Kriz dönemleri, ekonomistler için her bakımdan zor bir dönemdir; birbirini dışlayan, hemen her gün değişen olgulardan; ekonomik verilerden hareketle bütün entelektüel yeteneği kullanarak krizden çıkışın yol ve yöntemleri üzerine sonuçlara varmak kolay değildir. Bunu yapabildiği oranda önemli olurlar; öyle ki „kahin“leştirilirler. Beklenti büyük, işler karışık! Ne yapıyorlar? Artık simyacılık yapıyorlar, ama sonuç alamıyorlar. Aralarındaki tartışma ayrışmaya neden oldu ve burjuva ekonomistler iki kampa bölündüler: Bir taraftan yeni-keynesçiler ve diğer taraftan da neoliberalistler. Yeni-keynesçiler, Keynes'in teorisinden medet umuyorlar. Neoliberalistlere de Ludwig Mises ve özellikle de Friedrich Hayek'in görüşleri yol gösteriyor. Bu iki kampın ötesinde Marksist kavramları kullanan başka bir kamp da var: Bu kampta da kapitalizmin kendiliğinden çökeceği hesabı yapılıyor; ince hesaplar!
İlk iki kamp uluslararası alanda birbirine karşı acımasız bir mücadele sürdürüyor; adeta bir meydan muharebesi veriyor. Neoliberalizmin zaferi karşısında dövüşerek geri çekilen Keynesçiler, şimdi de meydan muharebesi vererek önplana çıkmaya çalışıyorlar.
Neyin kavgasını veriyorlar? Neoliberalistler, sıkı bir para politikasından yanalar; devletin borçlanarak sürdüreceği yüksek faiz ve konjonktür programı uygulamasını kesinlikle reddediyorlar. Paul Krugman'ın temsil ettiği yeni-keynesçiler de tam tersini savunuyorlar. Bu iki kampın arasında kalan ekonomistler de bir o kampa, bir bu kampa bakarak adeta hakemilik yapıyorlar.
Krizin geldiği nokta, her iki kamp nezdinde burjuva ekonomi biliminin iflas ettiğini göstermektedir. Örneğin Amerikan hükümeti ve Fed, Amerikan ekonomisine beş trilyon dolar pompaladı. Ama sonuç alınamadı; şimdi Amerikan ekonomisinin yeniden dibe vuracağından bahsediliyor. Yani Amerikan ekonomisi krizden çıkmadan; belli bir istikrara kavuşmadan yeniden krize girmekle karşı karşıya deniyor. Buna rağmen, örneğin Krugman, ABD, ekonomiye yeniden beş trilyon dolar pompalamalıdır diyor, hem de en kısa zamanda. ABD bütçesinin iki yıl arka arkaya (2009-2010) 1,5 trilyon dolarlık açık vermesi yeni-keynesçileri pek ilgilendirmiyor. Bu para nasıl bulunur sorusuna verilen cevap da oldukça basit: P. Krugman, Amerikan hükümetine ya borç al ya da para bas diyor. Para basmak da, Fed'in Amerikan devlet istikrazlarını satın alması anlamına geliyor. Para basmanın enflasyon olacağı veya enflasyon tehlikesini yükselteceği hesaba katılıyor. Yeni-keynesçiler, ancak, ekonomiye para pompalamakla iki seneden beri devam eden krizden çıkılabileceği görüşündeler. Ama iki seneden beri, yani kriz sürecinde ABD'de yeterli nakitin olmasına, Fed'in bolca kredi vermesine, faizlerin de neredeyse sıfır noktasında olmasına rağmen talepte gelişmenin olmaması; yani ekonomide canlanmanın olmaması yeni-keynesçileri pek ilgilendirmiyor. Krugman'a göre, enflasyonist adım, parasını harcamak istemeyenleri, para değerini yitirir korkusundan dolayı harcamaya zorlayacaktır. Yani enflasyondan dolayı örneğin 100 doları, değerinin 80 dolara düşmesinden önce harcayacaksın ve böylece ekonomi canlanacak! Hani bizde çiklet satın alın ki, ekonomi canlasın diye profesör var ya! İkisinin arasında pek bir fark yok.
Neoliberalistler ise batık bankalar tasfiye edilmeden ve eskimiş sabit sermaye kıyımı (eskimiş sanayi kompleksleri) yok edilmeden Amerikan ekonomisinin yeniden yükselişe geçmeyeceği görüşündeler. Dahası, var olduğu kadarıyla devlet kontrol ve koruma koşullarının da tamamen yok edilmesini talep ediyorlar. Bunlara göre kriz, hız kesmeyen kuralsızlaştırmaların, dizginsizleşmiş pazar ekonomisinin bir sonucu değildir; aksine böylesi özgürlüklerin yeterli olmamasının sonucudur. Neoliberalistlere göre konjonktür programı biçiminde devlet tarafından yönlendirilen talep, özel talep yapılarını çarpıtıyor; kaynakların gerektiği gibi kullanılmasını engelliyor.
Üçüncü cephe, Marksizm de dahil bütün akımlara karşı meydan muharebesi veriyor. Düşünceleri oldukça sadedir: Rosa Luksemburg'un, kapitalizmin var olabilmesi için “kapitalist olmayan bir çevreye” ihtiyacı vardır anlayışından hareket ediyor. Yani merkez kapitalist ülkeler ürünlerini satacak ve hammadde temin edecek bir çevreye (bölgelere, ülkelere) ihtiyaç duyarlar. Böyle bir çevre olduğu müddetçe sorun yoktur; kapitalizm kendiliğinden çökmez. Ama böyle bir çevre kalmamışsa çöker. Çünkü:
1-Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmamıştır.
2- Art değer üretme olanağı kalmamıştır.
Bu durumda kapitalizmin krizlerle birtakım çelişkilerini geçici olarak, bir dahaki krize kadar çözerek var olmasını sağlayan kanallar tıkanmıştır.
Demek oluyor ki, “kapitalist olmayan bir çevre” kalmadığı için; sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmadığı için; art değer üretme kanalları tıkandığı için kapitalizm kendiliğinden çökecektir.
Kapitalizm ne zaman çökeceği üzerine zaman hesabı yapanlar da var: 1920'li yılların sonunda yapılan bir hesaplamaya göre (Örneğin, Otto Bauer, Henryk Grossmann) kapitalizmin çoktan çökmüş olması gerekirdi. Hesap tutmadı. Wallerstein kapitalizme 30 senelik bir ömür biçiyor. N. Nelte ise 4 Mart 2009'da kapitalizmin çöktüğünü ilan etti, ama buna kendisi de inanmamış olacak ki, şimdilerde 10 senelik bir ömür biçiyor.
Niye 25 sene değil de 30 sene veya neden 15 sene değil de 10 sene, bunu sadece bu hesapları yapanlar biliyor. İnce hesaplar!
Bu üç cephenin yaptığı, ekonomide simyacılıktan başka bir şey değildir. Her üç cephe de ekonominin yasalarının nesnel olduğunu, bu yasaların değiştirilemeyeceğini kabul etmiyor. Her cephe kendi açısında iradi hareket ederek sonuç alabileceğini sanıyor. Ama sonuçlar da ortada: Kapitalizm kendi yasaları doğrultusunda hareket ediyor; yeni-Keynesçilerin ve neoliberalistlerin müdahalesi onun seyrini çarpıtmaktan, geçmekle karşı karşıya olduğu süreci uzatmaktan, bazen de kısaltmaktan ve başkalaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. İki senelik kriz tarihi bunun böyle olduğunu göstermiyor mu?
Üçüncü cephenin; kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisini savunanların, sermayenin artık artı değer elde etme olanağı kalmadı anlayışı mevsimlik bir anlayıştır. Kriz geçine kapitalizmin kendiliğinden çökeceği anlayışı rafa kaldırılır, bir dahaki kriz patlak verdiğinde yeniden raftan indirilir.
Her üç cephe de kendi “Opus Magnum”unu yazamadı; içeriğiyle güncelliğini koruyan, yol gösteren ölmez “büyük eser”ini ortaya koyamadı: Keynescilik, II. Dünya Savaşından sonrasını esas alırsak ancak 20-30 sene dayandı ve neoliberalizm karşısında “meydan muhaberesi” vererek geri çekildi. Onun yerini alan neoliberalizm de 25-30 sene içinde iflas etti. Rosa Luksemburg'u karikatürleştiren üçüncü cephenin “eser”leri ise ancak ve ancak mevsimlik oldu. Her zaman olduğu gibi bu sefer de krizin başlangıç aşamasında düzene sırt çevirmişlerin, umutsuzların, mücadeleden kaçanların, işçi sınıfı ve emekçi yığınların gücüne güvenmeyenlerin ruhuna hitap etti; kapitalizmin kolayca, kendi kendine çökeceği, iradi belirlemelerle düzenin değişebileceği hayalini yaydı.
Kriz, diğer şeylerin yanı sıra Marksizmin ve yönteminin ölümsüzlüğünü bir kere daha gösterdi. Kapitalist ekonomi ne keynesçilerin ne neoliberalistlerin ve ne de kendiliğinden çöküş teorisini savunanların analizleri doğrultusunda hareket ediyor. Kapitalist ekonomi, Marksizmin 1825'ten bu yana kriz çevrimi (konjonktür hareketi) analizi doğrultusunda hareket ediyor; daha doğrusu Marksist ekonomi, kriz analizi, kapitalist ekonominin nesnel yasalarını çıkış noktası aldığı için doğru öngörüde bulunuyor. Aradaki fark bu.