deneme

1 Mayıs 1996 Çarşamba

EMPERYALİSTLER ARASI İLİŞKİLERDE İKİ EĞİLİM VE GELİŞMENİN YÖNÜ



EMPERYALİSTLER ARASI İLİŞKİLERDE İKİ EĞİLİM VE GELİŞMENİN YÖNÜ

Kapitalizmin genel krizinin başlamasından bu yana emperyalist ülkeler arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkilerin önemli değişmelere uğradığım görüyoruz. ilk önemli değişmeye Ekim Devrimi'yle başlayan süreç neden olmuştu. Ekim Devrimi'yle başlayan süreç, sadece SB'de değil, uluslararası planda sosyalizmin yükselme, kapitalist dünyanın ise tarihi olarak gerileme süreciydi. Bu süreç, dünya pazarının ikiye bölünmesi ve bu bölünmüşlükten dolayı da kapitalist dünya pazarının daralması, kapitalist etkinliğin sınırlanması süreciydi.

SB'de modem revizyonistlerin iktidara gelmesinden sonra söz konusu sürecin sınıfsal karakteri değişmesine rağmen süreç, süreç olarak etkisini korumuştu. Yani dünya pazarının bölünmüşlüğü; kapitalist dünya pazarı -revizyonist dünya pazarı- devam etmişti. Ekim devrimiyle başlayan dönemde olduğu gibi, bu dönemde de emperyalist güçler arasındaki siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin değişmesinde sadece ve sadece kapitalist sisteme özgü yasallıklar belirleyici olmuyordu. Söz konusu ilişkilerin değişime uğramasında SB'nin sosyalist olduğu dönemde sosyalizmin, SB'de revizyonistlerin iktidara gelmelerinden sonra da revizyonizmin/sosyal emperyalizmin belirleyici etkisi olmuştur.

Revizyonist bloğun yıkılmasından sonra emperyalist güçler arasındaki siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin gelişmesin! belirleyen yeni koşullar gündeme gelmiştir ve kapitalizmin genel krizinin başlamasından bu yana emperyalist güçler arasındaki söz konuşu ilişkilerin değişime uğramasını ilk defa, salt kapitalist sisteme özgü yasallıklar belirlemektedir: Artık sistem olarak sosyalizm yok, artık sistem olarak revizyonizm yok, ve uluslararası komünist hareket henüz belirleyici bir güç olmaktan uzak. Bütün bu faktörlerin sahneden çekildiği günümüzde emperyalist ülkeler arasındaki siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin değişimini salt kapitalist sisteme özgü yasallıklarının bir ifadesi olan, kapitalizmin eşit olmayan siyasi ve ekonomik gelişme yasası; rekabet belirlemektedir.

Biz burada üç süreci ele aldık; Ekim Devrimi'nden Kruşçev revizyonistlerinin siyasi iktidarı gasp ettikleri ve SB'de sosyalizmin yıkılmaya başladığı zamana kadar olan dönem. Modem revizyonistlerin iktidara gelişlerinden revizyonist blokun yıkılışına kadar olan dönem ve revizyonist blokun yıkılmasından sonraki dönem.

Bu üç süreç içinde emperyalistler arası ilişkilerde esas itibariyle iki eğilimin belirleyici olduğunu görüyoruz. Söz konuşu süreçlerin her birinde somut tarihi koşullar, emperyalistler arası ilişkilerin hangi eğiliminin hakim olduğunu gösteriyor veya genel ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerin yönünü belirliyorlar.

Lenin şöyle diyor:
"... İki eğilim var: Bunlardan birisi bütün emperyalistlerin ittifakım kaçınılmaz yapıyor. Diğeri ise, bir emperyalisti diğerlerinin karsısına dikiyor. Hiçbirisi sağlam temele dayanmayan iki eğilim." (C. 27, s. 363. "Dış Politika Üzerine Rapor").

Demek oluyor ki;
a-Emperyalist ülkeler arasındaki ilişkiler, bütün emperyalist ülkeler arasında gerçekleştirilen bir ittifaka doğru gelişebiliyor.
 
"Bütün ülkelerin emperyalistlerinin genel ittifakı, ekonomik kapitalist ittifaka dayanan bu ittifak, dünya tarihinin birçok büyük, gözde kesitlerinin kanıtladığı gibi, anavatan tanımayan, sermayenin savunulması için doğal ve kaçınılmaz olan ittifak, emekçilere karsı ittifakın korunmasını, bütün ülkelerin kapitalistlerinin birliğinin korunmasını, anavatanın çıkarlarım, halkın çıkarlarından daha üstün tutan ittifak...

"Tabii ki bu ittifak, eskiden olduğu gibi, kapitalist sistemin sonuna kadar karsı konulamaz gücüyle kendini geçerli kılacak temel ekonomik eğilimi olarak kalacaktır." (Lenin; agk., s. 359/360)

b- Bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakını olanaksız kılan eğilim de var;

"Kapitalizmin bu temel eğiliminin (yukarıdaki alıntıda kastedilen eğilim -çn) bir istisnası... emperyalist savaşın, şimdi bütün dünyayı kendi aralarında paylaşmış olan emperyalist güçleri... birbirlerine düşman gruplara, düşman koalisyonlara bölmüş olmasıdır. Bu düşmanlık, bu mücadele, bu ölüm-kalım dalaşı, belli koşullarda bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakım olanaksız kılıyor" ve "bütün ülkelerin emperyalistlerinin genel ittifakı... politikanın itici gücü..." olmuyor. (Lenin; agk., s. 359,360,363)

Emperyalizmin tarihi, bu eğilimlerden hangisinin hangi nedenlerden dolayı esas yönü teşkil ettiğim, emperyalist ülkeler arasındaki ittifakların, hangi formda ve şiddette olursa olsun, emperyalist ülkeler arasındaki; çatışmaları, savaşları, rekabeti engelleyemediğini göstermektedir.
"Çünkü kapitalizm koşullarında sömürgelerin, çıkar ve nüfuz alanlarının vs. paylaşımı için katılanların gücünden, genel ekonomik, mali, askeri vb. gücünden başka bir şey düşünülemez. Ama katılanların gücü, dengesiz değişir. Çünkü kapitalizm koşullarında tek tek işletmelerin, tröstlerin, sanayi dallarının ve ülkelerin eşit bir gelişmesi olamaz." (Lenin, c. 22, s. 300, "Emperyalizm...")

Devamla Lenin şöyle der;
"Bunun için 'emperyalistler arası' veya 'ultra-emperyalist' ittifaklar, kapitalist gerçeklikte. .. hangi biçime bürünürlerse bürünsünler, ister bir emperyalist grubun bir başkasına karşı birleşmesi, ister bütün emperyalist devletleri kucaklayan genel bir ittifak olsun, bunlar, kaçınılmaz olarak, savaşlar arasındaki dönemlerde bir 'nefes alma' olmaktan başka bir şey değildir. Barışçıl itti-faklar, savaşlara zemin hazırlarlar-ve savaşlardan doğarlar, tek veya aynı temel üstünde dünya ekonomisinin ve dünya siyasetinin emperyalist bağ ve ilişkileri temeli üstünde barışçıl ve barışçıl olmayan mücadelenin değişken biçimlerim doğurarak bir ötekini koşullandırırlar" (Agk., s. 301).

Şimdi Lenin'in bu öğretişi ışığında söz konuşu eğilimlerin belirttiğimiz süreçlerin ilk ikisinde nasıl şekillendiklerini kısaca ele aldıktan sonra, günümüzde, son süreçte durumun ne olduğunu tespit edelim.

Ekim Devrimi'nin zaferi ve Rusya'nın, dünyanın altıda birinin kapitalist dünyadan kopması, geçici de olsa, emperyalistler arası ilişkilerde birlik eğilimim geliştirdi: Bunun en bariz örneği, bütün emperyalist ülkelerin Sovyet ülkesine karşı düzenledikleri ortak silahlı müdahaledir. Bu müdahalenin yanı sıra, Rus karşıdevrimci güçlerin desteklenmesidir.
Ekim Devrimi, emperyalistler arası ilişkilerde birleşme eğiliminin ön plana çıkmasına neden olmuştur.

Belirttiğimiz gibi bu, geçici bir durumu ifade ediyordu. Emperyalist güçlerin Sovyet ülkesine karşı düzenledikleri ortak silahlı mücadeleden sonuç alamamaları, keza destekledikleri karşıdevrimci güçlerin de Sovyet iktidarı tarafından yenilgiye uğratılması ve bu süreç içinde aynı emperyalist güçler arasında rekabetin, hegemonya mücadelesinin yeniden başlaması veya giderek keskinleşiyor olması emperyalistler arası ilişkilerin birlik eğilimim geri plana itmiş, birlik eğilimini olanaksız kılan eğilimi ön plana çıkartmıştır.

Görüyoruz ki, sonuç itibariyle, söz konuşu dönemde, emperyalist güçlerin dünyayı yeniden paylaşma mücadeleleri, Sovyet ülkesine karşı koalisyonlarından daha belirleyici olmuştur; onların politikalarına sosyalizme karşı ortak mücadele değil, rekabet, hakimiyet, dünya pazarlarım, hammadde kaynaklarım ve nüfuz alanlarım yeniden paylaşma yön vermiştir.
Lenin bu durumu şöyle ifade ediyordu.

"Şimdiye kadar, sadece, emperyalist güçler arasındaki derin anlaşmazlıktan dolayı, sadece bu anlaşmazlıkların tesadüfi parti içi anlaşmazlıklar olmadığından dolayı, bilakis, burada söz konuşu olanın emperyalist ülkelerin ekonomik çıkarlarının derin, kökü kazınamaz çatışma olmasından dolayı, muzaffer olabildik; sermaye ve toprağı olan özel mülkiyete dayanan emperyalist ülkeler, kaçınılmaz olarak böyle bir talan politikası gütmek zorundadırlar ve bunu yaparken de, Sovyet iktidarına karsı güçlerim birleştirme denemeleri verimsiz kalmıştır." (C. 31, s. 462, "VIII Bütün Rusya Sovyet Kongresi")

Bu, emperyalistler arası çelişkileri kavramanın ve yararlanmanın açık örneğidir. Lenin burada, emperyalistler arası ilişkilerde birleşme, koalisyonlaşma eğiliminin; Sovyet ülkesinin varlığından dolayı bir dönem güçlenen bu eğilimin yerini, emperyalistler arası rekabeti, hegemonya mücadelesini; birbirlerine karşı mücadeleyi ifade eden eğilime; "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakını" (Lenin), olanaksız kılan eğilime bıraktığım gösteriyor.

Yine Lenin'in belirttiği gibi, I. Dünya Savaşı boyunca emperyalist ülkeler birbirleriyle "meşgul"düler. Savaşan emperyalist gruplardan birisi (İngiltere, Fransa, ABD) diğerini (Almanya, Avusturya-Macaristan vs.) yenince, yenen taraf, yenilenleri de güdümüne alarak Sovyet ülkesini yok etmeyi esas hedef olarak görür. Ama belirttiğimiz nedenlerden dolayı da bu "haçlı seferi" yenilgiyle sonuçlanır. Görüyoruz ki, sadece bir kaç sene içinde, koşullar değiştiği için, emperyalistler arası ilişkilerin iki temel eğilimi sürekli değişmiştir. I. Dünya Savaşı boyunca, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı" mümkün olmamıştır. (Böyle bir koalisyonu dışla-yan eğilimin hakim olması); I. Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı" Sovyet ülkesine karşı silahlı müdahale formunda; bu ittifakla gerçekleşmiştir. (Böyle bir koalisyonu mümkün kılan eğilimin hakim olması); emperyalistler arası çıkarların/çelişkilerin, Sovyet ülkesine karşı silahlı müdahale formundaki ittifaktan daha ağır basması, bu ittifakın emperyalistler arası koalisyonu ifade eden eğilimin yerini, emperyalistler arası mücadeleye, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakım" olanaksız kılan eğilime bırakmasını beraberinde getirmiştir.

Bütün bunlar 1914-1920 döneminde söz konuşu olan gelişmelerdir.
Peki, her iki dünya savaşı arasında kalan süreçte emperyalistler arası ilişkilerin birbirine zıt bu iki eğiliminin gelişmesi nasıl olmuştu?

Bu süreç içinde kapitalist sistemin özünde var olan yasallıkların etkisi sonucunda, I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve 1919 Paris Anlaşması’yla -Versailles Anlaşması (1919)- hukuksal anlam kazanan "düzen" yavaş yavaş yıkılmaya başlamıştır. Çünkü kapitalizmde siyasi ve ekonomik eşit olmayan gelişme yasası sonucu yenik ve güçsüz düşen güçler (örneğin Almanya), yeniden gelişmişler ve pazarlar, hammadde ve nüfuz alanlarını yeniden paylaşma talebini yükseltmişlerdir. Faşist Almanya, müttefikleriyle birlikte dünya hakimiyetim gerçekleştirme planını uygulanmaya konmasının ifadesi olan II. Dünya Savaşı'nı başlatmıştır.

Bu süreçte söz konuşu eğilimlerden hangisi belirleyici olmuştur?
İngiltere, Fransa ve ABD, Alman emperyalizmini SB'ye karşı yöneltmek için desteklemişlerdi.
Ama, faşist Almanya'nın dünya hakimiyeti planı sadece SB ile sınırlı değildi. Yine 11,.ABD, Fransa ve İngiltere, Münih anlaşması ile faşist Almanya'ya saldırılması gereken yönü, alanı göstermişlerdir. Ne var ki, faşist Almanya, II. Dünya Savaşı'nı SB'ye saldırarak başlatmamıştır.

Bu dönemde "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı olanaksız kılan eğilim; emperyalistler arası ilişkilerin gelişmesinde, emperyalistler arası koalisyonu olanaksız kılan eğilim hakim olmuştur. Emperyalist ülkeler, sosyalist SB'ye karşı koalisyon kuramamışlar, tam tersine bir kısmı SB'nin yanında diğer bir kısmına karşı savaşacak kadar parçalanmışlardı. Burada da emperyalistler arası çelişkiler, SB'ye karşı "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı”nın kurulmasından daha ağır basmış ve böyle bir ittifakı olanaksız kılan eğilim hakim olmuştur.

Ekim Devrimi'nden günümüze kadar uzanan dönemin ilk sürecinde, Sovyet ülkesine karşı 14 ülkenin geçici olarak gerçekleştirdiği "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı mümkün kılan eğilimin kısa hakimiyeti dışında, bu ittifakı olanaksız kılan eğilim hakim olmuştur.

İkinci süreçte (II. Dünya Savaşı sonundan modem revizyonist bloğun yıkılışına kadar olan dönem) gelişme nasıldı? Bir de buna bakalım.

II. Dünya Savaşı'nda Alman faşizmi ve müttefikleri yenildiler, savaştan SB muzaffer olarak çıktı; sosyalizm uluslararası planda güçlendi. Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri kapitalist dünyadan koptular. Kapitalist dünyada ise Amerikan emperyalizmi hegemonyasını kurdu; öyle ki, diğer emperyalist ülkeler de dahil, bütün kapitalist dünyayı hegemonyası altına aldı, haraca bağladı.

II. Dünya Savaşı sonrasında dünya iki kampa bölünmüştü: SB önderliğinde sosyalist kamp ve ABD önderliğinde kapitalist kamp. Bu iki kamp/sistem arasındaki antagonist çelişki, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı mümkün kılan maddi temeli oluşturdu: Başka ülkelerin de kapitalist dünyadan kopması, kapitalist ülkelerde SB ve sosyalizmin muazzam prestiji, SB'nin artan enternasyonal otoritesi Amerikan emperyalizminin, yenik veya zayıf düşen emperyalist ülkeleri kendi güdümüne, siyasi, ekonomik ve askeri sultasına alarak sosyalist kampa karşı kapitalist cepheyi örgütlemesini zorunlu kıldı/kolaylaştırdı. Böylelikle, belirttiğimiz nedenlerle, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı" mümkün oldu; emperyalistler arası ilişkilerin birbirine zıt eğilimlerinden emperyalist koalisyonu, ittifakı mümkün kılan eğilim esas eğilim oldu. Diğer eğilim tali planda kaldı.

SB'de Kruşçev revizyonistlerinin siyasi; iktidarı gasp etmeleri ve proletarya diktatörlüğünü yıkarak, kapitalizmin restorasyon yolunu açmaları çelişkilerin mahiyetini değiştirdi, fakat bu kez de revizyonist kamp ile mevcut emperyalist kamp arasındaki çelişki yükseldi.

Modem revizyonist kampın dağılmasına (1989/90) kadar devam eden bu sürecin temel özelliği şöyleydi: Modem revizyonist kamp ile kapitalist kamp arasındaki çelişki, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı mümkün kılan belirleyici faktör olma özelliğim korurken, kapitalist kamp içinde; emperyalist koalisyonda, etkisini giderek gösteren çatlaklar belirmeye başladı; yeniden güçlenen her bir emperyalist ülke, ABD'nin boyunduruğuna karşı koymaya başladı. Böylelikle modem revizyonist bloka karşı, emperyalistler arası koalisyon devam ederken, bu koalisyonu oluşturan emperyalist ülkeler, kapitalist dünya pazarı, hammadde kaynakları ve nüfuz alanları üzerine rekabete giriştiler ve nihayetinde, kapitalist dünyada, ABD, AT ve Japonya merkezli üç ayrı, birbiriyle rekabet eden emperyalist güçler doğdu.

Modem revizyonist kamp dağılmasaydı, kendi içinde parçalarına ayrılan kapitalist kamp tamamen dağılır mıydı, dağılmaz mıydı, bu ayrı bir sorun. Ama her halükarda, modem revizyonist blokun dağılması, kapitalist kamptaki emperyalistler arası çelişkilerin daha şiddetli olarak açığa çıkmasını beraberinde getirdi; modern revizyonist blokun çöküşü, giderek etkisi zayıflamış olan "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı”nın yıkılma sürecini hızlandırdı; emperyalistler arası ilişkilerin gelişmesinde birbirine tamamen zıt olan temel iki eğilimden birisi olan birleştirici eğilim, giderek yerini "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı”nı olanaksız kılan eğilime bırakmaya başladı. Modem revizyonist blokun dağılmasından sonra dünya böyle bir sürece (üçüncü süreç) girdi.

Şimdi, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı zorunlu kılan, dolayısıyla bu ittifakı olanaklı hale getiren neden; önce sosyalist, sonra da modem revizyonist blok artık yok. Yani emperyalist koalisyonun maddi temeli ortadan kalktı, bununla birlikte de, birleştirici eğilimin maddi temeli ortada kalkmış oldu.

İçinde bulunduğumuz bu süreç, kapitalist dünyanın değişimim yaşadığı, söz konuşu eğilimlerin birisinden diğerine geçiyor olduğu süreçtir. Şimdi ve giderek daha şiddetli bir şekilde "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı olanaksız kılan eğilim hakim olmaya başlamıştır. Yani "emperyalistlerin genel ittifakı", artık, "politikanın itici gücü" (Lenin) olmaktan çıkmaya başlamıştır.

Emperyalizmin tarihinde, emperyalistlerin genel ittifakının, politikanın itici gücü olduğu iki süreç vardır: Bunlardan birincisi 14 kapitalist ülkeden oluşan emperyalist koalisyonun Sovyet ülkesine silahlı müdahalesidir. Bu süreçlerden ikincisi de II. Dünya Savaşı sonrasından, modem revizyonist blokun çöküşüne kadar devam eden süreçtir.

Modem revizyonist blokun dağılmasından sonra ortaya şöyle bir durum çıktı: "Bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı ifade eden "emperyalistlerin genel ittifakı"nın maddi koşulları ortadan kalkmasına ve "artık politikanın, itici gücü" olmaktan çıkmasına rağmen, "emperyalistlerin genel ittifakı”nı ifade eden, "politikanın itici gücü" olan bir dizi emperyalistler arası siyasi, ekonomik ve askeri koalisyonlar varlıklarım devam ettiriyorlar.

Şimdi bu koalisyonları ve "politikanın itici gücü" olacak muhtemel eğilimi; emperyalistler arası ilişkilerdeki eğilimi ele alalım:

II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan devletler arası koalisyonlara, dünya tarihinin hiçbir döneminde rastlanmamıştır. Emperyalist devletler, çok sayıda ve etkili koalisyonlar kurmuşlardır.

I. Dünya Savaşı'nda birbirlerine karşı savaşan ülkelerin oluşturdukları "itilaf devletleri" ve "ittifak devletleri", emperyalizmin tarihinde ilk koalisyonlaşmayı ifade ediyordu. Ve bu, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı değil, bütün ülkelerin emperyalistlerinin birbirleriyle savaşan iki ittifakını, iki koalisyonunu ifade eden bir durumdu.

Rusya'da Ekim Devrimi'nin zaferi, yenen, yenilen emperyalist ülkeleri birleştiriyor ve "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı" gerçekleşiyordu. 14 kapitalist/emperyalist ülke, emperyalizmin-kapitalizmin tarihinde ilk defa, Sovyet ülkesine karşı askeri müdahale formunda koalisyon kurmuş oluyorlardı.

Versailles Anlaşması, bir koalisyon değil, I. Dünya Savaşı'nda galip gelen ülkelerin, yenilenleri -özellikle Almanya'yı- boyunduruk altına alma anlaşmasıydı. Versailles Anlaşmasından II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar geçen süreç içinde söz konusu olan, Cenevre Konferansı (1922), Hoog Konferansı (1922), Washington Konferansı (1922), "Dörtlü Güç Paktı", "Dokuzlu Güç Paktı" (1922), Cenevre Konferansı (1922), Locarno Anlaşması (1925), Münih Anlaşması (1938), faşist devletler koalisyonu (Almanya, İtalya, Japonya) ve Anti-Hitler Koalisyonu, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı değil, çıkar ilişkilerinin yakınlaştırdığı çeşitli emperyalist ülkelerin birbirine karşı; koalisyon kuranların diğerlerini dışladığı ve bundan dolayı da emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin doğrudan yansıması olan anlaşmalardı/koalisyonlardı. Bunlara Ropallo Anlaşması’nı (1922), Lozan Anlaşmasını (1923), Küçük Antantı, Briand-Kellog Paktı'nı ve başka, bir dizi multi ve bilateral anlaşmaları da ekleyebiliriz. [Bu anlaşmaların bazılarına Sovyetler Birliği ya taraf olmuştur (örneğin Ropallo-Anti Hitler Koalisyonu), ya da katılmıştır (Örneğin Hoog Konferansı, Lozan Anlaşması). Yeri bu yazı olmadığı için tartışmasına girmiyoruz, ama her halükarda söylenmesi gereken, SB'nin bu anlaşmalarda ve konferanslarda bir emperyalist koalisyona karşı başka bir emperyalist koalisyonun yanında yer almadığıdır; sosyalizmin, uluslararası komünist işçi hareketinin, ulusal kurtuluş mücadelelerinin çıkarlarım savunduğudur.] Bütün bu anlaşmalar, kapsam ve etki bakımından II. Dünya Savaşı'ndan sonraki anlaşmalarla; koalisyonlarla karşılaştırılamayacak derecede kısa ömürlü ve etkisiz kalmıştır.

[Tam olmasa da bir istisnayı Milletler Cemiyeti (1919) oluşturuyordu. Bu cemiyet, çok sayıda ülkelerden oluşan bir koalisyondu. Bütün ülkeler tarafından değil, Almanya'ya karşı savaşmış olan ülkeler tarafından kurulmuştu.]

Bütün bu emperyalistler arası koalisyonlar, Sovyet ülkesine karşı silahlı müdahale koalisyonu hariç, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı olanaksız kılan eğilimi ifade ediyorlardı.

II. Dünya savaşı sonrasında kurulan ekonomik, siyasi ve askeri koalisyonlara gelince.

Burada söz konuşu olan, ICC (1919, Uluslararası Ticaret Odası); BIZ (1930, Uluslararası Ödemeyi Denkleştirme Bankası); IBRD (1944, Yeniden İnşa ve Gelişme için Uluslararası Banka-Dünya Bankası); IMF (1944, Uluslararası Para Fonu); BM (1945, Birleşmiş Milletler); GATT (1947, Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması); COCOM (1949, Doğu-Batı Ticaret Politikası İçin Koordinasyon Komisyonu); Paris Kulübü (1950'den beri toplanan alacaklı ülkelerin kurulu); EGKS (1952, Montan Birliği; Kömür ve Çelik için Avrupa Topluluğu); IMC (1954, Uluslararası Mali Konferans); EURATOM (1957, Avrupa Atom Topluluğu); EWG/EG/EU /1957, AET/AT/AB (şimdiki adıyla Avrupa Birliği); OECD (1961, Ekonomik İşbirliği ve Gelişme için Örgüt); EP (Avrupa Parlamentosu, AB'nin danışma ve kontrol organı); EMF (1972, Avrupa Menajer Forumu); ER (1974, AB üyesi devletlerin devlet, hükümet başkanları ve dışişleri bakanlarının toplantısı); EPZ (1973, Avrupa Siyasi İşbirliği); 30'lar Grubu (1978, ekonomi, bilim, politika sektörlerinden ve uluslararası örgütlerden maliye, özel banka ticareti, milli banka ve döviz ilişkileri alanlarında uzman şahsiyetlerden oluşan komisyon); EWS (1979, Avrupa Para Sistemi); IEA (1974, Avrupa Enerji Acenteliği); TK (1973, Triloteral Komisyon, ABD'nin Batı Avrupa ve Japonya'nın ekonomi, politik ve bilim dallarından seçkin 300 kadar temsilcilerinden oluşan komisyon); önde gelen kapitalist ülkelerin ekonomik zirve toplantısı (1975, "7'ler Zirvesi"); UF (1983, Uluslararası Mali İşler Kurumu); KSZD (1949, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü); BDT (1991, Bağımsız Devletler Topluluğu); NAFTA (1994 Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi); RGW (1949, SB'de revizyonistlerin iktidarı gasp etmesinden sonra kuruluş amacından sapan karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi) ve askeri alanda NATO (1949); WEU (1954, Batı Avrupa Birliği) ve Varşova Paktı (1955) gibi uluslararası koalisyonlardır. Bunların hepsini burada ele alırsak, makalenin kapsamı oldukça genişler ve ayrıca gereksiz de. Biz burada daha ziyade Avrupa merkezli veya Avrupa kıtasında etken olan önemli bazı emperyalist koalisyonları ele alarak II. Dünya Savaşı'ndan sonra ve revizyonist bloğun dağılmasından sonra "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı mümkün kılan ve olanaksız kılan, emperyalistler arası ilişkilerdeki iki temel eğilimin nasıl geliştiğim göstereceğiz.

 

NATO

4 Nisan 1949'da Washington'da Danimarka, Belçika, İngiltere, Fransa, İzlanda, Kanada, İtalya, Hollanda, Lüksemburg, Norveç, Portekiz ve ABD arasında kurulan Kuzey Atlantik Paktı'na 1952'de Türkiye ve Yunanistan, 1955'te Almanya ve 1982'de de İspanya katıldı. NATO'nun kuruluş amacı, sosyalist bloğa karşı mücadeledir. Antiemperyalist mücadele sonucu kurulan ulusal devletlere, ulusal kurtuluş hareketlerine karşı mücadele de NATO'nun kuruluş amaçlarındandır. NATO, kuruluşundan bu yana emperyalist savaş paktının çekirdeğim oluşturma özelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. NATO, ABD hakimiyetinde önemli emperyalist ülkelerin askeri bir koalisyonudur.

Varşova Paktı'nın ve SB'nin dağılmasından sonra, kuruluş nedeni, amacı ortadan kalkmış olduğu için NATO, meşruluk sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunu aşmak, yeni varlık nedeni kazanmak için NATO '90'lı yılların basında iki yeni göreve yönelmiştir; kooperatif güvenlik anlayışı ve üye ülke sınırları dışında da faaliyet. 20 Aralık 1991'de kurulan Kuzey Atlantik Kooperasyon Konseyi (KAKK) ve ilk defa Ekim 1993'te gündeme gelen "Barış için ortaklık" anlayışı NATO'ya meşruluk kazandırması gereken görevlerdir. NATO, bu iki yaklaşımıyla Doğu ve Orta Avrupa devletlerim veya Avrupa'nın eski Varşova Paktı ülkelerini, üyelik ve güvenlik sözü verilmeksizin kendine yaklaştırmayı becermiştir. Şimdi KAKK 38 üye devletten oluşmaktadır.

Rusya, barış için ortaklığa 21. üye olarak katılmıştır. (Haziran 1994).

Kuruluş nedeni ortadan kalkan NATO içindeki hakim iki eğilim bu paktı önemsizleştiriyor; Varşova Paktı dağılmadan öncel NATO, hemen hemen bütün önemli ülkelerin ittifakını oluşturuyordu. Şimdi bu ittifakın maddi nedeni kalmadığı için bu askeri koalisyonda ifadesini bulan "emperyalistlerin genel ittifakı", "politikanın itici gücü" olmaktan çıkıyor, emperyalistler arası ilişkilerin birleştirici eğilimi yerini, ittifakı olanaksız kılan eğilime bırakıyor. Varlık nedeni ortadan kalkan bu pakt içinde özellikle Almanya, Fransa bir tarafta, ABD ve İngiltere de öbür tarafta olmak üzere ortaya hegemonya çelişkileri çıkıyor ve bu çelişkiler, bu askeri emperyalist koalisyonu parçalama yönünde gelişiyor.

NATO'nun yeni görevlerle meşruluk kazanma cabası, onun yıkımım veya önemsizleşmesini hızlandırıyor. Şüphesiz, hangi formda olursa olsun, yeni üyelerle NATO'nun kapsamı genişliyor, ama bu genişleyen alan içinde NATO üyesi emperyalist ülkelerin hegemonya, nüfuz, pazar mücadelesi de artıyor. Dolayısıyla bu genişleme NATO üyesi emperyalist ülkelere, NATO'yu birbirlerine karşı emperyalist çıkarlarının ifade edildiği kürsü olarak kullanma olanağı vermekten öte fazla bir anlam taşımıyor. Diğer taraftan NATO'nun, üye ülkeler dışında aktif faaliyeti de, aktif faaliyetin gösterildiği alandaki emperyalist çıkarlar tarafından belirleniyor. Örneğin Yugoslavya.

Görüyoruz ki, sosyalist bloğa karşı hemen hemen "bütün emperyalistlerin ittifakının kaçınılmazlığını" (Lenin) ifade eden eğilimin somutlaşma formlarından birisi olan NATO; emperyalistler arası ilişkilerde birlik, ittifak eğiliminin ifadesi olan bu askeri koalisyon, kendini var eden nedenlerin ortadan kalkmasıyla "emperyalistlerin genel ittifakı" ve son bir iki senelik tecrübenin de gösterdiği gibi emperyalist "politikanın itici gücü" olmaktan çıkıyor.

O halde; kuruluşunda emperyalistler arası ilişkilerin birleştirici-koalisyoncu eğilimim ifade eden NATO, şimdi emperyalistler arası ilişkilerin birliğim ve koalisyonu olanaksız kılan eğilimi ifade ediyor.
Avrupa Birliği (AB)
AB, l Kasım 1993'te yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması temelinde kuruldu. AB'nin önceli Avrupa Topluluğu'dur (AT, 1967). AT'nin önceli de 1957'de kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Atom Topluluğu (1957) ve 1952'de kurulan Montan Birliği'dir (Kömür ve Çelik için Avrupa Topluluğu). Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan, İngiltere. Manda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Portekiz ve İspanya AB'yi oluşturan üye ülkelerdir. Avrupa Parlamentosu 1994 yılında, Finlandiya'yı, Norveç'i, Avusturya'yı ve İsviçre’yi aday üye olarak olarak kabul etti. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin üye olmaları şimdilik söz konuşu değil. Ama 1994'ten beri Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti ile birlik anlaşması; Estonya, Letonya ve Litvanya ile serbest ticaret anlaşması ve Rusya'nın da dahil olduğu başka bir dizi ülkeyle de ortaklık anlaşması ve kooperasyon ilişkileri mevcuttur.

AB, "Birliğin ve üye devletlerin güvenliğinin bütün formlarda güçlendirilmesi" anlayışına sahiptir.

Dolayısıyla, her ne kadar "BM Kartası'na göre barışın korunması"ndan, "enternasyonal işbirliğinin teşviki"nden, "temel özgürlüklere, insan haklarına saygı duyulması"ndan ve "hukuk devleti ve demokrasinin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi"nden bahsedilse de esas olan, bütün Avrupa'nın değil, AB'nin güvenliğidir. Yani AB, üyesi bu imtiyazlı ülkelerin güvenliği için adımlar atar, ama Avrupa'nın bütün ülkelerinin güvenliği için değil.

l Ocak 1994'te yürürlüğe giren anlaşmayla AB, Avrupa Ekonomik Alanı olarak genişlemişti (AT + 7 EFTA ülkesi). Bu, 379 milyon nüfuslu, dış ticareti (kendi dışındaki ülkelerle) 493 milyar, toplam ekonomik gücü 7.1 trilyon dolara varan bir alandır.

AB, emperyalist bir ittifaktır. Bu ittifak içinde Alman emperyalizminin ağırlığı belirleyicidir. Ama bu, birlik içinde yer alan emperyalist ülkeler arasında çelişkilerin olmadığı anlamına gelmemektedir. AB ve geniş anlamıyla AEA, çok sayıda ülkenin emperyalistlerinin ekonomik ittifakıdır. Koşulları olduğu için sermayenin enternasyonal birleşme eğilimi sonucu kurulan AB, kendini oluşturan emperyalist ülkeler arasındaki ilişkilerin/çelişkilerin gelişmesine paralel olarak şekillenmeye mahkumdur; bu emperyalist koalisyonu oluşturan emperyalist ülkelerin, dünya hakimiyeti planları, (hem tek tek ülke olarak, hem de ittifak formunda) ortaklığın, bu ekonomik koalisyonun devam ettirilmesini zorunlu kılıyorsa bu birlik devam edecektir. Şayet birliği oluşturan emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin gelişmesi, birliği, bu ekonomik koalisyonu parçalama yönünde olursa, AB parçalanacaktır. Nasıl ki, II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin hegemonyasına ebediyen evet demeyen, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Japonya ABD emperyalizmine rağmen bağımsız emperyalist güçler olarak gelişmişlerse, bugün AB içinde Alman emperyalizminin sultasına da birliğe üye hiçbir emperyalist ülke ebediyen evet demeyecektir. Dolayısıyla, bugün birçok "ülkenin emperyalistlerinin ittifakı"nı ifade eden AB'nin geleceği; emperyalistler arası ilişkilerde birlik eğilimini mi, yoksa birliği olanaksız kılan eğilimi mi temsil edeceğine bağlı olacaktır. Bu noktada da geleceği, Leninist emperyalizm teorisi temelinde anlayabiliriz; her ne kadar bugün AB formunda bir koalisyon içinde olsalar da, bu koalisyonu oluşturan "emperyalist güçler arasındaki çelişkiler... savaşa neden olacak" kadar gelişeceklerdir ve AB formundaki "emperyalistlerin genel ittifakı", "politikanın itici gücü" olmayacaktır (Lenin). Uzun bir zaman geçmemesine rağmen Maastricht Anlaşması’ndan sonraki gelişmeler bunu gösteriyor.

Bugün AB içinde birleştirici olan eğilim, NATO'da görüldüğü gibi hızlı olmasa da, yerini birleşmeyi, ittifakı olanaksız kılan eğilime bırakacaktır veya AB kendi askeri gücünü de kurarak, başka emperyalist güçlere karşı ittifak gücü olarak, dünya hakimiyeti için savaşacaktır.

Batı Avrupa Birliği (BAB)
II. Dünya Savaşı sonrasında emperyalist ülkelerin SB'ye karşı nasıl bir askeri ittifak içinde olacakları tartışılırken, ABD'nin fikri, bu işe önce Batı Avrupa başlasın şeklindeydi. Öyle de oldu. Fransa ve İngiltere arasında imzalanan Dünkirchen Anlaşması 'nın (1947) devamı olarak Mart 1948'de Brüksel'de Belçika, Fransa, İngiltere, Lüksemburg ve Hollanda tarafından düzenlenen konferansla Batı Avrupa Birliği'nin temeli atıldı. Bu birlik esas itibariyle SB'ye karşı kurulmuş askeri bir koalisyondu. Ama birliğin bu esas amacının gizlenmesi için Fransa'nın dayatmasıyla anlaşmada, "Alman saldırganlık politikasının yenilenmesine" karşı kurulmuştur formülasyonuna yer verildi. Kasım 1954'te imzalanan BAB anlaşmasına Belçika, Almanya, Fransa, İngiltere. İtalya, Lüksemburg ve Hollanda kurucu üye olarak katılmışlardı. Daha sonra 1990'da, İspanya ve Portekiz, AB'ye üyeliklerinden dolayı BAB üyesi olurlarken, 1992'.de Yunanistan geçici üye olarak kabul edilmiş ve yine aynı yılda BAB ile Türkiye, İzlanda ve Norveç arasında birlik üyeliği statüsü; Danimarka ve İrlanda ile de gözlemci statüsü kabul edilmiştir. Sonuç itibariyle NATO'nun bütün Avrupa üyeleri ya BAB üyeleridir, ya da onunla herhangi bir bağ içindedirler. NATO üyesi olarak BAB dışında sadece ABD ve Kanada kalmıştır.

Maastricht Anlaşması’yla o zamana kadar ölü, fonksiyonsuz olan BAB'a yeni anlamlar yüklenmiştir. Maastricht Anlaşması’yla bir taraftan BAB'a "Avrupa Birliği'ni savunma bileşeni", diğer taraftan da "NATO'nun Avrupa direği olarak inşa etme" görevini vermek için hukuksal ve siyasi temel atılmıştı. Böylelikle BAB'da son kertede hangi gücün karar vereceği belirsiz kalmıştır. Çünkü "Avrupa Birliği"ni savunma bileşeni olmakla BAB, AB'ye bağlanırken, "NATO'nun Avrupa direği" olmakla da NATO'ya bağlanmış oluyordu. Bu, geçici bir durumun ifadesidir. Çünkü, gerek NATO'daki gelişmeler ve gerekse de AB, BAB'ın nihai olarak hangi emperyalist güçlerin askeri bir koalisyonu olacağım gösterecektir.

Gelişmeler gösteriyor ki, BAB, Avrupalı emperyalistlerin, AB'nin askeri koalisyonu olma yönünde gelişecektir ve AB var olduğu müddetçe de bu böyle olacaktır. Çünkü birbiriyle kıyasıya rekabet eden ABD'nin ve AB'nin daha uzun bir müddet aynı askeri koalisyonda sorunsuz (çekişmesiz) bir arada olmaları veya AB ülkelerinin, NATO çerçevesinde de olsa ABD'nin sultasına evet demeleri gelişmenin diyalektiğine ters düşmektedir. Bunun için BAB'ın NATO'nun aksine, Avrupalı emperyalistlerin ve kapitalist ülkelerin askeri ittifakı olarak var olmasının maddi koşulları vardır ve bu koşullar, BAB'ın giderek güçlü bir askeri emperyalist koalisyon veya AB'nin askeri kanadı olmasını gündeme getiriyor.

Her halükarda, (gelişmeler ister bizim tespitimiz yönünde olsun, isterse de olmasın, bunun pek önemi yok) önemli olan, BAB'da Alman emperyalizminin yönlendirici olacağıdır. Avrupalı emperyalist ülkelerin asker koalisyonu olma özelliğinin ön plana çıkacağı ve bu temelde de BAB-NATO çelişkisinin gündeme geleceğidir ki, bu şimdiki formunda NATO'nun sonudur.

Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)
NATO, AB ve BABınm aksine BDT, SB'yi oluşturmuş ülkeler tarafından kurulmuştur. 8 Aralık 1991'de Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya ve Ukrayna tarafından kurulan BDT'ye 21 Aralık 1991'deki Alma Ata'daki toplantıda (resmi kuruluş toplantısı) Ermenistan, Azerbaycan, Moldavya, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan, Gürcistan ve Kırgızistan da katılmışlardır. Sadece üç Baltık devleti eski SB topraklarında kurulan bu yeni oluşuma katılmamıştır. Devletsel hükümranlığı karşılıklı tanımak, üye ülkelerin birbirlerinin iç işlerine
karışmaması, topraksal bütünlüğün/mevcut sınırların tanınması, sorunlarda zora başvurmama, nükleer silahlar üzerinde kolektif kontrol vs. BDT'nin temel amaçlarındandır.

BDT, çerçevesinde bir çok anlaşma yapılmıştır. "Stratejik Silahlı Güçler", "Sınır Güçleri", (1991); "Kolektif Güvenlik",'"Barış Gücü" (1992); "Anlaşmazlıkların Barışçıl Çözümü için Komisyon" (1994) yapılan anlaşmalara birer örnektir.

Şimdiye kadar ki BDT tecrübesi, yapılan anlaşmaların hiçbirinin pratiğe geçirilemediğini gösteriyor. Başka türlü de olamazdı. Çünkü BDT, çıkar ortaklığının, dolayısıyla gönüllü bir birliğin ifadesi değildir. BDT, Rusya dışındaki üye ülkeler için güvenliğin bir ifadesi değildir. BDT, Rusya Federasyonu'na ekonomik bağımlılığın ifadesidir. Rusya bu gerçeği biliyor ve bundan dolayı da BDT'yi, üye ülkeler üzerinde nüfuzunun, hegemonya mücadelesinin bir aracı olarak kullanmaya çalışıyor. Rus emperyalizmi, BDT'yi, bir nevi SB yapmaya çalışıyor. Rus emperyalizminin bu niyetim ve pratiğim diğer üye ülkeler de biliyorlar. Bunun içindir ki, BDT'nin toplantıları, bu toplantılarda alınan kararlar, pratikte geçersiz kalıyor.

BDT, birçok devletin oluşturduğu bir koalisyon karikatürüdür. Üye devletlerin Rusya Federasyonu'na ekonomik bağımlılıkları azaldıkça, bu ülkelerin Batılı emperyalist ülkelerle siyasi, ekonomik ve olası askeri ilişkileri arttıkça, Rusya'ya alınan tavrın hatları belirecektir ve BDT dağılacaktır. Veya Rus emperyalizmi darbelerle (Azerbaycan'da denediği gibi) kendi adamlarım iktidara getirerek ve/ya da bu ülkeleri işgal ederek "B"DT'yi ayakta tutacaktır. Rus emperyalizminin bu boyutlara varan bir müdahalesine dünya konjonktürü uygun değildir. Ve Batılı emperyalist ülkeler Rusya'da, Kafkasya ve Orta Asya'da çıkar/hegemonya peşinde koştukları müddetçe de Rus emperyalizmi böyle bir adım atmaktan çekinecektir.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİÖ)
Bu örgüt 1975'te 35 ülke tarafından kurulmuştur. Bugün 53 üyesi olan bu örgütte bütün Avrupa devletleri, ABD ve Kanada temsil ediliyorlar.

AGİÖ, Avrupa'da güvenliğin değil, güvensizliğin örgütü olarak kurulmuştur. AGİÖ, ABD ve SB'nin Avrupa'daki nüfuz alanlarının karşılıklı olarak tanınmasını sağlayan bir yapılanma olarak kurulmuştur: Dolayısıyla ABD ve SB, bu örgütle Avrupa'nın güvenliğim değil, kendi nüfuz alanlarının güvenliğim sağlamayı hedef almışlardır.

AGİÖ, kurulduğundan buyana "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı" olmaya, "emperyalistlerin genel ittifakı" olmaya en tipik örneği oluşturmaktadır.

Bu örgüt, "emperyalistlerin genel ittifakı" olmasına, emperyalistler arası ilişkilerde birlik, ittifak eğilimine en tipik örnek olmasına rağmen ya da böyle olduğu için, "politikanın itici gücü" olmaktan oldukça uzaktır. BDT dahi AGİÖ'den daha fonksiyoneldir.
Hemen hemen hiçbir yaptırımcı gücü olmadığından dolayı, emperyalistler arası çelişkiler, örneğin AB, NATO veya BM çerçevesinde açığa çıktığı sertlikte bu örgütte açığa çıkmamaktadır.

AGİÖ, eşitlik, zora başvurmama, sınırların dokunulmazlığı, sorunların barışçıl çözümü, iç işlere karışmama, insan haklarına, temel özgürlüklere, ulusların eşitliğine ve kendi kaderim tayin hakkına saygı vb. konularda siyasi niyet açıklaması yapmaktan Öte hiçbir "hukuksal" meşruluğu olmayan ve bundan dolayı da ciddiye alınmayan bir örgüttür.

Birleşmiş Milletler (BM)
BM, 26 Haziran 1945'te imzalanan ve 24 Ekim 1945'te yürürlüğe giren anlaşmayla kuruldu. Bu örgütün kurulmasında Anti-Hitler Koalisyonu ülkeleri olan SB, ABD, İngiltere inisiyatifçi olmuşlardır. BM, bağımsız ülkelerin, enternasyonal barışın, güvenliğin ve devletler arasında barışçıl işbirliğin geliştirilmesi için gönüllü birlik yapmaları temelinde kurulmuştu. Gerçekten kuruluşunun ilk yıllında, antisömürgeci, antiemperyalist mücadelelerin yükseldiği dönemde BM, kısmen de olsa ilerici rol oynamak zorunda kaldığı durumlar olmuştu. SB'de Kruşçev revizyonistlerinin siyasi iktidarı gasp etmelerinden; sonra kapitalizmi yeniden inşa yoluna girmesi, böylelikle BM'de kapitalist ve modem revizyonist/sosyal emperyalist kampların oluşması, iki süper güç olgusunun BM'ye yansıması, bu kuruluşu, kuruluş amacından tamamen uzaklaştırmıştır.

51 devlet tarafından kurulan BM'ye bugün 184 devlet üyedir. Modem revizyonist blokun dağılmasından sonra, tek süper güç olan ABD'nin güdümüne giren BM, son bir kaç yıl içinde dünya halklarının nezdinde beş para değeri olmayan bir konuma düşmüştür. Açık taraflılığıyla, el attığı hiçbir sorunu çözememesiyle tanınmış olan BM, SB'nin sosyalist olduğu dönemde birbirine tamamen zıt iki ayrı sistemi kendi çatışı altında bir araya getirirken, SB'de modem revizyonizmin iktidara gelmesinden sonra "bütün ülkelerin ittifakı", bütün ülkelerin genel ittifakı olmuştur. Bugün tamamen emperyalistler arası bir koalisyon olan BM, bu özelliğinden dolayı emperyalistler arası çelişkilerin hemen yansıdığı bir kürsüdür. Ve BM, emperyalistler arası ilişkilerde birlik/ittifak eğiliminin açık ifade edildiği devletler arası bir koalisyondur.
.
Bazı sonuçlar
Yukarıda ele aldığımız gibi, BM'yi de dahil edersek Avrupa'da altı enternasyonal örgüt kendi alanlarında faal. Bu haliyle Avrupa, emperyalist burjuvaların savunduğu gibi birleşmeye, sınırları yıkmaya doğru yol almıyor. Tam tersine, Avrupa'da bu altı örgüt birbiriyle rekabet eder durumda. NATO AB'ye karşı; NATO BAB'a karşı; BAB NATO'ya karşı; AB, BM'den ve BDT'den rahatsız; NATO, AB ve BAB, Rusya'ya ve de BDT'ye karşılar. NATO, BAB ve AB, Rusya'nın dahil olmadığı bir AGİÖ'ye karşı değiller.

Almanya, NATO üyesi ama ABD'ye karşı. Keza aynı durum Fransa için de geçerli. İngiltere, AB (şimdi çıktı), BAB ve NATO üyesi, ama taktiksel olarak ABD'ye yakın, istersek bu örgütlerin ve üyelerin birbiriyle olan çelişkilerim uzatabiliriz. Ama gereksiz.
Avrupa tarihinde bu denli kapsamlı, hepsi değilse de bir kısmı oldukça etken bu kadar çok örgütü hiçbir zaman bağrında toplamamıştı. Şimdiye kadar bu denli kapsamı, olan emperyalist koalisyonlar, ittifaklar görülmemişti.

Bütün bu koalisyonların, "emperyalistlerin genel ittifakı"nın maddi temelleri vardı. Bu maddi temeller II. Dünya Savaşı sonucunda esas itibariyle sosyalist kampla emperyalist/kapitalist kamp arasındaki mücadelenin şiddetlenmesinin bir sonucu olarak doğmuştu. Bu örgütlerin en önemlilerini şekillendiren bu iki sistem arasındaki çelişkiydi/mücadeleydi. Bu çelişki ve mücadele, diğer etkenlerle birlikte, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı, "emperyalistlerin genel ittifakı"nı mümkün kılıyor, emperyalistler arasındaki ilişkilerin gelişmesinde birlikçi/ittifakçı eğilim "politikanın itici gücü" oluyordu.

Sosyalist sistemin yıkılması ve modem revizyonist sistemin kurulmasından sonra da meselenin özünde hiçbir şey değişmemiştir.

Almanya ve Japonya gibi emperyalist ülkelerin, Alman emperyalizminin, başını çektiği AB'nin, ABD emperyalizmi ile dünya hegemonyası için mücadele edecek boyutlarda gelişmeleri ve 1989/90 döneminde de revizyonist blokun yıkılması, söz konuşu bu emperyalist koalisyonların (BM hariç) varoluş koşullarını ortadan kaldırıyordu.

Varoluş koşulları ortada kalkan örgütlenmelerin dağılmasına en radikal örneği Varşova Paktı ve Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi (1949, Comecon) oluşturmaktadır.

SB'de revizyonizmin iktidarı gasp etmesinden sonra, kuruluş amaçlarından saptırılan bu örgütler, Sovyet modem revizyonizminin/sosyal emperyalizminin yeni sömürgeci, hegemonyacı çıkarlarım koruyan kuruluşlara dönüşmüşlerdi. SB'nin dağılmasıyla da bu örgütlere üye ülkeleri bir arada tutan koşullar ortadan kalkınca onların çözülmesi de sancısız, kısa sürede ve radikal olarak gerçekleşmiştir.

Birbirleriyle dünya hegemonyası için artık açıktan mücadele veren güçler, örneğin ABD ve Almanya (veya Almanya güdümünde AB) daha ne kadar aynı askeri koalisyonda beraber olabilirler? Bu beraberliğin sona ermesinin artık bir zaman meselesi olduğu sürece girilmiştir.

Bugün NATO'nun varlığını meşrulaştıracak bir neden olsa dahi, NATO'nun mevcut yapısıyla varlığını sürdürmesi olanaksızdır. Çünkü, NATO içindeki emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki çelişkiler, ittifakı gerekli kılan nedenden daha güçlüdür. Bugün NATO'yu meşrulaştıran bir neden olsaydı da, emperyalist ülkelerin bu askeri koalisyondaki beraberliklerinin son bulmasının bir zaman meselesi olduğu sürece girmiş olacaktık. (Sovyet ülkesine karşı 14 ülkenin askeri müdahalesini hatırlayalım).

Revizyonist blokun dağılmasından sonra, bu dağılmayla birlikte kapitalizmin genel krizinin dördüncü aşamasına geçilmesiyle emperyalistler arasındaki ilişkilerin gelişme seyri giderek değişmeye başlamıştır. Henüz başında olduğumuz bu süreç, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakını", "emperyalistlerin genel ittifakı"nı mümkün kılan eğilimin, artık o "nefes alma" döneminin, "iki savaş arasındaki” dönemin yerini emperyalist koalisyonları, "bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı olanaksız kılan eğilime bıraktığı süreçtir. Bu vurgulardan çok yakın bir gelecekte yeni bir emperyalist dünya savaşının patlayacağı sonucunu mu çıkarmak gerekiyor? Hayır. Söylenen şudur:

Emperyalistler arası ilişkiler/çelişkiler, artık "emperyalistlerin genel ittifakı"nı geçersiz kılan derinlik ve kapsamda yeni bir sürece girmiştir. Bu süreç, dünyayı yeniden paylaşmak için, çıkarları aynı olan güçlerin yeni ittifaklar, koalisyonlar kurma doğrultusunda adım attıkları bir süreçtir. Lenin'in dediği gibi "barışçıl ittifaklar savaşlara zemin hazırlarlar ve savaşlardan doğarlar". Öyle de oluyor. Belirttiğimiz ittifakların hepsi II. Dünya Savaşının sonuçlarıdır ve uzun bir "nefes alma" dönemini ifade ettiler. Artık bu "nefes alma" yerini, yeni savaşçı gelişmelerin alacağı döneme bırakmaktadır.

Artık hiçbir güç Alman emperyalizmini ABD'nin güdümüne sokamaz. Artık hiçbir güç Japon emperyalizmini ABD'nin hegemonyasına sokamaz. ABD, NAFTA'sını kurmuş, Alman emperyalizmi AB'yi kurmuş, Japonya da Pasifik bölgesinde boş durmuyor.
Bu ekonomik birlikler, bu alanların nihai olarak paylaşılmış oldukları anlamına asla gelmiyor. Bu alanların ötesinde emperyalist rekabetin bölgesel savaşlarla sürdürüldüğü alanlar da var: Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya. Orta Asya da bu gelişmelere gebe.

Dünya, emperyalistlerin kartlarını yeniden karıştırdıkları bir sürece girdi: Emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesinin ve kapsamlaşmasının ifadesi olan bu süreçte emperyalist ülkeler arasında yeni düşmanlıklar doğacak, dünya hegemonyası için ölüm kalım savaşına doğru gidilecektir. Kapitalist/emperyalist dünya çıkarları taktiksel olarak aynı olan güçlere/koalisyonlara bölünecektir. Bu bölünme nasıl somutlaşır, bunu bilmiyoruz, ama savaşmak için, dünyayı yeniden paylaşmak veya mevcut paylaşılmışlığı korumak için yeni koalisyonlaşmada ABD, Almanya, Japonya ve Rusya belirleyici rol oynayacaklardır. (Bu ülkelere Çin'i de katabiliriz.)

Bütün gelişmeler, yukarıda tanımladığımız emperyalistler arası ilişkilerde iki temel' eğilimden, birleştirici olanın hakim olduğu süreçten çıktığını ve Lenin'in bir istisnai dediği eğilimin giderek ağır basacağı/basıyor olduğu sürece girdiğimizi gösteriyorlar. Bu eğilimi Lenin şöyle tanımlıyordu.

"Kapitalizmin bu eğiliminin (birleştirici eğilim -çn) bir istisnası... emperyalist savaşın, şimdi bütün dünyayı kendi aralarında paylaşmış olan emperyalist güçleri... birbirlerine düşman gruplara, düşman koalisyonlara bölmüş olmasıdır. Bu düşmanlık, bu mücadele, bu ölüm-kalım dalaşı, belli koşullarda bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakını olanaksız kılıyor" ve "bütün ülkelerin emperyalistlerinin genel ittifakı... politikanın itici gücü..." olmuyor.

Kapitalizmin genel krizinin dördüncü aşaması (revizyonist blokun dağılması, emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesi, dünya pazarının yeniden bütünleşmesi) böyle bir sürece girildiğinin açık ifadesidir. Bu sürecin sonucu, ya emperyalist savaştır, ya da emperyalist savaşı önleyecek devrimdir.
Üçüncü bir yol yoktur.

Proleter Doğrultu, Sayı 5, Mayıs - Haziran 1996