deneme

7 Kasım 2007 Çarşamba

EKONOMİK KRİZİN DİYALEKTİĞİ (II)





Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması yasasını eğilim yapan faktörler:

Sabit sermaye kıyımı ve yatırımlar, sermaye ihracı ve spekülatif sermaye bakımından:

Rekabet yeteneğini kaybetmek istemeyen tekel bolca yatırım yapmıştır. En modern teknolojiyi üretim ve dolaşım sürecinde kullanmaya başlamıştır. Yani sermayenin organik bileşimi yükselmiştir. Kriz evresinde bu yatırımların (fabrikalar binalar vs.) büyük bir kısmı, oldukça modern olsalar da işe yaramaz hale gelir ve dolayısıyla çöpe atılır. Buna sabit sermaye kıyımı denir. Tarımsal ve sanayi alanında milyarlarla ifade edilen reel değerler; ürünler (makineler, sanayi tüketim ürünler, tarım tüketim ürünleri) çöpe atılır.
Krizden çıkmak için tekel, kendini sabit sermaye bakımından da yeniler.

Kriz evresinde yatırımlar adeta durma noktasına varır. Ancak bu evrenin sonuna doğru yeniden yatırım yapılmaya başlanır. Yatırım bir yerde kredi sorunudur. Dolayısıyla yatırım olmayınca kredi de olmaz ve kredi üzerinden mali sermayenin uluslararasılaşması geriler. İhtiyaç olmadığı için bu evrede yatırım arayan sermaye de pek olmaz.

Kapitalist ekonominin bu evresinde spekülatif sermaye yok olmuştur. Bu sermayenin, ifade edildiği kâğıt parçası kadar değeri kalmamıştır. 1929 krizi ve ABD’deki “kara Cuma” olayı, 1997/1998’deki Asya krizi döneminde spekülatif sermayenin gerçek sermaye ile hiçbir ilişkisinin olmadığı görülmedi mi?

Kriz döneminde aklı başında hiçbir kapitalist spekülasyona yönelmez. Kriz dönemi spekülatif sermayenin balon, köpük olduğunu, ekonominin, sermayenin nesnel hareketiyle hiçbir ilişkisinin olmadığını açığa çıkartır.

Ekonominin kriz evresinde meta ihracı gibi sermaye ihracı da geriler. Ancak kriz evresinin sonuna doğru yeniden yatırımlar gündeme geldiğinde kredi de gündeme gelir. Ama her sermaye/tekel kendini yenilemekle karşı karşıya olduğu için ihraç edilecek sermaye de bolca bulunmaz. Faizler yüksek olacağı için reel üretim para-sermayenin iştahını açar. Spekülasyona pek rağbet olmaz ve dolayısıyla azami kar için dünyayı “kısa günde kırk kere” dolaşan spekülatif sermaye de önemsizleşir.

Ekonominin bu evresinde uluslararası sermaye birleşmeleri, devralmalar geriler. Her sermaye emin gördüğü “ulusal” limanında kalmayı yeğler.

Bir örnek: Uluslararası sermaye birleşmelerinin değer hacmi 1991’de 81 milyar dolardan 2000’de 1444 milyar dolara çıkıyor, yani 17,8 misli artıyor. Ama bir yıl sonra; ekonomik kriz yılı olan 2001’de bu değer hacmi 594 milyar dolara düşüyor, yani 2000 yılına göre yüzde 58,8 oranında geriliyor. Demek oluyor ki, ekonomik kriz sürecinde uluslararası doğrudan yatırımlar bazında sermayenin ve üretimin uluslararasılaşması, yani “küreselleşme” veya emperyalist küreselleşme yüzde 58,8 oranında gerilemiştir. Demek ki ekonomik kriz, sermayenin uluslararasılaşması yasasının dizginsiz gelişmesi önünde engelleyici, frenleyici onu eğilime dönüştüren bir rol oynamaktadır.

Bu alandaki tarihsel gelişmeye bakalım:
Ekonomik krizler ve savaş dönemlerinde sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının seyri şöyleydi: I. Dünya Savaşı öncesinde, 1913’te dünya üretiminin yüzde 23,7 dünya pazarlarına sürülmüştü, yani dünya üretimi bazında küreselleşmenin; sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının çapı bu kadardı. Sonraki yıllarda, savaş yıllarında bu oran giderek geriler ve savaşın son yılı 1918’de yüzde 15,4’e kadar düşer. Böylece sermaye ve üretimin uluslararasılaşması savaşın sonunda başındakine oranla üçte bir geriler.

II. Dünya Savaşı öncesinde, 1938’de sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının boyutu ancak yüzde 18’dir. Yani 1938’de dünya çapında üretilen ürünlerin ancak yüzde 18’i dünya pazarlarına sürülmüştür. Savaş yıllarında bu oran oldukça düşer: 1940’da yüzde 14,5; 1941’de yüzde 13,2; 1942’de yüzde 12,1; 1943’te yüzde 11,3; 1944’te yüzde 11,8 ve 1945’te de yüzde 15,7 oranlarında gerçekleşir. Sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasına karşı etkide bulunan faktör olarak II. Dünya Savaşı, 1943’te sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını 1850’deki seviyesine iter (1850’de bu oran yüzde 11,4 idi).

Aynı eğilimi ekonomik kriz dönemlerinde de görmekteyiz:
I.Dünya Savaşı sonrası devrimci yükseliş ve ekonomik kriz yıllarıdır. Bu dönemde, örneğin 1918-1924/25 döneminde sermaye ve üretimin uluslararasılaşması ancak yüzde 20 ile yüzde 21 oranlarında kalmıştır. Kapitalizmin “görece istikrar” döneminden 1929 ekonomik krizine kadar olan dönemde de (1925/1926-1929) sermaye ve üretimin uluslararasılaşma oranı ortalama olarak keza yüzde 20 ila yüzde 21 arasında kalmıştır. 1929-1932/33 ekonomik krizini birkaç yıl süren durgunluk ve ABD ve başka birkaç ülkede olduğu gibi ekonomik krizler izlemiştir. Dolayısıyla bütün ‘30’lu yıllar boyunca sermaye ve üretimin uluslararasılaşma boyutu 1931’de yüzde 21,3’ten 1938’de yüzde 18’e düşmüştür. (Bu veriler için bakınız: İ. Okcuoğlu; Rekabetin Tarihi, kitap 2,3 ve 4). Demek oluyor ki, savaşın yanı sıra ekonomik krizler de sermaye ve üretimin uluslararasıklaşmasına karşı etkide bulunan bir faktördür.

Bundan çıkartılması gereken sonuç:
1-Savaşsız, istilasız bir kapitalizm düşünülemez.
2-Ekonomik krizsiz bir kapitalizm düşünülemez.

Savaş ve ekonomik kriz, kapitalizmin/emperyalizmin karakteristik özelliğidir.
Savaş ve ekonomik kriz, yukarıdaki verilerden de anlaşılacağı gibi, sermaye ve üretimin uluslararasılaşma yasasını eğilimli geçerli kılan nesnel faktörleri oluşturmaktadır.

Bu faktörlerin olmadığı dönemlerde sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını ancak çok güçlü bir doğa felaketi olumsuz etkileyebilir.

Bu nedenlerden dolayı sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, aynen kar oranı yasasında olduğu gibi, karşı etkide bulunan nesnel faktörlerden dolayı eğilim olarak gelişir. Yasanın kendisi ortadan kaldırılamaz. Çünkü dış pazarsız kapitalizm düşünülemez. Ama belirtilen nedenlerden dolayı kapitalizmin uluslararasılaşması engelsiz gelişmez. Kapitalizmin uluslararasılaşması geriye dönüşümü olmayan bir süreçtir. Ama bu süreç geriye dönüşümlü olarak ilerler. Sermaye ve üretimin ancak 1965’te 1913’deki uluslararasılaşma seviyesine gelebildiği her şeyi anlatmaktadır.

Yeni bir dünya ekonomik krizi, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını olumsuz etkileyen bir faktör olacaktır. Ekonomik krizin sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını ne derece etkileyeceği krizin şiddetine bağlıdır. Uluslararası tekelleri de etkileyen bir fazla üretim krizi, sermaye ve üretimin uluslararası hareketini frenleyen nesnel bir faktör olacaktır. Bu etkinin ne anlama geldiğini uluslararası sermaye birleşmelerinin 2000’den 2001’e olağanüstü gerilemesinde gördük.

Rekabeti, savaşı, ekonomik krizleri vs. doğrudan içeren bu yasa, Kautsky’nin “ultra-emperyalizm” teorisinin, Negri’nin İmparatorluğunun, küçük burjuvazinin yeni çağ tespitinin, “küreselleşme çağında” ulus-devletin ölmeye, etkisiz olmaya başladığı teorisinin, spekülatif sermayenin sermaye hareketine yön veriyor anlayışının, öyle ki Harvey’in “yeni emperyalizm” teorisinin neden bir hayal olduğunu da açıklar.

-Ekonomik kriz patlak verdiğinde küçük burjuvazi, sermayenin organik bileşimini, sermaye kıyımını, yeniden yatırımları,  spekülasyonun kapitalist ekonominin seyrinin ancak belli aşamasında şişmiş olarak gündeme geleceğini yeniden keşfeder.

-Ekonomik kriz patlak verdiğinde küçük burjuvazi, sınıf olgusunu yeniden keşfeder. Ekonomik krizden dolayı “çokluk”un yıkıma uğradığından değil, işçi sınıfının, emekçilerin, küçük üreticilerin vb. yıkıma uğradığından bahsetmeye başlar.

-Ekonomik kriz patlak verdiğinde küçük burjuvazi, ulus-devlet ile sermaye arasındaki bağı;  sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının ulus-devletin varlığıyla çelişkili olmadığını, bu uluslararasılaşma sürecinin ulus-devlet olmaksızın düşünülemeyeceğini yeniden keşfeder.

-Ekonomik kriz patlak verdiğinde küçük burjuvazi, artı değer üretiminin işgücünün sömürüsünden kaynaklandığını, “paradan para” kazanmanın veya spekülasyonun yeni değer oluşumu olmadığını ve dolayısıyla işçi sınıfının tarihsel misyonu olan yegâne sınıf olduğunu yeniden keşfeder.

-Ekonomik kriz patlak verdiğinde küçük burjuvazi, uluslararası tekelci sermayenin, o süper tekellerin ulusal bir limanı olduğunu; bir ulus-devletle ayrılmaz sıkı bir bağının olduğunu yeniden keşfeder.

Son birkaç yıldaki tartışmalarda Marksist değerlerin, teori ve kavramların yeniden keşfedilmesi şüphesiz ki olumludur. Ama küçük burjuvazinin Marksist değerlere, teorilere, kavramlara, Marksist-Leninist politik ekonomiye sarılarak aynı değerlere karşı gözü dönmüşçesine çarpıtma mücadelesi vereceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın.