OECD verilerine göre 2000 fiyatlarıyla yurtiçi brüt üretim, 2000’de 199,3; 2001’de 184,3; 2002’de 199,0; 2003’te 210,5 ve 2004’te de 231,4 milyar dolar olarak gerçekleşti.
2001’de, 2000 yılına göre yüzde 7,5 oranında gerileyen üretim, 2002’de 2000’deki seviyesine ulaştı. 2000 yılına göre üretim 2003’te yüzde 5,6 ve 2004’te ise yüzde 16 oranında büyüdü. 2003’ten 2004’e büyüme oranı da yüzde 9,8 idi.
Sanayi üretimi, bu yılın Mart ayında 2004’ün aynı ayına göre yüzde 14,9 oranında arttı ve üretim endeksi de 123,7’ye kadar yükseldi.
Sanayi üretimi Nisan ayında da bir yıl öncesi aynı aya göre yüzde 15,6 oranında arttı.
Bu yılın ilk çeyreğinde üretim artışı yüzde 12,6 oranında gerçekleşti.
Uluslararası ekonomik konjonktür ve yanı sıra AB ile üyelik görüşmeleri, Türkiye’de ekonominin -oranları küçülse de- önümüzdeki 2-3 yıl daha büyümeye devam edeceğini göstermektedir. Tabii olağanüstü bir gelişmeyle büyüme kesintiye uğramazsa. Örneğin 1999’da Marmara depremi gibi.
Her halükarda ekonomideki gelişmeler, sanayi üretiminin artışı; bir bütün olarak ekonomideki büyüme çok ilginç ve saçma değerlendirmelerin yanı sıra hayıflanmalara da neden olmaktadır. Ekonomideki gelişmelerin, ancak ve ancak ekonominin nesnel yasaları doğrultusunda olabileceği, hükümetin ve sermaye sahiplerinin birtakım tedbirlerinin ekonominin gelişme seyrini sadece etkileyebileceği, ama engelleyemeyeceği bir türlü anlaşılmıyor.
Ekonomi “sıcak para”ya dayanarak büyüyormuş. Bu “sıcak para” çekilirse, ekonomi güme gidermiş! Üretime yatırılan paranın bugünden yarına nasıl çekildiğini bir türlü anlayamıyoruz! Nasıl oluyor? Bugün üretim için yatırım yapanlar; yani fabrika kuranlar veya ortak olanlar veya makine vs. satın alanlar, ertesi günü bunları sırtlayıp götürüyorlar mı?
Ekonominin gelişmesi değerlendirilmiyor, bu gelişmeden sonuçlar çıkartılmıyor. Bunun yerine eleştiri adına ucuz konuşuluyor. Örneğin, büyüme iç pazardaki canlanmaya değil de, dış ticarete, yani ihracata dayanıyormuş! Yatırım yapılmıyormuş! Büyüme işgücünün yoğun sömürüsüne dayanıyormuş! Ekonomi, balon gibi şişiyormuş!
Saymakla bitmez. Bunların hepsini şu veya bu biçimde, burjuva basında ve de kapitalizmi “sol”dan eleştirenlerin, Marksizm-Leninizm adına konuşanların basınlarında bulabilirsiniz.
Bir Marksist, ekonomi üzerine, niye büyüyor diye bir değerlendirme yapmaz. Diyalektiğin hareket yasasını biliriz: Her şey hareket içindedir, akış içindedir. Ekonomi de öyle. O da hareket içindedir: Ya büyür ya da küçülür. Onun büyümesi de, küçülmesi de kendi nesnel yasaları doğrultusunda gerçekleşir.
Nereden nereye gelindi?
Geçen yüzyılın ‘60’lı, ‘70’li, ‘80’li yıllarında, nasıl ifade edilirse edilsin, Türkiye’de kapitalizm değerlendirmesinde montaj sanayi saptaması hâkimdi. Yerli hiçbir şey yoktu. Böylece, montaj sanayin, ülkedeki toplumsal ilişkileri değiştirmediği söylenmek istenirdi. Ama aynı zamanda, gelişen, güçlenen işçi sınıfından bahsedilirdi.
Bugün de “gördüklerinize inanmayın, feodal sömürü altında yaşıyorsunuz” diyenleri bir kenara bırakırsak, günümüzdeki ekonomi değerlendirmesi, “sıcak para”yla, ihracatla, işgücü sömürüsünün yoğunlaştırılmasıyla, “balon gibi şişme”yle açıklanıyor.
Dış ticaret olmaksızın kapitalizm de olmaz. Önemli olan, üretilenin satılmasıdır; pazarlanmasıdır. Bu pazar, ulusal sınırlar içinde de olabilir, dışında da olabilir. Yani ürettiğini iç pazarda satabileceğin gibi dış pazarda da satabilirsin. Büyüme ihracata dayanıyor tespiti, “ihracata dayanan büyüme, büyüme sayılmaz” mesajını vermemelidir.
Hangi biçimde (yeni, yenilenme, genişletme vb.) olursa olsun yatırım olmaksızın ekonomide büyüme sınırlı kalır. 2001 krizinden bu yana Türk ekonomisindeki büyüme hiç de sınırlı kalmadı. Burjuvazinin deyimiyle “rekor”lar kırıldı. Bu “rekor”lar, yatırım yapılmaksızın mı kırıldı? 2005 yılında bu söylenir mi? Anlaşılan o ki, söylenebiliyor. Ama önce ithalatın bileşenine bir bakılsaydı, kesinlikle böyle bir şey söylenmezdi.
Tabii, söylenmemesi gereken söylenince geriye bir olasılık kalıyor. O da işgücünün yoğun sömürüsü. Ekonomide büyüme, artı ürün/artı değer oluşumundan dolayıdır. Artı ürün veya artı değer de ancak ve ancak işgücünün sömürüsüyle elde edilir. İşgücü sömürüsü olmaksızın artı değer de olmaz ve artı değer olmazsa ekonomide büyüme de olmaz.
Üretime yatırılan para, “sıcak para” olmaktan çıkar. “Soğur”! Parayı üretime yatırırsan, onu öyle birkaç dakikada, saatte veya günde yerinden kaldırıp başka yere; ülke dışına götüremezsin. Üretime yatırılan para, fabrika, makine, teçhizatlar biçiminde sermayeye dönüşmüştür. Ancak satarak yeniden “sıcak para”ya dönüştürebilirsin. Son iki yılın Türk ekonomisinde böyle bir gelişme oldu mu? Olmadı.
Şu “köpük” ve “balon gibi şişme” anlayışı üzerinde durmaya hiç gerek yok.
Ekonomideki büyümenin işsizliğe yansımadığı söylenerek, günümüzde ekonomik büyümenin mutlaka işsizliğe yansımayacağı gerçeği reddediliyor. Teknolojideki devasa gelişme ve bunun üretimde kullanımı, rekabet, kaçınılmaz olarak işgücü kullanımını azaltıyor. Kronikleşmiş kitlesel işsizlik bu gelişmenin doğrudan sonucudur. Bu nedenle günümüzde ekonomi, işsizlerin sayısı artarken de büyüyor.
Sermaye hareketinin temel yasası, bir kutupta maddi zenginliklerin, diğer kutupta da yoksulluğun birikmesidir; Sermaye, ancak ve ancak yoksulluğun artmasıyla büyür. Bu nedenle sermaye birikimi, aynı zamanda yoksulluğun birikimdir. Büyüyen ekonomi bu perspektifle eleştirilir, bu perspektifle talepler öne sürülür.
Yukarıda belirttiğimiz tanımlamalarla, kavramlarla Türkiye’de kapitalizm eleştirilmiş olmuyor. Sorunun böyle ele alınışı, en fazlasıyla, beyinlere kazınmış olan “emperyalizme bağımlı bir ekonomi nasıl olur da büyür” anlayışının açığa vurulmasıdır. Bu anlayış, yıkılması istenen sistemin ekonomik gücünü küçümseme anlayışıdır. Bu, nesnel gerçeklik karşısında siyasal körlüktür. Bu, duyguların dışa vurumudur. Aklın konuşturulmamasıdır.
Kapitalist ekonomi, devrevi hareketinin her bir aşamasında iç çelişkileriyle boğuşmak zorundadır. Önemli olan, ekonominin hangi gelişme aşamasında olduğunun doğru tespit edilmesi ve o aşamadaki sorunların politikaya konu edilmesidir.
Krizde olmayan bir ekonomiyi, krizde olan bir ekonomiyi eleştirir gibi eleştiremezsin. Aynı şekilde, birtakım dinamiklerini harekete geçirerek büyüyen bir ekonominin, yukarıda belirtilen kavramlar çerçevesinde eleştirilmesi de, kapitalizmin eleştirilmesi anlamına gelmez. Bu türden çıkışlarla, ekonomi canlanınca iş bulurum umuduyla yaşayan milyonlarca işsize, bu umudun bir hayal olduğu bilinci taşınamaz.
“Balon gibi şişme”, “köpük” vb. kavramlarla ekonominin eleştirilmesi, yabancı sermayenin aptal yerine konması ve uluslararası tekellerin boşa yatırım yaptıklarının iddia edilmesi anlamına gelir. Yabancı sermaye Türkiye’de boşa mı yatırım yapıyor? Yoksa bu yatırımların da mı aslı yok?
Neler kabullenilmedi ki? Montaj sanayi anlayışından yerli kapitalizm anlayışına geçildi. Bu kapitalizmin tamamen yabancı sermayeden ibaret olmadığı, yabancı sermaye oranının hiç de yüksek olmadığı görüldü. “Üflemeyle” devrilmeyecek kadar güçlü bir ekonomi ve sistemle karşı karşıya olduğumuzu kavrandı.
Ve dünyanın önde gelen 17 en güçlü ekonomisinden birisi olan bu ekonominin büyümesinin –sanki olağanüstü bir gelişme- hitap edilen kitleye doğru anlatılması; krizde olmayan ekonominin eleştirmesi de kavranılacak.
Önümüzde birkaç yıllık bir zaman var.