Son dünya ekonomik krizinden (2000-2003) bu yana iki sene geçmesine rağmen bir-iki istisna ülke hariç ne tek tek ülke ekonomileri ve ne de bir bütün olarak dünya ekonomisi istikrarlı bir büyüme içinde olmuştur. Ekonomi, burjuva iktisatçılarının ve iktisadi kurumlarının plan ve programlarına göre değil, kendi nesnel yasalarına göre hareket etmiştir. Genel olarak 2003 yılı itibariyle canlanma aşamasına giren belli başlı emperyalist ülkelerde ekonomi, bugün ya durgunluk içinde, ya da büyüme oranları oldukça küçülmüş durumdadır. Verilerden de anlaşıldığı gibi bu ekonomiler krizden güçlü bir çıkış gerçekleştirememişlerdir. Çoğu ülkelerde ekonomi, belirgin bir durgunluk içinde mutlak gerileme ve önemsiz mutlak büyüme arasında gelip gitmektedir. Ekonominin böyle bir seyri, hem tek tek ülkelerde, hem de dünya çapında kapitalist ekonomisinin ne denli bir kırılganlık içinde olduğunu göstermektedir.
Son dünya ekonomik krizinden bu yana emperyalist ülkelerde burjuvazinin ekonomiyi canlandırmak için aldığı tedbirler ve uygulamalar; yani neoliberal politikalar umulan sonuçları vermemiştir. Nasıl bir durumla karşı karşıya olunduğunu bazı ülke ekonomilerindeki gelişmeyle göstermeye çalışalım.
Önde gelen emperyalist ülkeler bazında dünya ekonomisinin seyri:
ABD:
ABD ekonomisinde yükseliş, hızı yavaşlayarak devam etmiştir. Sanayi üretimi 2003’ten 2004’e yüzde 4,1 oranında artarken 2005’in ilk çeyreğinden ikinci çeyreğine ancak yüzde 0,5 oranında artmıştır. Haziran 2005 itibariyle son 12 ayın ortalama büyüme oranı da yüzde 3,9 olarak gerçekleşmiştir.
Üretim artışında ihracattan ziyade iç talep belirleyici olmuştur. Ekonomideki büyüme işsizlik oranında etkisini pek göstermemiştir. ABD’de resmi verilere göre işsizlik oranı Şubat 2005 itibariyle yüzde 5,2 idi.
Japonya:
2004 yılı, Japon ekonomisinin oldukça güçlü durgunluk yaşadığı bir süreçti. 2003’ten 2004’e yüzde 5,3 oranında büyüyen sanayi üretimi 2005’in ilk çeyreğinden ikinci çeyreğine yüzde 0,4 oranında geriledi. Haziran 2005 itibariyle son 12 ay içinde Japon sanayi üretimi ortalama olarak ancak yüzde 0,2 oranında büyümüştür.
Japon ekonomisindeki bu durgunluğun nedeni, iç talepteki gerileme ve ABD’den talebin, dolayısıyla bu ülkenin ABD’ye ihracatının düşmesidir.
Almanya:
Alman ekonomisinin durumu da pek parlak değil. Alman ekonomisi 2005’in ilk yarısında durgunluk sürecine girmiş ve üretimde düşüşler olmuştur. Örneğin 2003’ten 2004’e yüzde 3 oranında büyüyen Alman sanayi 2004’ün üçüncü ve dördüncü çeyreklerinde aynı seviyede kalarak büyüme kaydedememiş, ancak 2004’ün son çeyreğinden 2005’in ilk çeyreğine yüzde 1,5 oranında ve Mayıs 2005 itibariyle de son 12 ay içinde ortalama olarak ancak yüzde 1,3 oranında büyümüştür.
Fransa:
Fransız ekonomisinin durumu Alman ekonomisinden daha da beter. 2003’ten 2004’e yüzde 2,2 oranında büyüyen Fransız sanayi üretimi 2004’ün üçüncü çeyreğinden son çeyreğine ancak yüzde 0,9 oranında artmış ve 2005’in ilk çeyreğinde de 2004’ün son çeyreğindeki seviyesini aşamamıştır. Mayıs 2005 itibariyle Fransız sanayi üretimi son 12 ay içinde ortalama yüzde 0,2 oranında mutlak gerilemiştir.
Benzeri bir gelişmeyi İtalyan ve İngiliz ekonomilerinde de görmekteyiz:
İtalyan sanayi üretimi 2003’ten 2004’e yüzde 0,7 oranında; 2004’ün son çeyreğinden 2005’in ilk çeyreğine keza yüzde 0,7 oranında ve Mayıs 2005 itibariyle de son 12 ay içinde ortalama olarak yüzde 1,6 oranında mutlak gerilemiştir.
Britanya sanayi üretimi 2003’ten 2004’e ancak yüzde 0,7 oranında artmış, sonraki dönemde ise mutlak gerileme sürecine girmiştir. 2004’ün son çeyreğinden 2005’in ilk çeyreğine Britanya sanayi üretimi yüzde 0,8 ve Mayıs 2005 itibariyle de son 12 ayın ortalaması olarak yüzde 1,9 oranında mutlak gerilemiştir.
OECD Toplamında Ekonomi:
G-7’lerin (ABD, Japonya, Almanya, Büyük Britanya, İtalya, Fransa ve Kanada) güdümünde 30 sanayi ülkesinin oluşturduğu OECD, dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 60’ını ve dünya ihracatının da yüzde 75’ini kendinde toplamıştır. Dolayısıyla OECD’de ekonominin seyri dünya ekonomisinin seyrini belirler.
OECD’de sanayi üretimi 2002’den 2003’e ancak yüzde 1,1 oranında; 2003’ten 2004’e ise yüzde 4 oranında mutlak büyümüştür. Sanayide büyüme oranı 2004’ün son çeyreğinden 2005’in ilk çeyreğine ancak yüzde 0,7 oranında ve Mayıs 2005 itibariyle de son 12 ayın ortalaması olarak yüzde 1 oranında gerçekleşmiştir.
G-7:
2000 itibariyle OECD sanayi üretiminin yüzde 74,2’sine sahip olan G-7’lerde toplam sanayi üretimi, 2003’ten 2004’e yüzde 3,5 oranında; 2004’ün son çeyreğinden 2005’in ilk çeyreğine de ancak yüzde 0,8 oranında artarken, Mayıs 2005 itibariyle son 12 ay içinde ortalama olarak yüzde 1 oranında artmıştır.
OECD-Avrupa:
OECD’nin Avrupa ülkeleri, OECD sanayi üretiminin 2000 yılı itibariyle yüzde 40,4’üne sahipler. Bu ülkeler toplamında sanayi üretimi 2003’ten 2004’e yüzde 2,9 oranında artmıştır. Sanayi üretimindeki artış 2004’ün son çeyreğinden 2005’in son çeyreğine ancak yüzde 0,2 oranında ve Mayıs ayı itibariyle de son 12 ay içinde ortalama olarak yüzde 0,1 oranında gerçekleşmiştir.
EU-15:
Yeni üyelerin dışında kalan eski 15 üye bazında AB, OECD sanayi üretiminin 2000 yılı itibariyle yüzde 35,3’üne sahip. Bu ülkelerde sanayi üretimi 2003’ten 2004’e ancak yüzde 1,7 oranında artarken, sonraki dönemlerde sanayi üretimi mutlak gerileme sürecine girmiş ve Mayıs ayı itibariyle son 12 ayın ortalaması olarak yüzde 0,2 oranında mutlak gerilemiştir.
AB’nin yeni üye ülkelerinde brüt yurt içi üretim 2004 yılında güçlü bir artış göstermiş, ama sonraki dönemde AB’de ekonominin durgunluğu nedeniyle büyüme oranları düşmeye başlamıştır.
Türkiye gibi nispeten gelişmiş bağımlı ülkelerde ise ekonomi dinamikliğini sürdürmektedir. Sadece Doğu Asya’da dinamik gelişme hız kaybetmiştir. Bu bölgede brüt yurt içi üretim 2004’te ortalama olarak yüzde 5,7 oranında artmıştı. 2005’te bu artışın yüzde 4,5 oranında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Son yıllarda Çin ekonomisi sürekli ve güçlü büyümektedir. 2005 itibariyle bu ülke ekonomisinin yüzde 8,8 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir. Böylece Çin, günümüz koşullarında kapitalist dünya ekonomisinin büyüme merkezi olmuştur.
Rusya’da ise brüt yurt içi üretim 2003’te yüzde 7,3 oranında ve 2004 yılında da yüzde 7 oranında artmıştır. Brüt yurt içi üretimin 2005 yılı ortalaması olarak yüzde 6,5 oranında artacağı tahmin edilmektedir.
Yukarıdaki verileri toplu olarak gösterelim
Sonuç itibariyle:
Veriler, dünya ekonomisinin 2004 yılı boyunca büyüme hızının giderek yavaşladığın gösteriyorlar. Büyümenin hızı her bir bölgede farklı olmuştur. Örneğin görece büyüme, ABD ve “yükselen pazarlar” diye tanımlanan ülkelerde hızı kesilerek devam ederken, Avrupa ve Japonya’da üretim gerilemiştir.
Dünya brüt üretimi 2004’te yüzde 3,8 oranında artmıştı. Bu artışın 2005 yılı sonu itibariyle yüzde 3 oranında olacağı tahmin edilmektedir. 2004 yılı itibariyle yüzde 9 oranında artan dünya ticaretinin de 2005 yılı sonu itibariyle yüzde 7 oranında artacağı tahmin edilmektedir.
Dünya ekonomisini biraz canlandıran iki önemli faktör var: Bunlardan ilki dünya ekonomisinin motoru durumunda olan Amerikan ekonomisi. İkincisi de Çin ekonomisi. Amerikan sanayi üretiminde görülen artış, alınan tedbirlerin bir sonucudur ve bu nedenle de Amerikan ekonomisinin gerçek durumunu yansıtmamaktadır. Alınan tedbirler, geçici olarak sanayi üretiminin artışına neden olmuştur, ama aynı zamanda; sonuçta ekonominin gelişme seyrini olduğundan daha da istikrarsızlaştırmıştır.
Çin’de ise GSMH 1990’dan bu yana altı misli artmıştır. Bu ülkede ekonominin büyüme oranları oldukça yüksektir. Örneğin dünya ekonomisinin krizde olduğu yıllarda bile Çin ekonomisi, 2000 yılında yüzde 11,5; 2001 yılında yüzde 12,7; 2003 yılında yüzde 16,7 oranında büyümüştü. Çin ekonomisinde de büyüme oranları yavaşlamaya başlamıştır.
Dünya ekonomik krizinden sonra, ekonomik devreviliğin canlanma aşamasında gelişmiş ülkeler büyük ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldılar. ABD, Japonya, Almanya, Fransa gibi emperyalist ülkelerde sanayi üretimi, kriz öncesi seviyesine ancak ulaşabilmişti. Bazı emperyalist ülkelerde ise üretim gerilemişti. Örneğin İngiltere’de sanayi üretimi 2004’te, 2000’deki seviyesinden yüzde 3,7 oranında daha gerideydi. İtalya’da yurtiçi brüt üretim, 2004’ün 4. ve 2005’in de 1. çeyreğinde gerilemişti.
Bu veriler göstermektedir ki, Doğu Avrupa’nın bazı ülkelerini, Çin ve Türkiye gibi bazı ülkeleri dışlarsak, bugün bir bütün olarak dünya ekonomisinin yarısı gibi önemli bir kesimi durgunluk içindedir.
Ekonomik krizin hemen arkasından böyle bir gelişme şimdiye kadar görülmemişti. Özellikle emperyalist ülke ekonomilerinde izlenen bu durum; ekonomideki derin istikrarsızlık bu ülkelerde sermayenin değerlendirilmesinde çözülmez sorunlarla karşı karşıya olunduğunu göstermektedir.
Bu çözülemez sorunları brüt yatırımların ve ağır aksak gerçekleştirilen yeni sermaye yatırımlarının durgunluğunda görmekteyiz. Örneğin 2004 yılında önde gelen emperyalist ülkelerde brüt sermaye yatırımları 2000’deki seviyesinden ancak yüzde 3,5 oranında daha fazlaydı. Almanya’da ise brüt sermaye yatırımları sürekli geriledi. (2004’te bu yatırımlar 2000’deki seviyesinden yüzde 13,1 oranında daha geriydi.)
Yatırımlardaki bu durgunluk ve gerileme, çok açık olarak bir gerçekliği göstermektedir: Tekelci sermaye, fazlalık sermaye sorununu; azami kar getirmeyen sermaye sorununu çözememiştir ve bu sorun, keskinleşen bir çelişki olarak tekelci sermayenin önünde durmaktadır.
Bunun böyle olduğunu birçok alanda görmekteyiz: Örneğin bu sorun, daha yüksek pay için dünya otomobil sektöründe, beyaz eşya sektöründe, Chip imalinde sürdürülen fiyat rekabetinde; genel olarak perakende ticarette yaşanmaktadır. Burada söz konusu olan, fiyat üzerine rekabettir ve bu rekabet, aslında yok etme, iflas ettirme rekabetidir. İflasların, işletme kapatmalarının dalga dalga yayılması bu rekabetin doğrudan bir sonucudur. Bunun diğer adı, yüz binlerce, milyonlarca işçinin sokağa atılmasıdır. Örneğin Almanya’da sadece 2004 yılında 39 binden fazla işletme iflas etmiştir ve bu iflaslar sonucunda sokağa atılan işçilerin sayısı 605 bindi. Toplam zarar ise 39,4 milyar Euro’ya varıyordu. Yani bu iflaslar sonucunda 39,4 milyar Euro tutarında bir sermaye yok edilmişti.
Güçlü tekellerin –süper tekeller- pazar paylarını arttırmak için aldıkları tedbirler, esas itibariyle rakip tekellerin payını kapmaktan başka bir anlam taşımaz. Ama uluslararası tekellerin aldığı pazar payını arttırma tedbirleri, aynı zamanda pazarları yıkıma uğratan tedbirleridir. Tekellerin uluslararası alanda rekabet gücüne sahip olmak için sürdürdükleri bu mücadele, sömürünün arttırılmasıyla doğrudan ilgilidir; Tekeller, uluslararası rekabet gücüne sahip olabilmek için ancak en modern teknoloji temelinde mücadele sürdürebilirler. En modern teknoloji ise işletmelerin kapatılmasına, işçilerin yığınsal olarak sokağa atılmalarına neden olur. Bu nedenle tekellerin uluslararası rekabet yeteneğine sahip olma mücadelesiyle sömürünün arttırılması ve artan işsizlik arasında doğrudan bağ vardır. İşsizlik, yoksulluk, yığınların alım gücünün düşmesi demektir. Bu da iç pazarı daraltır. Yani üretimin büyümesi, pazarların genişleme sınırına çarpar. Bu, kapitalizmin çözümleyemeyeceği bir sorundur.
Kapitalizmin çözemeyeceği temel sorunlarından birisi de işin verimliliği ile pazar arasındaki ilişkinin seyridir. Sömürünün yoğunlaştırılması; devasa artışı nedeniyle işin verimliliği; çokça bahsedilen “emeğin” verimliliği, pazarların kapasitesinden daha hızlı artar. Böylece bir taraftan maddi değerlerin üretiminde çalışan işçilerin sayısı azalırken, diğer taraftan iş verimliliği artar. Yani giderek az sayıda işçi daha çok üretir.
Böyle bir durumda sermaye, azami kar temelinde değerlendirilemez. Azami karın olmadığı yerde de sermaye yatırımı olmaz. Örneğin, salt bu gerçekten dolayı; sermayenin azami kar temelinde değerlendirilememesinden dolayı 2003 yılında dünya çapında doğruda yatırımlar olağanüstü gerilemiş ve 2000’deki değerinin yüzde 40’ı seviyesine düşmüştür; Uluslararası firma birleşmelerinin ve devralmalarının genel sermaye ihracındaki payı 2000 yılında yüzde 96’dan 2003 yılında yüzde 48’e düşmüştür.
Kapitalist ekonominin mevcut durumu şunu gösteriyor:
Devasa karlar elde etmelerine ve faizlerin çok düşük olmasına rağmen uluslararası tekeller yatırım yapmaktan uzak duruyorlar. Çünkü sermaye, azami karın olmadığı yerde yatırıma hazır değildir.
Emperyalist devlet istediği gibi tedbir alabilir, bütün kolaylıkları sağlayabilir, ama azami kar elde etme olanağı yoksa hiçbir tekel yatırımda bulunmaz.
Diğer taraftan kapitalizmin çözemeyeceği sorunlardan bir diğeri de kar ile yatırılan sermaye arasındaki oranın seyridir. Kar ile yatırılan sermaye (sabit sermaye) arasındaki oran giderek sermayenin aleyhine değişmektedir. Bu oranı kendi lehlerine çevirmek için tekeller üretimi olağanüstü genişletirler; pazarın alım gücünü aşacaklarını bile bile genişletirler. Böylece üretim kütlesini artırarak kar kütlesini artırırlar. Ama bu her zaman ve sürekli tekellerin istediği gibi olmaz. Pazarlar satılmayan ürünlerle dolup taşmaya başlar ve böylece yeni bir fazla üretim krizi patlak verir. Bu, fazla üretimin kronikleşmesi demektir. Fazla üretimin kronikleşmesi, dünya pazarlarında rekabetin kapsamlaşması ve keskinleşmesi demektir. Bu durumda en güçlü olan, uluslararası çapta örgütlü olan tekeller, rakiplerini alt edebilirler. Bu nedenle süper tekellerin dünya pazarlarında sürdürdükleri rekabet, kelimenin gerçek anlamıyla tam bir yok etme muharebesidir.
Dünya pazarlarında aslan payını kapmak için sürdürülen rakibi yok etme veya yutma muharebesinde süper tekeller, işçileri de kullanmaya çalışırlar. Yaptıkları açıklama çok basit: Ücret artırımı için mücadele etmeyin. Ücret artırımından vazgeçin ve işletmeniz rekabet yeteneğine sahip olsun ve böylece siz de işten atılmazsınız!
Süper tekellerin dünya pazarlarında sürdürdükleri rekabet, bu tekellerin ait oldukları emperyalist ülkeler arasındaki eşit olmayan ekonomik gelişmeyi de ele verir. Soruna dünyanın en büyük 500 süper tekeli açısından baktığımızda şu gelişmeyi görmekteyiz:
Merkezi ABD’de olan süper tekel sayısı 2003’te 189’dan 2004’te 176’ya düşmüştür.
Merkezi Japonya’da olan süper tekel sayısı 2000’de 104’ten 2004’te 81’e düşmüştür.
Merkezi AB’de olan süper tekel sayısı 2000’de 141’den 2004’te 161’e çıkmıştır.
ABD ve Japonya merkezli süper tekel sayısında belli bir azalma, AB merkezli süper tekel sayısında da önemli bir artış görülmektedir.
Önde gelen AB ülkelerinde süper tekel sayısındaki gelişme de şöyledir:
Merkezi Almanya’da olan süper tekel sayısı 1995’te 40’dan 2003’de 34’e; merkezi Fransa’da olan süper tekel sayısı keza aynı yıllarda 42’den 37’ye ve merkezi İtalya’da olan süper tekel sayısı, yine aynı yıllarda 12’den 8’e düşerken, merkezi Büyük Britanya’da olan süper tekel sayısı aynı dönemde 33’ten 36’ya çıkmıştır.
Bu veriler, kaybedenlerin öncelikle ABD ve Japonya olduğunu, kazananın da öncelikle AB olduğunu göstermektedir. Sermaye akışından dolayı Çin ve Hindistan da kazananlar arasında yer almakta.
Süper tekeller sömürüyü olağanüstü artırarak dünya pazarlarında rekabet ediyorlar. Örneğin en büyük 500 süper tekel, çalışan başına cirolarını 2003 yılında yüzde 9,7 ve 2004 yılında da yüzde 8,1 oranında arttırmışlardı.
En büyük 500 süper tekelin dünya çapında toplam ciro miktarı 2004 yılı itibariyle 16,8 trilyon dolara varıyordu. Bu rakam dünya üretiminin yüzde 40’ına tekabül etmektedir.