deneme

18 Şubat 2010 Perşembe

BORÇLANMA, KRİZ VE SÖMÜRGECİLİK

Yunanistan ve AB sömürgeciliği:
Yunanistan fiilen iflas etmiş durumda. Sorunun sadece bu ülke ile sınırlı kalmayacağı, başka ülkelerde de borçlanma krizinin patlak vereceği ve dünya çapında yaşanmakta olan fazla üretim krizine bir de uluslararası borçlanma krizinin ekleneceği dünya emperyalist burjuvazisinin korkusu olmuştur. Yunanistan'a mali yardım edilirse, bu yardımı başka ülkelerin de talep edeceği, yardım edilmediği durumda işçi sınıfı ve emekçi yığınların olası sokak mücadelelerinin başka ülkelerde işçi sınıfı ve emekçiler için yol gösterici olacağı uluslararası sermayenin başka bir korkusudur. Bunun ötesinde AB, Yunanistan sorununu kendi sorunu olarak görmekte ve kendisi dışında bir „yardım“ı reddetmekte. Örneğin IMF'nin soruna karışmasını, AB'nin kendi sorununu çözemiyor biçiminde yorumlanacağından çekinmekte. AB'nin başka bir korkusu da Yunanistan borçlanmasının Avro için çok büyük bir tehlike teşkil edeceğidir.

AB-Parlamentosu, Yunanistan üzerinde baskıyı yoğunlaştırmak ve böylece borç sorununu ortadan kaldırmak için harekete geçmekte gecikmedi; AB, çözümü Yunanistan maliyesini kontrol altına almakta gördü. Atina'ya yerleşecek bir „özel temsilci“nin atanmasında bahsedilmektedir; „Özel temsilci“ bir nevi sömürge valisi olarak çalışacaktır.

Bir üye ülkesini kontrol etmek için „özel temsilcilik“ kurumlaşmasına gitmek, AB açısında emsalsiz bir gelişme olacaktır; şimdiye kadar sürekli demokrasiden, üyeler arasındaki eşitlikten bahseden AB, bu kurumlaşmasıyla sömürgeci yüzünü reddedilemez bir biçimde açığa koymuş olacaktır. Peki bu „sömürge valisi“ ne yapacaktır?
1-Yunan hükümetine danışmanlık yapabilir.
2-Tasarruf tedbirleri önerebilir.
3-Harcamaları ve gelirleri ayrıntılı olarak kontrol edebilir.
4-Maliye üzerinden Yunanistan'ın iç ve dış politikasında söz sahibi olabilir.

Böylece Yunanistan, AB'nin Mandası altına giriyor; bir protektoratı oluyor. Görünüşü farklı olsa da fiilen böyle oluyor.
AB Komisyonu, hazırlanan acımasız tasarruf programının uygulanmasını, bütün ayrıntılarını göz önünde tutarak kontrol edecek ve böylece Yunan hükümetinin yeni borçlanmasını iki sene içinde GSYH'nın yüzde 13'ünden yüzde 2'sine düşmesini sağlayacak.

Bunun ne anlama geldiği bilinmiyor değil; bu politikanın temelini Yunan hükümetinin Ocak ayında AB Komisyonuna sunduğu plan oluşturmaktadır. Bu plana göre:
1-Devlet harcamaları yüzde 10 azaltılacak.
2-Kamu sektöründe iş yerleri kapatılacak.
3-Emeklilik yaş sınırı iki sene ileriye çekilecek.
4-Vergiler arttırılacak.
5-Sağlık alanında tasarrufa gidilecek.

AB, bu planı 3 hafta boyunca ayrıntılı olarak inceledi ve uygulamasını üç aylık aralıklarla kontrol edecek. Planda sapma durumunda AB, daha katı yaptırımları gündeme getirecek.

Dışarıya karşı açıklamasında AB, „elimizdeki bütün araçlarla Yunanistan'ı destekliyor ve kontrol ediyoruz“ diyor. Ama açık ki, Yunan parlamentosunun elinden karar verme ve uygulama yetkisi alınıyor; yani seçilmiş Yunan milletvekilleri, devletin harcamaları konusunda özgürce karar veremeyecekler. Yunan halkının sorunları hakkında sadece konuşmuş olacaklar; karar veren AB olacak. Karar verme yetkisi Brüksel'deki AB bürokratlarında olacak. Bu, Yunanistan'ın fiilen AB Mandası, protektoratı olduğu anlamına gelmektedir.
Bu durumu Alman „Süddeutsche Zeitung“ şöyle yorumluyor:
„Cebir yönetimi var olduğu müddetçe Yunan parlamentosu, Avrupalıların gözden geçirmedikleri hiçbir harcama kararı alamaz. Milletvekilleri, hükümet tarafından açıklanan kamu sektöründeki ücret kısıtlamalarına, emeklilikte tasarrufa, vergi ve sosyal sigorta sistemlerindeki reformlara ve devlet harcamalarının yüzde 10 oranında azaltılmasına evet diyecek. Brüksel'den kontrolcüler onlara nefes aldırmayacaklar“.

Yunanistan sorunu, yerel değildir; tamamen bir AB sorunudur. Yunanistan, buz dağının sadece görünen kısmıdır. Sırada Portekiz, İtalya, İspanya, Belçika, İrlanda gibi ülkeler var. Aslında rekor seviyede açıkları olan sadece bu ülkeler de değildir; bütçe açıkları AB'nin Almanya ve Fransa gibi güçlü ülkelerinde de sorundur.

Milyarlarca Avro veya dolarla ifade edilen bu açıklar nasıl oluştu? AB ülkeleri de dahil birçok ülke, bankaların spekülasyon zararlarını karşılamak ve yeniden kar edecek duruma gelmelerini sağlamak için borçlandılar; bu borçlar halkın sırtına yıkıldı. Zararlar devletleştirildi, ama karın özel kalmasına dokunulmadı. Şimdi sıra alınan borçların geri ödenmesine geldi.

Fiilen iflas etmiş haliyle dahi Yunanistan, bankalar için oldukça iştah açıcıdır; borçları için, örneğin Almanya'dan yüzde 3,5 oranında daha fazla faiz ödemek zorundadır. Avrupa Merkez Bankasından neredeyse hiç faiz ödemeden kredi alan bankalar açısında Yunanistan'a borç vermekten daha iyi ticaret olamaz. AB komisyonu bu paraların geri toplanmasını kontrol edecektir.

Henüz uluslararasılaşmış bir borç krizinden; dünya borç krizinden bahsedilemez, ama böyle bir krizin patlak vermesi için çok neden vardır. Önde gelen emperyalist ülkelerin ekonomik güce dayanarak ve ABD ve İngiltere örneğinde olduğu gibi birtakım manipülasyonlarla durumu şimdilik idare ediyor olmaları; borcu yönetmeleri borçlanma alanında da dünya ekonomisinin çıkmaz içinde olduğunu karartmamalıdır. Aslında borç sorunu olan hemen bütün ülkeler, gerçeği; esas borç yükünü gizlemekteler. Borç olarak belirtilen miktar, buz dağının sadece görülen kısmıdır.

Görünen ve gerçek devlet borçları:




Batının sanayileşmiş ülkelerinde kamu borçları II. Dünya Savaşından bu yana devasa boyutlara varmıştır. IMF'nin tahminine göre sanayileşmiş ülkelerin borcunun GSYH'ya oranı yüzde 78'den bu sene içinde yüzde 106'ya ve 2014 senesin de de yüzde 114'e çıkacak. Böylece bu ülkelerin toplam kamu borçları toplam GSYH'larından daha fazla olacak.

Ama bu borçlar sadece bilinen borçlardır. Hükümetler bilanço dışında kalan borçları saklıyorlar; sanki borçların hepsi bilançoda açıklanan kadarmış gibi hareket ediyorlar. Oysa gerçek borçlar, açıklananın birkaç mislidir. Aşağıdaki grafik bu farkı göstermektedir.





ABD, Japonya, Rusya gibi ülkelerle karşılaştırdığımızda AB ülkeleri, örneğin borçları geri ödeme veya mali kararlar konusunda belli bir esnekliğe sahip değiller. Para politikaları konusunda bağımsız hareket edemiyorlar; değerini düşürecekleri veya arttıracakları ulusal paraları yok; uygun görükleri biçimde para miktarını arttırarak enflasyonu teşvik etme olanakları yok. Ancak AB'nin Almanya ve Fransa gibi motor ülkelerinin çıkarları doğrultusunda hareket edebilirler. Dolayısıyla AB'de para politikasını da belirleyen veya belirsizliğe neden olan Alman ve Fransız sermayelerinin çıkarlarıdır.

Borç senetlerinin ulusal para biriminde çıkartılması ve bunların daha ziyade yurt dışında satın alınması, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin borçlarını enflasyonla azaltmalarına yaramıştır. Örneğin ABD'nin II. Dünya Savaşından sonra, 1946'da devlet borcu miktarı GSYH'nın yüzde 108,6'sına denk düşüyordu; tam da bu enflasyon politikasıyla 2006'da bu oran yüzde 36'ya düşürülmüştür.

Borçlar arttıkça enflasyonu borç azaltma aracı olarak kullanma eğilimi de güçlenir. Ama GSYH'nın yüzde 90'ına denk düşen bir borç yükünün ekonomik büyümeyi yavaşlattığı da geçmişte birçok ülkede görülmüştür.

Enflasyonu araç olarak kullanıp borçtan kurtulmak kolay bir yol değildir; borç senetlerini satın alanlar, bu politikayı fark edince enflasyon farkı talep edebilirler. Bu durumda sonuç alınmamış olur.
Bir bütün olarak AB'nin borç konusunda enflasyon politikası uygulayabilmesi için bütün üyelerinin, ama özellikle de Almanya ve Fransa'nın bu politikaya evet demesi gerekir; bu durumda Alman ve Fransız sermayeleri enflasyon politikasında; para politikasında aynı çıkarları savunuyorlar demektir. Gerçekleşmesi zor bir olasılık.
Avro ülkelerinin kendi başına bir enflasyon politikası zaten yok. Ortak para biriminden dolayı olamaz da. Örneğin Yunanistan bu politikayı uygulayamaz. Ama Almanya veya Fransa, gerekli görürlerse, ekonomik güce dayanarak böyle bir para politikasının uygulanması için dayatabilirler. Her halükarda Yunanistan'ın iş zor; kamu borç miktarının yüzde 88,1 oranında yurt dışında olması dayatmalara boyun eğeceğinin açık ifadesidir. Yunanistan şimdi, bu borç sorunundan dolayı daha açıktan, daha kapsamlı talan edilecektir.

Borçlanmada gerçek durum:
Batının sanayileşmiş ülkelerinde gerçek borç miktarı resmi olarak açıklananın birkaç mislidir. Bunun böyle olduğunu „Société Générale“in bir analizinde ("Popular Delusions - Government hedonism and the next policy mistake",11 February 2010) görüyoruz.

Gerçek borçlarla resmi açıklanmış borçlar arasında uçurum var. Avrupa'da Polonya borç şampiyonu durumunda; bu ülkenin gerçek kamu borcunun GSYH'ya oranı yüzde 1550'ye varıyor. Yunanistan açısından bu oran yüzde 800.

Almanya'da devlet borçlarının GSYH'ya oranı resmi verilere göre yüzde 60; gerçekte ise yüzde 400. ABD'de ise bu oran yüzde 500'e varıyor.





Bu veriler, çürümüş, ömrünü doldurmuş kapitalizmin bir göstergesi olmanın ötesinde yaşanmakta olan ekonomik krizin yeni bir aşamasına gösterge olabilir. Bu veriler, emperyalist burjuva ideologlarının ve hükümetlerin krizden çıkışlıyor veya çıkıldı doğrultusundaki açıklamalarının ne denli erken bir açıklama olduğunu göstermektedir. Şüphesiz ki, birçok ülkede maddi değerlerin üretiminde belli bir artış olmuştur, ama dünya mali piyasalarındaki son dalgalanmalar, dünya ekonomisinin ne denli kırılgan olduğunu ve söz konusu üretim artışının da sadece, krizin inişli-çıkışlı bir seyir izlediğini göstermektedir.

Kendi sermayesini kurtarma derdine düşen önde gelen kapitalist ülkelerde kurtarma paketleri, konjonktür teşviki için yapılan harcamalar, bu ülkelerin GSYH'nın yüzde 30'una denk düşen bir miktara ulaşmıştır. Bu teşviklerle istenilen sonuç alınamadı, ama başka sonuçlar gözle görülür oldu; kriz, iflas tehlikesi vb. söz konusu olduğunda neoliberalizm ilke falan tanımıyor; pekala korumacılık yapıyor, sermaye devlete, ulusal limanına sığınıyor (uluslararasılaşmış sermayenin ulusal kökeni var diyor!). Böyle olduğu içindir ki, neoliberal ideologların teorilerine inanma gafletini gösteren sözüm ona Marksistler, nihai olarak devleti önemsizleştirmişler, sermayenin uluslararasılaşmasını geriye dönüşümü olmayan bir aşama olarak göstermişlerdir ve aynı sermayenin kendini devletinin kollarına atmasını ve trilyon dolarlarla ifade edilen borçlarını devlete havale etmesini adeta seyretmişlerdir.
Şimdi sıra bu açığın kapatılmasına gelmiştir. Açığın kapatılması için de sosyal harcamaların, ücretlerin kısıtlanması gerekir. Ve burjuvazi; önemsizleşen o devlet, ulusal kökeni olmayan o sermaye, işçi sınıfı ve emekçi yığınlara vahşice saldırmaktadır; işçi sınıfı ve emekçi yığınların görece ve mutlak yoksullaşması her zamankinden daha çıplak görülür olmuştur.

Yunanistan'da borç krizi ve arkasında gelen sosyal haklara saldırı sadece güncel olandır. Uluslararasılaşmış sermayenin hacmi göz önünde tutulursa Yunanistan'ın borcu miktar olarak pek önemli değildir, ama vesile olabileceği gelişmeler oldukça önemlidir.