Kimine göre “yumuşak devrim”, kimine göre de “lale devrimi”, Kırgızistan’da şaşırtıcı bir hızla gelişti ve şimdilik amacına ulaştı. “Devrim” de ayaklar altına düştü. Amerikan menşeli “post modern dünya devrimi”nin, yani Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti stratejisinin gerçekleştirilmesi için iki yöntem kullanılıyor: Yöntemlerden birisi, gerekli görülen yerlerde, örneğin Irak’ta olduğu gibi, ülkeyi işgal etmek ve ikincisi de ortamı hazırladıktan sonra “devrim” dedikleri iktidar değişimini gerçekleştirmek. Gürcistan’da, Ukrayna’da ve şimdi de Kırgızistan’da ikinci yöntem oldukça kolay uygulandı.
Kırgızistan’da işe biraz da sülale çıkarlarının neden olduğu söylenmekte. Akayev iktidarının yıkılmasında sülale çıkar ve çatışmasının belirleyici olduğu söylenemez. Örgütlü birkaç bin kişinin bir-iki günlük sokak gösterisi sonunda iktidar yıkıldı ve geriye yönetimde kaos ve sokakta yağmalama kaldı.
Geleceğini düşünen veya „lale devrimi“ için önceden örgütlenmiş olan kolluk güçleri ve ordu, gelişmeler karşısında neredeyse tamamen sessiz ve seyirci kaldı. Böylece taraflı olduğunu da göstermiş oldu.
Akayev’in parlamentosu Cuma günü Kurbanbek Bakiyev’i geçici hükümet ve devlet başkanı olarak atadı. Ülkenin güney kesimindeki sülalelerin sözcüsü, ülkenin en zengini ve Aralık 2000-Mart 2002 arasında da başbakanlık yapmış olan Kurbanbek, muhalif güçlerin sadece şimdilik kabul ettiği bir önder.
Muhalefet ve „lale devrimi“nin dış örgütleyicileri ülkedeki yoksulluğu, güney-kuzey ayrımını, devlet imkânlarının Akayev’i destekleyen kuzeyli sülalelere sunulmasını, yolsuzluğu, seçimlere hile karıştırılmış olduğunu öne sürerek güneyde örgütlendi, bölgenin iki büyük şehrini ele geçirdi ve yarın da Bişkek’teyiz dedi. Öyle de yaptı. Hiçbir güç onların başkente girmesini engellemedi.
İktidar değişimi gerçekleştikten sonra Rusya, iktidar değişiminin „hiç meşru olmadığını“, ABD de Kırgızistan’daki gelişmeleri örgütlemediklerini açıkladılar.
Akayev, Rusya’ya daha yakın olduğu için Rusya’nın iktidar değişimini meşru görmemesi ve ona sığınma teklif etmesi anlaşılır. Ama Amerika, önderini bulmadan, iktidar ve çıkar ilişkileri belirlenmeden önce gelişen ve sonuçlanan „devrime“, sonu nereye varır diye şüpheli bakmaya başladı. Veya dünya kamuoyu önünde böyle bir tavır sergilemeyi daha uygun görüyor.
Her iki ülke de Kırgızistan’daki askeri güçlerini harekete geçirme gereği görmedi.
Gorbaçov’un azli, Azerbaycan’da 8-10 tankın 100 kadar asker eşliğinde harekete geçirilmesi sonucunda gerçekleşen darbe, Gürcistan ve Ukrayna’daki iktidar değişimleri, eski revizyonist blok ülkelerinde üstyapı kurumlarının ne denli oturaklaşamamış olduklarını, bürokrasinin, polis ve ordunun hakim sınıf fraksiyonları arasındaki dalaşmada ne denli taraf olduklarını açıkça göstermektedir. Bu güçler, kendilerine göz kırpanların yanında yer alıyorlar ve kadifeli, portakal renkli ve laleli „devrim“lerin gerçekleştirilmesini kolaylaştırıyorlar.
Amerikan emperyalizmi, „post modern devrim“lerin örgütleyicileri bu gerçeğin farkındalar ve kullanıyorlar. Geriye, memnuniyetsizlerin örgütlenmesi kalıyor. Bu da dolarla yapılıyor. Sayısız vakıf, komite, hükümet dışı örgütler bu amaç için harekete geçiriliyor. „Devrim“in önderi bulunuyor ve örgütlenen yığınlar, sonuç alana kadar sokağı terk etmiyorlar. Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da senaryo böyleydi.
Kırgızistan küçük ve yeraltı kaynakları bakımından fakir bir ülkedir. Ama Orta Asya’daki „satranç oyunu“nda stratejik konumundan kaynaklanan önemli bir rolü var.
Kırgızistan, İngiliz jeopolitikacısı Mackinder’e göre „dünya adasının çekirdeği“ ve Amerikan jeopolitikacısı Brzezinski’ye göre de „orta bölge“ diye tanımlanan alanın güneyinde bir ülke. Sovyetler Birliği döneminde ve Hazar Havzası petrollerinin paylaşılmasından, Afganistan’ın işgalinden önce Kırgızistan’ın stratejik bir önemi pek yoktu. Hazar Havzası petrolleri, ağırlıkta İngiliz ve Amerikan tekelleri olmak üzere paylaşıldı, Afganistan işgal edildi ve böylece Amerikan emperyalizmi Orta Asya’da Rusya ve Çin’e komşu oldu. Kırgızistan, Rusya-Çin ve ABD’nin, aralarındaki emperyalist rekabetten dolayı buluşmak zorunda oldukları alandır. Şimdi bu rekabete AB de katılma hevesinde.
EU öne sürülerek Alman emperyalizminin jeopolitik açılımı için akıl hocalığı yapan kurumlardan birisi olan „Dış politika İçin Alman Cemiyeti“, Doğrudan Rusya, ABD ve Çin ile rekabeti göz önünde tutan oldukça ilginç öneriler sunuyor:
“Liberal bir Ukrayna, Sovyet sonrası alanın demokratikleşmeye devam etmesinde yeni bir lokomotif olabilir. Ukrayna ve Gürcistan’daki demokratik devrimler, Beyaz Rusya, Ermenistan ve Kırgızistan gibi ülkelere sıçrayabilirler. Böylece portakal renkli ve gül devrimleri Avrupa kıtasında 15 sene önceki tarihsel altüst oluşların devamı olurlar. AB ve ABD’nin siyasal nüfuzu ve demokrasi transferi, Ukrayna üzerinden eski Çar İmparatorluğu derinliklerine sızar” (“Körber-Zentrum” der DGAP).
Bunun gerçekleşebilmesi için AB’nin Moldavya ve Güney Kafkasya’daki “etnik-topraksal çatışmalara” güçlü bir şekilde taraf olması/karışması ve böylece “bu barış misyonu üzerinde Rusya’nın kontrolünün” geriletilmesi gerektiği önerilir.
Devamla, taraf olmaktan neyin anlaşılması gerektiğine de açıklık getirilir. Şimdiye kadar Rusya’nın nüfuzu altında olan bu bölge devletleri, AB’ye veya da ABD tarafından kontrol edilen Ortadoğu’ya entegre edilmeliler.
“Önümüzdeki on yıllarda AB’nin güvenlik politikası ve ekonomik çıkarları, sürekli, Avrasya’ya doğru kayacaktır. Karadeniz, AB’nin bir iç denizi olabilir. Sovyet sonrası alan, siyasal ve tarihsel önemini kaybeder, Hazar Havzası ise, ya bir doğu Avrupa’ya dönüşür, ya da Ortadoğu ile kaynaşır”(Agy.).
„Büyük Oyun“u üçüncü aşaması üzerine şu değerlendirme yapılır:
“„Büyük Oyun“ kavramı 19. yüzyıldan kalmadır ve Çarlık Rusya’sı ile Büyük Britanya arasındaki stratejik önemi olan Orta Asya üzerine mücadeleyi ifade eder… „Büyük Oyun“un bugünkü aktörleri Rusya, ABD, Çin ve EU’dur. Çıkarlar değişime uğradı, ama sahne aynı kaldı” (“Great Game”: Phase 3; Marie-Carin ve Markus Brach von Gumppenberg).
Bu yazarlara göre “yeni oyun”un ilk aşamasında, 1991’den sonra Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan kurulur ve bu devletler, Bağımsız Devletler Topluluğu üzerinden Rusya ile, “Şanghay Beşli Grubu” üzerinden Çin ve NATO’nun Barış İçin Ortaklığı üzerinden de Batı ile ilişkilerini sürdürürler. İkinci aşamada, 11 Eylülden sonra ABD, bu ülkelerdeki nüfuzunu güçlendirir; Kazakistan ve Tacikistan ile “antiterör mücadelesi”nde işbirliği yapılır ve ABD, Kırgızistan ve Özbekistan’da üsler kurar. Ama Irak savaşından sonra ABD, bu bölgedeki nüfuzunu kaybetmeye başlar ve bölge ülkeleri yüzlerini yeniden Rusya’ya ve Çin’e çevirirler.
„Büyük Oyun“: Aşama 3“ün yazarları, Amerikan emperyalizminin Orta Asya devletlerinde „Amerikanizmi“ yerleştirmeye çalışmasından ve stratejik çıkarlarını açıkça ifade etmesinden dolayı bölge devletlerinin mesafeli hareket etmeye başlamalarından ve Rusya ve Çin’in de bunu kullanarak bu ülkeleri nüfuz alanlarına çekmeye çalışmalarından yakınırlar.
Çin, bu ülkeler ile “Şanghay Beşli Grubu” (2001 yazından sonra „Şanghay İşbirliği Örgütü“) çerçevesinde yoğunlaştırılmış siyasi-askeri ortaklık„ geliştirilmektedir.
“Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında yoğunlaştırılmış askeri işbirliği“ söz konusudur.
„Orta Asya’da petrol ve doğalgaz sektöründe Rusya ve Çin’in etkisi artmaktadır”.
Rusya, „yakın komşu“ doktriniyle Bağımsız Devletler Topluluğu üzerinde hegemonyasını meşru görüyor. Çin, „Şanghay İşbirliği Örgütü“ üzerinden Orta Asya’ üzerinde hegemonya kurmaya çalışırken, AB ve ABD, bölge ülkelerini BM, NATO, Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Örgütü, sayısız vakıfları ve özel olarak görevlendirilmiş sayısız Hükümet Dışı Örgütleriyle, askeri üsleriyle bölge üzerinde hegemonya mücadelesi sürdürmektedir.
Emperyalistler arası çelişkiler Orta Asya’yı karıştırıyor.
Bu nedenle Amerikan emperyalizmi, Orta Asya’da „post modern devrim“ gerçekleştiriyor.