deneme

28 Haziran 2008 Cumartesi

KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASI, GELİŞME SEVİYESİNİN AYNILAŞMASI VE SONUÇLARI





100 yıllık emperyalizm tarihi kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının sonuçlarını göstermektedir. Bu yasa, emperyalist savaşların, dünyayı yeniden paylaşma talebinin, gerileyen ve yükselen güçlerin yasallığını da açıklamaktadır. Lenin, „Eşitsiz ekonomik ve politik gelişme kapitalizmin elzem bir yasasıdır“ eder. Yani bu yasa olmaksızın kapitalizm düşünülemez. Yasanın çokça bilinen yönünü ve sonuçlarını anlatmaya gerek yok. Bu gelişmeyi birkaç veriyle gösterebiliriz.

Eşitsiz gelişmenin sonuçları:
Önde gelen emperyalist ülkelerin ekonomik gücü (dünya sanayi üretimindeki/yurt içi üretimdeki pay %)
Yıl
ABD
Alm.
Fran.
İng.
İtal.
Jap.
Rusya(1)
Çin
Bu ülkeler toplamı
1900
31,4
16,4
7,0
18,4
2,6
1,0
-
-
76,8
1937
38,7
12,7
4,6
10,5
3,1
3,8
-
-
73,4
1950
48,7
6,3
5,9
8,6
2,3
1,6
-
-
73,4
1970
37,8
10,9
6,3
5,4
3,6
9,5
-
-
73,7
1980
24,5
8,3
5,9
4,1
4,2
17,0
2,3
0,8
67,1
1990
24,7
8,6
5,6
3,9
3,9
18,7
2,1
1,5
69,0
2000
26,4
7,9
5,1
3,8
3,5
16,7
1,0
3,6(2)
68,0
2005
28,1
6,3
4,8
4,9
3,5
10,2
1,7
5,4
64,9
x) 1900–1970 arası sanayi üretimi: 1980–2000 arası yurt içi brüt üretim. 1) 1990’a kadar SSCB.2) Hong Kong dâhil.

105 yıllık emperyalizm tarihinde güçler dengesinin gelişme seyrini yukarıdaki tabloda görüyoruz:
—ABD, 20. yüzyılın başında ve sonunda dünyanın en büyük ekonomisi olma konumunu sürdürüyor.
—20. yüzyılın başında 2. sırada olan İngiliz ekonomisi yüzyılın sonunda 5. sıraya düşüyor.
—Yüzyılın başında 3. sırada olan Alman ekonomisi yüzyılın sonunda da aynı konumda kalıyor.
—Yüzyılın başında 4. sırada olan Fransız ekonomisi yüzyılın sonunda 6. sıraya düşüyor.
—Yüzyılın başında 5. sırada olan İtalyan ekonomisi yüzyılın sonunda 7. sıraya düşüyor.
—Yüzyılın başında 6. sırada olan Japon ekonomisi yüzyılın sonunda 2. sıraya çıkıyor.
—Yüzyılın başında hesapta olmayan Çin ekonomisi yüzyılın sonunda 4. sıraya çıkıyor.
Bu tabloya hızlı gelişme içinde olan Hindistan ve Brezilya'yı da ekleyebiliriz.

Veya da 1975'te oluşturulan ve hala G-7'ler (Rusya'nın da katılımıyla G-8) olarak toplanan ülkelerden geriye ne kalıyor?

GSMH bazında değişen güçler dengesi (%)
2008
2013
ABD
14,2
ABD
17,9
Çin
7,8
Çin
13,8
Japonya
4,4
Hindistan
5,3
Hindistan
3,3
Japonya
5,3
Almanya
2,9
Almanya
3,5
Rusya
2,3
Rusya
3,4
İngiltere
2,2
İngiltere
2,8

—Verilen dönemde ABD, dünyanın en büyük ekonomisi olma konumunu koruyor.
—Verilen dönemde Çin, dünyanın 2. büyük ekonomisi konumuna yükseliyor.
—2008’de 3. sırada olan Japonya'nın yerini 2013’de Hindistan kapıyor.
—2008’de 4. sırada yer alan Hindistan ekonomisi 2013'te 3. sıraya çıkıyor.
—Verilen dönemde Almanya, dünyanın 5. ekonomisi konumunda kalıyor.
—Rusya 6. ve İngiltere de 7. sırada yer alıyorlar.
-”Eski” G-7’nin Fransa, İtalya ve Kanada gibi üyeleri“Yeni G-7”de yer alamıyorlar. (Tablo için bkz.: M. Eğilmez, “Yeni G7”, 26.06.2008, Radikal).

(Bir zamanlar ne yaman teoriler savunulmuştu: Emperyalizme bağımlı bir ülke gelişemez, hele hele emperyalist hiç olamaz! Tabii ki teori, bir ülkenin gelişmesini engelleyemez, ama ülkenin gelişmesi ve emperyalistleşmesi o teorinin ne denli gerçek dışı olduğunu açığa çıkartır. Aynen şimdi olduğu gibi).

Dünya pazarı, dünya zenginlikleri bu haydut emperyalist ülkeler tarafından paylaşılıyor ve dünyanın paylaşılmışlık durumunu değiştirmek isteyen, kaçınılmaz olarak dünyayı yeniden paylaşmak isteyen Çin, Rusya ve Hindistan gibi güçler gelişmektedir.

Söz konusu yasanın, konuyla ilgili olarak ilginç değil, ama çoğu kez yanlış anlaşılan yönünü, aynı sonuca varan yönünü biraz açalım: Kapitalizmde eşitsiz gelişme, kapitalist ülkelerin gelişme seviyelerinin eşitlenmeyeceği; gelişmelerinin aynı seviyeye gelmeyeceği anlamına mı gelir? Ne de olsa yasanın adı „eşitsiz gelişme“? Bu soruya verilen cevap, Marksist kapitalizm, Leninist emperyalizm analizini kavrayışımızı ele verir.

Diyalektik olarak gelişmede aynı seviyeye gelme geçici bir durumun ifadesidir. Gelişmenin koşulları farklı olduğu için sürekli aynı seviyede kalma durumu olamaz. Dolayısıyla emperyalist ülkelerin gelişmelerinde aynı seviyeye gelme durumu geçicidir ve aynı seviyeye gelme durumu, söz konusu eşitsiz gelişme yasası ile çelişkili olduğu anlamına da gelmez. Tam tersine, gelişmede aynı seviyeye gelmek, eşitsiz gelişmeyi, rekabeti daha da keskinleştirir. Kapitalist gelişmede geri kalmış ülkelerin veya geri kalmış emperyalist ülkelerin en çok gelişmiş olanlara yetişmesi, aynı seviyeye gelmesi ve geçmesi, eşitsiz gelişmenin, rekabetin ne denli şiddetli olduğunun doğrudan bir ifadesidir. Demek ki, yetişme ve geçme, eşitsiz ve sıçramalı gelişmeyi teşvik etmektedir. Tam da bu nedenden dolayı bir ülke diğerini gelişmesinde geçmekte, onun pazar payını kapmakta ve böylece yeni paylaşım savaşlarının koşullarını oluşturmaktadır.

Gelişmede aynı seviyeye gelme ve eşitsiz gelişme, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması sürecinin birbirini koşullayan iki yönünü oluşturur. Bu iki yön ne birbirinden kopartılabilir ve ne de karşı karşıya konabilir. Eşit seviyeye gelme, eşitsiz gelişmeyi keskinleştirir ve eşitsiz gelişme de aynı seviyeye gelme sürecini hızlandırır.
Burada hiç de yeni olmayan, ama sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının kavranmamasından veya yanlış kavranmasından dolayı sürekli sorulması ve farklı açılardan cevaplandırılması gereken soru şudur: Kapitalist ülkeler arasında neden emperyalist savaşlar patlak veriyor, neden başka ülkeler işgal ediliyor? Ne derece kavrandığından bağımsız olarak bu soruya genellikle doğru cevap verilir: Sermaye ve üretimin „barışçıl“ uluslararasılaşmasının, işgal edilmemiş topraklara, ülkelere yayılmasının yerini paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşılması süreci almıştır. Paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşılması savaştan başka bir anlam taşımaz.

'Kapitalizmin serbest rekabet yoluyla gelişmesinin yerini, muazzam tekelci kapitalist birlikler yoluyla gelişmesi almıştır. Eski „uygar“, „ilerici“ sermayenin yerini mali sermaye, „çürüyen“ sermaye almıştır. Sermayenin „barışçıl“ yayılmasının ve „özgür“ topraklar üzerinde genişlemesinin yerini sıçramalı bir gelişmesi, hâlihazırda paylaşılmış olan dünyanın kapitalist gruplar arasında askeri çatışmalar yoluyla yeniden paylaşılması biçiminde bir gelişmesi almıştır'.
„Önce „barışçıl“ kapitalist çağın yerini, şimdi emperyalist çağın almasının neye dayandığını anımsayalım: Serbest rekabetin yerini tekelci kapitalist birliklere bırakmasına ve bütün yeryüzünün paylaşılmasına. Bu iki olgunun (ve faktörün) dünya çapında bir öneme sahip oldukları açıktır: Sermaye hiçbir engelle karşılaşmadan sömürgelerini genişletebildiği ve Afrika'daki vb. henüz işgal edilmemiş bölgeleri eline geçirebildiği sürece, serbest ticaret ve serbest rekabet olanaklı ve zorunluydu; o sıralar sermayenin yoğunlaşması henüz zayıftı ve tekelci girişimler, yani verili bir üretim dalının tümüne hükmedecek kadar muazzam girişimler henüz yoktu. Bu tekelci girişimlerin doğması ve büyümesi, eski serbest rekabeti olanaksız kılmakta, onun ayakları altındaki toprağı çekmektedir, ama dünyanın paylaşılması, barışçıl yayılmadan, sömürgelerin ve nüfuz alanlarının yeniden paylaşılması uğruna silahlı mücadeleye geçişi zorunlu kılmaktadır... Eski tarzda, görece sakin, uygar, barışçıl, sürekli olarak gelişen ve giderek yeni ülkelere yayılan bir kapitalizm koşulları altında yaşamak olanaksızıdır, çünkü başka bir çağ başlamıştır. Mali sermaye, söz konusu ülkeyi büyük devletlerin safından söküp çıkarıyor ve kesin olarak da çıkaracak, bu ülkenin sömürgelerini ve nüfuz alanlarını zorla elinden alacak“.

Dünyanın yeniden paylaşımı bugünden yarına olacak bir iş değil. Yeniden paylaşımının gerçekleşmesine neden olan güç dengesinin, eski yeniden paylaşılmışlık durumuyla çelişkiye düşmesi gerekir. Yeni gelişen güç veya güçlerin, eski paylaşım koşullarını zorlaması ve yeniden paylaşımı talep etmesi gerekir. (I. ve II. Dünya Savaşlarında yeniden paylaşımı talep eden taraf Alman emperyalizmiydi).

Ülkelerin gelişme seviyesinin aynılaşması, eşitsiz gelişmeyi keskinleştirir. Tabii uluslararası arenaya şöyle bir bakmakla dahi bu anlayışta olmayanların da olduğu görülür. Kautsky'nin popüler yapılmasının, emperyalizm anlayışının Lenin'in emperyalizm analizinin karşısına konmasının ve tarihin Kautsky'i doğruladığının yazılıp-çizilmesinin bir nedeni olsa gerek. Kautsky'nin emperyalizm anlayışı, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının emperyalizm ötesi bir yorumla birleştirilince karşımıza, emperyalistler arası çelişkilerin keskinleştiği ve kapsamlaştığı günümüzde -bunu görmemek için kör olmak gerekir- emperyalistler arası çelişkilerin giderek yok olması temelinde giderek bütünlüklü olan bir dünya pazarı çıkartılmaktadır. Bilerek veya farkında olmayarak Kautsky'nin „Ultra-emperyalizm“ tezi savunulmaktadır. Ülkelerin gelişme seviyesinin aynılaşmasının eşitsiz gelişmeyi keskinleştirdiğini reddetmek, Kautsky'nin „Ultra-emperyalizm“ tezini savunmak anlamına gelir. Uluslararası alanda Marksizm adına konuşan küçük burjuva sayısı az değildir. Bunların düşüncesine göre ulusal ekonomiler, ulusal ekonomi olmaktan çıkıyorlar veya çıkmışlar ve ekonomiler, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayacak derecede iç içe geçmişler; yani bütünleşmişler. Bu bütünleşmenin söz konusu olduğu yerde rekabetin ve paylaşım savaşlarının da olmayacağı gayet doğaldır.
Bir taraftan eşitsiz, sıçramalı gelişme reddediliyor, diğer taraftan da emperyalistler arası çelişkilerin, rekabetin yok olduğu savunuluyor ve ülke ekonomilerinin iç içe geçmişliğinin bütünlüklü bir tek ekonomi oluşturacak derecede gelişmiş olduğu savunuluyor. Kautsky'nin„Ultra-emperyalizm“i böyle savunuluyor.

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşma boyutları, sermayenin kendini değerlendirmesi için tek bir alan oluşturacak dereceye varmıştır; yani dünya pazarı, tek tek ekonomilerden oluşan bir bütün olmaktan çıkmış ve bir ekonomide ifadesini bulan bütünlük olmuştur! Marksist kapitalizm ve Leninist emperyalizm teorisini reddeden anlayışın özü böyle. Denecek ki, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının boyutları ne kadardır. Söyleyelim. Sermaye ve üretim 1913 yılında ne kadar uluslararasılaşmışsa 1995 yılında da o kadar uluslararasılaşmıştı, yani yüzde 25 oranında. Bütünleşmiş dünya ekonomisi teorisinin çapı da bu kadar: Yüzde 25!
Böyle bir bütünlüklü veya bütünleşmekte olan bir dünya pazarı/ekonomisi anlayışını savunan uluslararası küçük burjuvaların, bunu savunmakla homojenleşmiş bir dünyanın varlığını kabul ettiklerinin ne derece farkında olduklarını bilmiyoruz, ama dünyanın haline bakınca bu unsurların ne denli iflah olmaz antimarksistler olduklarını görüyoruz. Homojen bir dünyada; tek ekonomi olarak bütünleşmiş bir dünyada savaşlara gerek yoktur. Sermaye ihracına gerek yoktur. Homojen, bütünleşmiş bir dünya, sermayenin kendini değerlendirme koşullarının bütünlüklü/yeknesak olması demektir.
Böyle bir dünya olsa olsa Kautysky'nin hayalinde olabilirdi.

Kapitalist dünya pazarı, eşitsiz gelişmede hangi güçlerin önde olduğunu gösterdiği gibi, dönem dönem sağlanan gelişmenin aynılaşması koşullarında yeniden paylaşımın hangi güç tarafından talep edildiğini de gösterir. Dünya pazarı, ulusal pazarlardan oluşan, ulusal pazarlardaki eşitsiz gelişmenin sonuçlarıyla karşı karşıya olan veya bu sonuçların at koşturduğu; rekabet ettiği alandır. Eşitsiz gelişme, her bir ulusal pazarın/ülkenin şu veya bu nedenden dolayı sıçramalı gelişmesi anlamına gelebileceği gibi, başka güçler tarafından geriye itilmesi anlamına da gelir. Dünya pazarı, rekabet eden, sürekli eşitsiz gelişme içinde olan bu ulusal pazarlar/ülkeler tarafından oluşturulmuştur. Dolayısıyla dünya pazarı veya ekonomisi, kendini oluşturan faktörlerin hareket yasasına tabidir.

Dünyanın; dünya pazarının/ekonomisinin Kautsky ve günümüzde uluslararası küçük burjuvazinin hayal ettiği gibi homojen olabilmesi için; dünya pazarının tek tek ülke ekonomilerinden (“ulusal” ekonomilerden) oluşmayan, bütünleşmiş bir pazar olabilmesi için bu yasanın, rekabet koşullarının ortadan kalkması; kapitalist üretim biçiminin kapitalist üretim biçimi olmaktan; emperyalizmin, emperyalizm olmaktan çıkması gerekir.