliği “sosyal devlet” anlayışını dışlamaktadır.

Devlete çağrı yapmanın ve “bizim devletimizsin, bizi korumalısın” demenin de hiçbir anlamı yok. Olsaydı devlet, tekellerin çıkarlarını ifade eden neoliberal politikaların uygulanmasına karşı olurdu. Soruna hangi açıdan bakarsak bakalım, neoliberalizm, uyuyan yığınları, sosyal demokrasiye güvelenenleri de uyandırmaktadır.

Revizyonizmin ve sosyal reformların babası E. Bernstein, sosyal reformu amaçlaştırmıştı. Bu, işçi sınıfının kapitalist düzene karşı mücadelesini; bu düzeni yıkma mücadelesini kapitalist düzeni kurtarma mücadelesine dönüştürmekten başka bir anlam taşımıyordu. Sosyal demokrasinin bu mücadelesinde başarısız kaldığı söylenemez. Ama bugün bu silah geri tepiyor. On yıllar boyunca sosyal reformlarla, “sosyal devlet”le uyuttukları işçi ve emekçi yığınlarını daha da uyutacak bir olanakları kalmadı. Sosyal demokratlar da neoliberalleştiler.
Neoliberalizm ve kitlesel kronik işsizlik olgusu, ekonomik kriz ve sınıf mücadelesi arasındaki bağın yeniden yorumlanmasını kaçınılmak kılmaktadır. Şüphesiz ki, ekonominin krizde olduğu dönemlerde işçiler kitlesel olarak sokağa atılırlar. Ama son 20-30 senenin tecrübesi göstermektedir ki, ekonomi krizde olmasa da işçiler, kitlesel olarak sokağa atılıyorlar.
Ekonomik kriz, aynı zamanda yoğun olarak sabit sermaye kıyımı/yok edilmesi demektir. Kapitalist, kriz döneminde sabit sermayesini, örneğin makinelerini, başkaca teçhizatlarını, fabrikasını yeniler. Bu, “eskiyen” makinelerin vs. atılması demektir. Atılanların yerine yenileri alınır. Ekonomik kriz, aynı zamanda devasa boyutlarda sabit sermaye yenilenmesi demektir, yatırım demektir. Geçen yüzyılın ‘70’li yıllarına kadar sabit sermaye kıyımı ve yenilenmesi, genellikle ekonomik kriz döneminde gerçekleştirilirdi. Bu nedenden dolayı da yoğun sabit sermaye kıyımı ve yenilenmesi, ekonomik kriz için, ekonominin seyri için bir kıstas olarak kabul edilirdi. Bugün bu, böyle bir kıstas olmaktan çıkmıştır. Çünkü dev adımlarla gelişen teknoloji, üretim araçlarının kullanım ömrünü kısaltmıştır. Rekabetini sürdürebilmek için tekeller, sürekli en yeni teknoloji kullanmak zorundadırlar. Böylece kapitalist, ekonomik devreviliğin sadece kriz aşamasında değil, hemen her aşamasında sabit sermaye yenilemesi yapmaktadır. Bu, işçilerin her dönem kitlesel olarak sokağa atılmaları anlamına gelir.

Demek oluyor ki, artık sadece ekonomik kriz dönemleri, işçi sınıfının mutlak ve görece fakirleştiği, genel olarak yoksulluğun yoğunlaştığı dönemler olmaktan çıkmıştır. Tabii bunu mutlaklaştırmamak gerekir. Ekonominin nispeten iyi gittiği, ücretlerin, mücadeleyle nispeten yükseltilmiş olduğu dönemlerde bu fakirleşme bir nebze frenlenir, ama günümüz koşullarında kitlesel kronik işsizliği ortadan kaldırma olanağı olmadığı için, işçi ve emekçi yığınların genel yoksullaşması devam eder.

Almanya’da gelişen işçi hareketinin ekonomik krizle bir ilgisi var mıdır? Alman ekonomisi krizde olmadığına göre böyle bir bağ da söz konusu olamaz. Şüphesiz Alman ekonomisi, burjuvazinin ve tekellerin beklentilerine tekabül edecek derecede büyümüyor. Ama ekonominin krizde olmadığı da bir gerçekliktir.

Marksist teoriye göre ekonominin devrevi hareketi ile devrimci hareketin devrevi gelişmesi arasında diyalektik bir bağ vardır. Ama bu, her koşul altında, her ekonomik kriz mutlaka devrimci bir duruma, devrime neden olur anlamına gelmez. Bu, mekanik bir anlayıştır. Devrimci mücadelenin, işçi hareketinin gelişmesini krize bağlayanlar ve devrim için krizi umut olarak görenler mutlaka vardır.
Birçok ülkede olduğu gibi Almanya’da da işçi ve emekçi yığınların kitlesel hareketi, mücadelesi söz konusudur. Yığınlar çeşitli nedenlerden dolayı sokağa dökülüyorlar. Onları sokağa döken nedenlerin bir kısmı daha önceleri ekonominin krizde olduğu dönemlerde söz konusu olan nedenlerdir. O nedenler bugün, ekonomik devreviliğin her aşamasında görülen sorunlar olmuştur. Örneğin Almanya’da ekonomi krizde olduğu için yığınsal mücadele gelişmiyor. Ekonomi krizde olduğu için Opel, VW, Siemens gibi tekeller işçileri kitlesel olarak sokağa atmaya kalkışmıyorlar. Ekonomi krizde olduğu için Alman tekelci burjuvazisi, hükümetine neoliberal politikalar uygulatmıyor; ekonomi krizde olduğu için sosyal haklar makaslanmıyor, Hartz-Yasalarıyla milyonlar daha da yoksulaştırılmıyor.
Alman tekelleri veya Alman tekelci sermayesi, dünya pazarlarında rekabet gücüne sahip olmak için yapılması gerekeni yapmaktadır. Bunun adı neoliberal politikaların uygulanmasıdır. Bu politikaların uygulanması ise sosyal, ekonomik kazanımların yok edilmesi, yığınların yoksullaştırılması vb.dir. Bu nedenle Almanya’da söz konusu kitlesel işçi eylemleri, ekonomik krizin beraberinde getirdiği sorunlardan kaynaklanan eylemler değildir. Bu anlamda da mevcut işçi eylemleriyle ekonomik krizin değil, neoliberal saldırıların ilişkisi vardır.