Kısa bir süre önce Dubai'nin borçları nedeniyle korkuya kapılan dünya borsaları sallanmıştı. Şimdi de aynı piyasalar bazı AB üyesi ülkelerdeki borçlanmanın boyutlarından dolayı sallanıyor. Açık ki gelişmeler dünya ekonomisinin, her ne kadar eğilim krizden çıkma yönündeyse de, krizden çıkmadığını; olumsuz olabilecek her gelişmeden etkilendiğini, kırılgan bir süreçten geçtiğini gösterir.
Emperyalist burjuvazi, bir dizi kurumları ve ekonomi uzmanları dünya krizinden çıkılıyor doğrultusunda görüşler yayarlarken, bazı devletlerin borçlarını ödeyemeyeceği tehlikesinin önplana çıkmasıyla telaşlandılar. Yunanistan, Portekiz ve İspanya'nın bütçe açıkları ve borçlarıyla ilgili sorunların sadece bu ülkelerle sınırlı kalmayacağı, başka ülkeleri de etkileyeceği ve dolayısıyla krizden çıkılıyor umudunun hüsrana dönüşeceği sermayenin korkusunun sadece bir yönü. Diğer yönü ise başta Yunanistan olmak üzere, Portekiz'de, İspanya'da geniş yığınların mücadeleci tavrının başka ülkede işçi sınıfı ve emekçi yığınları teşvik edeceğidir. Emperyalist burjuvazi bu iki nedenden dolayı korku içindedir.
İlk defa bu kriz sürecinde AB'nin bir kısım üye ülkelerle nasıl bir sömürge ilişkisi içinde olduğu çok çıplak bir biçimde görülmüştür. Yunanistan, Portekiz ve Revizyonist Bloğun dağılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin sefil halinin esas sorumlusu başta Almanya olmak üzere AB'nin önde gelen emperyalist ülkeleridir. Böyle bir sonuçla karşı karşıya kalınacağı biliniyordu, ama sorunun boyutları hafife alınıyordu.
AB, Yunanistan ihtiyacı olan 54 milyar Avroyu borç olarak bulabilir, ama bütçe açığını azaltmak için kamu harcamalarını kısmalı, yeni vergi ve ücret politikası yasası çıkartmalı diyor. Yani yeni neoliberal dayatmalar öneriyor. Ama hem Yunan burjuvazisi hem de bir bütün olarak AB, Yunan halkının şiddetli muhalefetiyle karşı karşıya kalacaklarından dolayı korkuyorlar.
Aynı durum ve aynı korku Portekiz ve İspanya için de geçerli.
Borçlanmanın boyutları...
2009 yılı itibariyle Portekiz’in milli gelirinin yüzde 9.3’üne; İspanya’nın yüzde 11.4’üne ve Yunanistan’ın da yüzde 12.7’sine denk düşen bir bütçe açığı vereceği tahmin ediliyor.
Dünya Bankası’nın 2009 yılı üçüncü çeyrek verilerine göre, bu üç ülkeden Yunanistan’ın kamu borcu 384,1 milyar dolar, toplam dış borcu 594,5 milyar dolar; Portekiz’in kamu borcu 166,9 milyar dolar, toplam dış borcu 538, 1 milyar dolar ve İspanya’nın kamu borcu 463,2 milyar dolar ve toplam dış borcu da 2 trilyon 525,1 milyar dolar seviyesindedir.
Türkiye'de dahil bazı ülkelerin güncel kamu borçlarının ve bütçe açığının GSMH'ya oranları şöyledir:
Bu verilere göre sorun olan sadece bu üç ülke değildir; başka ülkelerde de kamu borçlanması sorun olma boyutlarındadır.
Borç alan iflas edebilir. Bu, kapitalizmin; daha doğrusu para ekonomisinin olmazsa olmaz ilkelerinden biridir. Bu kural devletler için de geçerlidir. Örneğin savaşan bir ülke, savaşı sürdürmek için borç almak zorunda kalabilir ve çoğunlukla da böyledir. Savaş, militarizm harcamaları, devlet giderlerinin gelirlerinden daha büyük olmasına neden olur. Ötesinde kapsamlı ve derin ekonomik krizler devlet borçlanmasının diğer temel nedenidir. Yaşanan ekonomik kriz, devlet borçlanmasının hangi akıl almaz boyutlara vardığını göstermektedir. Teşvik paketleri; kendi sermayesini kurtarma tedbirleri bunun açık ifadesidir.
Yaşanan ekonomik kriz, önde gelen emperyalist ülkelerin -ABD, Almanya, Fransa, İngiltere (bir bütün olarak AB) ve Japonya- yoğun borçlanmasına neden olmuştur. Bunun belli başlı nedenleri şunlardır: Her bir ülke iflasla karşı karşıya kalan mali sermayesini desteklemiştir. Tüketim ve yatırım malları için yapay talep oluşturmak için konjonktür programlarını uygulamaya koymuşlardır. Krizden dolayı vergi gelirleri azalmasına rağmen giderlerde tasarrufa yönelmemişlerdir; yani bütçe açığı giderek artmıştır.
Dünya savaşları dönemini dışlarsak, yaşanan bu kriz süreci, kapitalizmin tarihinde gelişmiş ve „gelişmekte“ olan ülkelerin borç sorunuyla en yoğun karşı karşıya kaldıkları dönemdir: IMF'nin hesaplamasına göre, krizin üstesinden gelmek için G-20 devletlerinin yaptıkları harcamalardan dolayı borçları toplam olarak üç sene içinde (2008, 2009 ve 2010) 9 trilyon dolara varacak. Böylece bu ülkelerin borçlarının GSMH'ya oranları ortalama olarak yüzde 78'den yüzde 108'e çıkacak.
ABD'nin toplam kamu borcu 13,8 trilyon dolar. Japonya'nınki 9,4; İtalya'nınki 3; Almanya'nınki 2,8; Fransa'nınki 2,3; İngiltere'ninki 1,4 trilyon dolardır.
2014'e gelindiğinde Avro Alanı (16 ülke) ülkelerinde kamu borçları GSMH'nın yüzde 100'üne eşit olacak. Bu oran mali kriz yılı 2007'de yüzde 66 idi.
Aşağıdaki tabloda da gördüğümüz gibi krizden dolayı kamu borçları kontrolden çıkarcasına artmıştır. 2007 itibariyle GSMH'ya oranı bakımında en çok borçlu olan ülkelerin başında Japonya, İtalya, Yunanistan ve Belçika geliyordu. 2011'de bu kervana ABD, İngiltere, İrlanda, Portekiz, İspanya, Almanya, Fransa da katılmış olacak. Öyle ki Japonya'da 2007'de kamu borcunun GSMH'ya oranı yüzde 187'7'den 2014'te yüzde 245,6'ya çıkacak.
Önde gelen emperyalist ülkelerin borçtan dolayı iflası pek olası değil, ama ekonomisi küçük ve bağımlı olan ülkelerde durum tamamen değişiktir; bu ülkelerde devlet iflasları olabilir ve mali yönetim; bütçe planlaması BM, IMF gibi uluslararası kurumlarının kontrolüne geçebilir. İsterseniz buna mali protektorat da diyebiliriz.
Tabii bir devletin iflas etmesi, bir işletmenin iflas etmesi gibi değildir; uluslararası tekeller iflas edip yok olabilirler, ama bir devletin iflas etmesinde, borcun kapsamından ziyade iktidar ilişkileri; ülkenin jeopolitik konumu vb. belirleyici rol oynar. Devletin iflası, bir işletmenin iflas ederek yok olması gibi yok olmayla sonuçlanmaz; en fazlasıyla iktidar değişimine neden olabilir veya devrimci bir durumun gelişmesine yol açabilir. Bu bakımdan devlet iflası, söz konusu ülkede sınıf çelişkilerinin oldukça keskinleşmesine neden olur. Aynen Arjantin'de olduğu gibi. Aynen, I. Dünya Savaşında sonra Almanya'da olduğu gibi.
Devlet borçları; kamu borçlanması nedir, devlet niçin borçlanır?
Burjuva devlet borç devletidir.
Devletin aldığı borçların ödenmesi için vergi gelirleri kullanılır ve böylece devlete borç verenler, vergilerin önemli bir kısmını faiz olarak alırlar; kamu paraları/gelirleri istikrazlar üzerinden yeniden özelleştirilir; sermayeye çevrilir. Demek oluyor ki, kamu borçları, devlet alacaklılarının parasını; daha doğrusu işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınların vergi olarak devlete vermek zorunda oldukları miktarın devlete borç para verenlere faiz olarak verilen kısmını sermayeye dönüştürür.
„Burjuva mülkiyeti birikiminin gelişmesiyle, yani sanayi ve ticaretin gelişmesiyle devlet sürekli borçlanırken bireyler sürekli daha da zengin oldular. Bu olgu, daha ilk İtalyan ticaret cumhuriyetlerinde ortaya çıktı; daha sonra 18. yüzyıldan bu yana Hollanda'da uç noktaya vardı... ve şimdi de İngiltere'de görülmektedir. Bundan dolayı, burjuvazi para biriktirmeye başladığında devlet ondan para dilenmek zorunda kalır ve nihayet onun tarafından adeta satın alınır“ (Marks, Deutsche Ideologie, s. 344/345).
“Kamusal borçlanma, ilkel birikimin en güçlü kaldıraçlarından birisi halini alır. Bir büyücü değneğinin dokunması gibi, kısır paraya üreme gücünü kazandırır ve onu sermayeye çevirir ve bunu, sanayide ve hatta tefecilikte kullanıldığında bile kaçınılmaz olan zahmet ve tehlikelerle karşı karşıya bırakmaksızın yapar. Devlet alacaklıları, aslında hiç bir şey vermemişlerdir, çünkü borç verilen miktar, ellerinde tıpkı nakit para gibi iş görmeye devam eder, kolayca devredilebilir devlet tahvillerine çevrilmiştir. Böylece yaratılan ve yıllık geliriyle geçinen bir aylaklar sınıfı ile hükümet ve halk arasında aracılık eden bankerlerin aniden biriken servetlerini ve gene, her devlet istikrazının büyük bir parçasının kendilerine gökyüzünden inen bir sermaye hizmeti sağlayan, vergi mültezimlerinin, tacirlerin ve özel manüfaktürcülerin zenginliklerini bir yana bırakalım, devlet borçlanması, bir de, anonim şirketlerin, her türlü menkul hizmetler üzerinde yapılan işlemlerin, borsa oyunlarının, kısacası borsa kumarı ile bankokrasinin doğmasına yol açmıştır” (Marks; Kapital, C. III, s. 482/483).
Hayali sermaye oluşumu ve devlet borçları...
“Devlet her yıl alacaklılarına, kendilerinden borç aldığı sermaye için belli bir miktar faiz ödemek zorundadır. Bu durumda alacaklı yatırdığı sermayeyi borçlusundan geri alamaz, ancak hakkını ya da mülkiyet hakkını satabilir. Sermayenin kendisi tüketilmiştir, yani devlet tarafından harcanmıştır. Artık mevcut değildir. Devlet alacaklısının elinde, 1) diyelim, 100 sterlin tutarında bir borç senedi vardır ve 2) bu borç senedi, alacaklıya, devletin yıllık gelirinden, yani yıllık vergi gelirinden, belli bir miktar, örneğin 5 sterlin ya da %5 tutarında bir hak sağlar; 3) alacaklı, 100 sterlinlik bu borç senedini dilediği bir kimseye satabilir. Faiz oranı %5 ve devletin verdiği güvence sağlamsa, alacaklı A, bu borç senedini kural olarak B'ye 100 sterline satabilir; B için 100 sterlini yıllık %5 faizle vermek ya da 100 sterlin ödemek suretiyle devletten yılda 5 sterlin tutarında haraç sağlamak hiç fark etmez. Ne var ki, bütün bu durumlarda insanların gözünde bir sürgün (faiz) doğuran burada devlet ödemeleri kabul edilen bu sermaye, hayaldir, hayali sermayedir. Yalnız devlete borç verilen bu meblağ artık mevcut olmamakla kalmayıp, zaten hiç bir zaman onun sermaye olarak harcanması düşünülmemişti ve o ancak sermaye olarak yatırılmakla, kendisini koruyan değere dönüştürülebilirdi. İlk alacaklı A için, yıllık vergilerden kendisine düşen pay, sermayesi üzerinden faizi temsil eder; tıpkı mirasyedinin servetinden tefeciye düşen payın ona faiz olarak görünmesi gibi; oysa her iki durumda da borç verilen meblağ sermaye olarak yatırılmamıştır. Devlete ait borç senedinin satış olanağı, A için, kendi ana parasını geri almanın potansiyel aracını temsil eder. B'ye gelince, onun sermayesi kendi görüş açısından, faiz getiren sermaye olarak yatırılmıştır. Arada geçen işlemi ilgilendirdiği kadarıyla, B, devletin geliri üzerinden A'ya ait bulunan hakkı satın almakla, yalnızca A'nın yerini almış durumdadır. Bu işlem kaç kez yinelenirse yinelensin, devlet borcu sermayesi, tamamen hayali olarak kalır ve o borç senetleri satılamaz duruma gelir gelmez, bu sermaye hayali artık görünmez olur” (Marks; Kapital, C. III, s. 482/483).
“Aslında borç alınan ve çoktan harcanmış bulunan sermaye için verilen bu borç senetleri, tüketilmiş bulunan sermayenin bu kağıttan kopyaları, bunları ellerinde bulunduranlar için, sanki bunlar satılabilir ve dolayısıyla da ve tekrar sermayeye çevrilebilir metalarmış gibi sermaye olarak hizmet ederler”.(Marks; Kapital, C. III, s. 494).
Devlet borçları sadece gelecek neslin mi sorunu?
Devlet borçlarının sadece gelecek nesillerin sırtına yıkıldığı ciddi ciddi iddia edilir, ama bunun gerçekle ilişkisi yoktur. Bu iddia doğruysa, bugün alınan kredinin sadece mirasçıların sırtına yıkılacağı da doğrudur. O halde mirasçıların ne olacağı düşünülmeden kredi olarak alınan miktarlar istenildiği gibi harcanabilir.
“Geleceğin antisipasyonuna (önceden, vaktinden önce yapılma) gelince; gerçek antisipasyon genellikle, sadece işçi ve yerküre ile bağlantı içinde zenginliğin üretiminde gerçekleşir. Her ikisinde de gelir ve gider (alım ve tüketim anlamında, çn) arasındaki dengenin bozulmasıyla vaktinden evvel aşırı yıpranma ve yorgunlukla gelecek, reel olarak antisipasyona uğrayabilir ve tahrip edilebilir. Her ikisi de kapitalist üretimde gerçekleşir. Sözde, örneğin devlet borçlarında antisipasyona gelince; bununla ilgili olarak Ravenstone haklı olarak şuna dikkat çekiyor: Şimdiki zamanın giderlerini geleceğe kaydırıyoruz (anlayışını) ileri sürüyorlarsa; şimdiki neslin gereksinimlerini karşılamak için gelecek nesil yük altına alınabilir iddiasında bulunuyorlarsa, (bu), henüz var olmayan -tohumları ekilmemiş- gıda maddelerinin tüketimiyle yaşanabileceği (türden bir) saçmalığı savunuyorlar (anlamına gelir). Devlet adamlarımızın bütün bilgeliği, mülkiyetin bir kısım kişilerden başkalarına büyük aktarımından ibarettir” (Marks; Theorien über den Mehrwert, C. 26/3, s. 303/304).
Develet borcu, vergi üzerinden vergi ödeyenlerin mülklerinin, gelirlerinin devlet alacaklılarına aktarılması demektir...
“Devlet borcu, bütün bir halkın emeği üzerine konan ve onun özgürlüğünü sınırlayan bir ipotek değil mi? Kamu alacaklısı diye tanımlanan görünmeyen zalimlerin yeni bir toplumunun doğmasına neden olmuyor mu?” (Marks; Sardonische Anleihe, C. 15, s. 12).
„Ulusal zenginlik denilen şeyden, modern halkların ortak mülkiyetine gerçekten giren kısmı, bunların devlet borçlarıydı. Bunun zorunlu sonucu olarak, bir ulus ne kadar borçlu olursa o kadar zengin olur şeklindeki modern öğreti ortaya çıktı. Kamu kredisi, sermayenin credo'su halini aldı. Ve devlet borçlanmasının doğuşu ile birlikte, devlet borçlarına olan inançsızlık, kutsal ruha karşı işlenmiş, bağışlanmayan günahın yerini alır“ (Marks, Kapital, C. I, s. 782).
Artan vergiler ve harçlar, her devlet borçlanmasının kaçınılmaz sonuçlarıdır...
„Vergiler, hükümet mekanizmasının iktisadi temelinden başka bir şey değildir“(K. Marks; Gotha Programı, C. 19. s. 30).
“Devlet borçlarının, desteğini, yıllık faiz vb. ödemelerini karşılamak zorunda olan kamu gelirlerinde bulması gibi, modern vergilendirme sistemi de, ulusal istikraz sisteminin zorunlu tamamlayıcısı idi. Bu istikrazlar, devlete, vergi yükümlüleri, hemen hissetmeksizin olağanüstü harcamaları karşılamak olanağını sağlamakla birlikte, eninde sonunda vergilerin yükselmesini zorunlu kılar. Öte yandan, birbiri ardına yapılan istikrazların birikmesi sonucu vergilerde meydana gelen yükselme, hükümeti, daima, yeni olağanüstü harcamalar için yeni istikrazlara zorlar.
En gerekli geçim araçlarını vergilendirme (yani böylece fiyatlarını yükselme) ekseni çevresinde dönen modern maliyecilik, böylece, otomatik ücret artışlarının tohumunu kendi içerisinde taşır. Aşırı vergilendirme, bir rastlantı olmaktan çok, bir ilkedir ... Bunun, ücretli-emekçinin koşulları üzerinde yaptığı yıkıcı etkiler, ... bunun sonucu olarak, köylülerin, zanaatçıların ve tek sözcükle bütün alt orta-sınıf unsurların zorla mülksüzleştirilmeleri...
Kamusal borçlar ile buna uygun düşen mali sistemin, servetin sermayeleşmesi ve halk kitlelerinin mülksüzleştirilmesinde oynadığı büyük rol,...çoğu yazarları, modern halkların sefaletinin temel nedenlerini yanlış olarak burada aramaya yöneltti” (Marks; C. I, s. 784).
Ne yapmalı?
„Her durumda devrimci değil, yalnızca reformist bir biçimde hareket edecek olan demokratların önerilerini en son sınırına dek itelemeli ve bunları özel mülkiyete doğrudan saldırı biçimine dönüştürmelidirler; böylelikle, örneğin küçük-burjuvalar demiryollarının ve fabrikaların satın alınmalarını önerecek olsalar, işçiler bu demiryollarının ve fabrikaların, gericilerin mülkleri olarak, devlet tarafından hiç bir tazminat ödenmeksizin doğrudan zoralımını istemelidirler. Demokratlar orantılı vergiler önerecek olsalar, işçiler müterakki (gelişmesinde ilerlemiş, çn) vergiler istemelidirler; demokratların kendileri ılımlı bir müterakki vergi ortaya atacak olsalar, işçiler büyük sermayenin yıkımı demek olacak ölçülerle yükselen bir vergi üzerinde diretmelidirler; demokratlar devlet borçlarının düzenlenmesini isteyecek olsalar işçiler devletin iflasını istemelidirler. Böylece, işçilerin istemleri, her yerde, demokratların bilinçlerine ve önlemlerine göre ayarlanmalıdır“ (Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı, C. 7, s. 253/254).
Devlet borçları, özellikle de emperyalizme bağımlı ülkelerde kamu borçlanması, neoliberalizmin kaçınılmaz dayatmalarının sadece bir sonucudur. Dünya burjuvazisini karanlık günler bekliyor...