TÜRKİYE
EKONOMİSİNDE TOPLUMSAL TOPLAM
ÜRÜN
VE
ULUSAL GELİR HESAPLAMALARI
1-Burjuva
Politik Ekonomi Açısından
Her
toplumsal sınıfın; her üretim biçiminin kendine özgü bir
politik ekonomisi vardır. Ve her bir politik ekonomide, ekonominin
gelişme seyrini gösteren kıstaslarda da belli farklılıklar söz
konusudur. Örneğin kapitalizmde –burjuva politik ekonomide–
ekonominin gelişme seyrini gösteren bir dizi kıstas, hakim sınıf
olan burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder. Burjuvazi,
rakamlarla/verilerle oynamanın ötesinde, ekonominin gelişme
seyrini ele veren göstergeleri kendi sınıfsal çıkarına hizmet
edecek bir şekilde düzenler. Bu türden bir düzenlemeyi Toplumsal
Toplam Ürün (TTÜ) ve Ulusal Gelir (UG) hesaplamalarında da
görmekteyiz.
TTÜ,
burjuva politik ekonomide Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) diye
tanımlanır. Nedir bu TTÜ veya GSMH veya da; burjuva ve
Marksist-leninist politik ekonomi açısından TTÜ, GSMH ve UG ne
anlama gelirler? Sorunu Türkiye ekonomisi somutunda ele almadan önce
bu kavramların tanımlamasını yapalım.
Birkaç
tanımlama örneği.
"Gayri
Safi Milli Hasılası, bir ulus tarafından belli bir devre
(genellikle bir yıl) içinde üretilen nihai (yani tekrar
satılamayan) mal ve hizmetlerin piyasa fiyatına göre hesaplanan
kıymetine eşittir." (Doç. Dr. Dündar Sağlam, "Türkiye
Ekonomisi Yapısı ve Temel Sorunları", 1976, Ankara, s. 98)
Dr.
Sağlam, UG'yi de şöyle tanımlıyor; "Milli geliri bir
ülkede belli bir dönemde (genellikle bir yıl içinde) mal ve
hizmetler üretiminden doğan üretim faktörleri gelirlerinin toplam
parasal değeri olarak tanımlamak mümkündür." (Agk., s.
94)
Dr.
Haluk Cillov ulusal geliri şöyle tanımlıyor:
"Milli
gelir, muhtelif iktisadi sektörlerin, istihsale (üretime) ilave
ettikleri net kıymeti veya ekonomi dahilinde faaliyette bulunan
muhtelif (çeşitli) istihsal (üretim) amillerinin (faktörlerinin)
istihsalleri mukabilinde (karşılığında) elde ettikleri
gelirlerin mecmu (toplam) kıymetini ifade eder. Yani milli gelir,
istihsal amillerinin, sermaye ve teşebbüsün (girişimin) ücret,
kar, faiz ve rant şeklinde elde ettikleri gelirlerin toplamıdır."
("Türkiye Ekonomisi, İstanbul 1970, s. 113, parantez
içinde Türkçeleştirme bize ait).
Bu
tanımlama birkaç sayfa sonra aşağıdaki gibi ifade ediliyor.
"Milli
gelir, belirli bir yılda çeşitli iktisadi faaliyet dallarında
istihsal edilen mal ve hizmetler.." (s. 117)
H.
Cillov, GSMH'yı da şöyle tanımlıyor;
"...Bir
ülkede üretilen toplam mal ve hizmetlerin piyasa fiyatı ile
değeri, GSMH rakamını vermektedir." (Agk., s. 120).
Başka
bir örnek;
"Belli
bir yılda çeşitli ekonomik faaliyet dallarında üretilen mal ve
hizmetler, o yılın cari fiyatlarıyla çarpılmak suretiyle
Türkiye'nin yurt içi geliri hesaplanmıştır. Bu rakama, dış
alım gelirleri ilave edilince, piyasadaki cari fiyatlarla Türkiye
Milli Geliri'ne ulaşılır." (Prof. Dr. Koray Başal,
"Türkiye Ekonomisi", 1994, İzmir, s. 64)
"Üretim
yönünden milli gelir,..rakam bir ülkede tarım, sanayi, ticaret ve
diğer sektörlerde gelirin doğuşu sırasında...hesaplanmaktadır."
(Agk., s.62).
Prof.
Dr. Kenan Gürtan'ın ulusal gelir tanımlaması da şöyle;
"Milli
gelir, bir yıl zarfındaki milli üretimin, yani beşeri
ihtiyaçların tatminine elverişli...mal ve hizmetlerin topyekün
nakti ifadesi olmaktadır." ("Türkiye'nin Ekonomik
Yapı Problemleri", C. I, İstanbul 1984, s. 104)
"Gayri
Safi Milli Hasıla... muayyen bir devre (yıl) zarfında milli
ekonomide istihsal edilen mal ve hizmetlerin (katma değerlerin)
piyasa fiyatı ile ifade edilmiş topyekün nakti kıymetidir"
(Agk., s. 132).
Prof.
Dr. Sabri F. Ülgener'in tanımı;
"Milli
gelir,...bir milleti meydana getiren fertlerin belli bir dönemde
(genellikle bir yıl içinde) yarattıkları mal ve hizmetlerin
toplam değeri olarak tarif edilmiştir" ("Milli
Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme", İstanbul, 6. baskı,
baskı tarihi belirsiz, s. 20).
"Gayri
Safi Milli Hasıla,...millet ekonomisinin bir devre (yıl) zarfında
iktisadi faaliyetlerinin sonucunu,...ham (brutte) şeklinde, yani
istihsal teçhizatında aşınma ve eskimeye göre herhangi bir
indirme yapılmadan o yıl meydana getirilmiş mal ve hizmetlerin
toplamı halinde gözönüne alınır....Bahis konusu
mallar,...bilcümle tüketim malları, kapital mallar ve
hizmetlerdir." (Agk., s.25).
Orhan
Hançerlioğlu'nun tanımı;
"Gayri
Safi Milli Hasıla, …bir ulusun bir yıl içinde ürettiği mal ve
hizmetlerin fiyatlarla dile getirilen değerlerinin toplamı... Bir
ulusun üretebildiği bütün mal ve hizmetler bu deyimin kapsamı
içindedir" ("Ekonomi Sözlüğü", Aralık 1995,
s. 228).
"Ulusal
gelir, ...çağdaş anamalcı (kapitalist-PD) ekonomiciler bu iki
alana (tarım ve sanayi) karşılığında ücret ödenen bütün
hizmetleri de katmaktadırlar." (Agk., s. 439)
Orhan
Hançerlioğlu, sözlükleri Türkiye'de yaygın kullanılan bir
yazar. Diğerleri ise, Türkiye üniversitelerinde hocalık yapmış
olan veya hala hoca olan profesörler. Bütün bu ve bahsetmediğimiz
daha bir dizi yazar-Prof. Anadolu coğrafyasında burjuva politik
ekonomiyi akademik anlamda da olsa yaygınlaştıran ve
yüksekokullarda öğreten unsurlardır. Bu yazarların yukarıya
aktardığımız anlayışları, her ne kadar, kendi başlarına
birer kişisel tanımlamalarsa da, bir bütün olarak burjuva politik
ekonominin yansıtılmasıdır. Aynı kavrayış devletin resmi
kurumları olan "DPT" ve "DİE"de de hakimdir.
Bu
tanımlamalardan esas olan, maddi değerlerin üretim değerinin
yanısıra hizmet sektörünün de GSMH ve UG hesaplarına
katılmasıdır. Bu tanımlamalardan hareketle varılan sonuç şudur;
hizmet sektöründe de değer üretilmektedir. Bu, açıkça, böyle
ifade edilmese de varılan sonuç böyledir. Nihayetinde sözkonusu
olan bir ulusun bir yıl içinde ürettiği gelirlerin toplamıdır
ve bu toplam içinde hizmet sektörü de gelir üreten bir bileşim
olarak görülmektedir.
Yukarıya
aktardığımız tanımlamalarda önemli bir kargaşa yok. Düşünülen,
açık ve net olarak ifade ediliyor. Esas kavram kargaşası, ulusal
gelir ve "Safi milli hasıla" tanımlamalarında kendisini
gösteriyor.
Bunu
göstermek için yine yukardaki yazar-alıntı sıralamasına göre
hareket edelim:
Dündar
Sağlam:
"Milli
geliri, bir ülkede belli bir dönemde... mal ve hizmetler
üretiminden doğan üretim faktörleri gelirlerinin toplam parasal
değeri olarak tanımlamak mümkündür." (Agk., s. 94)
"Safi
Milli Hasıla (SMH)=
GSMH.- Amortisman miktarı (A)" :SMH=GSMH- A.
"Safi
Milli Hasıla'dan, dolaylı vergiler düşüldükten sonra, üretim
faktörü sahiplerinin o yıl hizmetleri karşılığı elde
ettikleri gelirin toplamı, milli geliri teşkil eder. Bir memlekette
mevcut işletmelerin belli bir devre (genellikle bir yıl) içinde
üretim faktörü sahiplerine sağladıkları ücret, maaş, faiz,
kira, rant, kar, temettü gibi gelirler toplandığı zaman milli
gelir elde edilir" (Agk., s. 99).
Sayfa
94'teki milli gelir tanımlamasında SMH; GSMH ayrımı yapılmıyor.
Bu tanımlama, bu haliyle GSMH'yı milli gelir ile eş anlamlı
olarak ele alıyor.
Sayfa
99'daki tanımlamada ise 94. sayfadaki tanımlama kavram olarak
daraltılıyor, doğru olarak Ulusal Gelir SMH ile eş anlamlı ele
alınıyor ve SMH(UG)=GSMH-A deniyor. Ama bu SMH içinde maaşlara,
ticaret kârlarına, temettüye yer veriliyor. Yani maddi değerlerin
yaratılmadığı alanlardaki gelirlere hal böyle olmasına rağmen
yazar, Milli geliri tanımladığı paragrafın hemen altında şöyle
diyor: "Üretken faaliyetin karşılığı olmayan gelirler
bu kavrama (Milli gelir kavramı kastediliyor-PD) dahil
değildir." (Agk., s. 99) Yazar, ticaret sektörünü,
anlaşılan o ki, "üretken faaliyet" alanı olarak görüyor
ve bu alandaki gelirleri de milli gelirden sayıyor. (Bkb, s.
110-111). Ortaya çıkan durum şu; yazar, her ne kadar, doğru
olarak "üretken faaliyet"ten, SMH=GSMH-A’ dan bahsetse
de, burjuva politik ekonomi anlayışına sadık kalarak maddi
değerlerin üretilmediği alanları da GSMH ve UG hesaplamasına
katıyor ve yukarıya aktardığımız gibi kavramları birbirine
karıştırıyor, çelişik tanımlama yapıyor ve GSMH-MG ayrımına
pek önem vermiyor.
Haluk
Cillov;
"Belirli
bir yılda çeşitli iktisadi faaliyet dallarında istihsal edilen
mal ve hizmetler, o yılın cari fiyatlarıyla çarpılmak suretiyle
Türkiye'nin yurt içi geliri hesaplanmıştır. Bu rakama dış alan
gelirleri ilave edilince, piyasadaki cari fiyatlarla Türkiye Milli
Geliri'ne (Safi Milli Hasıla) ulaşılır." (Agk., s.117)
Bu
tanımlamaya göre, ülke içindeki üretime "dış alan
gelirleri ilave edilince ... Safi Milli Hasıla" elde
ediliyor. Yazar iki sayfa sonra başka bir tanımlama yapıyor:
"Bir
ülkede çeşitli üretim dallarında yaratılan gelirlerin
toplamı,...'milli gelir' rakamını vermektedir. Buna ülke
içerisinde ödenen vasıtalı vergiler ile üretime katılan
istihsal vasıtalarının amortisman (eskime ve aşınma) payını
ilave edersek 'piyasa fiyatlarına göre hesaplanmış gayri safi
milli hasıla' rakamını elde ederiz." (Agk., s.119)
Sayfa
119'daki milli gelir tanımında "dış alan gelirleri"nden
bahsedilmiyor. Ve aynı yerde GSMH tanımına amortisman payının
-bu doğrudur- yanısıra vasıtalı vergiler de dahil ediliyor.
Bu
da H. Cillov'a özgü bir tanımlama.
Koray
Başal;
-"Bir
ülkede çeşitli üretim dallarında yaratılan gelirlerin toplam,
milli gelir rakamlarını vermektedir. Buna ülke içinde ödenen
vasıtalı vergiler ile üretime katılan üretim vasıtalarının
amortisman payını ilave edersek, piyasa fiyatlarına göre
hesaplanmış Gayri Safi Milli Hasıla rakamını elde ederiz."
(Agk., s.67)
H.
Cillov ile K. Başal'ın tanımlamaları hemen hemen aynı. (Bkz. H.
Cillov, s.119, K. Başal, s. 67)
-"Belli
bir yılda çeşitli ekonomik faaliyet dallarında üretilen mal ve
hizmetler, o yılın, cari fiyatlarıyla çarpılmak suretiyle
Türkiye'nin yurt içi geliri hesaplanmıştır. Bu rakama, dış
alım gelirleri ilave edilince, piyasadaki cari fiyatlarla Türkiye
milli gelirine ulaşılır." (K. Başal, Agk., s.64).
Bu
tanımlamada H. Cillov'ın tanımlamasının tıpa tıp aynısıdır.
(Bkz- H. Cillov, s. 117)
Her
iki yazarın ortak noktası:
-GSMH
tanımlamasının yanlışlığı
-UG
tanımlamasının yanlışlığı.
Kenan
Gürtan:
Bu
Prof. önce UG ve GSMH'yı eş anlamlı kullanıyor: "Milli
gelir, milli ekonominin muayyen bir zaman süresi (genellikle
bir yıl) zarfındaki icratının (faaliyetinin) yani
istihsal edilen (üretilen) mal ve hizmet şeklindeki
iktisadi kıymetlerin topyekun nakti ifadesidir."
(Agk., s. 104).
Bu
ulusal gelir tanımlaması sayfa 132'de GSMH tanımlamasına
dönüşüyor: "Gayri safi milli hasıla...muayyen bir devre
(yıl) zarfında milli ekonomide istihsal edilen mal ve
hizmetlerin (katma değerlerin) piyasa fiyatı ile ifade
edilmiş topyekun nakti kıymetidir. Bu...
amortismanları ve vasıtalı vergileri de ihtiva eder."
Her
iki tanımlamada yer alan "topyekun" kelimesi, kavram
olarak gayri safiliğin bir ifadesidir. Yazar buna rağmen önce,
"milli gelir" diye GSMH'yı tanımlıyor ve sonra GSMH'yı
tanımlıyor ve bu tanımlamaya amortismanları (doğru olarak) ve de
vasıtalı vergileri de katıyor.
Bu
kavram kargaşası ve yanlış tanımlama yetmiyormuş gibi, K.
Gürtan, safi milli hasıla ve milli gelir arasında da belli bir
farklılık görüyor ve ona göre tanımlama yapıyor:
"Safi
milli hasıla...Gayri safi milli hasıladan, istihsal faaliyetinde
kullanılan bütün sabit sermayenin aşınma payına tekabül eden
amortismanları düşmek suretiyle elde edilen kıymettir. Şu halde:
Safi
milli hasıla = Gayri safi milli hasıla-Amortismanlar...
Milli
gelir, safi milli hasıladan vasıtalı vergiler toplamını düşmek
suretiyle elde edilen kıymettir...
Milli
gelir= safi milli hasıla-vasıtalı vergiler." (Agk.,
s.132)
Kavram
olarak SMH ve UG, eş anlamlıdır. Ama K. Gürtan, bu kavramları
yukarıdaki gibi farklılaştırıyor.
SMH=GSMH-Amortismanlar
hesabı doğrudur. Ama bu yazar da diğerleri gibi aynı anlayışla
hareket ediyor:
-GSMH
ve UG kısmen birbirine karıştırılıyor.
-GSMH
ve UG içinde maddi değerlerin üretilmediği sektörlere
(hizmet-ticaret) yer veriliyor.
-GSMH
ve UG hesaplarından vergilerden bahsediliyor. (Sanki bütçe hesabı
yapılıyor)
-UG
hesabında, ülke içi-ülke dışı gelir hesapları yapılıyor.
(H. Cillov ve K. Başal)
Sabri
F. Ülgener:
"Milli
gelir, bir milleti meydana getiren fertlerin belli bir dönemde
(genellikle bir yıl içinde) yarattıkları mal ve
hizmetlerin toplam değeri olarak tarif edilmiştir." (Agk.,
s.20).
S.F.
Ülgener, burada milli gelir kavramı altında esasen GSMH'nın
tanımını yapıyor. Ama sayfa 25'te de GSMH'nın tanımını şöyle
yapıyor: "Gayri safi milli hasıla,...millet ekonomisinin
bir devre (yıl) zarfında iktisadi faaliyetlerinin sonucunu,...ham
(brutte) şeklinde...yani mal ve hizmetlerin toplamı halinde göz
önüne alır. Bahis konusu mallar,...bilcümle tüketim malları,
kapital malları ve hizmetlerdir."
"Safi
milli hasıla, gayri safi milli hasıladan aşınma ve eskime payının
indirilmesi ile elde kalan miktar safi milli hasılayı verir"
(Agk., s. 27).
S.F.
Ülgener, sayfa 20'de yaptığı "milli gelir" tanımından
farklı bir "milli gelir" tanımını sayfa 29'da yapıyor.
"Milli
gelir, safi milli hasıladan vasıtalı vergiler çıkartıldıktan
sonra, üretim faktörlerinin o yıl prodüktif hizmetleri karşılığı
elde ettikleri gelirler toplamına varılır ve buna milli gelir
denir."
S.F.
Ülgener de milli gelir, GSMH, SMH gibi kavramları birbirine
karıştırıyor. Bazen yukarıda aldığı gibi, milli gelir kavramı
altında GSMH'yi tanımlıyor. Yaptığı SMH hesabı içinde
vasıtalı vergilere yer veriyor ve sonra SMH'den hareketle milli
gelir hesabı yapıyor.
Bu
iktisat hocaları, cahil oldukları için böylesi kavram kargaşası
yaratmıyorlar. Onlar, soruna burjuva politik ekonomi açısından
yaklaştıkları için farklı tanımlamalar yapıyorlar. Anlayışın
mantıksal sonucu karşımıza farklı tanımlamalar olarak çıkıyor.
Temel
yanılgı, GSMH hesabına hizmet sektörünün de dahil edilmesinden
doğuyor. Belirttiğimiz gibi, bu sektörde (ticaret, bankacılık,
turizm vs.) hiçbir şekilde üretim yapılmıyor. Yani ulusal
zenginliğe veya ulusal maddi değerlere yeni yaratılan bir maddi
değer katılmıyor. Aksine, bu sektördeki parasal miktar, GSMH'yi
yeni; TTÜ'yü olduğundan daha fazla gösteriyor. Çünkü bu
sektörde dolaşan parasal miktar, aslında ulusal gelirin harcanması
ve dağılımıdır: UG, değişken sermayeden (işçi ücretleri) ve
artı değerden oluştuğuna göre hizmet sektöründeki miktar,
işçilerin harcamalarından ve sanayi kapitalistinin eline geçen
toplam artı değerin, sanayi kapitalisti + ticaret kapitalisti +
bankacılık + toprak beyi arasındaki paylaşımıdır. Ve bu
miktar, bu kapitalistler arasında paylaşılmadan önce artı değer
olarak maddi değerleri üretim sektöründeki kapitalistin (sanayi
kapitalisti) eline geçtiği için daha baştan toplu olarak
bilinmektedir. Dolayısıyla hizmet sektöründeki miktar, değişken
sermayeden ve artı değerden kaynaklanmaktadır. Ve bu miktar
(yaratılan yeni değer veya UG) hizmet sektöründe ne kadar çok
dolaşırsa, el değiştirirse; berberden terziye, terziden
ayakkabıcıya, oradan fırıncıya, lokantacıya vs. hizmet
sektöründeki "gelir"ler de o derece artmış olur.
Birinci ve temel yanlış, GSMH hesaplamasının bu yönünde
kaynaklanıyor.
GSMH
hesabında - burjuva politik ekonomi açısından– her ne kadar
farklı hesaplama yoksa da, ulusal gelirin hesaplanmasında farklı
yöntemler izlenmektedir.
Ulusal
gelir hesabında kavram kargaşasına yol açan temel neden hesap
metodlarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır.
Ulusal
gelir hesaplarında burjuvazi üç yöntem kullanmaktadır. Üretim,
dağıtım ve harcama açısından UG hesaplamaları. Bu UG'i
hesaplama yöntemleri açısından yukarıda adı geçen Prof.
iktisatçılar aynı görüşte oldukları için anlamı temsilen
buraya Dr. Sağlam'ın görüşlerini aktaracağız:
-
Üretim yoluyla UG hesabı (UG'nin doğuşu):
"Bu
hesaplamada takip edilen yol, ekonominin cari mal ve hizmet üretimini
ölçülmesidir. Üretim yoluyla hesaplanan milli gelir, üretim
sektörlerinin yarattıkları katma değerler toplamını ifade eder.
Üretim yolu ile milli gelir ve büyüklüklerin hesabında bir
ekonomide üretim birimleri veya aynı mal ve hizmetleri yapan
birimlerden meydana gelen faaliyet kollarının gayri safi üretim
değerlerinden hareket edilmektedir. Bir faaliyet kolunun gayri safi
üretim değeri, bu faaliyet kolunda üretilen mal ve hizmetlerin,
satış veya piyasa fiyatları ile değerlendirilmesi ile elde
edilir." (Agk., s. 95).
-
Gelir yoluyla UG hesabı (UG'nin dağılışı)
"Bir
ülkede belli bir yıl içinde yaratılan gelirler kâr, maaş ve
ücretler, kira ve faiz adı altında üretim faktörleri arasında
paylaşılır. Vergiler, sosyal sigorta ödemeleri gibi karşılığında
hiçbir mal ve hizmet elde edilemeyen ödemeler transfer ödemeleri
olup faktör gelirleri içine girmezler. Bir ülkenin milli geliri, o
ülke vatandaşlarının (o ülkede bir yıldan fazla kalan yabancı
uyrukluların o ülkede ettikleri faktör gelirleri dahil) geliridir.
Bir ülke vatandaşlarının milli gelirine varmak için o ülke
içinde doğan faktör gelirlerine net dış alım faktör
gelirlerinin eklenmesi gerekir." (Agk., s. 97).
-
Harcama yoluyla UG hesabı (UG'nin kullanılışı):
"Bundan
önceki iki yöntem gelirin doğuşu ve üretim faktörleri arasında
paylaşılması ile ilgili idi. Harcama yolu ise doğan, sonra da
üretim faktörler itibariyle şahsileşen gelirin mal ve hizmetler
itibariyle nihai kullanımını gösterir.
Üretilen
mal ve hizmetlerin bir kısmı yıl içinde ara malı olarak başka
mal ve hizmetlerin bünyesine girerken bir kısmı da üretim
sürecinden geçmeyerek, doğrudan doğruya tüketime (devlet veya
özel kesimde ) sermaye malı olarak yatırıma, yıl içinde
kullanılmayarak stoklara ve ihracata gidebilir. Bu türden
kullanımlara 'nihai kullanım' denilir. Nihai denmesinin nedeni, bu
malların yıl içinde başka bir sınai işlem görmeyerek tüketici
yatırımcı ve ihracatçı gibi nihai alıcılar tarafından satın
alınmalarıdır" (Agk., s. 97/97).
Bu
yöntemlerin zayıf noktaları hakkında da aynı kitapta şöyle
deniyor-üretim yoluyla UG hesaplamasında.
"Üretim
yolunda en büyük güçlük, mükerrer saymalardan kaçma ve cari
fiyatlarla ifade edilen değerlerin tahmini noktalarında toplanır.
Ayrıca; mal istatistiklerinin hesaplanması nispeten kolay olmakla
beraber, hizmetler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Evlerde üretilip, tüketilen mal ve hizmetlerin değerlerini tahmin
etmek ise hiç kolay değildir. Bu nedenler dolayısıyla üretim
yolu ile milli geliri tahmin etmede çeşitli boşluklar mevcuttur"
(s. 96-97).
-
Gelir yoluyla UG hesaplamasında;
"Gelir
yolu, ile milli gelirin hesabında ücret bordrolarından, gelir
vergisi beyannamelerinden, aile bütçeleri üzerinde yapılan
araştırmalardan yararlanılır. Bu kaynakların güvenilirliği
ülkeden ülkeye değişir. Ücret gelirlerinin belli bir merkezde
kayıt edilemediği gelir vergisi beyannamelerinin çok sınırlı
kaldığı, aile bütçesi anket ve monografilerinin yetersiz olduğu
ülkelerde bu yöntem yolu ile milli geliri tahmin etmek mümkün
değildir" (s. 97).
-
Harcama yoluyla UG hesaplamasında:
"Bu
yöntem yolu ile milli gelirin sıhhatli bir şekilde tahmini,
istatistiki verilerin yeterlilik durumuna sıkıca bağlıdır.
Burada tüketici harcamalarını yansıtıcı istatistiklere, banka
hesabı carileri ile hisse senedi ve tahvil alım satımlarında
görülen değişmeleri belirten istatistiklere lüzum vardır"
(s. 98).
Türkiye'de
ulusal gelir hesapları genellikle üretici (üretim yoluyla) bazında
hesaplanmakta. Ama son yıllarda harcama yoluyla hesap yöntemine
doğru bir kayış görülmektedir. Ulusal gelirin tanımı, piyasa
ve faktör fiyatlarına göre de değişiyor, ki bu, ulusal gelirin
hacmini de doğrudan etkilemektedir. "Şayet herhangi bir
global kemiyet (milli gelir rakamı) vasıtalı vergileri de ihtiva
ediyorsa, piyasa fiyatları ile vasıtalı vergileri ihtiva etmiyorsa
üretim faktörleri ile ifade edilmiş demektir. Bilindiği gibi
devlet, istihsal edilen mal ve hizmetleri satış (piyasa) fiyatına
bir vasıtalı vergi (gümrük vergileri tüketim vergileri, satış
vergileri vs.) ilave eder, yani onların piyasa fiyatlarını suni
olarak şişirir. Buna mukabil, bazı mal ve hizmetlerin istihsalini
kolaylaştırmak teşvik etmek veya ucuza satılmasını temin etmek
için onlara nakdi yardımda (sübvansiyon) bulunur. Diğer bir
manada topladığı vasıtalı vergilerin bir kısmını iade eder.
Binaenaleyh vasıtalı vergiler, piyasa fiyatları üzerinde
birbirine zıt yöndeki bu iki tesir safi bakiyesi kadar bir rol
oynar. Yani mili gelir hesaplarındaki vasıtalı vergiler bu
vergilerin safi hasılatını gösterir" (K. Gürtan, Agk.,
s. 133).
Yukarıda
vasıtalı vergilerin dahil edildiği ve edilmediği ulusal gelir
hesaplaması bu verginin oynadığı rolden kaynaklanmaktaydı.
Türkiye'de
ulusal gelir hesaplamalarında "eski" ve "yeni"
olmak üzere iki yol izlenmiştir. Her iki yol arasındaki fark
şöyledir: "Her iki seri arasındaki bariz fark, esasta
eski seride sektör gelirleri faktör fiyatları ile hesaplanmakta,
vasıtalı vergiler ve amortismanlar ayrıca gösterilip buna
eklenmekte iken yeni seride gayri safi hasılaya ve piyasa
fiyatlarına geçilmiş olmasıdır. Kısaca eski seride faktör
fiyatları ile safi hasılaya ağırlık verilirken yeni seri piyasa
(üretici ve alıcı) fiyatları ile gayri safi hasıla üzerine
kurulmuştur. Bu suretle yeni seride amortisman unsuru ana tablolarda
kaybolmuştur…
Eski
hesaplarda katma değerler faktör ve piyasa fiyatları olarak iki
fiyatla değerlendirildiği halde yeni hesaplarda piyasa fiyatları,
biri 'üretici' diğeri 'alıcı' olmak üzere iki ayrı fiyat
şeklinde düşünülmüştür. Üretici fiyatı, üreticinin satış
fiyatıdır. Alıcı fiyatı ise üretici fiyatına ulaştırma
(nakliyat) ve ticaret sektörlerinin payları da ilave edilerek
bulunan, yani bir malın tüketici veya alıcı eline geçtiği anda
buna ödenen fiyattır" (Agk., s. 147).
Türkiye’de
ulusal gelir hesaplarına 1971'den sonra yeni seriye göre yapılmış
ve geriye kalan yıllar (1923-1971) sonradan yeni seri bazında
yeniden hesaplanmıştır.
Bir
de A. Başer Kafaoğlu'nun değerlendirmesine bakalım. Kafaoğlu,
GSMH hesaplamasına şiddetle karşı çıkıyor, bu hesap yöntemiyle
alay ediyor ama GSMH'yi de burjuva politik ekonomi anlayışına göre
tanımlıyor. O şöyle diyor:
"Peki
nedir Gayri Safi Milli Hasıla... çeşitli akademik tanımlar
yapılabilir. Ama burada kısa ve anlaşılır bir tanım verelim.
GSMH, bir yıl içinde bireylerin para olarak ifade edilen
gelirlerinin toplamıdır. Yani insanların elde ettikleri gelirlerin
toplamıdır, ama yeter ki bu gelir para ile ifade edilmiş olsun.
Zaten ilk saçmalık burada ‘yani para ile ifade edilme’ koşulu
ile başlar. Özellikle hizmet sektöründe işler
hemen karışır." (Serbest Piyasa Ekonomisi
Yalanlar-Hileler, Ekim 1995, s.12).
Kafaoğlu,
burjuvazinin GSMH anlayışını hem eleştiriyor ve hem de GSMH'dan
burjuvazinin anladığını anlıyor. Bu iktisatçının da
yukarıdakilerden GSMH'yı tanımlama açısından hiçbir farkı
yoktur. Ama Kafaoğlu'nun bir özelliği, GSMH hesaplamasını yeni
bir yöntem sanmasıdır: O, GSMH'yı kastederek şöyle diyor:
"Aslında terim yenidir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında
Amerikan iktisatçısı ünlü profesör Simon Kuznets tarafından
bulunmuştur" (Agk., s.11).
Ama
bu türden hesaplamalar hiç de yeni değildir. Ulusal gelir
hesaplamaları tarihte ilk kez W. Petty (Marks, klasik burjuva
politik ekonomiyi Petty'nin çalışmalarıyla başlatır) tarafından
yapılmıştır. (1623-1687) G. King de (1648-1727) aynı yönde
çalışmalar yapmıştır. Fizyokratların (F. Quesnay, R. Baudeau,
Turgot, Mirabeau vb.) çalışması da bilinmektedir. Örneğin
François Quesnay'in "Tableau economique"ini -ekonomi
tablosu- Marks neredeyse övgüyle ele almıştır. (Bkz., C. 26, s.
272, Alm.) Quesnay, hazırladığı tabloda Fransa'nın yıllık brüt
üretimini (Toplam sermayenin yeniden üretim ve dolaşım
süreçlerinin şekillendirilmesi) hesaplamaya çalışmıştır. A.
B. Kafaoğlu, bütün bunları bir kenara bırakarak ulusal gelir
hesaplamalarını 40-50 sene öncesinden başlatıyor. Kapitalist
sınıf; burjuva politik ekonomi daha önceleri hesap tutmuyor muydu,
gelirini giderini bilmiyor muydu? A.B. Kafaoğlu'na göre bilmiyordu.
2-
Marksist-Leninist Politik Ekonomi Açısından
Marksist
literatürde veya da Marksist-leninist politik ekonomide GSMH diye
bir kavram yoktur. En azından burjuvazinin; burjuva politik
ekonominin anladığı anlamda bir GSMH yoktur. Bu kavramın yerini
marksist literatürde toplumsal toplam ürün veya da brüt ürün
(BÜ) alır. GSMH ve TTÜ veya BÜ arasında bağlayıcı, önemi
haiz olan farklılık vardır. Yukarıda GSMH'nın tanımını ve
içeriğini verdik. Şimdi soru şu: TTÜ veya BÜ dendiği zaman
anlaşılması gereken nedir? TTÜ ve BÜ bir ülkenin belli bir
zaman dilimi içinde -diyelim ki bir yıl- ürettiği maddi
değerlerin, malların toplam kütlesini ifade eder. Bu ürün
kütlesi realize edilerek- satılarak- meta formundan para formuna
dönüştürülmüş olur. TTÜ değer açısından üç bileşenden
oluşur:
a-
Değişmeyen sermaye: Toplumsal toplam ürünün bu kısmı,
yeniden üretim sürecinde tüketilen üretim araçlarının
(hammadde, enerji, makinalar vs. ) yenilenmesi veya yerine
getirilmesi için kullanılır. Bu kısmı S ile belirtelim.
b
- Değişken sermaye: Toplumsal toplam ürünün bu kısmı,
yani değişken sermaye, işçi ücretleri adı altında üretimde
çalışan işçilere ödenen miktardır. Bu kısmı d ile
belirtelim.
c
– Artı değer: Toplumsal toplam ürünün bu kısmı,
üretim sürecinde işçiler tarafından yaratılan ve kapitalist
tarafından el konan yeni değerdir. Bu kısmı da a ile
belirtelim.
Bu
durumda TTÜ= s+d+a olmaktadır.
Görüyoruz
ki, M-L politik ekonomi, TTÜ hesaplamasında veya en kaba anlamıyla
"GSMH" hesaplamasında maddi değerlerin üretimini yegane
kıstas olarak alıyor veya maddi değerlerin üretilmediği
sektörleri esas olarak alıyor veya maddi değerlerin üretilmediği
sektörleri –örneğin hizmet sektörü– hesap dışı bırakmayı
temel kıstas olarak almaktadır. Bu, TTÜ veya "GSMH"
hesaplamasında Marksist-leninist politik ekonomi ve burjuva politik
ekonomi arasındaki temel sınıfsal kıstastır. Ulusal gelirin
tanımına gelince;
"Toplumsal
toplam ürün içinde yeniden üretilen değerin cisimleştiği
kesimi, ulusal (ya da halk) geliri oluşturur. Demek oluyor ki
kapitalist toplumda ulusal gelir, yıl içinde tüketilen üretim
araçlarının değeri çıkartıldıktan sonra geriye kalan
toplumsal toplam ürünün değerine eşittir. Ya da başka türlü
ifade edilirse: O değişken sermaye ile artı değerin toplamına
eşittir. Doğal biçimine göre ulusal gelir, bireysel tüketim için
üretilen maddelerin toplam kütlesi ve üretilen üretim araçlarının
üretimini genişletilmesi için kullanılan kesimdir. Böylece
ulusal gelir kendini, bir yandan yıl içinde yeni yaratılan değer
miktarı alarak ve diğer yandan da toplumsal toplam ürünün
kendisinde yeni değerin cisimleştiği parçası şeklindeki çeşitli
türden maddi varlıklar kütlesi olarak ortaya kor." (SSCB
Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi Ders kitabı,
s. 225, Alm.).
Bu
durumda ulusal gelir şöyle oluyor: UG= d+a
Görüyoruz
ki, Marksist-leninist politik ekonomi UG hesaplamasında maddi
değerlerin üretiminden hareket etmektedir ve bu hesaplamada esas
olan, yegane kıstas, işçi sınıfı tarafından üretim sürecinde
üretilen yeni değerdir. Demek oluyor ki UG hesaplamasında burjuva
politik ekonomi ve M-L politik ekonomi arasında orta bir nokta
yoktur. Her politik ekonomi UG'yi kendi sınıfsal çıkarına göre
hesaplamaktadır.
"Kapitalizmde
çok sayıda meta üreticileri, köylüler ve zanaatçılar vardı ve
onların çalışmasıyla da keza toplumsal toplam ürünün bir
kısmı üretilir. Bundan dolayı sözkonusu zaman dilimi içinde
köylüler ve zanaatkarlar tarafından yeni üretilen değer de bir
ülkenin ulusal gelirine dahildir.
Toplumsal
toplam ürün ve dolayısıyla ulusal gelir de, maddi üretim
dallarına çalışan işçiler tarafından üretilir. Buna maddi
değerlerin üretildiği bütün dallar –sanayi, tarım, inşaat,
transport vs.– dahildir.
Devlet
aygıtının, kredi sektörünün ticaretin (üretim sürecinin
dolaşım alanındaki devamını teşkil eden ticari operasyonlar
hariç) vs.nin dahil olduğu üretici olmayan dallarda ulusal gelir
üretilmez" (Agk., s. 225)
Görüyoruz
ki; "GSMH" ve UG'in burjuva ve Marksist yorumu, üretildiği
ve üretilmediği alanlar oldukça açık saptanıyor.
Sorunu
karşılaştırmalı olarak gösterirsek:
Tabii
ki hesaplamalar birbirinden bu denli farklı olunca varılacak
sonuçlar da o denli farklı olacaktır.
3
- Ekonominin Gelişmesini Gösteren Bazı Kıstasların Anlamı
-
Ekonomik gelişme kıstası olarak GSMH: Burjuva politik
ekonominin bir kavramı olan GSMH, kapitalist ekonominin gelişmesini
göstermede genel bir kıstastır; ekonomik gelişmeyi kaba
hatlarıyla gösterir. Ekonomik gelişmenin temel kıstası, yeni
değerlerin üretilip üretilmediğidir. GSMH, hem yeni değerlerin
veya maddi değerlerin üretildiği sektörleri hem de hiçbir
değerin üretilmediği sektörleri kapsamına almakta ve zaten
tespit edilmiş olan değerin (ulusal gelir) kişisel ve yatırım
harcamaları olarak dolaşımını ve ticaret, banka kârları ve
toprak kirasını yeniden hesaba katarak, ulusal gelir miktarının
dolaşım/ tüketim aşamasını şişirmektedir. Örneğin, insanlar
berbere ne kadar çok giderlerse GSMH da o derece artar. Ama burada
hiçbir değer yaratılmıyor, olan, sadece insanların ulusal
gelirden ücret, maaş vs. olarak aldıkları paranın bir kısmını
berbere vermiş olmalarıdır. Ve onların berbere verdikleri miktar,
ulusal gelir içinde yer aldığı için o miktarı yeniden hesaba
katmakla yeni bir değer yaratılmış olmuyor, sadece GSMH,
şişirilmiş oluyor. Bu nokta göz önünde tutularak GSMH, başka
kıstaslarla birlikte-örneğin sanayi- ekonominin gelişmesini
göstermede bir veri olur. GSMH, başka kıstaslarla birlikte ele
alındığında genel bir gösterge olmaktan çıkartılabilir.
Şu
da bir gerçek; bir ülkede, artı değerin, yeni bir değerin
yaratılmadığı alanları kapsayan hizmet sektörünün gelişme
seviyesi, o ülkede ticaretin; metaların dolaşımını, genel
olarak para sirkülasyonunun gelişmesini ele verir. Hizmet
sektörünün gelişmesini ele verir. Bu aynı zamanda kapitalist
ilişkilerin gelişmesinin bir ifadesidir. Hizmet sektörünün
gelişmişlik veya gelişmemişlik durumu bu anlamda bir önem
kazanır.
-
Ekonomik gelişmenin kıstası olarak milli gelir: Burjuva
politik ekonomi açısından milli gelir de aynen GSMH gibi,
ekonominin gelişmesini göstermede genel bir kıstas olmanın
ötesine pek geçmez. Burjuva iktisatçıları –baş tarafta da
gösterdiğimiz gibi– her ne kadar GSMH-Milli gelir- SMH gibi
kavramları bazen birbirine karıştırıyorlar ve farklı faktörleri
hesaba katarak farklı içerikli sonuçlara varıyorlarsa da esas
olan şudur: GSMH'dan amortismanlar çıkartıldıktan sonra geriye
kalan, milli gelir veya SMH oluyor. Bu geriye kalan içinde hizmet
sektörü de var. Dolayısıyla kapitalizmde milli gelir veya SMH
hacmi, amortismanların çıkartılmasıyla daraltılmış,
amortismanların miktarı kadar daraltılmış –GSMH olarak
yukarıda– ekonominin gelişmesini göstermek açısından kıstas
alarak GSMH'ya verdiğimiz önem kadar bir önemi haizdir.
-
Refah seviyesini ölçme kıstası olarak milli gelir (ulusal gelir):
Kapitalizmde ulusal gelir hiçbir koşul altında,
emekçilerin refah seviyesinin ölçütü olamaz. İster sorun ulusal
gelirin genel artışı bazında ele alınsın, isterse de kişi
başına ulusal gelir olarak (bu nüfusun tamamı veya sadece
çalışanlar bazında hesaplanabilir) ele alınsın değişen bir
şey olmayacaktır. Çünkü kapitalizmde hakim sınıflar (Türkiye
somutunda işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak
sahipleri), ulusal gelirin giderek daha büyük bir kısmına el
koymaktadır. Demek oluyor ki ulusal gelirde sömürücü sınıfların
payı büyürken, emekçilerin payı da küçülmektedir. Bu,
proletaryanın görece yoksullaşması demektir. (D= değişken
sermaye; a= artı değer; proletaryanın görece yoksullaşması=
d/d+ax100 formülüyle bulunur.)
Şüphesiz
ki, özellikle kişi başına -fert başına- ulusal gelir birçok
devrimci sosyalist basında, ülkede refah kıstası, ülkedeki refah
seviyesini başka ülkelerdeki refah seviyesiyle ölçülmesinde
önemli –bazen de yegane– kıstas olarak görülüyor. Biz bu
yanlışlığa en azından kendimiz için son vermek zorundayız. Bir
taraftan proletaryanın görece (ve de mutlak) yoksullaşmasından
bahsederken, onun refah seviyesini, onun yoksulluğunu ifade eden
faktörle ölçemeyiz.
"Tüketiciye
haz ve tatmin sağlayacak olan maddi araçlar, milli gelir dediğimiz
toplam içinde yer almış olacaklarına göre, iktisadi refahın
büyüklüğünü tayinde tek ve –bütün kusurları ile beraber–
güvenilir ölçü milli gelirden ibaret olmak gerekir" (Prof.
Dr. S.F. Ülgener, Agk., s. 55).
"Refah
seviyesini tayinde atılacak ilk adım açık, sınırları belli bir
ölçü birimine varmaktır. Seçilecek ölçü ne kadar kısa bir
ifadeyle daraltılabilirse, karışık olayların açıklığa
kavuşması o kadar kolaylaşır. Bu konuda varabileceğimiz en kısa
ifade fert başına (per capita) gelirdir. Toplam hasılatı ülke
nüfusuna bölmekte elde edilecek olan bu ölçünün ortalama refah
seviyesini gerçekten kolay anlaşılır bir birime sığdırmak gibi
pratik bir faydası vardır" (Agk., s. 56).
Prof.
Dr. Ülgener, fert başına ulusal gelirin, halkın refah seviyesini
ölçmede burjuvazinin kullandığı bir yöntem olduğunu yukarıdaki
gibi açıklıyor. Ama anlaşılan o ki, bu yöntemin sakıncalarını
da görüyoruz: "Fert başına gelir,... refah mukayesesinde
ihtiyatlı kullanılması gereken bir ölçüdür" (s. 62).
Her
halükarda; kişi başına ulusal gelir, kapitalizmde emekçilerin
refah seviyesini ölçmede bir kıstas olamaz.
-Ekonomik
gelişmenin kıstası olarak TTÜ ve UG: Burada soruna M-L
politik ekonomi açısından bakıyoruz. Dolayısıyla bu kavramlar,
salt ve salt maddi değerlerin üretimini ve onların parasal
ifadesini, yani meta formundan parasal forma dönüşmüşlüğünü
kapsarlar. Bir ülkenin ulusal zenginleşmesinin veya ekonomik açıdan
gelişmesinin yegane kıstası, o ülke ekonomisinde yeni değerin;
artı değerin üretilip üretilmediğidir. Kıstas bu olunca; artı
değerin üretimi olunca, söz konusu alanda basit yeniden üretim
değil, genişletilmiş yeniden üretimdir. Konumuzu doğrudan
ilgilendirmediği için burada açmıyoruz. Ama şu kadarını
belirtelim; Basit yeniden üretimde kapitalist, elde ettiği artı
değerin hepsini kişisel tüketimi için harcar. Ve dolayısıyla
basit yeniden üretimde birikim söz konusu olmaz. Genişletilmiş
yeniden üretimde ise kapitalist elde ettiği artı değerin bir
kısmını kişisel tüketimi için harcarken bir kısmını da
biriktirir (sermaye birikimi). Sermaye birikimi, genişletilmiş
yeniden üretimin "olmazsa olmaz" koşuludur.
Basit
yeniden üretimde ekonomi büyümez. Ama her yıl, aynı seviyede
kendini yeniler.
Gelişmiş
yeniden üretimde ise ekonomi büyür. Büyümek zorundadır. Çünkü
genişletilmiş yeniden üretimin elzem koşulu olan sermaye
birikimi, yani artı değerin bir kısmının birikime ayrılmış
olması ekonominin büyüme içinde olduğunun doğrudan ifadesidir.
Dolayısıyla bir ülkede maddi değerlerin üretimi her yıl reel
olarak artıyorsa o ülkede ekonomi büyüyor demektir, o ülkede
genişletilmiş yeniden üretim söz konusu demektir. Türkiye de
böyle bir ülkedir.
O
halde; ekonominin gelişip gelişmediğini tespitte TTÜ ve UG temel
kıstaslar olarak görülmelidirler. Burada TTÜ, değişmeyen
sermayeyi de kapsamına aldığı için ekonominin gelişip
gelişmediğini daha genel anlamda ifade eden bir kıstas olurken UG,
yeni yaratılmış/üretilmiş değeri ifade ettiği için ekonominin
gelişmesini göstermede daha göze çarpıcı, daha belirleyici bir
kıstastır.
Bu
anlayıştan hareketle biz bundan sonra ekonomi üzerine
çalışmalarımızda zorunlu olmadığı müddetçe burjuvazinin
GSMH ve UG kavramlarını kullanmayacağız. Bunun yerine, aşağıda
ele alacağımız hesaplamalar sonucu elde edeceğimiz TTÜ ve UG
değerlerini belirleyici kıstaslar olarak ele alacağız. Şayet
veriler bu türden hesap yapmaya elverişli değilseler GSMH ve
burjuva UG hesaplarını başka kıstaslarla -örneğin sanayinin
gelişme durumu- birlikte kullanacağız. Ama önce ulusal gelir
kavramını ayrıntılı olarak ele alalım.
4-
Kapitalizmde Ulusal Gelir-Kapitalizmde Ulusal Gelirin Doğuşu
Ulusal
gelirin esas üreticisi olarak işçi sınıfı
TTÜ
ve UG, maddi değerlerin üretimi alanında üretilirler. Ve bu,
üretken faaliyet ile gerçekleştirilir. Yani maddi değerlerin
üretildiği alanda çalışan işçiler vasıtasıyla.
Kapitalizmde
üretim araçları burjuvazinin mülkiyetinde olduğu için UG ve de
TTÜ bu sınıfa aittir. Burjuvazi bunun sadece bir kısmını
işçilere ücret olarak verirken diğer kısmını; önemli kısmını
kendine alır.
İster
para formunda olsun; isterse de üretim araçları formunda olsun,
sermaye kendi başına UG yaratamaz. Tek başına sermaye ölüdür.
Ulusal geliri, işçilerin üretken çalışması yaratabilir. Bunun
içindir ki değerin, artı değerin, UG'nin, TTÜ'nün sadece ve
sadece işçilerin üretken çalışmasıdır.
Kapitalist
üretim süreci, çalışma ve değerlendirme sürecinin çelişkili
bir birliğidir. Bu süreçte somut iş ile kullanım değeri
üretilir ve mevcut değer üretilen metaya aktarılır ve sadece
soyut değer oluşturan iş ile de yeni değer ve artı değer
yaratılır. Burada da Marksist iş değeri teorisinin önemini
görüyoruz; işçilerin üretken çalışması; canlı "emek",
kullanım değerinin, değer ve artı değerin, gelir ve ulusal
gelirin, TTÜ'nün yegane kaynağıdır. Kapitalist mülkiyet ve
sömürü koşullarında işçilerin üretken çalışması karşımıza
ücretli iş formunda çıkmaktadır.
Marksist
teori, ulusal gelirin sadece bir kaynağının olduğundan hareket
ederken, burjuva politik ekonomi ulusal geliri birçok kaynağının
olduğundan hareket eder. Burjuva ekonomistler arasında Say'in
üretim faktörleri teorisi nispeten yaygındır. Fransız Vulger
ekonomist J.B. Say (1767-1832), A. Smith'in yanlış anlayışından
hareketle –"ücret, kâr ve rant bütün gelirlerin, keza
bütün mübadele değerlerinin üç ilk kaynaklarıdır"–
kendi üç üretim faktörü teorisini oluşturmuştur. Bu teoriye
göre; üç üretim faktörüne üç temel gelir kaynağı tekabül
eder: İş ücreti, sermaye faizi ve toprak da rantı yaratır.
Bunlarla bağlam içindeki sınıfların (işçi sınıfı,
kapitalist sınıf ve toprak beyleri) gelirlerinin toplamı, bütün
ürünlerin değerini ve de ulusal geliri oluşturur. Bu teoriye göre
bir gelir elde eden, aynı zamanda ulusal geliri de üretmektedir.
Dolayısıyla; gelir elde ettikleri için kapitalizmin üç sınıfına
tekabül eden işçiler, kapitalistler ve toprak beyleri ulusal
geliri üretmiş oluyorlar.
Marks,
ulusal gelirin belirlenmesinin bu üçlü formülünü eleştirir
(Bkz. Kapital, C. 3) ve onun gerici karakterini açığa çıkartır.
Görünümleri öz ile aynılaştırmak ve ulusal gelirin
paylaşımını, onun üretimi ile eşdeşleştirmek bu formülü
savunanların temel metodik hatalarıydı. Onlar, dağıtımın önder
rolünden hareket ediyorlar ve aynı zamanda hiç de bilimsel olmayan
bir tarzda tamamen farklı faktörleri birbirleriyle bağlam içinde
ele alıyorlar: "Sermaye, toprak, iş... yıllık mevcut
servetin bu sözde kaynakları çok farklı alanlara aittirler ve
aralarında hiçbir benzerlik yoktur. Aralarındaki ilişki, noterlik
ücreti ile kırmızı pancar ve müzik arasındaki ilişki gibidir"
(K. Marks, Kapital. C. 3, s. 822,
Alm.)
Marks,
sermayenin, ulusal gelirin kaynağı olamayacağını kanıtlar.
"Sermaye...belli toplumsal...bir ilişkidir" (Agk.)
ama "üretim faktörü" değildir. Üretim faktörüyle
üretim araçları kastedilirse bu durumda bu, sadece kapitalist
ilişkiler koşulunda sermaye olur, onlar, bu durumda da, çalışmanın,
verimliliğinin artırılmasının araçları olmalarına rağmen
değer üretmezken onlardaki (üretim araçları) mevcut değer,
işçinin somut işi ile yeni ürüne aktarılır.
Toprak
da ulusal gelirin kaynağı olamaz. Onun değeri yoktur. Toprak,
ancak canlı "emek" ile değer kazanır. Topraktaki
mülkiyet tekeli sadece, toprak beyine işçinin ürettiği artı
değerin bir kısmını rant formunda elde etmesine olanak sağlar.
"Üçlü
formül" ("trinitarische Formel") kapitalist sistemin
sömürücü karakterini/özünü gizlemeye hizmet etmektedir. Çünkü
bu teori şunu diyor; her faktör, payına düşeni almakta ve
doğaldır; "Bu formül, kendi gelir kaynaklarının doğasal
(fiziksel-PD) gerekliliğini ve ebedi haklılığını ilan
ettiği ve bunları bir dogma düzeyine çıkardığı için aynı
zamanda hakim sınıfların çıkarına da tekabül eder"
(Marks, agk., s. 839. Alm.).
Üretken
ve Üretken Olmayan Çalışma -Maddi Değerlerin Üretildiği ve
Üretilmediği Alanlar
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi toplumsal toplam ürün üç ulusal gelir,
maddi değerlerin üretildiği ekonomi alanlarında üretken
çalışmayla gerçekleştirilir. Maddi üretim ve yeniden üretim
alanına, hem üretim, hem de dolaşım safhaları dahildir. Yani
sermayenin dolaşım aşamalarının hepsinde maddi üretim
gerçekleştirilmektedir. Bir bütün olarak belirtmek istersek,
maddi üretim aşağıdaki ekonomi sektörlerinde gerçekleştirilir:
–
Sanayi (buna maden ocakları, su ve orman sahalarında elde edilen
hammadde de dahildir)
–Tarım,
ormancılık ve balıkçılık
–
İnşaat
–
Ulaşım ve haberleşme
–Ticaret
–
Su işleri-enerji
–
Zanaatçılık (üretim ve tamir)
–Başka
üretici alanlar (lokantalar vs.).
Kapitalizmde
toplumsal yaşamın üretici olmayan alanları da vardır:
–Burjuva
devlet (genel idare, polis, mahkeme vs.)
–
Ordu
–
Bankacılık ve sigortacılık
–
Üretmeyen hizmet sektörleri (sağlık, eğitim, konut, sanat,
kültür, turizm, berber vs.)
Bu
alanlarda; maddi değerlerin üretilmediği alanlarda üretken
olmayan çalışma esastır.
Üretken
çalışmadan genel anlamıyla anlaşılması gereken şudur; üretim
ve tüketim araçları olarak maddi kullanım değerlerinde ifadesini
bulan somut çalışma. Bu, bütün üretim biçimlerinde böyledir.
"Demek
ki, çalışma sürecinde insan faaliyeti, iş araçlarının
yardımıyla üzerinde çalışılan malzemede, başlangıçta
tasarlanan bir değişiklik meydana getirir. Süreç, üründe sona
erer… Eğer sürecin tümünü, sonucu açısından, ürün
açısından incelersek, hem araçları, hem de çalışma konusunun
üretim araçları olduğu ve çalışmanın kendisinin üretken bir
çalışma olduğu görülür" (K. Marks, Kapital, C. I, s.
195-196, Alm.)
Burada
belirtilmesi gereken bir nokta da belli bir kullanım değerinin
üretilmesi için zorunlu bütün yan işlerin de üretken çalışma
çerçevesinde görülmesidir.
Üretken
çalışma, ticaret ve lokantacılık gibi hizmet sektörlerinde de
sözkonusudur. Burada, üretim sürecini dolaşımda devam ettiren
çalışma üretkendir. Örneğin, ölçmek, paketlemek veya yemek ve
içecek hazırlamak gibi işler. Bu işler yapılmazsa ortaya bu
alanlarda sözkonusu olan kullanım değerleri çıkmaz.
Ayrıca,
bazı hizmet alanları vardır ki, oralarda maddi kullanım değerleri
üretilmese de üretken çalışma yapılır. Bu durumda söz konusu
kullanım değerinin, değeri büyür. Örneğin, tamirhane,
transport, haberleşme ve özellikle belirtmek gerekirse mal
transportçuluğu alanlarındaki çalışma, üretken çalışmadır.
Yeniden üretim süreci ile doğrudan bağlam içinde olan
haberciliğin üretim etkisi oldukça önemlidir. Ulaşım ve
haberleşme alanlarındaki üretken çalışmanın sonucu, şüphesiz
ki, nesnel olan bir ürün, bir meta değildir. Ama maddi değerlerin
bir yerden başka yere taşınmasıdır. Marks, haberleşme ve
transport sanayinin üretkenliğini sadece üretim sürecinde
görmektedir.
"İnsan
ya da eşya taşınmış olsun, sonuç bunların bulundukları
yerdeki değişikliktir. Örneğin, iplik, şimdi, üretildiği
İngiltere yerine Hindistan'da olabilir.
Ulaştırma
sanayinin yaptığı şey, yer değiştirmedir. Yararlı etki,
ulaştırma süreci ile, yani ulaştırma sanayisinin
üretken süreci ile sımsıkı bağlıdır. İnsan ve eşya,
ulaştırma araçlarıyla birlikte yolculuk edenler ve bu yolculuk,
bu hareket, bu araçlar ile gerçekleştirilen üretim sürecini
oluşturur. Bu yararlı etki ancak, bu üretim süreci sırasında
tüketilebilir. Bu süreçten ayrı, yararlılık olarak bir varlığa
sahip değildir, bir ticaret malı gibi işlev yapmayan ve kullanım
şeyi üretilmiş olana kadar bir meta olarak dolaşmaz. Ama bu
yararlı etkinin değişim değeri, herhangi bir meta gibi,
kendisinde tüketilen üretim ögelerinin (işgücü
ile üretim aracı) değeri ve ulaştırma işinde çalıştırılan
işçilerin artı işinin yarattığı artı değerin toplamı ile
belirlenir." (Marks, Kapital, C. II, s. 60-61, Alm.)
Bunların
dışındaki bütün diğer işler; kullanım değerleri yaratmayan,
yaratılmasına katkıda bulunmayan veya maddi değerlere yer
değişimi gibi etkide bulunmayan işçiler, genel olarak üretken
olmayan işlerdir. Özel seyahatler, turizm trafiği ve berber,
öğretmen, doktor, sanatçı (resim, heykel vb. nesnel şeyler söz
konusu değilse) çalışmaların hepsi üretken olmayan
çalışmalardır ve bunların yararlı etkilerinin toplumsal toplam
ürün ve ulusal gelire herhangi bir katkıları yoktur.
Ama
bu alanlardaki bütün bu üretken olmayan işler, toplumsal zorunlu
işlerdir. Bu faaliyetler olmaksızın, toplumsal yaşamın
sürdürülmesi olanaksızdır.
Sermaye,
kendi değerlendirilmesine hizmet etmeyen bütün çalışmayı,
üretken olmayan çalışma olarak görür. Kapitalizmde üretken
çalışma bir taraftan işçi açısından, işgücünün daha önce
belirlenmiş değerini, kapitalist açısından da artı değeri
üretir.
Bütün
kurumlarıyla kapitalist devlet (polis, ordu, idare vs.) alanındaki
çalışmanın, ulusal gelire, toplumsal toplam ürüne hiçbir
katkısı yoktur. Tersine, bu alandaki bütün harcamalar, ulusal
gelirden sağlanır.
Bazı
altyapı alanlarından –örneğin enerji sektörü– su işleri
sektörüne, çevrecilikten eğitim ve sağlık sektörüne kadar bir
dizi alanlarda; maddi değerlerin üretildiği ve üretilmediği,
devlet ve özel işletmelerin faal olduğu, bu alanlarda hem üretken,
hem de üretken olmayan çalışma söz konusudur.
Kapitalizme
toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin oluşumu(x)
x)
Bu ve bundan sonraki şemalarda ve hesaplarda basit meta üretimine
ve hizmet sektörüne yer vermiyoruz. Yer verince ayrıca
belirteceğiz.
xx)
Ulusal gelirin bir kısmı, üretken olmayan giderler için –örneğin
ticaret ve para ekonomisinde söz konusu olan safi dolaşım
giderleri- kullanılır. Yani, ulusal gelirin hepsi/bütünü gelire
dönüşmez.
Ulusal
gelirin gelişmesini etkileyen çeşitli faktörler vardır. Bunları,
ulusal geliri dolaysız ve dolaylı etkileyici faktörler diye iki
kısma ayırabiliriz. Üretken alanlarda çalışanların sayısal
artışı, fabrika- işletme sayısının artışı, çalışkan
zamanın artışı, iş verimliliğinin yükselişi ulusal gelirin
değişmesini doğrudan etkileyen faktörlerdir. Bu faktörlerin
Türkiye'de ulusal gelirin artışını etkilemesi kanıtlanması
gereken bir sorun değildir. Gerek 1930'lu yıllardan 1950'ye ve
1950'den günümüze fabrika işletme ve buralarda çalışan işçi
sayısı, çalışma süresi ve daha düşük derecede de olsa iş
verimliliği artmıştır. Aksi taktirde bir bütün olarak TTÜ'nün
1923'ten 1947'ye 2,9 misli, tarımın 2,5 misli, bütün olarak
sanayinin 4,1 misli, inşaatın yaklaşık 3 misli, haberleşme ve
ulaştırmanın 5,2 misli; 1948-1967 döneminde TTÜ'nün 2,7 misli,
tarımın 1,9 misli, bir bütün olarak sanayinin 6,7 misli, inşaatın
4,2 misli, haberleşme ve ulaştırmanın keza 4,2 misli; 1968-1992
döneminde de TTÜ'nün 2,7 misli, tarımın 1,4 misli, bir bütün
olarak sanayinin 4,3 misli, inşaatın 2,7 misli ve haberleşme ve
ulaştırmanın da 4,5 misli büyümesini açıklayamayız.
Halkın
eğitim ve sağlık durumu bilimden yararlanma derecesi, araştırma,
altyapı-üstyapı, ilişkileri, iklim, yeraltı zenginlikleri vb.
ulusal gelirin gelişmesine dolaylı etkide bulunurlar.
Ekonomik
açıdan gelişme seviyesi geri olan ülkelerde tarımın TTÜ ve
UG'deki payı, çalışan nüfus içinde de tarımda çalışanların,
sanayide çalışanlara oranı görece olarak yüksektir. Türkiye'de
tarımsal alanda çalışanların -buna küçük üreticiler de
dahil- sanayide çalışanlardan sayısal olarak daha fazla olduğu
herhalde kanıtlanması gereken bir olgu değildir. Türkiye'de
tarımın TTÜ ve UG'deki payı ise giderek azalmıştır.
Örneklerdeki tarımın TTÜ'deki payı 1923'te %72,6'dan 1947'de
%61,9'a, 1967'de %46'ya ve 1992'de de %26,3'e düşer. (Bkz. ekteki
veriler)
5-Kapitalizmde
ulusal gelirin paylaşımı, kapitalizmde paylaşım
ilişkilerinin
antagonist karakteri
Ulusal
gelirin üretimi ve paylaşımı bir bütünü oluşturur. Ulusal
gelirin hareket aşamalarını gözönüne getirdiğimizde paylaşımın
üretim ile kullanım veya değerlendirme arasında kaldığını
görürüz. Üretimin kapitalist karakteri, paylaşım ve kullanımın
içerik ve tanımlarını da belirler. Engels şöyle diyor;
"Belli
tarihsel bir toplumun üretim ve mübadelesinin tarz ve cinsi ve bu
toplumun tarihsel önkoşulları aynı zamanda ürünlerin
paylaşımının tarz ve cinsini de ele verir."
(Marks/Engels.
C. 20, s. 132, Alm. Anti-Dühring) Buna göre; belli bir toplumda
ürünlerin dağıtımı, o toplumdaki üretim ve mübadelenin
karakterinden farklı olarak düşünülemez, ürünlerin paylaşımı,
üretim ve mübadelenin karakterine tekabül eder.
Sermaye
ve onun üretimde değerlendirilmesi, artı değer veya
kapitalistlerin kârı için önkoşuldur. Sermayenin üretimde
kullanılması, işçinin sömürülmesini de içerir. Ve işçi,
ürünün bir kısmını, ücret formunda alır.
"Dağıtımın
tanzimi, tamamen üretimin tanzimi ile belirlenir. Dağıtımın
bizzat kendisi, üretimin bir ürünüdür, sadece, üretimin
sonuçlarının dağıtımına göre değil, bilakis biçime; üretime
katılmanın belli tarzının, dağıtımın özel biçimlerini
-dağıtıma katılmanın biçimini- belirlemesine göre de"
(Marks, C. 13, s. 627, Alm. "Politik Ekonominin
Eleştirisine Giriş").
Tarihsel
belli paylaşım biçimleri, belli toplumsal üretim koşullarına ve
insanların üretimdeki belli toplumsal ilişkilerine bağlıdır.
"Demek
ki paylaşım ilişkileri denilen ilişkiler, üretim sürecinin,
tarih içerisinde belirlenmiş özgül toplumsal biçimlerine ve
insanın yaşamının yeniden üretim sürecinde, insanların
karşılıklı ilişkilerine tekabül eder ve ondan doğar. Bu
paylaşım ilişkilerinin tarihsel niteliği, sadece bir yönünü
ifade ettikleri üretim ilişkilerinin tarihsel niteliğidir.
Kapitalist paylaşım, öteki üretim biçimlerinden doğan paylaşım
biçimlerinden farklıdır ve her paylaşım biçimi, kendisinden
doğduğu ve kendisine tekabül ettiği, özgül üretim biçimi ile
birlikte ortadan kalkar." (Marks. Kapital, C. 3, s. 890,
Alm.)
Paylaşım
da üretime etkide bulunur. Ve dağıtım, ürünlerin paylaşımı
almadan önce, üretimin unsurlarının paylaşımı olur; üretim
araçları ise işgücü tanımında paylaşım. (Bkz. Marks,
Kapital. C-2, s. 38, Alm).
Kapitalizmde
ulusal gelir, kapitalist sınıfın çıkarlarına göre paylaşılır.
Mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkisine dayanarak kapitalist, işçiler
tarafından üretilen ürünlere el kor. Değer olarak bu ürünler
değişmeyen sermayeyi, değişen sermayeyi ve artı değeri (s+d+a)
içerirler. Metaların satışından sonra değişmeyen sermaye; yani
sermayenin değişmeyen kısmı, üretim sürecinde tüketilen üretim
araçlarının yenilenmesi için kullanılır. Değişen sermaye,
yani sermayenin değişen kısmı, işgücünün yeniden satın
alınması için harcanır. Geriye kalan kısım ise artı değerdir.
artı değer çeşitli kapitalistler grubu arasında paylaşılır;
sanayi kapitalistleri (bunlara tarımdaki bir kısım kapitalistler
de dahildir), ticaret kapitalistleri, bankerler ve toprak beyleri.
artı değer sanayi kapitalistlerinin elinde kâr, ticaret
kapitalistlerinde ticari kâr, bankerlerde faiz ve toprak beylerinde
de rant formunu alır.
Derinleşen
kapitalist gelişme başka bir kapitalist grubun doğmasına neden
olur. Bunlara, hizmet sektörü kapitalistleri denir. Bu
kapitalistlerin elinde artı değer, hizmet sektörü kârı formunu
alır. Bu sektörde artı değer yaratılmaz. Ama bazı hizmet
sektörleri metanın değerini etkilerler; bu değerin muhafazasını
sağlarlar veya onu büyütürler.
Ulusal
gelirin bir kısmı da küçük üreticilerin eline geçer. Küçük
meta üreticileri artı değer üretirler.
Bu
paylaşım göstermektedir ki, üretimin ve mülkiyet ilişkilerinin
kapitalist karakteri, dağıtımın ve de dağıtım ilişkilerinin
hangi karakterde olduğunu belirler. Sınıflı toplumlarda bu,
antagonist karakter taşır.
Paylaşımın
veya da dağıtım ilişkilerinin bu antagonist karakterinin doğrudan
bir sonucu olarak, kapitalist toplumda yığınların ezici
çoğunluğunun tüketimi asgari seviyede kalırken, kapitalist
sınıfın kişisel tüketimi artar. (Bkz. Marks, Kapital. C. 3, s.
254, Alm)
Diğer
taraftan kapitalist sınıf, elde ettiği artı değerin bir kısmını
yeniden sermayeye dönüştürür ve böylece yeniden üretim
sürecine daha büyük sermaye ile başlar. Bu, burjuvazinin giderek
zenginleşmesi demektir.
Paylaşım
ilişkileri, ulusal gelirin kullanımı, birikim ve tüketim fonları
üzerinden yeniden üretime etkide bulunurlar ve böylelikle
kapitalist sömürü ve siyasi iktidar ilişkilerinin genişlemesinde
ve derinleşmesinde bir faktör olurlar. Diğer şeylerin yanı sıra
bundan dolayı da işçi sınıfının ve geniş üreticilerin ulusal
gelirin yeniden paylaşımı için veya ulusal gelirden daha fazla
pay için mücadeleleri, sadece ekonomik değil, aynı zamanda
demokratik bir karakter de taşır. Bu, işçi sınıfının, daha
fazla ücret, sosyal haklar; demokratik haklar için mücadelesidir.
İşçi sınıfının mücadelesini, bu türden hak ve taleplerle
sınırlaması tabii ki reformizm olur. Madem ki paylaşımın tarzı
mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkilerine bağlı, o halde işçi
sınıfı mücadelesini, ulusal gelirden daha fazla pay alma
mücadelesiyle sınırlayamaz. O, bu mücadelesini kapitalist
paylaşım tarzını ve böylece de kapitalist mülkiyet ve siyasi
iktidar ilişkilerini yıkma ve kendi iktidarını -proletarya
diktatörlüğü- kurma mücadelesiyle bağlam içinde ele almak
zorundadır.
Ulusal
gelirin birincil paylaşımı
Ulusal
gelirin, kapitalistler (artı değer) ve maddi değerlerin üretimi
alanında çalışan işçiler (ücret) arasındaki paylaşımına
birincil (veya temel) paylaşım diyoruz.
Buna
göre; kapitalizmde ulusal gelir, her şeyden önce bu toplum
düzeninin iki temel sınıfı; burjuvazi ve işçi sınıfı
arasında paylaşılır. Ulusal gelirin paylaşım derecesini; ulusal
gelirde artı değer ve ücretlerin oranını sınıf mücadelesi
belirler.
Ulusal
gelirin birincil paylaşımında küçük meta üreticileri de yer
alırlar. Bu üreticilere üretken faaliyet içinde olan basit hizmet
sektörleri de -örneğin terzi, lokanta vs.- dahildirler.
Ulusal
gelirin birincil paylaşımı sonucunda elde edilen gelire birincil
(temel) gelir denir.
Ulusal
gelirin birincil paylaşımı – kapitalizmde birincil gelirin
oluşumu
Üretim
sürecindeki (safhasındaki) bu kapitalistler grubu arasında artı
değerin nasıl paylaşılacağı, bu gruplar arasındaki rekabete
bağlıdır.
Kapitalist
toplumda birincil gelir, yegane gelir değildir. Devlet
mekanizmasında çalışan memurların, polisin, ordu mensuplarının,
bankalarda, sigorta kurumlarında çalışanların, doktorların,
öğretmenlerin vs. de gelirleri var. Bunların hepsi, üretken
olmayan alanlarda çalışıyorlar, yani artı değer üretmiyorlar.
Öyle ki, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak bu alanda
çalışanların sayıları ve toplam gelirleri de artıyor. Peki
bunların gelirlerinin kaynağı nedir? Bunların gelirlerinin
kaynağı da maddi değerlerin üretildiği alandır; ulusal
gelirdir. Bunların gelirleri, birincil gelir üzerinden ödenir.
Kaynağı birincil gelir olan ve birincil gelir üzerinden ödenen bu
gelire ikincil gelir denir. Böylelikle birincil gelir, yeniden
paylaşım yoluyla, ikincil paylaşımla tamamlanmış olur. Ama buna
rağmen, ulusal gelirin birincil ve ikincil (esas ve tali)
paylaşımları arasında belli farklılık vardır.
Hemen
hemen hepsi maddi değerlerin üretiminde çalışan işçiler
tarafından yaratılan ulusal gelirin çok büyük bir kısmı,
mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkilerinden dolayı kapitalistlerin
eline geçer. Buna karşın işçi sınıfının ulusal gelirdeki
payı küçüktür ve giderek daha da azalma eğilimi gösterir.
Elimizde gerçeği nispeten yansıtan veriler olmadığı için
soruna imalat sanayi verileri bazında baktığımızda -burada
ulusal geliri, ulusal gelirdeki payı belirleyici olan imalat sanayi
ile sınırlamış oluyoruz- karşılaştığımız tablo şöyle:
İmalat sanayisinde çalışan işçilerin ürettikleri değerden
aldıkları pay -resmi verilerde katma değerdeki pay- 1950'de %32,3;
1960'da %28,6; 1970'de %25,9; 1980'de %30,7 ve 1990'da da %21,7
arasındaydı. Bu oran, oldukça düşük bir payın ifadesidir. Bir
işçi örneğin 1990'da 100 TL değerinde artı değer üretiyor ve
kapitalist mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkisine dayanarak bu
miktarın 78,3 TL'lik kısmına artı değer olarak el koyuyor,
geriye kalan 21,7 TL de değişken sermaye olarak (ücret) işçinin
eline geçiyor.
Açık
ki ulusal gelirin paylaşımında belirleyici kıstas, sınıf
mücadelesidir. İşçiler tarafından üretilen değerin (ulusal
değer) hacmi (miktarı) bilindiğine göre, kapitalistlerin el
koydukları kısmın (artı değerin) artması için, işçilerin
ulusal gelirdeki paylarının düşmesi gerekiyor. Örnek: Ulusal
gelirin toplamı 100 TL ise, kapitalistin payının 70 TL'den 80
TL’ye çıkması için işçinin payının 30 TL’den 20 TL’ye
düşmesi gerekir, öyleyse; sınıf mücadelesinin seyri, ulusal
gelirin paylaşımını doğrudan etkiler.
Ulusal
Gelirin İkincil Paylaşımı
Yukarıda
belirttiğimiz gibi, birincil paylaşım, ikincil paylaşım
tarafından tamamlanır ve ikinci gelirin kaynağı birincil
gelirdir. Üretken olmayan alanlara yatırılan sermayeden (örneğin
konut, sinema, okullar, hastaneler vs.) kaynaklanan kâr, ikincil
gelire dahildir. Ayrıca maddi değerlerin üretilmediği alanlarda
çalışanların ücretleri, maaşları ve bu alandaki hizmet
sektörünün gelirleri de ikincil gelirlere dahildir.
Bütün
gelirlerin hem birincil ve hem de ikincil gelirlerin kaynağı, maddi
değerlerin üretildiği alanda oluşan ulusal gelirdir.
Ulusal
gelirin ikincil paylaşımı-kapitalizmde ikincil gelirin oluşumu
İkincil
paylaşım veya ulusal gelirin birincil paylaşımdan sonraki
paylaşımı çeşitli yollarla gerçekleştirilir; a-bütçe,
b-fiyatlar, devletin ve tekellerin fiyat politikası ve c-hizmetlerin
ücretlendirilmesi.
Burada
söz konusu olan kapitalizmde devlet bütçesi ve vergilerdir. Bu
konuları başka bir çalışmamızda ayrıntılı olarak ele
alacağımız için burada sadece belirtmekle yetiniyoruz.
6-Kapitalizmde
Ulusal Gelirin Kullanımı
Ulusal
gelir hareketinin iki aşamasını gördük; Birincisi, ulusal
gelirin üretimi, ikincisi de paylaşımı, ulusal gelirin kullanımı
da onun üçüncü ve son hareket aşamasını oluşturur. Demek
oluyor ki ulusal gelir hareketi üç aşamadan oluşuyor; üretim,
paylaşım ve kullanım. Ulusal gelirin kullanım aşamasıyla
sermayenin yeniden üretim süreci sona ermiş olur. Bu aynı
zamanda, genişletilmiş yeniden üretimin yeniden başlamasının
koşullarının oluşturulmuş olması anlamına gelir.
Ulusal
gelir, birikim ve tüketim formunda kullanılır. Yani ulusal gelirin
kullanımından anlaşılması gereken, onun, toplum tarafından
nihai olarak tüketilmesidir. Ulusal gelirin kullanımı meta ve
hizmetlerin toplumsal tüketiminin karakterini ele verir.
Mübadele
için üretilmemiş olan ürünler, toplam ürüne veya da ulusal
gelire dahil edilmezler. Ayrıca, ülke içinde üretilen ve yine
ülke içinde kullanılan ulusal gelir arasında da fark vardır.
Örneğin, şayet ülke içinde kullanılan ulusal gelir ülke içinde
üretilenden küçükse bu durumda ödeme bilançosu aktif olur.
Tersi durumda, yani ülke içinde kullanılan ulusal gelir, ülke
içinde üretilenden büyük olursa bu sefer ödeme bilançosu pasif
olur.
Başka
bir fark da ulusal gelirin maddesel ve değersel kullanımı arasında
vardır. Ulusal değerin maddesel kullanımında söz konusu olan,
onun kullanım değeri kütlesinin kullanımıdır. Ulusal gelirin
değersel kullanımı ise onun ücret ve sermaye olarak
kullanılmasıdır. Toplumsal toplam ürünün üretim araçları ve
tüketim araçları diye bölünüşü de ulusal gelirin toplumsal
tüketiminin ve kullanımının analizi için çıkış noktalarından
birisini oluşturur. Bu anlamda Lenin, üretim araçlarının sadece
üretken olarak, tüketim araçlarının da sadece bireysel olarak
kullanılabileceğini yazar. Öyleyse; üretim araçları sadece
sermaye olarak hizmet ederlerken tüketim araçları da işçilerin
ve kapitalistlerin tüketimiyle -bireysel tüketim- harcanmış
olurlar. Bu durumda üretim araçları, sadece ve sadece
kapitalistlerin payına düşerken, tüketim araçları da işçiler
ve kapitalistler arasında paylaşılmış olur.
"Üretim
araçları sadece üretken olarak, tüketim araçları da sadece
kişisel olarak tüketilirler. Üretim araçları sadece sermaye
olarak hizmet ederlerken tüketim araçları da gelir olmak
zorundalar, yani işçilerin ve kapitalistlerin tüketimiyle
bitirilmek zorundalar. Birincileri sadece ve sadece kapitalistlerin
payına düşerken, ikincileri ise işçiler ve kapitalistler
arasında paylaşılır" (A.ç, Lenin, C. 2, s. 145/146,
Alm. "Ekonomik Romantizmin Karakteri Üzerine")
6.
1-Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımının antagonist karakteri
Birikim
ve tüketim arasındaki çelişki
Kapitalizmde
ulusal gelirin kullanımının, antagonist karakteri her şeyden
önce, onun üretiminin antagonist karakterinden kaynaklanır.
Üretimin yanı sıra, ulusal gelirin paylaşımı da onun
kullanımını belirler. Şimdiye kadarki anlatımdan da anlaşılacağı
gibi, ulusal gelirin kullanımı, üretilmiş ulusal gelirde tek tek
sınıfların ve sosyal tabakaların payının ne kadar olduğuna
dayanır.
Kapitalizmde
ulusal gelirin kullanımının çelişkileri, kapitalizmde çalışma
ve değerlendirme süreci ve kullanım değeri ve değer arasında
var olan antagonist çelişkinin ifadesidir.
Kapitalizmde
ulusal gelirin kullanımında, yani nihai tüketiminde her şeyden
önce birikim ve tüketim ayrımı yapılmaktadır. Ulusal gelirin
tüketiminin sınıfsal karakteri öncelikle birikim ve tüketim
arasındaki antagonist çelişki ile karakterize edilir. Bundan
dolayı, ulusal gelirin kullanımı özellikle, üretimin sınırsız
genişlemesi eğilimi ve ödeme gücü olan talebin sınırlı olması
arasındaki çelişkiye tabidir.
Kapitalizmde
üretim için üretim, birikim için birikim esastır. Rekabet, her
sermayeyi batma pahasına da olsa birikime ve üretimi genişletmeye
zorlar. artı değer üretiminin ölçüsü, sermayenin kendisidir,
kapitalistlerin ölçüsüz zenginleşme ve sermayeleşme dürtüsüdür.
(Bkz. Marks, Kapital, C. 4, s. 492, "Artı Değer Üzerine
Teoriler", Alm.)
Bu,
kapitalizmde ulusal gelirin her kullanımında birikim ve tüketim
açısından çıkış noktasıdır. Birikim ve tüketimin çelişkili
ilişkileri, kapitalist üretim biçiminin bütünü açısından
tipik olan özellikleri de açığa çıkartır.
–Ulusal
gelirin kullanımı, bilim, yeni buluşlar, yeni teknoloji ve
komünikasyon ve pazarların genişlemesi ile üretimin ilerlemesinin
işçileri değil, sermayeyi zenginleştireceğini içerir. Ulusal
gelirin kullanımıyla genişleyen üretim, sermayenin çalışma
(emek) üzerindeki iktidarını büyütür ve pekiştirir.
-Ulusal
gelirin kullanımının sınıfsal karakteri -soruna, birikim ve
tüketim arasındaki çelişki açısından bakıldığından-her
şeyden önce üretici güçlerin gelişmesini, bilim ve tekniğin
giderek daha yoğun kullanımının, ama aynı zamanda bunların
kullanımında geniş yığınların dışlanmasını içerir. (Bkz,
Lenin, C. 2, Agk., s. 149, Alm)
–
Artı ürün üretiminin ölçüsü, hiçbir zaman tüketim değildir.
Geniş yığınların tüketimi sınırlıdır ve ancak belli
sınırlar içinde genişleyebilir. Kapitalizmde toplumun tüketim
gücü, antagonist dağıtım ilişkilerinden dolayı sınırlıdır.
"Üretici
güç ne kadar çok gelişirse tüketim ilişkilerinin dayandığı
dar altyapı ile o kadar çok çelişkili olur" (Marks,
Kapital. C. 3, s. 255, Alm) Bundan dolayıdır ki, ulusal gelirin
kullanımı, üretimin ve tüketimin büyümesi ile sınırlı
tüketim arasındaki çelişkiyi doğrudan ifade eder.
–
Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımı çerçevesinde birikimin
rolü, gelişmeye paralel olarak büyür. Yani sermaye ne kadar
gelişmişse, sermaye ve zenginlik ne kadar büyükse, sermaye o
kadar çok artı emeği emmiş olur. Bu kendini yeniden
değerlendirmek için üretici güç olarak için de o derece hızlı
gelişmek zorunda olduğunu gösterir. Bunun nedeni, sermaye
değerlendirmesinin sınırının daima zorunlu çalışma ve artı
çalışma zamanı arasındaki oran olarak kalmasıdır. Zorunlu
çalışma zamanın payı ne kadar küçükse üretim ve çalışma
üretkenliği ulusal gelirin buna uygun kullanımıyla o derece yoğun
olarak genişletilmek zorundadır. (Bkz. Marks. "Politik Ekonomi
Eleştirisinin Hülasaları, s. 246, Alm)
–Kapitalizmde
ulusal gelirin kullanımı, işçi sınıfının sınıfsal durumunu
kötüleştirme eğilimini taşır. Bu eğilim, kapitalist mülkiyet
ve siyasi iktidar ilişkilerinin genişletilmiş yeniden üretilmesi
ve pekiştirilmesi için doğrudan karşıttır. Marks, kapitalizmde
geniş yığınların tüketiminin en zorunlu olanla
sınırlandırılmasını zenginliğin çoğaltılmasının temeli
olarak görür. (Bkz. Marks, Kapital, C. 4, s. 51 "Artı Değer
Üzerine Teoriler", Alm).
Bunun
yanı sıra ve aynı zamanda kaçınılmaz olan diğer nokta da
şudur: birikim ve tüketim arasındaki antagonist çelişkiyle
karakterize edilen ulusal gelirin kullanımı açısından kapitalist
üretim ve birikimin gelişmesi, sermaye için bütün halkın ve
proletaryanın gereksinimlerinin artmasını kaçınılmaz kılar;
işçi sınıfının maddi durumu, birikim ve işin verimliliğinin
gelişmesiyle iyileşebilir. Bu, işçi sınıfının ulusal gelirden
daha çok pay almak için mücadele etmesi anlamına gelir.
–
Bir bütün olarak ulusal gelirin; toplumsal ulusal geliri kullanım
safhasında sınıflı toplumlarda -somutta da kapitalizmde üretim
biçiminin antagonist karakteri doğrudan ve bütün çıplaklığıyla
açığa çıkar; işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki
antagonist çelişkiler; işçi sınıfının ve geniş emekçi
yığınlarının daha çok talanı, sömürünün dizginsizleşmesi,
bunun ötesinde emperyalist ülkelerin bağımlı ülkeleri talan
etmeleri vs -bütün bu olgu ve süreçler ulusal gelirin
kullanımında en açık bir şekilde görülürler.
Sermaye
sahipleri, tekelci gruplar, işçileri ve bağımlı ülkeleri
sömürerek ve talan ederek elde ettikleri kârlarla akıl almaz lüks
ve asalaklık ve de çürümüşlük içinde yaşarlarken emekçilerin
gelirleri -ulusal gelirden aldıkları pay- çoğu kez en elzem
tüketim maddelerini temin etmeye dahi yetmez. Bu kanıtı gereksiz,
çıplak gözle görülen bir olgudur.
6.
2-Ulusal gelirin temel bileşenleri-birikim ve tüketim
Birikim:
Toplumsal
toplam ürünün değişmeyen sermaye kesimiyle (s) üretim sürecinde
kullanılmış (bitirilmiş) üretim araçları, hammaddeler vb.
telafi edilir. Toplumsal toplam ürünün (s+d+a) geriye kalan kısmı
(d+a) ulusal geliri oluşturur. Bu gelirin önemli bir kısmı
biriktirilir. Yani maddi değerlerin üretiminde çalışan işçiler,
ulusal gelirden ücret formunda paylarını aldıktan sonra geriye
kalan -ulusal gelirin önemli bölümü- kısmı kapitalistlerin
eline geçer ve onlar da bu gelirin önemli bir kısmını -kişisel
tüketimlerinin dışında kalan kısım- biriktirirler. Kapitalizmde
birikimin çok büyük kısmı sermaye birikimidir. Yani artı
değerin, daha fazla artı değer veya kâr elde etme amacıyla
kullanılması.
Kapitalist
işletmelerin, tekelci grupların ve kapitalist devletin yanısıra
az miktarda da olsa küçük meta üreticileri de birikim yaparlar.
Ulusal
gelirin birikim için kullanımında söz konusu olan, değişmeyen
(s) ve değişen (d) sermayenin birikimidir. Ulusal gelirin, birikim
amacıyla kullanımı (değişmeyen sermaye) sanayi, tarım, ulaşım,
bankacılık, haberleşme, inşaat vs. sektörler için ek üretim
araçlarının alınması anlamına gelir (makineler, binalar,
hammaddeler, yedek malzemeler, başka teçhizatlar vs.).
Hızla
büyüyen değişmeyen sermayenin yanı sıra değişen sermaye de
büyür. Ve daha fazla işgücünün ücretini ödemek için ek
değişken sermayeye ihtiyaç duyulur.
Sermaye
birikimi, ekonominin bütün sektörlerinde gerçekleştirilir.
Sermaye birikimi sadece üretken amaçlar için değil, aynı zamanda
üretken olmayan amaçlar için de gerçekleştirilir. Örneğin
silahlanma için.
Devletin,
maddi değerlerin üretildiği alanlardaki, örneğin sanayideki,
ulaşım ve enerji sektörlerindeki yatırımları da artı değer
üretimine hizmet ederler. Bunun ötesinde, kâr beklentisinin az
veya uzun vadeli olduğu bazı alanlara özel sermaye rağbet etmez.
Devlet bu alanlara da yatırım yapan ve böylece kapitalist üretimin
ve yeniden üretim sürecinin işlevsel olmasını sağlar.
Ulusal
gelirin kullanımı
Yeniden
üretim sürecini işlevsel kılmak için eğitim ve sağlık
alanlarına da yatırım yapmak zorunludur. Bu alanlar da, maddi
değerlerin üretilmediği alanlara dahildirler. Devlet, başka
üstyapı kurumları için de yatırım yapar; örneğin idari
binalar, kışlalar, silah depoları, başka askeri yapılanmalar,
başkaca belli altyapı alanları -örneğin su işleri vs. -Bütün
bunlar devletin maddesel zenginliğini çoğaltırlar.
Bir
bütün olarak birikim, ulusal gelirin bir kısmının sınıfsal
içerikli nihai tüketimini -üretken ve üretken olmayan tüketim-
ifade eder.
Tüketim-kişisel
ve toplumsal tüketim;
Tüketimde
söz konusu olan, ulusal gelirin, kapitalist toplumda bütün
sınıflar, sosyal tabakalar, devlet ve başka kurumlar tarafından
nihai olarak tüketilerek kullanılmış olmasıdır. Tüketimi,
bireysel ve toplumsal tüketim diye ikiye ayırmak gerekir.
Bireysel
tüketim: Bu tüketim, kapitalist toplumdaki sınıfların
ve sosyal tabakaların bireylerinin ulusal geliri kişisel
harcamalarıyla kullanmaları anlamına gelir. Hem tüketim maddeleri
ve hem de hizmetler bireysel harcamayla tüketime dahildirler.
Bireysel tüketim, tüketim maddelerinin ve hizmetlerin para
karşılığı satın alınmalarıyla gerçekleştirilmiş olur.
Ulusal
gelirin kullanımının sınıfsal karakteri, kendisini bireysel
tüketimin sınıfsal yapısında da gösterir:
Bireysel
tüketim, maddi değerlerin üretildiği alanlarda çalışan
işçilerin, köylülerin, ücretli memurların, zanaatçıların,
teknisyenlerin harcamalarını kapsamına alır.
Bireysel
tüketim, üretken faaliyette olan işçilerin ve aydınların vs.
kültürel, sanatsal ve başka kişisel tüketimini karşılamak için
çalışan emekçilerin kişisel harcamalarını da kapsar.
Bireysel
tüketim, devlet mekanizmasında, poliste, orduda çalışanların
harcamalarını da kapsar. Bu alanlarda çalışanların kişisel
harcamaları, kapitalist hakimiyet sisteminin teminat altına
alınması için gerekli işgücünün yeniden üretilmesi anlamına
gelir. Yani polisin bir gün sonra da işçilerin, öğrencilerin
üstüne saldırıp onları dövecek, işkenceden geçirecek fiziki
güce sahip olması için harcama.
Bireysel
tüketim, dolaşım safhasında üretken olmayanların, çalışamaz
durumda olanların tüketimini de kapsar.
Burjuvazinin
kişisel harcamaları, lüks ve asalak yaşamı da bireysel tüketim
kapsamına girer.
Toplumsal
tüketim: Ulusal gelirin toplumsal tüketim amacıyla
kullanılmasındaki esas amaç, kapitalist toplum düzeninin
ideolojik, siyasi ve ekonomik temellerinin teminat altına alınması,
pekiştirilmesi ve genişletilmesidir. Diğer taraftan bu türden
tüketim, üretimin ve toplumsal yaşamın üretiminin ve de
işçilerin işgüçlerinin yeniden üretiminin genel koşullarının
teminat altına alınmasına hizmet eder.
Bundan
dolayıdır ki toplumsal tüketim, öncelikle kapitalist devletin
çeşitli organları vasıtasıyla harcamalarını kapsar. Örneğin
toplumsal tüketim fonunun önemli bir kısmı, burjuva devlet
mekanizması devamı, kapitalist sınıfın çıkarlarının
korunması için askeri harcamalara ayrılır. Başka alanlardaki,
örneğin polis, idare, hukuk vb. harcamalar da göz önünde
tutulduğunda kapitalizmde toplumsal tüketimin sınıfsal karakteri
bütün çıplaklığıyla görülür. Bu, burjuvazinin sınıfsal
çıkarı için harcamadır.
Birtakım,
sinema, tiyatro vb. özel sektörün elindeki üstyapı kurumları
için yapılan harcamalar da toplumsal tüketim kapsamına
dahildirler. Bunlara özel hastaneler, oteller de eklenmelidir.
Kapitalizmde
toplumsal tüketimin çok büyük bir kısmı emekçilerden alınan
vergilerle finanse edilir.
Buna
göre; emekçiler kendilerinden kesilen vergilerle yani işgüçlerinin
karşılığı adı altında aldıkları ücretin bir kısmıyla
toplumsal yaşamlarının iyileştirilmesini değil, kendilerini
sömüren, baskı altında tutan kapitalist düzenin ayakta kalmasını
toplumsal tüketim adı altında bizzat finanse etmiş olurlar.
Ayrıca; ulusal gelir, birikim ve tüketim için kullanımının
ötesinde zarar-ziyan (örneğin tarımda), doğal afetler için
savaş hazırlığı ve reklamlar için de kullanılır.
Dış
ticaret de ulusal gelirin artmasında ve azalmasında önemli bir rol
oynar. Örneğin dış ticaret açığı ülke içinde kullanıma
hazır ulusal gelirin ve de toplam ürünün azalmasına veya dış
ticaret fazlalığı (ihracatın ithalattan fazla olması) ulusal
gelirin artmasına neden olur.
Türkiye
Ekonomisinde Toplumsal Toplam Ürün (TTÜ) Hesaplanması
TTÜ
ve UG Hesaplamasında Çıkış Noktamız
Maddi
değerlerin üretildiği, yani artı değerin oluşturulduğu bütün
sektörlerde -sanayi, tarım, madencilik, haberleşme
-ulaşım(transport)- değişmeyen sermayeyi(s) ve bu alanlarda
çalışan işçilere ödenen ücreti (d) bilmediğimiz için
-istatistiki veriler bu değerleri bulmaya elverişli değiller-
Türkiye’de Marksist-leninist politik ekonomi açısından ulusal
geliri (UG=d+a) hesaplamak hemen hemen imkansız. Bu nedenden dolayı
UG hesaplaması yapmayacağız. Ama isteyen okur, UG’yi imalat
sanayi ile sınırlayarak belli sonuçlara varabilir. Var olacak
sonuç yanlış olmaz. Sadece eksik olur. Bu türden hesaplama
sonuçlarını bazen kullandığımız oluyor. İstatistikler,
TTÜ’nün hesaplanmasına olanak sağlıyorlar. Dolayısıyla Türk
ekonomisinin reel gelişmesini göstermek için maddi değerlerin
oluşturduğu her bir sektörün verilerini belirleyici kıstaslar
olarak ele alacağız. TTÜ hesabı da bu sektör verilerine
dayanacak.
Yukarıda
milli gelir hesabının üç yolundan ve bu her bir yolun temel
sakıncalarından bahsetmiştik. Daha doğrusu, Dr. Sağlam’ın bu
konudaki görüşlerini aktarmıştık. Bunlardan birincisi üretim
yoluyla ulusal gelirin hesaplanmasıydı. Bu yol, UG hesaplamasında
-diğer hesaplama yolları göz önünde tutulduğunda- en doğru
veya yegane doğru yol ve yöntemdir. Bu yöntemle metanın değeri
(meta değeri=s+d+a) şu veya bu şekilde en genel hatlarıyla da
olsa bulunabilir. Türkiye’de ulusal gelir hesapları bu yöntemle
yapılmaktadır; “Üretici fiyatlarıyla GMSH.”
Diğer
taraftan TTÜ ve UG’nin nominal ve reel değerleri üzerinden
hesaplanması da söz konusudur. Nominal değer üzerinden hesaplama,
cari fiyatlarla yapılan hesaplamadır. Reel değer üzerinden
yapılan hesaplama ise sabit fiyatlar üzerinden yapılan
hesaplamadır. Fiyat artışlarının anormal olduğu, enflasyonlu
ekonomilerde nominal değer -cari fiyatlar- TTÜ ve UG hesaplaması
hiçbir şeyi ifade etmez, yani ekonominin seyrini tespite uygun
değildir. Enflasyondan dolayı, ekonominin güncel (o yılki)
durumunun geçmiş yıllarla karşılaştırılması yapılamaz.
Fiyat artışının anormal olduğu, enflasyonlu ekonomilerde nominal
değer ile reel değer arasında büyük fark vardır ve bu, böylesi
ülkelerde nominal değer ile reel değerin bir ve aynı değer
olmadığını gösterir.
Devamı
sayı 18’de
Proleter
Doğrultu, Sayı 17, Temmuz-Ağustos 1998.