Avrupa‘da Barclays ve Hollanda-Belçika ortaklığı olan Fortis’in borsa değerlerinin 2 Ekimde yüzde 5,95 ve yüzde 4,43 oranlarında düşmesi ve ABD’de de Merrill Lynch’in hisse senedi değerinin 6 yıldan bu yana ilk kez yüzde 9,4 oranında gerilemesi, mali piyasalarda yaşanan krizin inkâr edilemez olduğunu gösteren son gelişmelerdir. Dünyanın en büyük bankası Citigroup’un şefi Charles Prince’in istifası da mali krizin boyutlarını göstermek bakımından önemlidir. Bu banka Amerikan emlak piyasasında kredi spekülasyonunda kaybeden taraf olmuştur. Daha öncesinde de aynı nedenden dolayı Merrill Lynch’in şefi Stanley O'Neal koltuğunu boşaltmak zorunda kalmıştı.
Amerikan emlak piyasasında patlak veren kredi krizi, anlaşılan o ki, güçlü bankaları da etkisi altına almıştır. Bu gelişme mali krizin ikinci aşamasını oluşturmaktadır. Uluslararası mali tekellere sirayet eden mali krizin üçüncü aşaması olmayacaktır. Bu aşamadaki mali kriz kaçınılmaz olarak reel üretimi; maddi değerlerin üretimini etkileyecektir. Bunun sadece bir etki olarak kalıp kalmayacağı, reel üretimde ekonomik kriz faktörlerinin ne derece olgunlaşıp olgunlaşmadığına bağlıdır. Her halükarda mali kriz, ekonomik krizin patlak vermesi için bir neden olmaz, ancak bu krizin erken veya geç patlak vermesine neden olabilir. Her halükarda dünya ekonomisi yeni bir fazla üretim kriziyle karşı karşıyadır.
Tabii ekonomik krizin yaklaşıyor olması uluslararası alanda tartışılmayan, adeta unutulan birçok konuyu yeniden gündeme getirecektir. Reel üretimin sermaye hareketinde belirleyici özelliği yeniden keşfedilecektir. Ulusal veya uluslararası sermaye hareketinin motorunun spekülatif sermaye olmadığı yeniden keşfedilecektir. Sermaye hareketi yasasının reel üretimden kaynaklandığı, spekülatif sermayenin herhangi bir hareket yasasının olmadığı bir daha keşfedilecektir.
Öyle ki çağ atlayan küçük burjuva çevreler, bunlara ek olarak emperyalist burjuvazinin ideologları, daha şimdiden emperyalizmi yeniden keşfettiler. Emperyalizm üzerine çalışması olanlar karşılaştırılmaya başladı. Tabii bunlara Lenin ve Luxemburg da dâhil. Marksist ve burjuva görüşler harmanlanarak, kimin emperyalizm konusunda haklı çıktığı tespiti yapılıyor. Özellikle de Kautsky ve Luxemburg önplana çıkartılıyor ve Lenin’in emperyalizm analizi ya çürütülmüş sayılıyor ya da ‘aslında Lenin emperyalizmi analiz etmedi, şu veya bu yazarın görüşlerini derledi” değerlendirmesi yapılıyor. Tabii hızını alamayan bazıları da, bırakalım genel olarak emperyalizmi yeniden keşfetmeyi, yeni emperyalizm türleri üretiyorlar. Şimdilerde moda emperyalizm, David Harvey tarafından “ilhak ekonomisi” adı altında üretilen “Yeni Emperyalizm”dir.
Bu teorilerin veya yeniden emperyalizmin gündeme getirilmesi canı sıkılmış küçük burjuvazinin bir marifeti değildir. Bunun bir mantığı vardır. Bizzat çıplak yaşam dayatıyor. Sermayenin -ister ulusal isterse de uluslararası olsun- nesnel hareketi dayatıyor. Revizyonist Bloğun ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra sermaye ve üretimin kapitalizmin nesnel yasaları doğrultusunda hareket ettiği gerçeği birtakım yeni olgulara dayanılarak reddedilmesi döneminin artık sonuna gelindi. Yani Marksist politik ekonomi çıplak sosyal ve ekonomik yaşam tarafından bir kez daha doğrulanıyor. Marks ve Engels’in ne kadar derin analizlerinin olduğu, daha Komünist Manifesto’da küreselleşmeden bahsettikleri artık liberal kesimler tarafından da kabul ediliyor. Marks moda oldu! Emperyalist küreselleşmenin demokrasi, özgürlük ve refah değil de baskı, sömürü, talan, savaş, işgal, işsizlik olduğu yeniden en geniş yığınlar tarafından görülmeye başlanınca çağ atlayanlar, Marksizm’i eskitenler, Marksist teoriye “katkı”da bulunanlar, nesnel dünyayı/gerçekliği yeniden keşfetmeye ve Marksist-Leninist politik ekonominin klasik kavramlarını kullanmaya başladılar: Kriz, artı değer oranı, sömürü, ulus-devlet, tekelci sermaye, aşırı üretim, aşırı sermaye birikimi, sermayenin organik bileşimi, tekelci devlet kapitalizmi, emperyalizm vs.
Bu çevrelerin yakında parti, sınıf, devrim olgusunu da keşfedeceklerinden şüphe duymuyoruz. Yeniden emperyalizmden, kapitalizmden bahsedildiğine göre yeniden sınıf mücadelesinden, sınıf partisinden, devrimci proletaryadan veya “muzaffer proletarya”dan ve tabii ki devrimden de bahsedilecektir. Ve Negri’nin “çokluğu” bizzat yaşam tarafından çöpe atıldığı için işçi sınıfı ve emekçi yığınlar veya kitleler, yeniden içi doldurulmuş kavramlar olarak dillerden düşmeyecektir.
Dünya Sosyal Forumu ve Avrupa Sosyal Forumu çerçevesinde neoliberalizme karşı “savaşarak” geri çekilen “sosyal devlet” savunucularının; emperyalist reformistlerin ve pasifistlerin “başka bir dünya olasıdır”dan neyi anladıkları anlaşıldıkça bu forumların modası da geçmeye başladı. Troçkistler, bu forumlar üzerinden dünya partisini kurup dünya devrimini gerçekleştirmediler. Negri, teoriyi kurtaramadı, “İmparatorluğu” da “çokluğu” da çıplak yaşam tarafından tarihin çöplüğüne atıldı. Bazı çevrelerin, dünya cumhuriyeti vb. hayalleri de suya düştü.
Geçen yüzyılın ‘90’lı yıllarında emperyalist burjuvazinin ideologları vasıtasıyla ve küçük burjuvazinin de çabalarıyla bulanıklaştırılan teori dünyasında nesnel gerçekliğin silueti yeniden görülür oldu. Nasıl ki geçen yüzyılın ‘70’li yıllarında emperyalist ülkelerin gözde üniversitelerinde Marks’ı ve Kapital’i, Leninist emperyalizm analizini, tekelci devlet kapitalizmini; bir bütün olarak Marksist-Leninist politik ekonomiyi okumak moda olmuşsa, şimdi de toplumsal, sınıfsal çelişkiler, moda nedenlerle değil de, ekonomik ilişkilerden hareketle açıklanmaya başlanınca Marksist-Leninist politik ekonomi yeniden moda olacaktır.
Bu yazıda Marksist-Leninist politik ekonomiden hareketle dünya çapında nispeten ağır/derin bir fazla üretim krizi patlak verirse sonuçlarının ne olabileceği üzerinde duracağız. Dünya ekonomisinin, sermaye ve üretimin nasıl bir döngü içine girebileceğini göstermek için daha önce yaşanmış bazı fazla üretim krizlerinin ve iki dünya savaşının sonuçlarından hareketle yeni bir fazla üretim krizinin beraberinde getireceği olguları göstermeye çalışacağız.
1929-1932 dünya ekonomik krizinde olduğu gibi güçlü ekonomilerde sanayi üretiminin yüzde 20, yüzde 30 oranlarında mutlak düşmesine, dünya ticaretinin keza yüzde 20, yüzde 30 daralmasına gerek yok. Önde gelen ekonomilerde yüzde 5 veya yüzde 10 arasında bir mutlak küçülme (sanayi üretiminde, dış ticarette), uluslararası tekelleri etkisi altına alan bir fazla üretim krizi, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasını frenleyen, gerileten faktörler olarak karşımıza çıkacaktır. Nasıl ki kar oranı yasası, karşı faktörlerden dolayı “eğilimli düşüş” yasası olarak etkili oluyorsa, sermaye ve üretimin de uluslararasılaşma yasası, karşı faktörlerden dolayı frenlenmektedir. Sermaye ve üretim, ancak ve ancak ekonomik krizlerin, dünya ekonomisini doğrudan etkileyecek derecede savaşların, kapitalist dünya sistemini etkileyen devrimci yükselişlerin ve ekonomi dışı olguların (doğa felaketi= örneğin deprem) olmadığı koşullarda engelsiz gelişir.
Ekonomik krizsiz ve savaşsız bir kapitalizm düşünülemeyeceği için sermaye ve üretimin uluslararasılaşması da ancak ve ancak, kar oranı yasasında olduğu gibi bir eğilim olarak gelişebilir. Aksi bir anlayış düşünülemez. Öyle olsaydı sermaye ve üretimin uluslararasılaşma süreci çoktan sonuçlanmış olurdu, sermayeler, kapitalistler, emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler çoktan yok olurdu ve Kautksy’nin “ultra-emperyalizmi” gerçekleşirdi. Ama olmadı. Kapitalist ekonominin nesnel yasalarını bir kenara atarak oluşturulan teoriler teker teker çöktü. Rekabetsiz, ulus-devletsiz bir kapitalizmin, keza ulus-devletsiz bir uluslararasılaşmış sermaye ve üretimin olamayacağı temel bir Marksist-Leninist öğretidir. Bu öğretinin Negri ve başka küreselleşmeci, çağ atlayıcı küçük burjuvazi tarafından kavranamayacağı ve dolayısıyla kabul edilmeyeceği doğaldır. Kautsky de bunlardan birisidir.
İşin pratiği veya bahsettiğimiz bağlamda teorinin en iyi sınanma alanı ekonomik kriz dönemidir. Belirttiğimiz gibi nispeten ağır bir ekonomik kriz; uluslararası tekelleri etkisi altına alan bir kriz patlak verdiğinde “akla kara” açığa çıkar.
Neden ekonomik kriz döneminde diye sorulabilir. Ekonomik kriz sürecinde kapitalist sistemin hemen bütün nesnel yasaları ve dolayısıyla çelişkileri, adeta çıplak gözle görülür. Ekonominin gelişme, açılıp-serpilme evresinde görülmeyen olgular açığa çıkar. Ekonominin gelişme evresinde görülen ve küçük burjuva “Marksist” çevreler tarafından yeni nitelik olarak keşfedilen görüngülerin ne denli yeni nitel gelişme olup olmadığı anlaşılır. Ekonomik kriz evresi, kapitalizmin çelişkilerinin yoğun olarak patlak verdiği ve aynı zamanda bu çelişkilerin geçici ve yoğun olarak çözüldüğü evredir. “Krizler, daima, mevcut çelişkilerin ancak geçici ve zora dayanan çözümleridir. Bunlar, bir süre için bozulmuş dengeyi tekrar kuran şiddetli patlamalardır” (Marks, Kapital, C. III, s. 259).
Bu evre, kapitalist ekonominin bir dahaki krize kadar kendisini yenilediği süreçtir. Sermaye hareketinin; kapitalist ekonominin bu evresinde söz konusu olacak gelişmelere kısaca bakalım: