deneme

10 Nisan 2023 Pazartesi

ARAF’DA BEKLEYİŞ VE 2023 SEÇİMLERİ - CUMHUR İTTİFAKI – MİLLET İTTİFAKI!


CUMHUR İTTİFAKI – MİLLET İTTİFAKI!

ARAF’DA BEKLEYİŞ VE 2023 SEÇİMLERİ

ESKİ DÜNYA YOK OLUYOR, YENİSİ DE DAHA DOĞMADI

 

İzahı zor bir seçim sürecinden geçiyoruz. Kimin ne dediği belli değil, ama kimin ne dediği belli! Müttefiklik, ittifaklaşma ilişkileri hemen her gün yeni bir biçim alabiliyor. Dün söylenen bugün unutuluyor, “dün dündür bugün bugündür”e göre hareket ediliyor. Karşı devrim cephesinde ittifaklaşma ana hatlarıyla belli olsa da, en geniş anlamda “sol” bu belli oluşu belirsizleştirmek için elinden geleni yapıyor. Kendisinden, bağımsız var oluşundan, özne olma iddiasından vaz geçmiş, bütün derdi, kapağı Millet İttifakı’na atmaktan ibaret. Bunu henüz başaramamış olanlar da var. Kötünün içinde biraz “iyi” olan, kirlinin içinde biraz “temiz” olan aranıyor. Karşı devrim cephesini oluşturan Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı aynı kefeye konmuyor. Cumhur İttifakı’yla Millet İttifakı arasındaki fark, ilkinin faşist olmasına, ikincisinin de seçimi kazanması durumunda eski düzeni yeniden kuracağına, yani yaşanan faşizm, kurulacak ve yaşanacak olan faşizme indirgeniyor. Anlaşılmadıysa şöyle izah edeyim: Faşist diktatörlük koşullarında yaşıyoruz ve bu faşizmi “tek adam” rejimi, diktatörlüğü vs. diye tanımlıyoruz. Seçimi kazanması durumunda Millet İttifakı neyi yenide kuracağının sözünü veriyor, eski düzeni restore edeceğim diyor. Yani “tek adam” faşizminin yerine MGK-faşizmini yeniden kurumsallaştıracağım diyor. Açık ki, karşı devrimin bu her iki cephesi bize seçimlerde oyunu ya o faşizme veya da bu faşizme vereceksin diyor. Seçmene bir “orta yol” şansı dahi tanımıyor. Devrimci görünen küçük burjuva avanaklar da buna eşlik ediyorlar.

Tabii, bunu, her iki ittifak arasındaki farkın nicel mi, nitel mi olduğunu anlatmak oldukça zor. Şimdi iktidarıyla, muhalefetiyle, “sol”uyla, devrimcisiyle birlikte; yani hep birlikte Araf’da bekliyoruz. Bekliyoruz, çünkü seçim çalışması kimsenin umurunda değil. Seçim sürecine girildi, 14 Mayıs’a 40 günden daha az bir zaman kaldı, ama memlekette seçim havası yok. Sadece diktatör her fırsatı seçim propagandası için kullanırken Millet İttifakı ve EÖİ hala ince hesaplarla uğraşıyor, yani sandalye denklemleri kuruluyor, yıkılıyor, bir daha kuruluyor.

Aslında Araf’da kalmak diyalektiğe aykırıdır. Benim bildiğim Araf, gelişmenin durma noktasına geldiğinde tarafların toplu olarak başkalarının belirleyeceği yol ayrımına kadar beklediği yerdir. Dünyanın neredeyse bütün çelişkileri de dahil bu Araf Türkiye’nin kendisidir. 14 Mayıs’da bir şeylerin olacağını bekliyoruz. Düzenin değişeceğini, yaşamın eskisi gibi olmayacağını bekliyoruz. Düzeni değiştiren devrimci görünen küçük burjuva değil, değiştirmek için ne yaptığını seçmen bilmiyor. Sadece umut ya Cumhur İttifakı’na veya da Millet İttifakı’na bağlanmış. Kuzu kuzu değişimi bekliyoruz. Peki, değişimi yöneten kim? Araf’da üç belirleyici güç var: 1) Cumhur İttifakı; 2) Millet İttifakı 3) Emek ve Özgürlük İttifakı. Perspektifi belirleyen görüş açısıdır. Peki, bu üç gücün görüş açısı nedir ki, perspektifleri ne olsun?

Cumhur İttifakı:

Diktatör önderliğinde Cumhur İttifakı görüşünü açıkça söylüyor. Diktatör, seçimi kazanırsa “müesses nizam”ını kuracağını açıklıyor. Kazanamazsam “eserlerim” yıkılacak, eski Türkiye yeniden kurulacak diyor. Vaat ettiği Türkiye, tam kurumlaştıramadığı Hitler-vari “Führer-faşizmi”dir: Sermayeyi tek elde bütünleştirmek; ekonomiden toplumsal yaşamın her alanında (eğitim, spor, medya, kültür, etnik bütünlük vs) tam bir kontrol ve baskı sistemi oluşturmak. AKP devletleşti dediğimiz süreci tamamlamak ve parti-devlet bütünlüğünü sağlamak. Her türden muhalefeti (partiler, sendikalar, demokratik kurumlar, sermaye birlikleri vs.) sistematik olarak tepelemek, hizaya getirmek, sistemle aynılaştırmak, olmuyorsa yok etmek.

Yapabilir mi yapamaz mı bu ayrı bir tartışma konusu. Diktatör bu işin ümmetçilikle olamayacağını anlamış olduğu için, ümmetçiliği büyük bir dayanak olarak muhafaza ederek ırkçılık, şovenizm kılıcını çekti. Varacağı nokta nihayetinde Pan-Türkizmdir. Ürettikleri silahlara verilen isimler, örneğin “Kızılelma” vb. nedensiz değildir. Bu isimler de ideolojik yönü gösterir.

Diktatör, halkımıza güzel, mutlu gelecek vaat etmiyor, “mutlu gelecek” için savaşmak zorundayız diyor. Bu nedenle askeri-sanayi kompleksini; silahlanmayı yoğun bir şekilde teşvik ediyor.

Cumhur İttifakı için “ulusal güvenlik” mevcut çelişkilerden dolayı görünüşte ABD/NATO’ya karşı geliştirilmiş bir güvenlik anlayışıdır. Bu anlayış yarın başka güçlere (örneğin, Rusya) karşı da geliştirilebilir. Yani Türk burjuvazisinin “ulusal güvenlik” konsepti yayılmacılığın, emperyalist politikanın, silahlanmanın bir kılıfıdır.

Aslında bu “ulusal güvenlik” meselesi seçimde cepheleşmenin temel bir nedenidir; bu konuda karşı devrimin her iki cephesi arasında derin bir çelişki vardır; Millet İttifakı tamamen, sorgusuz sualsiz ABD/AB/NATO’ya teslimiyet derken, Cumhur İttifakı “ulusal güvenliği” Türk sermayesinin çıkarlarına göre örgütlemekten yanadır.

Bu nedenle Cumhur İttifakı, toplumu ve ekonomiyi diktatörün büyük savaşına, ilhak ve işgallerine hazırlayacak olan güçtür.

Uluslararası güçler dengesindeki gelişme göstermektedir ki, diktatör bu perspektifini ABD/AB/NATO karşıtlığıyla gerçekleştirebilir. Bunun böyle olup olmayacağını, seçimi kazanması durumunda göreceğiz. Amerikan jeopolitikası, Türkiye’yi kaybetmek istemez, ama aynı zamanda Türkiye’nin işgal ve oluşturmaya çalıştığı nüfuz alanlarında kendi çıkarlarından da vaz geçmez. ABD/AB/NATO ile ilişkilerinde diktatör sonunda ya şamar oğlanı olur veya da öbür tarafa (Çin-Rusya) yaslanarak kılıçları çeker.

Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanması demek Türkiye’nin bu sürece girmesi demektir.

Millet İttifakı:

Kılıçdaroğlu önderliğinde Millet İttifakı da açık konuşuyor. Batı’yla ilişkileri ve Türkiye’yi restore edeceğiz, yeniden düzenleyeceğiz diyor. Bu ne demek? Artık ağırlıkta veya yönsel olarak çelişkiye dönüşmüş ABD/AB/NATO ile Türkiye ilişkilerini eskiden olduğu gibi “dostça” ilişkilere dönüştüreceğiz deniyor. Bunu gerçekleştirebilmek için Türkiye’de eski müesses nizamın yeniden kurulması gerekir ve bunu kuracağız deniyor. Ancak burada bir sorun var. Uluslararası güçler dengesindeki değişime bağlı olarak ABD/AB/NATO’nun bugün istediği Türkiye, Millet İttifakı’nın yeniden inşa etmek istediği eski Türkiye, eski müesses nizam olmayabilir. Kesinlikle olmayacaktır da.

Bu durumda seçimi kazanması halinde Millet İttifakı, Türkiye’nin eski müesses nizamını değil de, doğrudan Amerikan jeopolitikasına hizmet edecek ve onun belirlediği çerçeveden bir daha çıkamayacak yeni bir müesses nizamı inşa etmek zorunda kalabilir. Dünkü Türkiye, Amerikan emperyalizminin dünkü jeopolitikasına hizmet ediyordu. Şimdiki Türkiye de Amerikan emperyalizminin şimdiki jeopolitikasına hizmet etmek zorundadır.

Kılıçdaroğlu’nun ABD’de yaptığı, “Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna'nın yanında yer almamız gerektiğini düşünüyoruz” açıklaması; Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı Ünal Çeviköz’ün, “Rusya’ya NATO üyesi olduğumuzu hatırlatacağız” açıklaması; İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Rusya’nın yayılmacılık tutkusu, Putin ile birlikte yeniden dirilmiş durumda. Bu şımarıklığa, bu hırsa daha fazla izin veremeyiz... Putin haddini aşmıştır. Vakit, boş laf değil, yaptırım vaktidir” açıklaması; DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın “Ukrayna halkının amasız ve fakatsız yanındayız. Hükümet Ukrayna için net bir tavır koyamadı" açıklaması Millet İttifakı seçimleri kazandığı durumda neyle karşı karşıya olacağımızı göstermektedir.

15 Temmuz 2016’nın rövanşı alınacak; Türkiye Ortadoğu’dan (Rojava-Güney Kürdistan), Kıbrıs’tan, Doğu Akdeniz’den, Libya’dan, Güney Kafkasya’dan çıkacak veya Amerikan çıkarları için var olacak. Boğazlar açılacak, Montrö delinecek, Karadeniz NATO gölüne dönüşecek, Orta Asya’daki faaliyet, Amerikan çıkarlarına hizmet edecek biçimde yeniden örgütlenecek.

Açık ki, böyle bir Türkiye, Rusya’yı Karadeniz’de çevreleyen, Rusya ile Amerikan çıkarları için savaşa hazır olan, Çin’in bölgemizden ötelenmesine doğrudan hizmet eden araç olacaktır.

Belki bu yeni Türkiye “demokratik” bir Türkiye olacaktır; eski Türkiye’nin faşist diktatörlüğü “demokrasi” sosuyla yeniden inşa edilecektir. Ne de olsa Amerikan emperyalizmi için demokrasi, Amerikan jeopolitikasına, Amerikan çıkarlarına hizmette kusur etmeme durumunda geçerlidir.

Ulusal güvenlik” de aynı çerçevede ele alınacaktır. 15 Temmuz darbe girişimine kadar Türkiye'nin ulusal güvenliği NATO’ya havale edilmişti. Bu “ulusal güvenlik” Amerikan “ulusal güvenliği”ne hizmetten, onun çıkarları için var olmaktan başka bir şey değildi. Şimdi, Millet İttifakı seçimleri kazanırsa Türkiye “ulusal güvenliği”ni yeniden NATO’ya devredecektir.

Batı’dan “aferin” almak, Londra’da “temiz sermaye” bulmak, IMF’den destek almak, yeniden NATO’nun “kıymetlisi” olmak kolay olmayacaktır. Batı; ABD/AB/NATO taleplerini ve ne yapılması gerektiğini en detaylı olarak teker teker sıralayacaktır ve bir daha elden kaçamayacak bir Türkiye inşa edecektir.

Millet İttifakı’ndan medet umanlar böyle bir gelecekle karşı karşıya kalacaklarını unutmamalılar.

Diktatörün yukarıda çerçevesini çıkardığımız Türkiye vizyonunu gerçekleştirmesi Millet İttifakı’nın bahsettiğimiz vizyonunu gerçekleştirmesinden daha zordur. Ama en azından karşı devrim cephesinin bu iki ittifakının ne istedikleri ve ne yapacakları belli.

Bu iki ittifakın seçim çalışması bağlamında ortada bir tuhaflık yok mu? Diktatör kesenin ağzını ardına kadar açmış, adeta para/müjde saçıyor. Diktatörde para da bol müjde de bol. Bütün sorunu buna indirgemiş.

Millet İttifakı’nın seçim propagandası diye bir sorunu yok. Öyle gözüküyor ki, kendinden emin bir biçimde bekliyor “gelecek olanı”!

Emek ve Özgürlük İttifakı:

Bileşenleri Millet İttifakı’nı destekleme-desteklememe bağlamında farklı hareket ettiği için ne umut bağlanan bir Üçüncü Cephe kurulabildi ne de EÖİ gerçeklik oldu. Bileşenlerinin bir kısmı (çoğunluğu) Millet İttifakı’nın kuyruğuna takıldı. Geriye kalan kısmı da ilkeli, devrimci bir tutum alarak Millet İttifakı’nı desteklemeyeceklerini açıkladı.

Örneğin ESP seçimlere ilişkin tutum açıklamasında diğer şeylerin yanı sıra şunu der: “14 Mayıs'ta yeni bir cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimine gidiyoruz. Sandığın bir tarafında faşist şef Erdoğan'ın merkezinde durduğu, canımıza, emeğimize, hatta ölümüze çöreklenmiş AKP-MHP faşist bloku var. Diğer tarafta CHP ve İYİP'in başını çektiği, rejimin sömürgeci ve işçi düşmanı karakterini aynıyla koruyarak, onu kısmi siyasal tadilattan geçirmeyi program edinen blok duruyor. Rejime ortak, birbirine muhalif bu iki burjuva blok, devleti kimin, nasıl yöneteceğine, sömürü ve savaş düzenini kimin sürdüreceğine karar vermemizi istiyor.”

EÖİ bileşenlerinin büyük çoğunluğu, Erdoğan gitsin, halkımız nefes alsında karar kıldığı için Millet İttifakı’nın yanında yer aldı. Ancak, Millet İttifakı’nın işçi sınıfı ve emekçilere AKP'den daha iyi bir yaşam sunmayacağı açıktır. İşbirlikçi Türk kapitalistlerinin (TÜSİAD), Avrupa Birliği ve ABD'nin desteğini alan bu ittifak, uluslararası, yabancı-yerli sermayeye; Amerikan hakimiyetinden başka bir şey olmayan “kurallara dayalı uluslararası düzen”e hizmet edecektir. “Rojava ve Suriye'de işgale devam edecek, Kürt halkını inkar ve imha çizgisini sürdürecek. Halklarımızın politik özgürlük taleplerine kulaklarını tıkayacak. Görüldüğü gibi her iki burjuva ittifak da halk düşmanı, kadın düşmanı ve Kürt düşmanı ittifaklardır. Cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu'nun sömürgeci faşist Türk devletini restore etmekten başka bir programı yoktur. Yüz yıllık TC tarihi Kürt halkımıza ve ezilenlere yoksulluk, zulüm ve katliamdan başka bir şey vermedi. Bundan sonra da verebileceği bir şey yoktur. O nedenle ne Erdoğan ne de Kılıçdaroğlu halklarımız için bir seçenek değildir.”

Sonuç: Artık kartlar açık.

EÖİ olayı bitti, dağıldı. Mİ’ye katılanlar da beklentilerini gizlemiyorlar. Örneğin Yeşil Sol Parti’nin 7 Nisan tarihli Tweet’inde “2. Sandıkta: Cumhurbaşkanı seçiminde faşizmi yıkacağız” açıklaması Millet İttifakı’ndan umudun ne olduğunu yeteri kadar ortaya koyuyor.

Ancak, Mİ’nin, kendisinden bekleneni yapacağının hiçbir garantisi yok ve olamaz da. Bu, bir türlü yıkılmayan, daha doğrusu yıkamadığımız Türk burjuvazisini hafife almak demektir.

Hal böyle olunca neden oradayızı anlamış değilim.

Karşı devrimin her iki cephesinin dünya jeopolitikasında; yeniden kutuplaşma sürecinde oynadığı rol öne çıkartılmaksızın bu seçim sürecinde seçim propagandası yapılacağını sanıyorsak fena halde yanılmış oluruz. Bu seçim, yıkılmakta olan ve kurulmakta olan dünya düzeninin bir yansımasıdır. Artık eski dünya yok olmak üzere, yenisi de daha doğmadı, ama bu altüst oluşta Türkiye’nin nerede duracağı çok önemlidir.

Türkiye şimdi Araf’da bekler durumunda. 14 Mayıs seçimleri bu durumu bir biçimde sonlandıracaktır. Eski dünya yok oluyor, yenisi de daha doğmadı. Eskinin yok olma ve yeninin doğma sürecini bugün için hızlandırabilecek tek güç Türkiye’dir. Nedeni çok basit. Bu anlayış, bu ve seçim bağlamında önceki yazlarda da var, ama yine de bahsedelim: ABD/AB/NATO’nun bölgemizde Rusya ve Çin’e (daha geniş anlamda ifade edersek İran’a da) karşı tek dayanağı Türkiye’dir. Karadeniz hattı ve Ortadoğu Türkiye olmaksızın savunulamaz; bu hatta Rusya çevrelenemez, Çin’in ilerleyişi durdurulamaz.

Ortadoğu’da Amerikan emperyalizmi ya kaçacak veya da yenilecek/boğulacak.  Ortadoğu’ya sanki bahar geliyor, hissedilebilir bir “barış” rüzgarı esiyor. Suriye’de güç dengesi hızla değişiyor. Türkiye, Rusya ve İran’ın oluşturduğu Astana sürecinin bileşenleri çoğalıyor. Suriye normalleşmesine Rusya’nın, Türkiye’nin ve İran’ın yanı sıra Suriye de katıldı. Çin de bu oluşuma gözlemci üye olmak istiyor.

Ortadoğu’da barış, arabuluculuk söz konusu olduğunda ortada ABD yok, Çin ve Rusya var. ABD Suudilere olmadık aşağılamayı, hakareti reva görürken Çin arabuluculuk yapıyor, barıştırıyor. Çin, S. Arabistan ve İran arasında arabuluculuk yaparken ABD alık alık bakıyor. Bu arabuluculuk yarın Yemen savaşının sonlanmasını da beraberinde getirebilir.

Ortadoğu’nun eskisi gibi olması, ABD’nin istediği gibi hareket etmesi artık pek mümkün değil. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’yu kaybedişini göreceğiz. İşin içine Çin de doğrudan müdahil olduğu için bu süreç hızlanacaktır.

Ortadoğu’da ABD’nin, kendi dünya düzeninin yıkılışını, yeni dünya düzeninin kuruluşunu seyredeceği günler uzak olmasa gerek.

Bir tarafta Çin-İran-S. Arabistan, diğer tarafta ABD. Bu güç dengesi Körfez jeopolitiğini de değiştirecektir.

Türkiye açısından Rojava’da yeni bir işgal hareketinin formatı değişti. Esas amaç ABD’nin kovulması olacak. Bunu Türkiye’de istiyor. Ancak, Rojava, Rojava olmaktan da çıkartılacak.

Ortadoğu’daki kaçınılmaz olan bu değişimi Kürt Özgürlük Hareketi de görmüyor olamaz.

Birçok makalede ve kitap çalışmasında Türkiye’nin Balkanlar-Ortadoğu-Kafkasya üçgeninin merkezinde yer aldığını ve kaçınılmaz olarak bu sahadaki gelişmelerden sadece etkilenmediğini, gelişmelere doğrudan müdahil olduğunu sürekli vurguladım. Şimdi bu üçgen üçgen olmaktan çıktı.

Üçgen çembere dönüştü:

-Ukrayna-Türkiye-Karadeniz-Hazar havzası bir yön.

-Güney Kafkasya (Türkiye-ABD/AB-Rusya-Çin-İran-Azerbaycan-Gürcistan-Ermenistan) ve Orta Asya’ya açılan kapı başka bir yön.

-Orta Asya (Rusya-Türkiye-Orta Asya Türk Cumhuriyetleri-Afganistan-Çin-ABD) başka bir yön.

-Balkanlar-Yunanistan-Türkiye-Ege Denizi-Doğu Akdeniz-Kıbrıs başka bir yön.

-Türkiye-Libya merkezli Kuzey Afrika-ABD-Rusya başka bir yön.

-Türkiye-İran-Irak-Suriye-S. Arabistan-BAE-Katar-daha aşağıda Yemen başka bir yön.

Ve bu çember içinde bir yandan “güler yüzlü”, sürekli “barış”tan bahseden, “barıştıran” Çin emperyalizmi...

Diğer yandan da kendi çıkarları için sürekli savaştıran Amerikan emperyalizmi...

Bu durumda ne olacak? Millet İttifakı seçimi kazanması halinde kaçınılmaz olarak bu çemberdeki savaşa müdahil olacaktır; NATO çerçevesinde veya dışında Amerikan çıkarları için Çin ve Rusya’ya karşı savaşacaktır. Ukrayna’nın başına gelen Türkiye’nin de başına gelecektir. Amerikan “demokrasisi”, “kurallara dayalı uluslararası düzen” bunu gerektirmektedir. Millet İttifakı seçimi kazanması halinde Türkiye, yeniden “kurallara dayalı uluslararası düzen”in üyesi olacaktır ve bu düzenin ön cephesinde ABD/AB/NATO adına Rusya ve Çin’e karşı savaşacaktır.

Cumhur İttifakı’nı desteklemek, diktatörün savaş programını desteklemek demektir. Diktatör bu savaşında ABD/AB/NATO’ya karşı olduğu oranda Rusya ve Çin’in desteğini alacaktır.

Bu seçimde karşı devrimin bu her iki cephesine karşı mücadele etmek “yalnız” kalmaksa, “yalnız” kalalım!

Bırakalım ne kadar “devrimci” kılığına bürünmüş küçük burjuva avanak varsa hepsi, demokrasi ve özgürlük özlemiyle Millet İttifakı’nın ardına dizilsin.