MARKS, ENGELS, LENİN,
STALİN VE PROLETER GAZETECİLİK
1-Basın
ve Sınıfsallık
Halkların,
devletlerin, çeşitli kuramların, siyasi partilerin yaşam ve
faaliyetinde basın, özellikle de gazete çok önemli bir rol oynar.
Basının önemini Lenin, “Sol Radikalizm, Komünizmde Çocukluk
Hastalığı” yapıtında şu sözlerle ifade eder.
“Örneğin,
gazetecilik faaliyetini ele alalım. Gazeteler, broşürler ve
bildiriler, propaganda, ajitasyon ve örgüt için zorunludur. Bir
dereceye kadar medeni bir ülkede hiçbir kitle hareketi bir
gazetecilik mekanizması olmaksızın var olamaz” (C. 31, s.
101).
Kapitalist
toplumda basın, daha doğrusu burjuva basın, hakim sınıfların
elinde ve hakim sınıflar için bir araçtır. Türkiye’de burjuva
medyanın gündem saptırma ve değiştirmede, toplumun öfkesini
egemen sınıfların çıkarlarına yönlendirmede nasıl büyük ve
etkin rol oynadığı en çarpıcı tarzda görüldü. Burjuva basın,
bu sınıflar için oldukça önemli bir araçtır. Burjuvazi,
basını, siyasi ve iktisadi hakimiyetini güçlendirmek için, işçi
sınıfı ve emekçi yığınlar üzerindeki nüfuzsunu/iktidarını
geliştirmek ve pekiştirmek için kullanır. Sadece bu da değil.
Burjuvazi, basını (gazeteler, dergiler vs.) kapitalist bir işletme
olarak da görür. Basın, basın-kapitalistleri için bir kâr
aracına dönüşür.
Bütün
kapitalist ülkelerde burjuvazi, kendi basınını kurar, geliştirir
ve bunun için olağanüstü boyutlarda harcamalar yapar. Burjuva
basın, hakim sınıf burjuvazi için propaganda ve ajitasyon yapmak
zorundadır. Burjuva basın, her türlü olanak ile donatılır.
Burjuva basının önemini ve hakim sınıfların ona neden önem
verdiğini en son olarak Hizbullah operasyonlarında görüyoruz.
Burjuva gazeteler, Hizbullah operasyonlarını, devletle Hizbullah
arasındaki bağı kopartarak aktarıyorlar. Onun, ana ve babasının
devlet olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Devlet, basına/medyaya
brifingler verdi, mali destekler sağladı, verdiği önemin/desteğin
karşılığını kendisi için yapılan ajitasyon ve propaganda ile
alıyor.
Burjuva
basın, doğası gereği ve kullandığı yöntemler bakımından da
provokatördür. Burjuva basının, bir bütün olarak medyanın
provokatör faaliyetinin merkezinde, hakim sınıfların çıkarına
ters düşen her şeye; bir bütün olarak özgürlük, demokrasi ve
sosyalizm için mücadeleye saldırmak durur. Burjuva basın, halk
düşmanı, antidemokratiktir. Onun amacı, geniş yığınların
bilincini zehirlemek, onların dikkatlerini önemli siyasi ve
iktisadi sorunlardan başka noktalara çekmek, onları sınıf
çıkarlarına yabancılaştırmak, gerçekleri gizlemek veya tamamen
maniple etmektir.
Sosyalist
basının karakter ve amacı ise burjuva basınınkinden tamamen
farklıdır. Burjuva basın karşısında sosyalist basın, yeni
tipte bir basındır. Bu yeni tipten basını, gerçekten demokratik,
devrimci ve sosyalist basını yaratanlar, Bolşeviklerdir. Bu basın,
yeni tipten partinin bir yansımasıdır. Bu basın hakkında Stalin,
“Redaksiyonun Önsözü” makalesinde şöyle der:
“Gürcü
gazetesi, Gürcü ve Rus mücadele eden işçileri, ilişkiye
geçirmek ve birleştirmek zorundadır. Gazete, okurlarına yerel,
Rus ve yabancı yaşamın onları ilgilendiren bütün görünümleri
hakkında bilgilendirmelidir...
“Gazetenin
içeriği ve yönü
üzerine birkaç söz.
“Bir
sosyal demokratik gazete olarak ondan, mücadele eden işçiler için
daha ziyade itina talep etmeliyiz... Sosyal demokratların organı
olarak gazete, işçi hareketine önderlik etmelidir, ona yolu
göstermeli ve onu, hatalardan korumalıdır. Tek kelimeyle;
gazetenin en önemli görevi, işçi yığınlarına mümkün
olduğunca yakın durmaktır, onları, sürekli etkileme
olanağına sahip olmaktır, onların bilinçli ve yönlendirici
merkezi olmaktır.
“Ama
Rusya’nın bugünkü koşullarında işçilerin dışında toplumun
başka unsurları da “özgürlük için” savaşçılar olarak
ortaya çıkabilecekleri için ve bu özgürlük Rusya’nın
mücadele eden işçilerinin ilk amacı olduğu için gazete, işçi
hareketinin dışında gelişiyor olsa da, her devrimci harekete
yer ayırmalıdır...Gazete, toplumun diğer unsurları arasında
cereyan eden ve cereyan edecek olan devrimci harekete özel dikkat
göstermelidir. O, her toplumsal görünümü izah etmelidir ve
böylece, özgürlük için mücadele edip merkezi etkilemelidir.
Bundan dolayı gazete, Rusya’daki siyasi duruma özel dikkat
göstermek, bu durumun bütün sonuçlarını dikkate almak ve siyasi
mücadelenin zorunluluğu sorununu oldukça kapsamlı olarak açmak
zorundadır...
“Böylece...
sosyal demokratik gazete, işçi hareketiyle bağlam içinde olan
bütün sorunlara açık-seçik cevap vermek, ilkesel sorunlara
açıklık getirmek, mücadelede işçi sınıfının rolünü teorik
olarak izah etmek ve işçinin karşı karşıya kaldığı her
görünümü bilimsel sosyalizmin ışığıyla aydınlatmak
zorundadır.
“Aynı
zamanda gazete, Rusya Sosyal Demokrat Parti’nin bir temsilcisi
olmak ve okuyucularını, anında, Rusya’nın devrimci sosyal
demokrasinin savunduğu taktiksel görüşler üzerine
bilgilendirmelidir. Gazete, okuyucuları, başka ülkelerde işçilerin
nasıl yaşadıkları, durumlarını iyileştirmek için ne
yaptıkları ve bunu nasıl yaptıkları üzerine
bilgilendirmelidir... Gazete, hiçbir toplumsal hareketi hesaba
katmamazlık yapmamalı ve bunların hepsini sosyal demokratik
eleştiriye tabi kılmalıdır” (C.1, s.6-8).
Toplumsal
görüngü olarak basın
Herhangi
bir toplumsal görüngüyü bilimsel olarak incelemek istersek, her
şeyden önce, o görüngünün esasa özgü olan özelliğini, yani
söz konusu görüngünün gelişmesinin yasallığını belirleyen
özelliği, diğer bütün görüngülerden ayıklayarak ön plana
çıkartmak zorundayız. Bu yasallık üzerine Stalin, “Marksizm ve
Dil Biliminin Sorunları” yapıtında şöyle der:
“Mesele,
toplumsal görüngülerin... kendilerine özgü özelliklerinin
olmasıdır. Bu özellikler, toplumsal görüngüleri birbirlerinden
ayırt ederler ve bu kendine özgü özellikler bilim açısından en
önemli olandır” (C.15, s. 230).
Bu
durumda basının en önemli özelliği, onun gelişme yasallığını
belirleyen özelliği nedir?
Burjuva
basın veya burjuva basın “bilimi” bu soruyu cevaplandıracak
durumda değildir. Burjuva basın “bilimi”, basını, örneğin
bir gazeteyi, herhangi bir metadan farklı görmediği gibi, bir
kültür kurumu olarak da görür. Önemli olan, burjuvazinin basını,
yığınları etkileyen ve kendi çıkarına koşan bir meta, bir kâr
aracı olarak görmesidir. Burjuvazi veya burjuva basın “bilimi”,
basını, çıkarına hizmet ettiği müddetçe, akla gelebilen bütün
açılardan tanımlar. Ama o, sadece bir açıdan tanımlamaktan
kaçınır. Burjuva basın “bilimi”, basının toplumdaki
sınıflarla ilişkisini kurmaktan, sınıflar karşısındaki
tavrını belirlemekten kaçınır. Burjuvazi, basının sınıflarla
ilişkisi bulunmadığı “ayağına yatar”. Burjuvaziye göre
toplumda zaten sınıflar da yoktur, dolayısıyla sınıfsal çıkar
farklılığı da olamaz. O nedenle burjuva basının “gerçek ve
tarafsız habercilik yaptığı” propaganda edilir. Tam da bu
yaklaşımdan dolayı burjuvazi, basının, her şeyden önce siyasi
görevleri yerine getirdiği konusunda susmayı yeğler veya basının
bu temel özelliği üzerine çok az, onu da çarpıtarak konuşur.
Öyleyse
basın, öncelikle siyasi görevleri yerine getirmektedir: Basın,
amacı ve etkisi bakımından her şeyden önce siyasi bir
kurumdur/kurumlaşmadır.
O
halde politika nedir, bu kavramdan anlaşılması gereken nedir?
“Lenin
’in bir tanımlamasına göre geniş anlamda politika, sınıflar
arasındaki ilişkidir, sınıfların toplumda hakimiyet için,
devlet gücü için mücadelesidir. Politika, bütün sınıfların,
hakim sınıfın silahı olarak devlet gücüne olan ilişkileri
ifade eder. Politika, sınıf mücadelesini, devletin ve siyasi
partilerin faaliyetini içerir. Politika, milliyetler arasındaki
(ulusal politika) ve devletler arasındaki (dış politika)
ilişkileri de kapsar. Devlet iktidarı sorunu, yani toplumdaki belli
bir sınıfın hakimiyeti sorunu, politikanın merkezi sorunudur.
Lenin, politika, ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir, onun
genelleştirilmesi ve sonuçlandırılmasıdır diyordu. Politika,
sınıflı toplumun ekonomik yapısını ifade ederken, karakter ve
yönü bakımından sınıfsal koşulludur. Sınıf mücadelesi var
olduğu müddetçe politika, sınıfların, üretim alanında ve
maddi malların dağıtımında yer ve rolü için mücadelesini
yansıtır.
“Üretim
araçlarına sahip olan ve buna göre ekonomide hakim olan sınıf,
siyasi olarak da hakimdir. Devlet gücü ona aittir, devlet
mekanizması, icra organları, ordu, mahkeme, güvenlik teşkilatı,
ideolojik etkileme araçları, okul, basın, radyo vs. onun
elindedir” (P. Bjelow, “Ekonomi ve Politika Arasında
Karşılıklı İlişkiler Üzerine”; Neue Welt, sayı 17, 1952, s.
2113).
Bu
tanımlama bizi, sınıflar arası ilişkiler, devlet, sınıf
mücadelesi vb. üzerine bütün görüşleri siyasi görüşler
olarak görmemiz sonucuna götürür. Toplumda hakimiyet için veya
mevcut hakimiyeti pekiştirmek için mücadelede sınıflara dolaylı
ve dolaysız hizmet eden bütün kurumların yürüttüğü faaliyet
siyasi faaliyettir. Basın da böyle bir siyasi kurumdur. Siyasi bir
kurum olarak basın, öncelikle siyasi görevlerin ve amaçların
hizmetindedir.
Siyasi
bir kurum veya kurumlaşma olarak basın, toplumun ideolojik üst
yapısının bir bileşeni/parçasıdır.
Stalin,
“Marksizm ve Dil Biliminin Sorunları” yapıtında üst yapıyı
şöyle tanımlar:
“Üst
yapı, bu toplumun siyasi, hukuki, dini, sanatsal felsefi
görüşleridir ve bunlara tekabül eden siyasi, hukuki ve başka
kurumlarıdır... Üst yapı, alt yapı tarafından oluşturulur; ama
bu, onun, alt yapıyı sadece yansıttığı, alt yapının geleceği,
sınıfların geleceği, toplum düzeninin karakteri karşısında
pasif, tarafsız ve lakayt olduğu anlamına asla gelmez. Tersine,
bir defa dünyaya geldikten sonra o, muazzam aktif bir güç olur,
alt yapının kendi belli biçimini almasına ve sağlamlaşmasına
katkıda bulunur, yeni toplum düzenine, eski alt yapının ve eski
sınıfların sonunu getirmeye ve onları yok etmeye yardım etmek
için bütün tedbirleri alır” (C.15, s. 192,194).
Stalin’in
bu tanımlaması şunu gösteriyor: üst yapı, bütün toplumsal
görüşleri, onlara tekabül eden örgütlenmeleri ve kurumlan
kapsamıyor. Alt yapı gibi, üst yapı da gerçek anlamda sınıfsal
bir karakter taşır. Stalin’in bu kavrayışının basın
açısından anlamı şudur: belli bir toplum düzeninin üst
yapısının bir bileşeni olarak basın, bir siyasi kurum olarak
basın, alt yapının ve de bizzat üst yapının
sağlamlaştırılmasında oldukça önemli bir rol oynar. Bu rolünü
basın, pasif olarak değil, aktif olarak oynar; basın, toplumsal
gelişmede hep aktif rol oynar ve onun görevinin çerçevesini çizen
ise, toplumsal gelişmenin verili aşamasındaki sorunlardır.
Demek
oluyor ki, üst yapının bir bileşeni olarak basın, bütün üst
yapı bileşenlerinin/görüngülerinin tabi oldukları genel
yasallıklara tabidir. Örneğin, kapitalizmden komünizme geçerken
bütün burjuva üst yapı kurumlarının yerini sosyalist üst yapı
kurumlan alacaktır.
Basını,
diğer üst yapı kurumlarından ayıran özellikler nelerdir? Basın,
olanaklarının çokluğu ve çeşitliliği ile (örgütsel,
propagandacı, pedagojik, tekniksel, sanatsal, lisana özgü,
kültürel vb. olanaklar) diğer bütün üst yapı, siyasi
kurumlardan daha hızlı, kapsamlı ve doğrudan toplumsal gelişmeyi
yansıtacak ve etkileyecek durumdadır. Bu özelliğinden dolayı her
bir toplumsal sınıf, örgütlenmeleri vasıtasıyla basını, kendi
görüş ve amaçlarını en geniş kitleye yaymak için kullanır.
Basının
sınıfsal karakter taşıması, onun taraflı olduğunu; şu veya bu
sınıfın; burjuva ve proleter dünya görüşlerinin bir aracı
olduğunu gösterir.
Lenin,
“Ne ile Başlamalı?” makalesinde gazete nezdinde devrimci
basının rolü üzerine şöyle der:
“...Gazetenin
rolü sadece düşüncelerin yayılmasıyla, sadece politik eğitim
ve politik müttefiklerin kazanılmasıyla sınırlı değildir.
Gazete sadece kolektif bir propagandacı ve kolektif bir ajitatör
değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir. Bu bağlamda o,
inşa halindeki bir binanın çevresine kurulan iskele ile
kıyaslanabilir; binanın krokisini gösterir, inşaat işçileri
arasında irtibatı kolaylaştırır, iş bölümü yapılmasına ve
örgütlü çalışmayla ulaşılmış genel sonuçların görülmesine
yardımcı olur. Gazetenin yardımıyla ve onunla bağıntı içinde,
sadece yerel çalışmasıyla değil, düzenli genel çalışmasıyla
uğraşan, üyelerine politik olayları dikkatle izlemeyi, bunların
önemini ve çeşitli halk katmanları üzerindeki etkisini doğru
değerlendirmeyi öğreten, devrimci partinin bu olaylar üzerinde
etkide bulunmasını sağlayabilecek amaca uygun yöntemler bulan
kalıcı bir örgüt kendiliğinden ortaya çıkacaktır” (C.5,
s.11).
RKP(B)’nin
XII. Parti Kongresi’nde Stalin de bu anlamda şöyle der:
“Basın,
kitle mekanizması değildir, kitle örgütü değildir, ama buna
rağmen o, parti ve işçi sınıfı arasında görünmeyen bir bağ
kurar, gücüne göre, yığınları kapsamına alan bir geçiş
mekanizmasına eşit bir bağ...Basının güce ve büyük ağırlığa
sahip olduğu tartışma götürmez. Basın, en güçlü silahtır,
parti, onun vasıtasıyla her gün her saat işçi sınıfına, onun
kendi, alışık dilinde hitap eder. Parti ve sınıf arasında
tinsel ipler çekmek için başka araçlar, böyle elastiki bir
mekanizma yok. Bu, partinin bu alana neden özel bir ihtimam
göstermek zorunda olduğunun nedenidir” (C.5, s.179).
Burada,
basının öneminden başka, onun sınıfsal taraflı oluş
özelliğini görüyoruz.
Yığınları
parti tarafından yönlendirmenin, onlara önderlik etmenin temel
yöntemi, ikna ve inandırma yöntemidir. İkna olan, ikna olduğu
konuda harekete geçer. Basın, bu ideolojik-siyasi eğitim,
aydınlatma ve bilinçlendirme faaliyetinde en ön sırada yer alır.
Devrimci partinin, işçi sınıfı ve emekçi yığınların en
geniş kesimine hitap eden kitlesel etkilemede basın, en önemli
silahlardan ve otoritelerden birisidir. Basın, partinin sesidir.
2-Devrimci
Parti-Devrimci Gazetecilik/Proleter Parti-Proleter Gazetecilik
Burada
ve diğer bölümlerde Marks ve Engels’in proleter parti ve
proleter gazetecilik konusundaki görüşlerini tez biçiminde
açıklayacağız.
Marks
ve Engels, daha 1840’lı yılların sonunda, işçi sınıfının,
nihai amacına ulaşabilmesi için bir partiye ihtiyacı olduğu
sonucuna vardıklarında basın sorununa da açıklık
getirmişlerdir. Marks ve Engels’e göre devrimci basın, proleter
gazetecilik görevini, partinin bir organı olarak çözebilir.
2.1
- Devrimci gazetecilik, proleter gazetecilik, devrimci ve sosyalist
basının, hangi biçimde ve ilişkiler içinde
olursa olsun bir çalışanı
olmak, parti çalışmasının organik
bir bileşeniolmak anlamına
gelir.
Marks,
J. Weydemeyer’e yazdığı 20 Şubat 1852 tarihli mektubunda
proleter gazeteciliği, “gerçek bir parti
faaliyeti” olarak tanımlar (C. 28, s. 493). Proleter
gazetecilik, proleter basının bir biçimde bir çalışanı olmayı
da içerir. Bu anlamda her bir Marksist Leninist komünist, sosyalist
basınının, gazete ve teorik organının bir çalışanı olduğunu
unutmamalıdır.
Marks,
F. Lassalle’a yazdığı 9 Nisan 1860 tarihli mektubunda,
proleter/sosyalist basın faaliyetini “çok önemli
bir parti faaliyeti” olarak görür (C.30, s.522). Böylelikle
Marks, komünistleri kendi basınları konusunda ciddi olmaya,
sorumluluk taşımaya çağırıyor. Bir taraftan devrim yapma
iddiasında olmak ve diğer taraftan da bu devrim anlayışını
yığınlara taşıyan basın karşısında kayıtsız kalmak,
mücadeleyi o alanda sekteye uğratmakla aynı anlama gelir. Kendi
basınını ciddiye almayan, savunduğu düşünceleri de ciddiye
almıyor demektir. Bu “çok önemli bir parti faaliyetini”
küçümseme yaklaşımı, aslında devrimci basının parti
çalışmasındaki yerini, değiştirici, dönüştürücü ve
örgütleyici gücünü kavramayan ve görmeyen/görmek istemeyen;
dolayısıyla devrimci çalışmada neyi anlıyorsa, onu da layıkıyla
yerine getirmeyen yaklaşımlardır. Bir çarpıklık ve geriliği
ifade eder.
2.2
- Proleter gazetecilik, sosyalist işçi basını oluşturulmaksızın,
işçi
hareketinin gelişmesi mümkün değildir.
“Tabii
ki, ...basında organa sahip olmaksızın bir harekete sahip olmak
olanaksızdır” (C.31, s.34, Marks’ın Engels’e yazdığı
2 Aralık 1864 tarihli mektuptan).
2.3
- Partinin aynası ya da vitrini basındır, onun organıdır. Basın
organının karakteri, partinin yapısını ve
karakterini ele verir:
“...organdan
partinin gücü hakkında bir kanaata
varılabilir” (Marks) Aynı konuda da Engels şöyle der; “Ben
sadece partiden bahsettim ve bu da onun, kamuoyu
nezdinde basında ve kongrelerde kendini ortaya koyduğu kadarıyla”
(C.34, s.285, Engels’in W. Liebknecht’e yazdığı 31 Temmuz 1877
tarihli mektuptan). Partinin gücü, sadece onun örgüt, kurum,
kadro, çevre-çeper ve kitle gücü değildir. Partinin gücü aynı
zamanda parti basının niteliği ve niceliği, teorik ve siyasi
düzeyi, içeriği ve kapsamınca belirlenir. Partinin yaptıkları
ve yapamadıkları, kitlelerle sıkı ve canlı bağlarının bulunup
bulunmadığı, teorik öngörüyle devrimci pratiğinin uyumlu olup
olmadığı parti basınına yansır ve bir okuyucu parti basını
takip ederek o partinin gücü, halet-i ruhiyesi hakkında fikir
sahibi olabilir. Bu vitrin ne çok ne az ama bütün gerçekliğiyle,
yaşamı ve biçimiyle partiyi yansıtabilmelidir.
Basının
başarısı, partinin başarısıdır. “Sınıf bilinçli
işçilerin örgütünün süratle ilerlemesi için en iyi kanıt,
örgütün periyodik basın organlarının artan sayısıdır...”
ve burjuvaziye karşı
mücadelede devrimci basının her başarısı, “gerçek
ve dirayetli işçi hareketi için zemin kazanma” anlamına
gelir (C.19, s. 121, 126, Engels).
Burada
işçi hareketi-basın arasındaki diyalektik bağ görülmelidir.
Devrimci basın işçi sınıfının yerel ve genel grev, direniş ve
gösteri eylemlerini yansıtmakla, ders ve tecrübeleri aktarmakla
hem işçileri aydınlatır, hem de yeni direniş alanlarını teşvik
eder, hazırlar. İşçi hareketinin merkezileşmesi, hatalarından
arınması ve yeni sıçramalarla aydınlatılan yoldan yürümesini
sağlar. Büyüyen ve gelişen, devrimci basınla sıkı ve organik
bağlar geliştiren bir işçi hareketi ise, devrimci basını
dinamik, canlı, hareketli ve üretici kılar.
2.4
- Marksist-Leninist parti geliştikçe ve kurumlaştıkça onun
basını
da enternasyonal ilişkilerin
kurulmasında, başka ülkelerdeki
devrimci, Marksist-Leninist
partilerle bağların kurulmasında
giderek önem kazanan bir araç olur.
Engels,
P. Laforgue’a yazdığı 27 Mart 1889 tarihli mektupta Fransız
komünistlerine şöyle der; “Socialiste’in
kapanmasından sonra partiniz, enternasyonal sahneden kayboldu.
Çekildiniz, yurt dışındaki diğer sosyalist partiler nezdinde
öldünüz” (C.37, s.172) P. Laforgue’a yazdığı 30 Nisan
1889 tarihli mektubunda Engels, aynı konuya değinerek şöyle der:
“Başkalarına hitap edemeyen ve varlığı için kanıtlar
göstermeyen bir parti, onlar (yurt
dışındaki partiler-SP) için artık yoktur” (Agk,
s.189).
Öyleyse;
Marksist-Leninist komünistler, davalarını, mücadelelerini
enternasyonal alanda duyurabilmek ve gereken bağları kurmak için
Engels’in anlayışını ciddiye almak zorundadırlar.
Komünist
basın enternasyonaldir. Bunu uluslararası komünist ve devrimci
hareket nezdinde “varlığının bir kanıtı” olarak
değerlendirir; aynı zamanda diğer ülkelerdeki devrimci
hareketlerle devrimci dayanışma, dünya komünist ve devrimci
hareketinin ders ve tecrübelerinden yararlanma, ortak teorik, pratik
ve örgütsel sorunlarının çözümü için buna ihtiyaç duyar.
2.5
- Basın, parti yaşamında, parti içi faaliyette oldukça önemli
bir rol
oynar.
Basın
“parti yaşamında önemli bir kaldıraçtır” (C.37,
s.379, Engels’in K. Kautsky’e yazdığı 11 Nisan 1890 tarihli
mektupları). Bunun nasıl bir kaldıraç olduğunu, Lenin ve
Stalin’in gazete, basın anlayışında gördük.
Parti
yaşamında önemli bir kaldıraç olmak, partinin görüşlerini
kamuoyuna duyurmak, parti yaşamının önemli/acil sorunlarım
tartışmak, parti kitlesini ele alınan konularda harekete geçirmek
anlamına da gelir. Engels, parti basınının görevlerinden
bahsederken şöyle der: “Bir parti basınının görevi nedir?
Her şeyden önce tartışmak, partinin taleplerini temellendirmek,
geliştirmek, savunmak, karşıt partinin iddialarını ve
taleplerini püskürtmek ve çürütmek” (C.4, s. 312).
Bununla
Engels, sadece karşıtlarla tartışmayı değil, parti içi
tartışmayı da kast eder. Engels, R. A. Sorge’ye yazdığı 9
Ağustos 1890 tarihli mektupta “parti o kadar büyüktür ki,
kendi içinde tartışmanın mutlak özgürlüğü bir zorunluluktur”
(C.37, s. 440). “Her işçi partisi..., diyalektik gelişme
yasalarına göre, sadece iç mücadeleyle gelişebilir” (C.35,
Engels’in E. Bernstein’a yazdığı 20 Ekim 1882 tarihli
mektuptan).
Burada
iç mücadele ile, komünistler arasındaki tartışmanın ötesinde,
her renkten oportünizme karşı mücadele ve partinin oportünist
akımlardan temizlenmesi kastedilmektedir.
2.6-
Engels, daha 1848 Devrimi öncesinde, çeşitli ülkelerin
devrimcilerinin, devrimci demokratlarının
birleşmesi için eleştiri
ve özeleştirinin, “karşılıklı
eleştiri”nin önemine dikkati çeker.
“Çeşitli
ulusların demokratlarının birleşmesi, karşılıklı eleştiriyi
dışlamaz. Birleşme, böyle eleştiri olmaksızın mümkün
değildir. Eleştiri olmaksızın anlaşma ve dolayısıyla birleşme
olmaz” (C.4, s.426).
Böylelikle
Marks ve Engels, işçi hareketi tarihinde ilk defa, parti içinde
özeleştirinin öneminden bahsetmeye başlamışlar ve özeleştiriyi,
partinin faaliyeti ve gelişmesi açısından mutlak/kaçınılmaz
koşul olarak görmüşlerdir.
Parti
yaşamında eleştiri ve özeleştirinin önemini vurgulayan Marks ve
Engels, aynı zamanda, parti basınını, eleştiri ve özeleştiriyi
geliştiren araç olarak da görmüşlerdir. Onlar, 1848/49’da
“Neue Rheinische Zeitung”u, kararsızlığı, ufak hesapları,
tutarsızlığı, küçük burjuva yalpalamayı teşhir ederek,
devrimci eleştiri ve özeleştirinin aracı olarak da
kullanmışlardır. Özeleştirinin önemine Lenin, “İskra’
Redaksiyonunun Açıklaması” makalesinde de değinir.
Taraflı,
partici özeleştiri partinin gelişmesinde önemli bir rol oynar.
Önemli olan, eleştiri ne denli sert olursa olsun, parti karakterini
içermelidir; eksikliği, hataları göstermelidir, ama eleştiri
için eleştiri olmamalıdır. Özeleştiri, eleştiri, bunun için
parti basınının araç olması kötüye kullanılmamalıdır. Parti
basınında eleştiri “özgürlüğü her türlü içerikten ve
akıldan yoksun katışıksız yaygara” (Engels, C.34, s. 433)
olmamalıdır.
Eleştiri
ve özeleştiriyi, partinin gelişmesi ve pekişmesi için ön koşul
ve yöntem olarak gören ve “karşılıklı eleştiri”nin
geliştirilmesini talep eden Marks ve Engels, bu talebin devrimci
basında nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği üzerine de dikkat
çekmişlerdir. Onlar, parti basınının, eleştiri ve özeleştirinin
aracı olarak iki rol oynadığını belirtmişlerdir. Birincisi,
parti basını, özeleştirinin bir aracıdır. Özeleştiri,
partinin birliğinin pekişmesi için ve faaliyetindeki eksikliklerin
giderilmesi için bir araçtır. Bu durumda parti basını, salt
kendi faaliyetine eleştirel yaklaşır, kendini düzeltir ve
gelişmesinin önündeki engelleri yıkar.
Marks
ve Engels, devrimci parti ve devrimci gazetecilik arasındaki
karşılıklı ilişkilerin karakterini test ettikten sonra, bunların
arasın da en önemli olanın, doğrudan ilişki olduğu sonucuna
varmışlardır. Doğrudan ilişki, partinin, basınını her alanda
ve her yönlü sağlamlaştırması, görevlerini, faaliyet
programını belirlemesi anlamına gelir. Burada söz konusu olan
sadece gazete değildir. Teorik organ olarak dergi, sendika gazetesi,
gençlik dergisi, basın-yayın (kitap) faaliyeti, radyo, televizyon
vb. de söz konusudur.
Parti
ile parti gazeteciliği arasındaki doğrudan bağ, çeşitli
biçimlerde ifade edilir. Parti basınının, bir bütün olarak
parti medyasının doğrudan ve sürekli yönetimi söz konusu
biçimlerden birisidir. Bunun ötesinde parti basınının (gazete ve
derginin) redaksiyonuna yardımcı olmak; önerilerde, tavsiyelerde
bulunmak, bilgilendirmek, mali olarak desteklemek, basın ve
yayınevini maddi, manevi desteklemek, tecrübeli parti gazeteci ve
yazar kadroların katkısını sürekli kılmak vs. vs. Parti
basınını, proleter gazeteciliği desteklemenin oldukça etkili bir
biçimi de, parti organlarının, parti önderliğinin ve okurların
eksiklik ve hatalar üzerine uyarı ve eleştirileridir. Yani bir
yerde aşağıdan denetlemedir. Bunları; uyarı ve eleştirileri
dikkate almayan parti basını, partinin gelişmesine doğrudan engel
olur. Böyle bir basın, ölüme, yok ol maya mahkumdur.
2.7-
Parti basını ve önderlik sorunu
Marks
ve Engels, parti basınının parti tarafından yönlendirilmesi
sorunlarıyla 1860’lı yıllardan itibaren yoğun bir şekilde
ilgilenmek zorunda kalmışlar ve bugün de bizlere yol gösteren
anlayışlar geliştirmişlerdir. 19.yüzyılın ‘60’lı
yıllarından itibaren işçi hareketi önem kazanmaya başlamış,
I. Enternasyonal kurulmuş ve onun basın sorunu, çeşitli ülkelerde
kurulan partilerin basını ve birbirleriyle ilişkileri gündeme
gelmişti. Marks ve Engels, bir bütün olarak proleter gazeteciliğin
bu sorunları, basın ve parti arasındaki ilişkiye ve partinin
basını yönlendirme sorununa çözüm getirmişlerdi.
2.8-
Devrimci basının başarılı faaliyeti, partinin yönetimi ve
önderliğine
bağlıdır.
Partinin,
basınına önderlik etme ve yönlendirme zorunluluğu, parti
basınının amaç ve etkisinin, parti hukukunun doğrudan bir
ifadesidir. Parti, devrimci gazeteciliğini sürekli kontrol etmek,
yönlendirmek, giderek genişleyen ve derinleşen kurumlaşmasını
ve başka düşüncelerden; anti-marksist düşüncelerden
bağımsızlığını sağlamak zorundadır. Partinin teorik-siyasi
çizgisinin bağımsızlığını korumanın güvencesi kolektif
irade üretim yönetim ve denetimdir. Bunun örgütsel mekanizmasını
ve işleyişini kurmaktır. Parti basınında yönetim ve denetim,
bireylerin iradesine ve vicdanına terk edilemez. Parti basını veya
bir bütün olarak devrimci gazetecilik, demokratik merkeziyetçiliğin
ilkelerine uyumluluk içinde partinin teorik siyasi önderliğine ve
parti çizgisine bağlı olmak zorundadır.
2.9-
Partinin, basınına nasıl, hangi biçimde önderlik edeceği somut
duruma bağlıdır.
Somut
durum nasıl ve ne denli değişirse değişsin ve buna bağlı
olarak önderlik biçimi nasıl olursa olsun, esas olan, her koşul
altında basın faaliyetinin; bu parti çalışmasının içerik ve
amacının gözardı edilememesidir.
Mark
ve Engels’in bu anlayışını geliştiren Lenin, Marksist teorinin
yaygınlaştırılmasında önemli rol oynayan devrimci basının ve
bir bütün olarak devrimci gazeteciliğin taraflı olması
gerektiğini vurgulamıştır. O, “parti örgütü ve parti
literatürü” makalesinde konuya ilişkin olarak şöyle der:
“Öyleyse,
parti literatürünün ilkesi... neden ibarettir? Bu, sadece,
sosyalist proletarya için literatür faaliyeti, tek tek bireylerin
ve grupların kazanıldığı kaynak olmamalıdır. O, hiçbir
şekilde genel proleter davadan bağımsız, kişisel mesele
olmamalıdır. Kahrolsun partisiz literatürcüler! Kahrolsun,
literatürcü olağanüstü insan! Literatür faaliyeti, genel
proleter davanın bir kısmı, bütün işçi sınıfının bütün
siyasi bilinçli öncüsü tarafından harekete geçirilen
bütünlüklü, büyük sosyal demokratik mekanizmasının bir
‘vidacığı’, bir ‘çarkçığı’ olmamalıdır. Literatür
faaliyeti, örgütlü, planlı birleşik sosyal demokratik parti
faaliyetinin bir bileşeni olmalıdır...
“...Şüphesiz
ki literatürcü üretim alanında şahsi inisiyatif ve şahsi
eğilimler için geniş hareket alanını, fantezi ve
düşünceler, içerik ve biçim için hareket alanını sağlamak
mutlaka zorunludur. Bunların hiçbirisi tartışma götürmez, ama
bunların hepsi, sadece, proletaryanın parti çalışmasının
literatür bölümünün proletaryanın parti çalışmasının diğer
bölümleriyle şabloncu biçimde eşit addedilemeyeceğini kanıtlar.
Bunların hepsi, burjuvazinin ve burjuva demokrasisinin gözünde
yabancı ve tuhaf tezi; literatür faaliyeti mutlaka ve her halükarda
sosyal demokratik parti çalışmasının diğer bilimleriyle
ayrılmaz bağlı bir bölüm olmak zorunda olmasını asla çürütmez.
Gazeteler, çeşitli parti örgütlerinin organları olmalıdırlar.
Literatürcüler mutlaka, parti örgütlerine dahil olmalıdırlar.
Yayın evleri, depolar, dükkanlar ve okuma odaları, kütüphaneler
ve kitap dağıtımcılığı bütün bunlar partiye tabi olmalıdır
ve ona hesap vermelidir. Bütün bu faaliyet, örgütlü, sosyalist
proletarya tarafında izlenmeli ve kontrol edilmelidir” (C.10,
s.30/31).
Şüphesiz
ki, parti faaliyetinde romancı, tiyatrocu, şair, gazeteci,
teorisyen vb. çalışmalarına da yer olacaktır. Bu alanlardaki
faaliyetin kendine özgü özellikler, özel yetenek ve birikimler
gerektirdiği de bir gerçek. Bu anlamda bir “özerklik”ten söz
edilebilinir. Ne var ki, devrimci basın vb. alanlarında
çalışanların da parti normları ve kurallarına bağlı olarak
yaşamlarını düzenlemeleri, örgütlemeleri, bir savaşçı
partinin militanı olmanın gereğidir. Kendisini, birçok
bakımlardan parti denetiminin ve işleyişinin dışına atan, bunu
bu türden bireysel inisiyatif, eğilim, yetenek ve “iş”lerle
açıklamak “özerk” ya da “serbest” takılmayı haklı
kılamaz. Aksine devrimci bireyin küçük burjuva alışkanlık ve
yaşam tarzını partiye dayatmasıdır. Parti örgütlerinin bu
türden kurumlarında çalışan, partili yaşam ve disipline
gelmeyen yaklaşımlarla uzlaşmaları, bu zaaflar içinde olanları
oldukları gibi kabul etmeleri, bu ilişki tarzı ve biçimine
kendilerini alıştırmaları ya da görmezden gelmeleri Leninist
parti çalışmasıyla bağdaşmaz. Parti basınında çalışan her
partili, yaşamı ve çalışmasıyla parti denetimine tabidir,
“parti örgütlerine dahil” olmak zorundadır.
2.10-
Devrimci/proleter gazeteciliğin enternasyonal karakterinin de
meşruluğu tartışma götürmez.
Marks
ve Engels, ulusal devrimci basının, yani çeşitli ülkelerdeki
(ulusal) devrimci basının enternasyonal birliğine/ birleşmesine
ve uluslararası burjuvaziye/ düşmana karşı enternasyonal
periyodik basın cephesinin oluşturulmasına büyük önem
vermişlerdir. Daha 1846’da Marks ve Engels, bu amaçla, “Komünist
Yazışma Komitesi”ni oluşturmuşlardı. Marks, PJ. Proudhon’a
yazdığı 5 Mayıs 1846 tarihli mektubunda konuya ilişkin olarak
şöyle der:
“Bizim
yazışmamızın temel amacı, ...Alman sosyalistlerinin İngiliz
ve Fransız sosyalistleriyle bağını kurmaktır, yabancıları,
Almanya ’da gelişen sosyalist hareketler üzerine bilgilendirmek
ve Almanya’daki Almanları da Fransa ve İngiltere’deki
sosyalizmin ilerlemesi üzerine bilgilendirmektir. Bu usulle görüş
ayrılıkları ortaya çıkabilir ve düşünce teatisine ve tarafsız
bir eleştiriye varılabilir. Ulusal darlıktan
sıyrılmak için, bu, sosyal hareketin literatür ifade
biçiminde olması gereken adımdır” (C.27, s.442).
Marks
ve Engels, “Yazışma Komitesi” vasıtasıyla o dönemin devrimci
demokratik ve işçi hareketinin enternasyonal birliğini
sağlamışlardır. Bu, ifadesini I. Enternasyonal’de buluyordu.
Uluslararası komünist ve işçi hareketi, enternasyonal
gazeteciliğin, en etkili ve en gelişmiş durumuna III.
Enternasyonal döneminde ulaşmıştır.
3-İşçi
Sınıfının Siyasi Silahı Olarak Devrimci Gazetecilik
3.1
- Günceli yakalayamayan devrimci basının ve dolayısıyla komünist
partinin hitap ettiği yığınlar üzerindeki
etkisi zayıf kalır.
Marks
ve Engels, Bebel, Bracke, Liebknecht vd. yazdıkları 17/18 Eylül
1879 tarihli “Sirküler Mektup”larında şöyle derler:
“Parti...
Şimdiye kadar neredeyse bütün pratik hale gelen ekonomik
sorunlarda bulanık ve kararsız tavır aldı... Bunun nedeni, parti
organlarının, özellikle de “İleri”nin bu sorunu
esaslı bir şekilde tartışacağına, sempatiyle, gelecek toplum
düzeninin konstrüksiyonuna (yapılanışına-çn)
önem vermemesidir.” (C.19, s.158).
Şüphesiz
ki burada Marks ve Engels, gelecek (sosyalist) toplumun nasıl
şekilleneceğine kafa yormayın demiyorlar, ama acil sorunları bir
kenara bırakarak, geleceği anlatarak yığınların
kazanılamayacağını açıklıyorlar.
Pratik
iktisadi ve sosyal sorunları işlemede, açıklamada ve takip etmede
parti basınının gelişmesi bir ihtiyaçtır. İvedi ve yakıcı
iktisadi sorunların açıklanan gazetenin önemli görevidir.
Engels,
L. Laforgue’a yazdığı 13 Ekim 1891 tarihli mektupta güncelliğe
değinerek şöyle der: “Sana bir makale yazıyorum. Sonunda
pratik sorunlar ele alındığı için onu, ancak, yayından hemen
önce gönderebilirim ve nihai biçimini verebilirim...Hemen basılmaz
ve yayımlanmazsa güncel bir makale yazmanın olanaksız olduğunu
takdir edersin” (C. 38, s. 177).
Öyleyse,
güncellik konusunda Marks ve Engels gibi duyarlı ve yaratıcı
olmak zorundayız. Ancak bu şekilde Marksist Leninist komünistlerin
basını, bir bütün olarak gazeteciliği, hitap ettikleri yığınları
azami etkiler ve mücadeleye seferber eder.
3.2-
Devrimci basın somut olmak zorundadır.
Marks
ve Engels, devrimci gazeteciliğin gelişmesinde gerçeklerin
araştırılmasına büyük önem vermişlerdir. Ve devrimci
gazetecilikte dedüksiyona (tümden gelme), endüksiyona (tüme
varıma), sentez ve analize vurgu yapmışlardır. Tabii bu, bir
yöntem sorunudur; gazetecilikte, yazım yaşamında Marksist
diyalektik yöntemin kullanılmasıdır. Marks ve Engels, devrimci
basının redaktör ve yayımcılarıyla mektuplaşmalarında bu
sorunu ele almışlar ve sürekli, somut olmayı talep etmişlerdir.
Somutluk, ancak ve ancak gerçeklerin ele alınması ve örneklemeyle
sağlanabilir. Örneğin Engels, “gerçekler yerine fantezi”
üzerine yazı talep eden okurlar için yazmayı reddetmiştir (Bkz.
C.34, s. 50, Engels’in Marks’a yazdığı 19 Temmuz 1877 tarihli
mektubundan). Engels, yazılarını gerçekler üzerine inşa
ediyordu.
3.3-
Devrimci gazetecilikte somutluk, eleştirinin
isabetliliğinin/verimliliğinin ilk ve en önemli koşuludur.
Somutlukta
esas olan, kişiye, yazara saldırı değil, ele alınan konudur.
Daha 1843’te, Marks, konuya ilişkin şöyle diyordu: “Basın,
durumları teşhir etmelidir, ...kişileri
değil. ” (C.1, s.174). Aynı yerde Marks, kamu tarafından
bilinen bir durumu başka türlü açıklama olanağı yoksa kişinin
teşhiri de yapılabilir der. Daha sonraki yazılarında Marks,
eskiyi, sömürü ve zulmü savunanların, hakim sınıf
temsilcilerinin acımasız eleştiri ve teşhirini doğru bulmuştur.
Bu anlayışta olan Lenin ve Stalin de hakim sınıf unsurlarının
acımasız eleştirisine önem vermişlerdir. Örneğin Lenin,
“Gazetelerimizin Karakteri Üzerine” makale sinde basının
“kötülüğün somut taşıyıcılarına karşı”
acımasız, gerçekten devrimci bir savaş yürütme görevi olduğunu
yazar (Bkz. Lenin, C. 28, s. 88).
3.4-
Eleştirel yayımlarda somutlukta esas olan, eleştiriye temel teşkil
eden gerçeklerin doğru ve itinalı seçimidir.
Eleştirilen
olgu ile ilgili olarak durumlar, gerçekler ve kişiler, tesadüfi,
tali olmamalıdırlar, olguyu temsil gücüne sahip olmalıdırlar.
Ancak bu şekilde doğruları açıklayabilir ve etkimizi
genişletebiliriz.
3.5-
Popüler yazma sanatı.
Hitap
edilen kitleyi, ele alınan konu üzerine etkilemenin bir yolu da
yazma biçimidir. Devrimci basında ele alınan konular, içerik,
herhangi bir kayba uğratılmadan ve geri plana itilmeden oldukça
anlaşılır, ilgi çekici yazılmalıdır. Marks, “ücretli iş ve
sermaye” makalesinin girişinde şöyle der:
“Oldukça
basit ve popüler izah etmeye çalışacağız ve bizzat, politik
ekonominin en elementer kavramlarını bile ön koşul yapmayacağız.
işçiler tarafından anlaşılır olmak istiyoruz” (C.6, s.
398).
Sözlü
anlaşılır olmanın yöntem ve biçimi yazılı anlaşılır
olmanın yöntem ve biçimiyle aynı değildir. Devrimci basın,
yazılı ve sözlü propaganda ve ajitasyonda yöntem ve biçim
farkına dikkat etmek zorundadır. Engels, E. Bernstein’a yazdığı
27 Şubat 1883 tarihli mektubunda “kürsüde ve sözlü
tartışmada uygun ve mutat olan, basılınca oldukça
kötü olabilir” diyerek yazıda biçim ve stilin önemine
dikkati çeker (C.35, s.442).
Devrimci
basın, popüler ve anlaşılır yazmayı, basitleştirme,
kabalaştırma olarak anlamamalıdır. W. Liebknecht şöyle der:
“Hiç kimse Marks’tan daha çok, bilimin kabalaştırılmasından
yani çarpıtılmasından, yüzeyselleştirilmesinden ve
ruhsuzlaştırılmasından nefret edemezdi, ama hiç kimse kendini
ifade etmede ondan daha fazla yeteneğe sahip değildi”
(Berlin, 1964, s. 61).
3.6-
Teorik inceleme, araştırma ve donanımı süreklileştirmeden
devrimci gazetecilik yapılamaz.
Devrimci
teorinin Marks ve Engels tarafından oluşturulması ve
geliştirilmesi, devrimci gazeteciliğin oluşması, gelişmesi ve
görevlerinin belirlenmesi anlamına gelir. Devrimci teorinin
pratikle birleşmesi, sosyal gerçekliğe müdahale, verili toplum
düzeninin değiştirilmesi için mücadele anlamına gelir. “Neue
Rheinische Zeitung’un İlk Basın Mahkemesi”ndeki savunma
konuşmasında Marks, “Basının ilk görevi, mevcut
siyasi durumun bütün temellerini aşındırmaktır”
tespitini yapar (C.6, s.234). Sınıflı/ sömürüye dayanan
toplumda devrimci basının bu temel görevi değişmez. Dün de
aynıydı, bugün de aynı. Devrimci basın, bu temel görevinin iki
yönü olduğunu unutmamalıdır: Birinci yön, siyasi mücadeledir.
Devrimci basın, bir bütün olarak devrimci gazetecilik, bu
mücadeleyi, mevcut düzene ve onun savunucularına karşı yürütür.
İkinci yön ise, bu mücadele içinde hitap edilen, verili sömürü
düzeni yıkacak ve yeni/sosyalist düzeni kuracak olan yığınları;
işçi sınıfı ve emekçileri eğitmek ve mücadeleye sevk
etmektir.
3.7-
Devrimci gazetecilik, proletaryanın siyasi bir silahıdır.
Devrimci
basının bu rolünü Marks ve Engels, sürekli vurgulamışlardır.
Onlar, devrimci gazeteciliğin araçlarının, sömürü düzenini
yıkmak için mücadele eden proletaryanın elinde politik bir silah
olması gerektiğini sürekli dile getirmişlerdir. Engels, A.
Bebel’e yazdığı 4 Ağustos 1879 tarihli mektubunda,
“partinin, her şeyden önce siyasi bir organa
ihtiyacı var” der (C.34, s.386). Bu anlayışı Lenin de “Ne
ile Başlamalı?”da “Nihayetinde, mutlaka bir siyasi gazeteye
ihtiyacımız var” diye ifade eder (C.5, s.10).
3.7-
Devrimci gazeteciliğin proletaryanın siyasi bir silah olması, onun
bilinçlenmesinin ve ulusal ve enternasyonal
örgütlenmesinin de
bir aracı olması anlamına gelir.
Devrimci
basın, Marksist teorinin yaygınlaştırılmasında, işçi ve
emekçi yığınlara (ulusal ve enternasyonal alanda)
ulaştırılmasında, görüş teatisinin gerçekleştirilmesinde ve
nihayet proletaryanın (ulusal ve enternasyonal) örgütlenmesinde
belirleyici önemi haiz bir araçtır. Bu konuda Marks, 9 Mart 1869
tarihli bir açıklamasında şöyle der:
“Her
ülkede işçi seksiyonları ve çeşitli ülkelerde işçi sınıfı,
mevcut gelişme aşamaları için koşullar çok farklı olduğundan,
...onların, gerçek hareketi yansıtan teorik görüşleri de keza
çeşitlidir.
“Enternasyonal
İşçi Birliği’nin hayata geçirdiği eylemin
ortaklığı, çeşitli ulusal seksiyonların organları vasıtasıyla
kolaylaştırılan düşünce teatisi ve genel kongrelerdeki dolaysız
tartışma, .. .giderek ortak teorik bir programın oluşturulmasında
etkisiz kalmayacaktır” (C.16, s.348).
İşçi
sınıfının siyasi mücadelesi, onun siyasi, teorik eğitimi ve
örgütlenmesi, aynı zamanda, devrimci gazeteciliğin rolünü de
belirler. Burjuva toplumda genel, kamuoyu tarafından bilinen
düşünce/görüş sınıfsal karakter taşır.
Nasıl
ki, burjuvazi kendi düşüncesini tüm topluma mal ediyorsa ve bunda
da basını önemli bir araç olarak kullanıyorsa, işçi sınıfı
da kendi basınını öyle görmelidir. “Gazetenin kamu görüşü
üzerinde kesintisiz ve sürekli etkide bulunabilmesi için... ”
(K. Marks).
Burada
kamuoyunu oluşturmada ve etkilemede devrimci basına yüklenen
görevi görüyoruz.
4-Devrimci
Gazeteciliğin İlkeleri
4.1-
Gazetecilikte İlke Kavramının Tanımı
İlke
kavramının nesnel ve öznel olmak üzere iki özelliği/ tarafı
vardır. Bu iki taraf, bir madalyonun iki yüzü gibi, bir
bütünselliği, bir arada olunduğunda belli bir bütünü
oluşturmayı ifade eder. Yani bu nesnel ve öznel taraf birbirinden
ayrılmaz.
Öznel
yan, ilkelerin, tespit etme yeteneği olanlar tarafından (örneğin
aydınlar, yazarlar, ideologlar vs.) bilinçli olarak tespit ve
formüle edilmelerini ifade eder. İlke tespiti, ideologların ve
teorisyenlerin toplumsal pratiğin araştırılması,
genelleştirilmesi temelinde, siyasi gelişmelerin tecrübelerinin
analizi temelinde yapılır. Marks, bu anlayıştan hareketle şöyle
der:
“Burjuvazinin
yazarlarının feodalizmle mücadeleleri döneminde tespit ettikleri
ilkeler ve teoriler, pratik hareketin teorik ifadesinden başka bir
şey değillerdi” (C.4, s. 357).
Aynı
konuda Engels de “Anti-Dühring”de şöyle der:
“İlkeler,
araştırmanın çıkış noktası değil, bilakis sonucudurlar;
onlar, doğa ve insan tarihine uygulanmazlar, bilakis onlardan
soyutlanırlar (çıkartılırlar,
çn); doğa ve insanlık alemi kendini ilkelere göre
düzene koymaz, tersine ilkeler, doğa ve tarihle uyumluluk içinde
oldukları oranda doğrudurlar. Bu, meselenin yegane Marksist
kavranışıdır”(C.20, s.33).
Demek
oluyor ki, ilkelerin doğruluğunun/ gerçekliğinin kıstası,
doğayla, toplumsal pratikle, “pratik hareket” ile ne denli
uyumlu olup olmadığıdır. Marks ve Engels’in bu anlayışlarından
hareketle
Lenin,
ilke anlayışını parti basınına da uygulamıştır. O, bu konuda
şöyle der:
“Sosyalist-proletarya
parti literatürü ilkesini tespit etmeli, bu
ilkeyi geliştirmeli ve oldukça tam ve bütünlüklü
gerçekleştirmelidir” (C.10, s. 30, “Parti Örgütü ve
Parti Literatürü” makalesinden).
Öyleyse;
ilke, teorik ve ideolojik karakter taşır. Bu nedenle, siyasi ve
ideolojik mücadele, aynı zamanda, “ilkelerin mücadelesi”
(Marks, C.1, s. 55) biçiminde de sürdürülür. Bu ilkeler, siyasi
partiler, çeşitli sınıf örgütleri, ideolojik akımlar vb.
tarafından bilinçli olarak tespit edilirler. Basın da bu
mücadelenin sürdürüldüğü alanlardan birisidir ve orada da
ilkeler söz konusudur.
İlkelerin
içeriği, onları tespit edenlerin iradesine ve arzularına,
subjektif niyetlerine bağlı değildir. İlke, nesnelliği, gerçeği
yansıtmak zorundadır: İlke, pratik hareketin ifadesi olmak
zorundadır. “Pratik hareketin teorik ifadesi (olarak ilkenin),
şu veya bu şekilde dogmatik, ütopik, doktriner olup olmadığı,
gerçek hareketin az veya çok gelişmiş bir aşamasına ait olup
olmadığı tam takip edilebilir” (C.4, s. 357).
Demek
oluyor ki, Marksist Leninist komünistlerin tespit ettikleri ilkeler,
“gerçek hareketi”, “pratik hareketi”, toplumumuzun,
sınıfların, mücadelenin nesnel durumunu yansıtmak, ifade etmek
zorundadırlar.
İnsan,
toplumsal gelişmenin yasalarını kavradıktan sonra faaliyetinde
özgürdür, ona yön veren, yaşamını ve faaliyetini yönlendiren
bu yasalardır. O, yapılması gerekeni yapmak için hiçbir engel
tanımaz, zulüm ve ölüm pahasına da olsa. İnsanlar, somutta da
teorisyenler ve ideologlar, toplumsal yaşamın, “pratik hareket”in
içeriğini ve nesnel karakterini ne kadar derin ve kapsamlı
kavrarlarsa ilkelerin formülasyonunda da o denli özgür olurlar.
Burada söz konusu olan, partinin, basının faaliyeti için
ilkelerin etkisi ile bilginin gerçekliği arasında tam bir bağ
vardır: İlkeler ne denli bilimsel olurlarsa, ne denli nesnel
gerçekliği yansıtırlarsa partinin faaliyetine o denli güvenilir
kılavuz olurlar.
Marks
ve Engels “Komünist Manifesto”da konuya ilişkin olarak şöyle
derler:
“Komünistlerin
teorik anlayışları asla, şu veya bu dünya iyileştiricisi
tarafından uydurulan veya keşfedilen ilkelere, düşüncelere
dayanmazlar. Onlar, sadece, var olan sınıf mücadelesinin,
gözlerimiz önünde cereyan eden tarihsel hareketin gerçek
ilişkilerinin genel ifadesidirler” (C.4, s. 474/475).
Nesnel
gerçekliği ifade eden düşünceler olarak ilkeler, partinin pratik
faaliyetinin felsefi yöntemsel temelinin ifadesi olarak ilkeler,
partinin ve basınının bütün faaliyetinin karakter ve yönünü
birçok bakımdan belirler. Komünist partinin genel ilkeleri, parti
faaliyetini çeşitli açılardan belirlemek ve yönlendirmek için
somutlaştırılmak zorundadır. Devrimci basının/ gazeteciliğin
ilkeleri de partinin genel ilkelerinin somutlaştırılmasının
ifadesidir.
4.2-
Taraflılık
Devrimci
gazeteciliğin en önemli ilkesi taraflılıktır. Taraflılığı
ifade etmeyen bir devrimci/proleter/sosyalist gazetecilik
düşünülemez. Taraflı; sosyalist taraflı oluştan ne
anlaşılmalıdır? Komünist partinin görüşlerinin bilinçli
ifadesinin parti basını tarafından kavranması ve topluma
yansıtılması. Partinin basını, partinin programının
gerçekleştirilmesinde, teorik-siyasi çizgisinin uygulanmasında,
işçi sınıfının sınıfsal amacına ulaşmasında görevini
yaptığı oranda partinin basını olmayı hak eder. Komünist
parti, her koşul altında proletaryanın sınıf sal hedef ve
amaçlarının gerçekleşmesi için, sosyalizm/ komünizm için
mücadele eder. Sosyalist basın da bu mücadelenin önemli bir
aracıdır.
Sosyalist
taraflılık, sınıf mücadelesinin dayattığı bütün sorunlara,
her bir olaya ve gelişmeye sınıfsal yaklaşım anlamına gelir.
Sosyalist görüş açısıyla bakma ve değerlendirme anlamına
gelir. Sosyalist taraflılık, ilkeselliktir, ilkesizliğin; siyasi
renksizliğin/kemiksizliğin ve kişiliksizliğin reddidir. Bu, basın
için de geçerlidir. Sosyalist basın, ancak ve ancak proletaryanın
ve emekçi yığınların sesi olabilir.
Sosyalist
taraflılık, ilke sağlamlığı, ilkesel tutarlılık ve
tavizsizlik demektir. Partinin düşüncelerini kavramayan basın,
taraflı olmada yalpalar, ilkesizliğe düşer, uzlaşır ve tavizkar
olur. Öyle ki, gücü ve inancı başka yerde arar, sürüklenir ve
nihayetinde kuyrukçu olur. Böyle bir basın oportünizme,
revizyonizme, burjuva ve küçük burjuva milliyetçiliğe, bir bütün
olarak anti-marksist düşüncelere karşı mücadelede yetersiz
kalır.
4.3-
Düşünce İçeriği
Sosyalist
basının ikinci önemli bir ilkesi de Marksist düşünce içeriğine
sahip olmasıdır. Şu veya bu konuda değil, bütün konularda, daha
doğrusu sosyalist basın bütün faaliyetinde Marksist teori ve
düşünce tarafından yönlendirilmelidir. Proleter dünya görüşü,
sosyalist basına damgasını vurmalıdır. Sosyalist basının,
proleter dünya görüşünü ne derece özümseyerek, onun
tarafından yönlendirildiği, onun ne denli bilimsel olduğunu da
gösterir. Sosyalist basın bilimsel olmalıdır ve onun bilimselliği
de düşünce içeriğine bağlıdır. Marksist teorinin, sınıf
mücadelesinin özümsenmesi/kavranması, komünist hareketin
gelişmesinin “olmazsa olmaz” koşuludur.
Sosyalist
taraflılık ve düşünce içeriği arasında kopmaz bir karşılıklı
koşullanma ve ilişki vardır. Bu, diyalektik bir ilişkidir. Parti,
taraflılık, düşünce içerik kavramlarına işaret eder. Engels,
A. Bebel’e yazdığı 14 Kasım 1879 tarihli mektubunda şöyle
der:
“Alman
Partisi, başından beri, bizim teorik tespitlerimize dayanarak
gelişti. Ama tam da bu nedenle, Alman partisinin pratik
duruşunun, yani parti yönetiminin, kamuoyuna
açıklamalarının genel teori ile de ahenk içinde
kalması (aç SP)
bizi ilgilendirir” (C.34, s.421).
Burada
Engels, biz derken kendini ve Marks’ı, Alman Partisi derken
proleter partiyi, teorik tespitlerimiz derken Marksist teoriyi
kastediyor ve bunların, taraflılığın ve içeriğin kopmaz
diyalektik birliğini, teori ve “pratik duruş”un uyumunu,
karşılıklı etkilenmesini ve birbirlerini koşullamalarını
gösteriyor.
Sosyalist
basında Marksist düşünce içeriği, onun nesnelliğinin ve
gerçeğe sadık kalmasının ifadesidir. Nesnellik ve gerçeğe
sadık kalmak, abartıyı, ‘ben böyle istiyorum o halde gelişme
böyledir’ anlayışını, gönülde ve kafadan geçeni, yani
subjektivizmi reddeder. Nesnellik, olayları ve gelişmeleri
“yaşasın-kahrolsun” edebiyatıyla açıklamayı dışlar.
Toplumsal gelişmenin, işçi sınıfı ve emekçilerin sosyal
durumunun izahında/ açıklanmasında nesnel olamayan, gerçeği
olduğu gibi veremeyen bir basın, sosyalist basın ilkelerine
uymuyor demektir. Sosyalist basının görevi, aynı zamanda,
proletarya ve emekçi yığınları nesnel durum ve
gerçeklik üzerine bilgilendirmektir. Bu anlamda sosyalist basın
ne denli nesnelliğe ve gerçekliğe sadık kalıyorsa, o derece
bilimseldir.
Sosyalist
basın, olguları itina ile olduğu gibi yansıtmak zorundadır.
Devrimci gazetecilikte yaşamın gerçekliği, olguların itina ile
yansıtılması gerçekliğidir. Gerisi, kelimenin tam anlamıyla
çarpıtmadır, yalandır, kamuoyu önünde küçük düşmedir. ikna
gücünün olmamasıdır. “İleri”nin bu durumuna tepki duyan
Engels, A. Bebel’e yazdığı 6 Temmuz 1892 tarihli mektubunda
“Onlar (İleri’nin
çalışanları-SP) kendilerini ve bizi bütün dünyanın
gözü önünde mutlaka gülünç yapmak zorundalar mı? ” der.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin bilimsel ve gazetecilik çalışmalarında
nesnellikten ve gerçeği yansıtmaktan, materyalleri itina ile
incelemekten bir milim sapmamışlardır. Örnek olsun diye P.
Lafargue’nin Marks hakkındaki düşüncesini aktaralım:
“Marks,
sürekli, oldukça itinalı çalışırdı. En iyi otoritelere
dayanmayan sayı veya olguyu yansıtmazdı. İkinci
elden haberlerle yetinmezdi; ne kadar yorucu olursa olsun, sürekli
bizzat kaynağa giderdi. Tali bir olgu için Britanya Müzesi’ne
koşar, oradaki kitaplardan konu üzerine tam kanaat sahibi
olurdu...Onun edebi vicdanı bilimsel vicdanı gibi titizdi. Emin
olmadığı bir olguya asla dayanmazdı. Öyle ki, tam olarak
araştırmadığı bir şey üzerine konuşmazdı bile” (
s.333/334).
4.4
- Sınıfa, halka bağlılık
Sosyalist
basının önemli bir ilkesi de hitap ettiği yığınlara; işçi
sınıfına ve bir bütün olarak halka bağlılığıdır.
Feodalizme karşı mücadelesinde devrimci burjuvazi, öncelikle bir
sınıf olarak değil, bütün toplumun temsilcisi olarak hareket
etmiştir. Marks ve Engels, “Alman ideolojisi”nde bunu şöyle
açıklarlar:
“Her
yeni sınıf, yani kendinden önce hakim olan sınıfın yerini alan
sınıf, amacına ulaşmak için de olsa, kendi çıkarını toplumun
bütün üyelerinin ortak çıkarı olarak sunma, yani ideal ifade
edilirse; düşüncesine genellik biçimi verme gereğini duyar...
Devrimci sınıf daha başından, bir sınıfın
karşısında olduğu için sınıf olarak değil, bilakis bütün
toplumun temsilcisi olarak hareket eder. Yegane hakim sınıfın
karşısında toplumun bütün kitlesi olarak görünür, o bunu
yapabilir. Çünkü başlangıçta gerçekten, daha ziyade, onun
çıkarı diğer bütün hakim olmayan sınıfların ortak
çıkarlarıyla bağlam içindedir, çünkü onun çıkarı o zamana
kadarki ilişkilerin baskısıyla özel bir sınıfın özel çıkarı
olarak henüz gelişememiştir” (C.3, s.47/48).
Dün
burjuvazinin oynadığı bu rolü, feodalizme karşı bütün sınıf
ve tabakaların temsilcisi olma rolünü, bugün proletarya,
burjuvaziye karşı bütün emekçi yığınların öncüsü ve
temsilcisi olarak üstlenmiştir. Her iki durumda da hakim sınıf
karşısında diğer halk kesimlerinin çıkarlarıyla belli bir
ortaklık ve onları da temsil etme durumu söz konusudur. Ama
burjuvazi ve proletaryanın “bütün toplum”a bağlılıkları
arasında nitel fark vardır. Burjuvazi, nihayetinde bunu, kendi
sınıfsal iktidarını kurmak için yaparken, yani feodalizme karşı
burjuva düzen için yaparken, proletarya, sömürü düzenini, her
türden özel mülkiyeti ve bütün sömürü ilişkilerini ortadan
kaldırmak için yapar.
Marks’ın
dediği gibi devrimci basın, “halkın içindedir, onun bütün
umutlarını ve korkularını,
onun sevgisini ve kinini,
onun sevincini ve üzüntüsünü
samimi olarak hisseder” (Aç.
SP) (C.1, s.153). Bu, işçi sınıfı ve halkla bütünleşmedir.
Onun organik bir parçası olabilmedir. Sınıf kini ve bilinci ile
işini yapmadır. Proletaryanın komünizm davası militanı
olabilmedir.
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin, sosyalist basının halka bağlılığını,
sadece proletarya ve emekçi yığınların çıkarlarını
savunmasında görmüyorlar. Onlar, sosyalist basının yığınlara
olan bağlılığını, hitap edilen kitlenin sosyalist basında
çalışmasında da görüyorlar. Her proleter, her işçi, her
emekçi sosyalist basında çalışabilme olanağına sahip
olmalıdır. Her okur, her proleter, her işçi vs. sosyalist basında
yazmalıdır. Sosyalist basın, sayfalarını işçi sınıfına ve
emekçi yığınlara, onların sorunlarına, mektuplarına ve
taleplerine açmalıdır.
İşçileri,
sosyalist basın faaliyetine çekmek, onların yazın faaliyetine
katılmalarını sağlamak, işçi muhabirlerinden oluşan ve ülkenin
her tarafına yayılmış bir ağ kurmak, işçi mektuplarından
nefes alamayacak duruma gelmek, sosyalist basını güçlü ve etkili
kılar. Bu durum onun kitle bağlarının ne denli derinleşmiş ve
kapsamlaşmış olduğunu da gösterir.
Yığınlarla
bağ, salt bir örgüt sel/ örgütlenme sorunu olarak görülemez.
Bu bağın, devasa bir ideolojik anlamı vardır. Kitle ile bağ,
parti-basın-yığın arasında, yukarıdan aşağıya, aşağıdan
yukarıya bilgi akışı, denetim, kontrol ve hataları zamanında
görme ve düzeltme demektir. Engels, “Alman hareketi, önderliğin
bütün hatalarını, sürekli, kitleler vasıtasıyla düzeltme
özelliğine sahip” derken tam da bunu kastediyordu.
Aşağıdan
sınıfların, işçi ve emekçilerin denetimine, eleştiri ve
uyarılarına açık olmak, çalışmalara onların yaratıcılığı,
üreticiliği ve hareketinin katılımı da devrimcidir; basının
bunu gözeterek kendisini hatalardan arındırması ve yeniden
örgütlemesi de devrimcidir.
Sınıf
Pusulası, Sayı 6, Mart-Nisan 2000