deneme

3 Temmuz 2008 Perşembe

BUNLAR “YOKLAMA” SAYILMALIDIR!




“İlk çeyrekten ’sürpriz büyüme’ çıktı”, ekonomi yılın ilk çeyreğinde yüzde 6.6 büyüdü”derken arkasından kötü haberler gelmeye başladı. Dünya borsalarındaki gerileme ve Ergenekon'la daha da kapsamlaşan rejim krizi, AKP'nin kapatılması davası vb. İstanbul borsasını tam kalbinden vurdu. Hangi nedenden dolayı İMKB'nı düştüğü üzerine yorumların sonu gelmez. Ama her halükarda İMKB, ekonomide, daha doğrusu maddi değerlerin üretiminde olumsuz gelişmelerden dolayı düşmedi. Bu anlamda borsadaki gelişme ile sanayideki gelişme arasında çelişkili bir durumun olduğu sanılabilir. Ama ekonomi bu. Kendine özgü nesnel yasaları var, o doğrultuda hareket eder. 

“Borsa 2 dolara kadar inebilir. Borsayı hem yurt dışı hem Ergenekon vurdu. Dün yüzde 5'in üzerinde değer kaybı ile son 2 yılın en düşük seviyesine gerileyen İMKB, önümüzdeki günler için de fazla umut vermiyor.  İMKB Bileşik Endeksi 33.830,09 puana kadar gerileyerek, 2 yıl önceki seviyelerine geri dönüyor.   Endeks, dün yurt dışı piyasalardaki satışlar ve yeni rekorlar kıran petrol fiyatlarının etkisiyle ilk etapta 35.800 destek seviyesinin kırılmasıyla 35.500 seviyelerine kadar geri çekilmiş, faizlerin yükseliş göstermesi ve Citigroup’un hisse senetleri üzerindeki tavsiyesini düşürmesiyle 35.300 destek seviyesi kuvvetli şekilde kırılıp 35.000 seviyesi civarında kapanış gerçekleşiyor. Yani İMKB 2 yılın dibine iniyor, Ergenekon operasyonu borsadan 1881 puan birden siliyor. Borsa yüzde 5.36’lık düşüşle sarsılırken sadece 1 günde 11 milyar dolar eriyor. Faiz yüzde 23’e dayanıyor,  dolar ise 1.25 YTL’yi test ediyor. Ama bu arada döviz ve faizin daha dengeli olduğu” belirtiliyor (1-2 Temmuz tarihli gazetelerden).

Anlaşılan o ki, Türk burjuvazisini kriz korkusu daha yeni sarmaya başladı. 1929 ve 1987'deki borsa çöküşleri, 1929'daki çöküşü üretimde krizin takip ettiği hatırlatılıyor. Ama Türk ekonomisi bugünden yarına krize gireceğe pek benzemiyor. İMKB inip çıkabilir. Şüphesiz ki bu iniş ve çıkışlar reel sektörü etkiler. Ama üretim sürdüğü, üretimde mutlak gerileme olmadığı müddetçe ekonominin krize girme olasılığı da bir olasılık olarak kalmaya devam eder. Bu arada işsizlerin sayısı artabilir, açılan şirketlerin önemli bir kısmı kapanabilir. Nitekim işsizlerin sayısında bir artış olmuş ve yılın ilk 5 ayında 47 bin 393 iş yeri açılmış, 25 bin 785’i kapanmış, kapanan iş yeri oranı kriz yıllarının bile üzerine çıkmış, yüzde 54.4'le son 19 yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bütün bunlar üretimin seyrini etkileyen faktörler olarak görülebilir. Ama unutulmamalı ki, teknolojinin kullanıldığı koşullarda, diyelim ki sermayenin organik bileşiminin yükseldiği koşullarda işsiz sayısının artması mutlaka krize bir işaret olmayacağı gibi, iş yeri kapanması da rekabet gücü olmayan işletmelerin iflası olarak görülebilir.
Bu olumsuz faktörlerin yanına yabancı sermaye temininde olağanüstü bir sıkıntının çekilmemesi, ekonomide büyümenin iç talepten kaynaklanması vb. eklendiğinde gerçekten değerlendirilmesi zor bir süreçle karşı karşıya kaldığımızı görürüz:

Yani farkında olmaksızın kriz içinde yaşıyorsak, maaş ve ücretlerin yerinde saymasına, asgari ücretin 503 YTL’de demir atmasına rağmen iç talep artışını ve bu talepten dolayı üretimin büyümesini nasıl açıklayacağız?

Kriz içinde yaşıyorsak “devletin makine ve teçhizat yatırımında yüzde 37’lik rekor” kırmasını nasıl açıklayacağız? (Kamu kesiminin geçen yılın ilk çeyreğinde yüzde 3.6 gerileyen makine teçhizat yatırımları bu yıl aynı dönemde yüzde 37.2 oranında büyümüştür) Makine ve teçhizat yatırımları kapitalist ekonomide krizden çıkış, ekonominin canlanma dönemlerinde yapılır genellikle.

Ekonomi krizdeyse yurt içi tüketimin canlanmasını; ilk çeyrekler itibariyle hane halkı tüketiminin yüzde 5.5’ten yüzde 7.3’e yükselmesini nasıl açıklayacağız?  

“Kuraklık yüzünden geçen yıl hızlı bir küçülme yaşanan tarım sektörü bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre sabit fiyatlarla yüzde 5,6 büyüdüğüne”  göre, memlekette gıda maddeleri kıtlığından dolayı bir açlık sorunu olmayacak.

Yüzde 6,6’lık büyümenin 4,4 puanının imalat sanayi, ticaret ve ulaştırma sektörlerinden kaynaklanması, büyümenin reel olduğunu, hizmet sektörü gelirlerinden kaynaklanan kağıt üzerinde bir büyüme olmadığını göstermektedir.

Veriler büyümenin motorunun iç talep olduğunu göstermektedir:
Büyümenin tamamı iç talepten kaynaklanıyor. Özel sektörün tüketim ve yatırım talebinin hızlanarak artması iç talebi kamçılamıştır. Yüzde 6,6’lık büyüme, iç talebin yüzde 7,13 oranında büyümesinden kaynaklanıyor.  

Veriler tüketimin ve yatırımların önemli boyutlarda arttığını göstermektedir. Yılın ilk çeyreğinde özel sektör tüketimindeki artış yüzde 7,29 oranında olmuştur. Aynı dönemde kamu kesiminde de tüketim artmıştır (Yüzde 4,18 oranında).   
İç talebin daraldığı sanılıyordu. Veriler bunun böyle olmadığını gösteriyor. Talebin gelişme seyrini en açık bir biçimde ticaretin gelişme seyrinde görebiliriz. Bu kesimde yüksek bir büyümenin elde edilmiş olması iç talepte bir daralmanın olmadığını gösterir. 

Büyümenin kaynağını sanayi oluşturuyor:
Sektörlerin ekonomideki ağırlığı farklıdır. Geçen yüzyılın '80'li yıllardan bu yana sanayi, ekonominin motoru olmuştur. Şüphesiz ki diğer sektörlerin de değişik oranlarda bir ağırlığı vardır. Ama sanayi bütün sektörler arasında belirleyici önemi olan sektör olmuştur. Bu nedenle sanayi üretimi büyürse ekonomi büyür. Önceleri, örneğin 1923-1970 arasında tarım büyürse ekonomi büyür sözü geçerliydi.

Burjuva politik ekonomiye göre -GSMH’da sektör payları- ekonomide sabit fiyatlar üzerinden sanayinin payı 1950'de yüzde 13,1'den 1995'te yüzde 27,7'ye çıkarken aynı dönemde tarımın payı da yüzde 40,9'dan yüzde 14,5'e düşüyor.
Marksist-Leninist politik ekonomiye göre -TTÜ'de (Toplumsal Toplam Üründe) sektörlerin yapı şöyleydi: Tarım sektörünün payı 1950’de % 63,3’ten 1995’te % 24,2’ye düşerken toplam sanayin payı %20,2’den % 45,6’ya ve imalat sanayin payı da %16,7’den % 38,3’e çıkıyor[1]. Sanayinin ekonomideki ağırlığı tartışma götürmez.

2008'in ilk çeyreğinde ekonomide sanayinin ağırlığının yüzde 25,8 oranında olması yüzde 6,6'lık büyümenin de kaynağını gösterir. Sanayi üretimi büyüyünce doğal olarak ticaret, ulaştırma ve mali kesim de büyür; maddi değerlerin üretimi bu kesimleri sürükler, yönlendirir. Mali sektör, ticaret veya ulaştırma veya komünikasyon büyüdüğü için sanayi büyümez, ekonomi büyümez. Sanayi üretimi büyüdüğü için bu sektörler büyür veya sanayi üretimi küçüldüğü için bu sektörler küçülür.

2008'in ilk çeyreğine ilişkin veriler göstermektedir ki, sanayi üretiminin bu dönemdeki yüzde 7 oranındaki büyümesi ekonominin genel büyümesine 1,8 puanlık bir katkı sağlamıştır. Sanayi üretiminin bu oranda büyümesi ticaretin yüzde 9,9 oranında büyümesine neden olmuştur. Ticaretin büyümesi de ulaştırma ve komünikasyonun yüzde 7,7 oranında büyümesini sağlamıştır. Bütün bunların etkisi sonucunda da mali kesimde yüzde 8,9 oranında bir büyüme olmuştur.

Yılın ilk çeyreğinde ekonominin gelişme seyri- % olarak-

2005
2006
2007
2008
GSYİH
8,5
5,9
7,6
6,6
Sanayi
9,3
6,1
10,2
7,0
Tarım
6,2
-3,2
-6,9
5,6
Ticaret
9,9
6,8
6,3
9,9
Aylık sanayi üretimi endeks değişimi
6,4
3,2
8,9
7,1
Aylık imalat sanayi üretimi endeks değişimi
5,8
2,5
9,1
6,6

Yılın ikinci çeyreğinde de ekonomi, burjuvaziyi sevindirecek bir gelişme içinde olacağa benzemektedir.   Her ne kara yılın ikinci çeyreğine ilişkin dış ticaret verileri henüz açıklanmamış olsa da Nisan ve Mayıs ayı verileri 2008'in ikinci çeyreğinde de (Nisan, Mayıs ve Haziran) ekonomide büyümenin devam edeceği izlenimini vermektedir. Bu büyümede de iç talebin belirleyici bir rol oynayacağı açık.
 
Sonuç:
Ekonomide büyüme, yazarlarına varana kadar burjuvaziyi sevindirdi. Burjuva ekonomi yazarlarının çoğunluğu, dünya banka ve kredi krizinin uluslararası sermaye hareketini etkileyeceğini ve Türkiye'ye yabancı sermaye akmayacağını ve var olanların da kaçacağını hesap ediyordu. Bu yazarlar, genel doğruyu etkileyen faktörleri hesaba katmadıkları için genel doğru gerçekleşmeyince adeta şaşkınlık içinde sevindiler. Dünya çapında bir mali kriz koşullarında sermayenin kaçmaması, ama çıkması, hiç büyümeme yerine büyüme oranlarının küçülerek büyümenin gerçekleşmesi hem Türk ekonomisinin iç dinamiğiyle hem de uluslararası alanda azami kar peşinde koşan ve risk almaya hazır olan sermaye varlığı ile açıklanabilir. Ayrıca, ekonomi her ne kadar beklenilmeyen bir oranda büyümüşse de bu, büyüme oranlarında gerilemenin olmadığı anlamına gelmeyor. 2007 yılının ilk çeyreğinde ekonomi (GSYİH) yüzde 7,6 oranında büyümüştü. Keza sanayi üretimi de yüzde 10,2 oranında büyümüştü. 2008'in aynı döneminde ise ekonomideki büyüme oranı yüzde 6,6'ya ve sanayideki büyüme oranın da yüzde 7'ye düşmüştür; büyüme oranlarında küçülme olmuştur. Türk ekonomisi bugün böyle bir süreçten geçmektedir. Dünya ekonomisindeki gelişmeler ve iç dinamik, ekonomiyi, ancak büyüme oranlarını küçültecek derecede etkilemektedir.

Açıklanan son verilere bakarak ekonomide büyüme konusunda şimdilik kaygı duymamıza gerek yok diyenler de var. Bu biraz da korkuyu yenmek için karanlıkta ıslık çalmaya benziyor.
Bu kriz gelecek, gecikmeli de olsa gelecek.



[1])1923-1947 dönemi TTÜ’sünde sanayi üretiminin payı 1923’te %17,3’ten 1947’de %24,6’ya çıkarken, tarımın payı %72,6’dan % 61,9’a düşer. Aynı dönemde GSMH’da -cari hesaplar üzerinden- sanayi üretiminin payı %10,6’dan %15,2’ye çıkarken, tarımın payı da %43,1’den %38,6’ya düşer. Bu veriler, 1923-1950 Türkiye’sinin tam anlamıyla, sanayisiz bir tarım ülkesi olmadığını gösteriyor.

                1950-1970 döneminde Türkiye, tarım-sanayi ülkesi olarak gelişmiştir.  Bu dönemdeki TTÜ’de sanayinin payı 1950’de % 20,2’den 1970’de %28,7’ye çıkarken, tarımın payı da %63,3’ten %48,4’e düşmüştür. GSMH bazında ise sanayinin payı 1950’de %13,1’den 1970’de %17,5’e çıkarken, tarımın payı da %40,9’dan %30,7’ye düşmüştür. Yani Türkiye ekonomisinin bileşiminde tarım sektörü belirleyici olmaktan çıkmış ve Türkiye, ekonomik bileşiminde daha ziyade tarım sektörünün ağırlıkta olduğu bir ülke konumuna gelmiştir. Tam anlamıyla tarım-sanayi ülkesi.

                1970-1980 döneminde GSMH bazında ekonomide tarımın payı, Türkiye tarihinde ilk defa 1979’da sanayinin payından geride kalmıştır. GSMH’da tarımın payı 1970’de % 27’den 1979’da % 22’ye düşerken, sanayinin payı da %22’den %24’e çıkmıştır. TTÜ bazında ise 1982’de tarımın payı, sanayinin payının gerisinde kalmıştır. TTÜ’de tarımın payı 1970’de % 48,4’ten 1982’de % 36,2’ye düşerken, sanayinin payı da % 28,7’den %36,3’e çıkar.

                1970-1980 dönemi, Türkiye ekonomisi açısından yapısal değişim dönemi olmuştur. Bu dönemde Türkiye, tarım-sanayi ülkesi (Ekonominin bileşiminde daha ziyade tarım ürünlerinin ağırlıkta olması) olmaktan çıkarak sanayi-tarım (Sanayi ve tarım üretimi toplamında sanayi ürünlerinin daha ziyade ağırlıkta olması) ülkesi olarak gelişmiştir. Şöyle de ifade edebiliriz: 1970-1980 döneminde Türkiye, ekonomisinde tarımdan ziyade sanayinin daha ağırlıkta olduğu bir ülke olma sürecine girmiş ve dönemin sonunda, ‘80’li yılların başında tam anlamıyla sanayi-tarım ülkesi olmuştur.