deneme

1 Eylül 2011 Perşembe

LİBYA VE SINIFTA KALANLAR


Şimdi ne olacak? Magrip'ten Maşrık'a genelleştirilen “Arap Baharı”ndan, halk ayaklanmalarından, devrimden vb. bahsedenler şimdi ne diyecekler? Libya'da devrim mi oldu? Halk mı ayaklandı? Kim kimi devirdi? Benzeri sorular çoğaltılabilir.
Libya'da ne oldu?
Şüphesiz ki, Gaddafi rejimine karşı Libya halkının mücadelesinin yanındayız, özgürlük ve demokrasi mücadelesini destekliyoruz. Zaten tartışılan da bu değil. Tartışılan, Libya halkının Gaddafi rejimine karşı mücadelesi, ayaklanması değil. Açık olan şu ki, Libya'da birtakım güçler; “isyancılar”, Batılı emperyalist ülkelerle, NATO güçleriyle sıkı bir ilişki içinde görünüşte Libya halkının çıkarlarını, geleceğini savunan güç olarak hareket ediyorlar. Bu “isyancılar”ın Libya halkının özgürlük ve demokrasi talepleriyle ne derece ilişkili oldukları, kimin adına isyancılık yaptıkları ortadadır. Bu “isyancılar”ın örgütleyicileri ve her bakımdan destekçileri; Alman, Fransız, İtalyan, Amerikan emperyalistleri, bir bütün olarak NATO ve AB, bilinen nedenlerden dolayı bu ülkeyi işgal etmek için Gaddafi rejimine karşı Libya'da bir “iç savaş” çıkartmayı planladılar ve bu planı uygulayacak olanları da örgütlediler. Bundan sonrası kolaydı; Gaddafi rejimine karşı ayaklanan Libya halkı desteklenmeliydi, en azından “insani” nedenlerden dolayı desteklenmeliydi. Öyle de oldu.


BM'in, 17 Martta Libya hava sahasını abluka altına alma kararının ardından NATO, ülkeyi bombalamaya ve yerli destekçileri de NATO bombaları gölgesinde ilerlemeye başladılar, isyancılık oynadılar. Amaç Gaddafi rejiminin yıkılışını kolaylaştırmaktı. Başarısız oldukları da söylenemez. “İsyancılar” amaçlarına ulaştılar; Gaddafi rejimi yıkılmadıysa da yıkılmak üzere. Tarih böylesi “isyancılar”la doludur ve unutkanlık da insan olmanın bir özelliği; Nikaragua “kontraları”nı çabuk unuttuk. Honduras'daki Amerikan üslerinden aldıkları her türlü destekle Sandinist Nikaragua'ya saldırdılar, yakıp yıktılar. R. Reagan onları “özgürlük savaşçıları” olarak tanımlamıştı. Libyalı “isyancılar” da Obama'nın, Cameron'ın, Sarkozy'nin, Berlusconi'nin, Merkel'in, trene gecikmeli binen Erdoğan'ın “özgürlük savaşçıları”dır. Hepsinin ortak özelliği: “Kontra”sı da, “isyancı”sı da emperyalizm adına paralı asker rolünü üstlenmişlerdi.

Tunus'ta ve Mısır'da olduğu gibi Libya'da gençler, İnternet, Facebook, Twitter veya Handy kullanarak devrim yapmadılar, meydanları doldurmadılar. Neden yapmadıkları üzerine düşünmek gerekir. Gaddafi, Mübarek'ten daha baskıcıydı veya Libya'da modern teknoloji kullanarak devrim yapma olanağı yoktu denebilir. Her halükarda bunun bir nedeninin olması gerekir. Bu nedenin üzerine gidilirse Libya'daki gelişmelerle Tunus ve Mısır'daki ayaklanmalar arasında temel farkların olduğu görülür.

Gaddafi, son yıllardaki hizmetine rağmen Batılı emperyalistlere bir türlü yaranamadı. Gaddafi'nin unuttuğu bir nokta vardı: Batı, ihaneti sever, ama ihanetçiyi asla sevmez. Bu nedenle yaranamamıştı; Gaddafi, hangi nedenden dolayı olursa olsun Batılı emperyalistlere karşı mesafeli duruşuna ihanet etmişti, ama başta Çin olmak üzere Batılı olmayan emperyalistlerle ilişkileri geliştirmişti. ABD ve AB'nin buna tahammülü yoktu. İktidarına son verilmeliydi. Bu nedenle onun iktidarına son verecek güç örgütlenmeliydi. Öyle de yapıldı.
Tunus ve Mısır'da ayaklanmaların başladığı dönemde hareketin yönü henüz tam bilinmezken veya emperyalist ülkeler tarafından henüz kestirilememişken, Libya'da gelişmenin yönü daha baştan kesin biliniyordu: Bütün hizmetlerine rağmen Gaddafi rejimi yıkılmalıydı. Ülkenin sömürgeleştirilmesine, protektoratlaştırılmasına yardımcı olmakta kusur etmeyecek; ABD ve AB'nin stratejik çıkarlarına hizmet edecek; ülkenin yeraltı zenginliklerini Batılı tekellere devredecek “isyancı”lar örgütlü bekliyorlardı:
1)Askeri ve gizli servislerin uzman birlikleri “ayaklanma”nın başından beri Libya'da konuşlanmış durumdaydılar. Özellikle Fransız özel kuvvetlerinin Tunus üzerinden Libya'ya sızdıkları biliniyordu. İngiliz ve Amerikan özel kuvvetleri de Mısır üzerinden ve denizden ülkeye girmişlerdi.
2)”İsyancı”lar daha baştan silahlandırılmışlardı; gelişmelerin yönüne göre de silahlanmada nicel ve nitel değişim olacaktı. Öyle de oldu ve başlangıçtaki derme çatmalığın yerini sonraları modern silahlar ve üniformalara varana kadar “modernlik” aldı.
3)Sadece Libya'daki gelişmelerde değil, Yemen, Tunus ve Bahreyn'daki gelişmelerde de Mübarek'ten sonra iktidarı ele alan Mısır'daki Askeri Konsey belirleyici bir rol oynamıştır ve oynamaktadır. Bu Konsey'in arkasındaki güç ise ABD'dir.
4)Suudi Arabistan'da dinci faşist rejimin Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarında oynadığı gerici, pro-emperyalist rol de unutulmamalı. Bu ülke, sadece Libya'daki gelişmeler bakımından değil, bütün bölgede ve Arap yarımadasında Amerikan emperyalizminin çıkarları için stratejik bir köprübaşı konumundadır. S. Arabistan, Libya'da CIA'nın bilgisi dahilinde, Gaddafi rejimine karşı olan bazı aşiretleri ve İslami grupları mali olarak destekleyen ve silahlandıran ülkedir. Yemen ve Bahreyn'deki diktatörlüklere karşı mücadeleyi bastırmaya çalışan güçlerin başında gelmektedir.
5)Bütün bölge ve özellikle Libya hava sahasının tam kontrol altında tutulması için başka bölgelerde kullanılan AWACS uçakları bu alana kaydırılmış ve havadan kontrolle ve bombardımanla Libya hava gücü hareketsiz bırakılırken ve yok edilirken “isyancılar”a hareket serbestliği sağlanmıştır.
Gaddafi rejimine karşı NATO saldırıları, “diktatörün bizzat kendi halkı tarafından devrildiği” anlamına gelmediği gibi “isyancıların zaferi” anlamına da gelmiyor. “İsyancılar”, NATO bombardımanı eşliğinde ve Batılı gizli servis uzmanlarının, özel kuvvet mensuplarının karadan doğrudan yol göstermesi sonucunda ilerlemiştir. Muhalefet güçlerinin kendi aralarındaki rekabet, “isyancılar”ın sergilediği disiplinsizlik başlangıçta savaşın Gaddafi güçleri lehine gelişmesini kolaylaştırmıştı. Ama gelişmenin belli bir aşamasından sonra muhalefet grupları arasındaki rekabet geri plana itildi, “isyancılar”a modern silahlar verildi, Batılı özel kuvvet mensupları önderliğinde daha düzenli savaşmaya, disiplinli olmaya başladılar. Trablus'a saldırıya İngiliz, Fransız, Ürdün ve Katar özel kuvvetlerinin önderlik ettiği biliniyor. Son haftalarda şaşırtıcı bir biçimde saldırıya geçmeleri başka nasıl açıklanabilir? Başarının nedeni aniden -nasıl oluyorsa- güçlenen “isyancılar” değil, NATO saldırılarının daha geniş alanı kapsaması ve yoğunlaştırılmasıdır. Buna kara savaşına doğrudan katılan ve güçlü silahlarla donatılmış NATO helikopterlerini de eklemek gerekir.
İsyancılar” kimdir, hangi gruplardan oluşuyorlar?
Muhalefet içinde yer alan belli başlı gruplar, Gaddafi rejimini devirmek için on yıllardan beri iyi örgütlenmiş olmalarını emperyalist ülkelerle ilişkilerine borçludurlar. Bu güçlerin emperyalist merkezler tarafından yönlendirildikleri bilinmektedir. Bu grupların önde gelenleri şunlardır:

1-”Libya Ulusal Selamet Cephesi” (”National Front for the Salvation of Libya”).
2-”Libya Anayasa Birliği” (”Libyan Constitutional Union”).
3-”Mücadele Eden İslamcı Grup” (”Islamic Fighting Group”) ve bu grupla ilişki içinde olan çeşitli İslamcı gruplar.
Bu örgütler, kuruluşlarından bu yana Batılı özel servisler tarafından eğitilmişler, mali ve askeri olarak (CIA, tarafından önceleri Sudan'da sonraları Mısır ve ABD'de askeri eğitim almışlardır) desteklenmişlerdir.

CIA, M16 (İngiltere), BND (Almanya) ve Mossad (İsrail) 2005'te İngiltere'de bütün Libya muhalifi grupların bir araya getirildiği bir konferans örgütlemişlerdi. Amaç Libya'da Gaddafi rejimine karşı “demokratik alternatif” oluşturmak ve silahlı ayaklanma örgütlemekti. “Demokratik muhalefeti” dört başı mamur yapmak için CIA, birkaç Libyalı aydını bir araya getirerek Bengazi'de bir de “komünist partisi” kurdu (16.03.2011). Adı da “Libya Komünist Partisi”.
Bunlara ek olarak taraf değiştiren diplomatlarla, ordu ve polis mensuplarıyla, birtakım aşiretlerle “Ulusal Konsey” oluşturuldu. Şimdi bu konseye “geçici hükümet” deniyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun uçakla para gönderdiği hükümet, bu hükümettir.

Karanlık isimlerin devrimi ve yolunu şaşırmışlar:
Birtakım çevreler bu güçlerden, bu “isyancılar”dan devrim bekliyorlar. Beklemenin ötesinde yaptıklarını devrim olarak tanımlıyorlar. ABD, AB ve vurucu güç NATO önderliğinde Libya'da devrim gerçekleşiyor ve gerçekleşen bu “devrim”in heyecanı o kadar güçlü olmalı ki, bazıları daha şimdiden ne yapılması gerektiği konusunda görüş açıklıyorlar. Örneğin Troçkistler. Bunlardan kendini “Beşinci Enternasyonal Ligi” diye tanımlayan grup, Obama, Cameron, Sarkozy, Berlusconi, Merkel ve Edoğan önderliğindeki “devrimi” sürekli kılmak için şöyle diyor: “Gaddafi'nin sonu geldi. Devrim nasıl sürekli olabilir?” (Yazının başlığı)

Gaddafi'nin Trablus Şehir Komutanının karşı tarafa geçerek şehrin kapılarını isyancılara açmasıyla devrimin ilk aşaması zafere ulaşmış. Ulusal Konsey'de önderliğin gerici, emperyalizm yanlısı olmasına ve NATO bombardımanına rağmen Libya'da “gerçek bir halk devrimi” gerçekleşmiş.
Emperyalist güçler, her şeyden önce ABD, İngiltere, Fransa gibi NATO güçleri Libya'da eski subaylara, polis güçlerine, gizli polise; Gaddafi rejiminin eski savunucularına dayanan Batı yanlısı bir hükümet kurmak istiyorlarmış. Şimdi, devrimin bu aşamasında önemli olan veya “devrimin merkezi görevi”, Libya'nın emperyalizmden bağımsızlığını savunmakmış.

Sonra, Londra'dan, Paris'ten, Berlin'den bakarak Libya'da “gerçek halk devrimi”nin ilerlemesi için atılması gereken adımlar, acil talepler sıralanıyor.
Kim örgütleyecek, kim yapacak sorusu sorulmuyor. Ama direktifi veriyor: “Burjuva hükümetin yerine işçi hükümetini getirerek devrimi sürekli kıl”!*

Revizyonist blokun yıkılmasından sonra emperyalist burjuvazinin toplumsal yaşamın her alanında geliştirdiği yoğun antikomünizm propagandasının etkileri hala sürüyor; emperyalist burjuvazi insanlığı ideolojisiz, siyasetsiz, teorisiz, sınıfsız, ama çoklukçu ve renkli “devrim”lere neredeyse alıştırmıştı. Emperyalist burjuvazi devrim kavramını sevmeye başlamıştı; O “renkli devrimler”de bunu görmüştük. Şimdi Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarıyla emperyalist burjuvazi ve Mainstream medya devrim kavramını sevmeye ne kadar alışık olduğunu bir kez daha gösterdi. Burjuvazidir, üstelik emperyalist burjuvazidir, ideologları, her bir konuda teorisyenleri vardır, devasa olanakları vardır, doğru bulduğu tarzda “devrim” yapabilir veya bu kavramı o amaçlı kullanabilir diyebiliriz. Ama şu, ideolojiyi, teoriyi, sınıfı, devrimi dilinden düşürmeyenlere ne oluyor? Peki bunlar neden, Libya örneğinde olduğu gibi karanlık isimlere devrim yaptırıyorlar? İdeolojiden, siyasi perspektiften, sınıfsal duruştan yoksun yığınların hareketi nasıl oluyor da devrim oluyor? Sanılıyor ki, birkaç kez facebook kullanımıyla, Handy'le veya birkaç kez Twitter'lamakla binler, on binler bir araya geliyor ve düzen değişiyor. İdeolojisiz ve siyasal perspektifsiz sandıkları alanların; o yüz binlerin açtığı alanların eski rejimin başka görünümlü güçleriyle doldurulduğunu görünce susuyorlar: Sınıfsız, ideolojisiz devrim yapmanın veya “çokluk”la devrim yapmanın sonu budur.

Libya'daki gelişmelerden sonra Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarını aynı karakterleştirenlerin; onların hepsini devrim diye tanımlayanların diyecekleri pek fazla bir şey kalmadı. “Kahrolsun Gaddafi”yi anladık da, az kalsın “yaşasın Bengazi muhalefeti” diyecek duruma gelmiş olmayı nasıl anlayalım? Bilmiyorum, ama Davutoğlu uçakla 300 milyon dolar göndermeseydi “Libya devrimi”nin zaferi bu topraklarda da alkışlanabilirdi. Arap ülkelerindeki ayaklanmalar ve sonuçları devrimde ideolojiyi, sınıfı, partiyi bir kenara atanların ne denli acınacak bir duruma düştüklerini göstermektedir. Demek ki Gaddafi diktatör ve Bengazi muhalefeti, onu destekleyen emperyalist ülkeler “demokrasi” yanlısı! Veya bir kısım Troçkistin dediği gibi devrimci; en azından “sürekli devrimi” nesnel olarak ilerlettikleri için devrimci!
Anlaşılan o ki, “Allah akıl fikir versin” demekten başka yapacak bir şey yok!
Neyse, Troçkistler devrimi ilerletirken (Türk hükümetinin gönderdiği 300 milyon dolar da devrimin sürekli kılınmasına katkıda bulunabilir! Hiç de fena olmaz! En azından burjuvazinin sermayesinin bir kısmına el konmuş olur!), Libya'ya saldıran emperyalist ülkelerin, ülkenin yeraltı zenginliklerini (petrol) paylaşmak için aralarında sürdürdükleri rekabet keskinleşmeye başladı. Libya'nın petrolünden aslan payını kim alacak?
Irak ve Afganistan'da olduğu gibi bütün emperyalist saldıranlıklarda, işgallerde, şimdi de Libya'da NATO saldırılarının diktatör, gerici rejimlere karşı halkı korumakla hiçbir ilişkisi yoktur. NATO saldırısının esas amacı, jeostratejik önemi ve petrol zengini olan Libya'nın Çin ve Rusya'nın etkisi altına girmesinin engellenmesiydi. Batılı emperyalist ülkeler veya NATO'da örgütlü emperyalist güçler, kendi aralarındaki rekabeti/çelişkiyi Libya'ya saldırının önüne geçirecek derecede keskinleştirmeden bombardımana başladılar.

İlk dönemlerindeki antiemperyalist hedeflerini, çıkışlarını son yıllarda bir kenara atan Gaddafi rejiminin devrilmesini mutlaka ki selamlamak gerekir. Bu rejimin yıkılması elbette ki Libya halkının ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi için olumlu koşullar oluşturur. Ama Libya'daki gelişme, Tunus ve Mısır'daki gelişmelerden oldukça farklı. Burada ipler daha başından NATO'nun, Batılı emperyalist ülkelerin elinde ve bunun böyle olmasını talep edenler de Bengazi muhalefeti içinde yer alan ve ağırlığı olan örgütlerdir.

Geçici Konsey”de halkın temsilcisi yok; konsey tamamen gerici, emperyalizm yanlısı güçlerden oluşmaktadır. CIA yetiştirmesi bir Mahmut Çibril'den, “Geçici Konsey”in şefi ve Gaddafi'nin eski adalet bakanı olan Mustafa Abdül Celil'den Libya halkının beklentisi ne olabilir?
Emperyalist güçler, daha kesin zaferi ilan etmeden Libya petrol ve doğal gazını paylaşımı için çekişmeye başladılar. Gaddafi döneminde ülkenin petrol ve doğal gaz zenginliklerini talan etmek için hemen hemen bütün önde gelen tekeller birbirleriyle adeta yarışıyorlardı; Eni (İtalya), BP (Britanya), Total (Fransa), Repsol YPF (İspanya), OMV (Avusturya), Gazprom ve Tatneft (Rusya) Libya'da petrol çıkartan önemli tekellerdi. Batının emperyalist ülkeleri; başta da İtalya ve Fransa, Gaddafi rejimiyle sıkı ilişki içindeydiler.

Şimdi pastayı paylaşma kavgası başladı; İtalyan Dışişleri Bakanı F. Frattini'ye göre Eni, gelecekte Libya'nın enerji sektöründe önder bir rol oynayacak. İtalya, petrol ihtiyacının dörtte birini Libya'dan alıyor. Sarkozy, Libya'ya yardım edecek “dost” ülkeleri Paris'te toplanmaya çağırıyor. Herhalde Libya seferinden sonra ülkenin talanında aslan payının Fransa'ya ait olduğunu onaylatmak istiyor. Bu arada Türk hükümeti de tamamen açıkta kalmamak için Bengazi muhalefetini Dışişleri Bakanı seviyesinde ziyaret etmek gereğini duydu ve uçakla 300 milyon dolar gönderdi.

Emperyalist cephede savaşı kaybedenler de var. Sonuna kadar Gaddafi'nin yanında yer alan Çin, Rusya, Brezilya bu savaşta esas kaybedenleri oluşturuyorlar. Batılı emperyalistlerin elinde Libya, bu ülkeler için artık kaybedilmiştir, aynen Irak gibi.
Sonuç itibariyle:
Libya'ya saldırma, Gaddafi rejimini yıkma kararlılığının esas nedeni Batılı emperyalist güçlerin ülke petrolünü kontrol altına almak istemeleridir. Başka bir neden de Magrip ve Maşrık'ta gelişen halk hareketlerine emperyalizmin gücünü göstermek, korkutmak ve susturmaktır.

Çıkarları birbirinden farklı olan ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya gibi emperyalist güçler, sadece Gaddafi rejimini yıkmak için ortak hareket etmekteler. Rejim yıkıldıktan sonra aralarındaki çıkar kavgası şiddetlenecektir.
İsyancılar”ın esas görevi, Gaddafi güçlerini açık alanda savaşa çekmek olmuştur; böylece NATO, Gaddafi güçlerini havadan saldırılarla eritmiştir.

BM bildirgesi, sivil halkı korumak için “gerekli olan bütün araçların” kullanılmasını içeriyor. Ama Libya'da korunması bir yana halk, sürekli NATO bombardımanıyla katledilmiştir.
Libya'ya karşı savaşın itici gücü emperyalizmdir veya Gaddafi rejimini devirmek için halkın ayaklanması değil, NATO bombardımanı ve emperyalizmle işbirliği içinde olan “isyancılar” itici güç olmuştur.

Libya'ya karşı savaş, Lenin'in tanımladığı gibi “bütün alanlarda siyasi gericiliktir”; bu savaş mali sermayenin talancı amaçları için sürdürülmektedir, bir kısım burjuva medyanın bizzat tanımladığı gibi sermaye için “dipsiz zenginlik” oluşturmaktır. Böylece enerji tekellerinin yanı sıra bankalar ve başka sektörlerde tekeller de pay sahibi olacaklar.
Mutlaka taraf olmak gerekir mi? Evet. Ama nasıl? İki gerici güç arasındaki iktidar kavgasında taraf olunamaz. Sadece ve sadece halkın doğru talepleri; somutta da Libya halkının özgürlük ve demokrasi talepleri yanında yer almak gerekir. Peki bu güçlerden hangisi bu talepler için mücadele ediyor. Onu, emperyalist ülkelere, NATO'ya ve Bengazi muhalefetine Libya'da “devrim” yaptıranlara sormak gerekir. Gaddafi rejimi, ilk dönemlerindeki antiemperyalist, halkçı, sosyal özelliklerini son yıllarda tamamen kaybetmişti ve Libya halkına baskı ve zulümden başka vereceği bir şey yoktu. Aynı şekilde NATO bombardımanı gölgesinde iktidara gelen Bengazi muhalefetinin de Libya halkına vereceği bir şey yok. Bunların tarihi görevleri de Libya'yı emperyalist ülkelere peşkeş çekmek olacaktır.
--
*)Libya'da „sürekli devrimi“ başlatanların veya ilerletmesi gerekenlerin sınıfsal konumuna veya siyasi yapısına biraz yakından bakmak gerekir:
Libya'da „isyancılar“ın „Geçici Ulusal Konsey“ (NTC) önderliği, bu konseyin tam bileşimini geçen hafta açıkladı. Bu konsey, silahlı ayaklanmadan 10 gün sonra, 27 Şubatta oluşturuldu. Önceleri, Libya'daki bütün bölgeleri ve şehirleri temsil eden 31 kişiden oluşuyordu. Anlaşıldığı kadarıyla „isyancılar“ın kontrol etmedikleri bölge ve şehirler de temsil ediliyorlar. O zaman sadece -güvenlik nedeninden dolayı- 13 kişinin ismi açıklanmıştı.
Mustafa Abdül Celil, Gaddafi karşıtı veya „isyancılar“ı oluşturan bütün akımlar, gruplar tarafından resmen kabul edilen konsey başkanıdır. Bu Celil efendi kısa bir zaman öncesine kadar Gaddafi'nin adalet bakanıydı. Konseyin sözcüsü ve başkan yardımcısı Abdul Hafiz Ghoga'dır. Ghoga efendi Bengazi Barolar Birliği başkanıdır. Siyasi tutukluların savunmasını yapmakla tanınmıştır. Askeri ilişkilerde sorumlu olan da Ömar Al-Hariri'dir. Gaddafi'ye karşı darbe planının açığa çıkmasından sonra (1975) ölüme mahkum edilmiş, sonrasında cezası ömür boyu hapse çevrilmişti. İsyancılara katıldığında „göz hapsi“ndeydi. Ama bilinmeyen nedenlerden dolayı Konsey'deki görevinden alınmıştır.
Konsey'in dışişleri sorunlarında ve uluslararası bağlarında sorumlu olan Mahmud Cibril'dir. 1980-1985 arasında Pittsburgh Üniversitesinde (ABD) siyasal bilgiler ve stratejik iktisat planlaması eğitimi görmüş, sonrasında orada yıllarca eğitim görevlisi olarak çalışmıştır. Ayrıca, Amerikan denetiminde Arap ülkelerinde yönetici kadrolar için kurs programları geliştirmiştir. 1985'te Libya'ya dönen Cibril, kariyerinde oldukça hızlı yükselmiştir. Trablus'ta Amerikan elçiliğinin değerli bir muhatabı ve bilgilendiricisi olmuştur. Her iki ülke arasındaki sıkı ve her türlü ilişkilerde merkezi bir rol oynamıştır.

Cibril, aynı zamanda Sarkozy'nin de yakın arkadaşıdır. „İsyancılar“ın 23 Martta oluşturdukları Yürütme Konseyi'nin başkanıdır, yani bir nevi geçici hükümetin başbakanıdır.
Libya'daki kalkışma, Çauçesku rejiminin devrilmesini andırıyor. 1989'da revizyonist rejimin yıkılışına yol açan „ayaklanma“ CIA'nin örgütlediği bir provokasyonla başlamıştı. İşin ne denli örgütlü olduğuna dikkati çekmek istiyoruz. Libya'da „devrim“ de açık ki uzun zamandan beri itinalı bir biçimde planlanmış ve hazırlanmıştı. Gaddafi rejimine karşı gösterilerde daha baştan güç kullanma ön plandaydı ve bu gösteriler kısa zamanda silahlı ayaklanma biçimini aldı.
Ayaklanmanın daha ilk günlerinde anlaşmışcasına arka arkaya, bir dalga halinde istifalar başladı: İlk istifa eden Libya'nın Hindistan elçisi Ali Al Essawi'iydi (21 Şubat). Amerikan ve Batılı diplomatların çok iyi dostu olan Ali efendi, Çibril ile birlikte „isyancılar“ın „dış politika seyahat elçisi“ oldu.
21 Şubatta Adalet Bakanı Celil, bir gün sonra da İçişleri Bakanı general Abdül Fatah Junis efendi istifa etti ve aynı gün „isyancılar“a katıldı. 20 Şubatta göçmen sorunlarıyla ilgili bakan Ali Erişi efendi „isyancılar“a katılmıştı. Hükümet sözcüsü Muhammed Amer Bayu, Gaddafi'ye karşı mesafeli olduğunu 21 Şubatta açıkladı. Baş savcı Abdül-Rahman Al-Abbar ise 25 Şubatta istifasını açıkladı. 20-25 Şubat arasında çok sayıda Libya elçisi taraf değiştirdi.
İsyancılar“ın önde gelenlerinden Khalifa Haftar 1988’de CIA desteği ile kurulan Libya Ulusal Ordusu’nun kurucusu, CIA'nın yetiştirdiği has adamıdır. 28 Temmuzda Abdül Fatah Junis'in öldürülmesiyle önü tamamen açılmıştır.

Diplomatik ve siyasi alanda arka arkaya gelen istifalar ve böylesi durumlarda uluslararası alanda eşi görülmeyen kısa zamanda anlaşmalar; konsey oluşturulması, görevlerin sorunsuz dağılımı, Batılı emperyalist ülkelerle ilişkilerin hemen kurulması, birçok şeyin çok önceden hazırlanmış olduğunu göstermektedir. Özellikle o zamana kadar bir araya gelmeyen, getirilemeyen siyasi grupların adeta sorunsuzca aynı çatı altında toplanmaları dikkati çekicidir.