1989/90-91 döneminde, önce revizyonist blok, arkasından da Sovyetler Birliği (SB) dağıldı. Bu dağılma, bir sistemin çöküşüydü. Devrimci işçi hareketi içinde oportünizmin bir akımı, marksizm-leninizmin çarpıtılması olan revizyonizm, 1956’da SB’nde Kruşçevcilerin siyasi iktidarı gasp etmeleriyle (XX. Parti Kongresi) tarihte ilk kez iktidar olmuştu. SB’nde, sosyalizmin yıkılması üzerine kurulan revizyonizm, dünya devrimci işçi hareketini ve bunun ötesinde, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Halk Demokrasisi ülkelerinde de iktidarların sınıfsal yapısını etkiledi. Yeni kurulan sosyalist kamp, revizyonist kampa dönüştü. Sadece Arnavutluk Halk Cumhuriyeti bu geriye dönüşten etkilenmedi, tersine ona karşı mücadele etti.
Lenin ve Stalin’in sosyalist SB’nde proletarya diktatörlüğünün yıkılması, yeni şekillenmekte olan bir sınıfın; küçük burjuva bürokratlarının siyasi iktidarı gasp etmeleri sınıfsal/sistemsel bir iktidar değişimiydi. Bu, ileriye doğru değil, geriye doğru bir “gelişme” idi. Bu “gelişme”, kapitalizmin yeniden inşasının yolunun açılmasıydı.
Revizyonizmin esası, adı üzerinde, marksizm-leninizmi revizyona uğratmak olduğu için, kendi iktidarını marksist-leninist kavramlardan tamamen arındırması söz konusu olamazdı. Revizyonizm, Marksist kavramları, terminolojiyi kullanarak, ama bu kavramların içini boşaltarak, güya yeni koşullara göre yorumlayarak iktidarını sürdürdü. Sosyalizm, tabela olarak kaldı. Sosyalizmden komünizme doğru ilerleme adı altında kapitalizm yeniden inşa edildi.
Revizyonist iktidar koşullarında kapitalizm, klasik haliyle inşa edilebilseydi, revizyonizm, revizyonizm olamazdı ve revizyonist iktidardan da bahsedilemezdi. Ona, doğrudan, çıplak/klasik burjuva iktidarı, kapitalizm denirdi. Zaten bu sistemin zorluğu/çıkmazı da burada aranmalıdır; bir taraftan kapitalizm inşa ediliyor, ama diğer taraftan sosyalizmin inşasından bahsediliyor. Bir taraftan sömürünün olmadığı bir düzenin hakimiyetinden bahsediliyor, ama diğer taraftan “kolektif” sömürü düzeni kuruluyor!
Revizyonizm bir geçiş süreciydi; hakim kılınan siyasi ve ekonomik ilişkiler çelişiyorlardı. Siyasi hakimiyet ve ekonomik ilişki; taban ile üst yapı arasında uyumluluk yoktu. Çünkü, gelişen kapitalist ekonomi, onun nesnel yasaları, üst yapının; siyasi iktidarın cenderesine sıkışmıştı. Bu çelişki 1989/90-91 döneminde çözüldü. Klasik emperyalist/kapitalist sistemin; bildiğimiz burjuva düzenin belirleyici katkısı olmaksızın revizyonist blok, kendi iç çelişkilerinin sonucu olarak dağıldı/çöktü ve böylelikle bu ülkelerde klasik kapitalizmin önündeki bütün engeller yıkıldı: bürokratik kapitalizm, aslına; klasik kapitalizme dönüştü.
Sosyalizmden geriye dönüş, revizyonist iktidar sorunu, dünya komünist işçi hareketi, sosyalizmin inşa sorunları ve genel olarak marksizm/leninizm açısından ders çıkartılması gereken önemli bir gelişmenin/sürecin ifadesidir. Bu süreci emperyalist burjuva dünya, sosyalizmin sonu olarak ilan etti. Emperyalist burjuvazi de, bu düzenin sosyalizm olmadığını çok iyi biliyordu ve bu düzenin çöküşü, antikomünist propaganda açısından tarihsel bir fırsattı ve bu fırsat, emperyalist burjuvazi tarafından değerlendirildi.
Berlin Duvarının yıkılmasıyla Alman Demokratik Cumhuriyeti’nden kaçışın medya vasıtasıyla dramatize edilmesi antikomünist saldırının/kampanyanın doruk noktalarından birisi oldu. Güya, insanlar, sosyalizmi istemiyorlardı. Güya bu olaylar, sosyalizmin, toplumsal düzen olma yeteneğinden mahrum olduğunu gösteriyorlardı. Sosyalizm ölmüştü(!) ve bu “ölme” süreci, aynı zamanda burjuva düzenin; “demokratik” düzenin, yani bildiğimiz kapitalist sistemin ebediliğini, sonsuza dek var olacağını, bu düzenden daha ileri bir düzenin olamayacağını da gösteriyordu!
Aradan sadece on sene geçti ve “sosyalizm”den kaçan insanlar, Batı’nın cennet değil, cehennem olduğunu bizzat tecrübeleriyle anladılar. Şimdi, eski revizyonist ülkelerde nüfusun önemli bir kesimi, “kötü” de olsa “sosyalizm”in hasretini çekiyor.
Kruşçev modern revizyonistlerinin sosyalizme ve uluslar arası komünist işçi hareketine vurdukları darbenin üstüne 1989/90-91’deki çöküş ve emperyalist burjuvazinin koyu antikomünist kampanyası geldi. Tahribat büyük oldu. Milyonlarca insanda inanç kırılması oldu. Umutsuzluk, çaresizlik yaygınlaştı. Ama her şeye rağmen tamamen yok olmadık. Bir avuç kaldık, ama yılmadan doğruyu savunduk. Şimdi süreç, yeniden komünistlerin lehine işliyor. 21. yüzyıla kapitalizm, vahşetiyle, barbarlığıyla girdi ve hakimiyetini de böyle sürdürmek istiyor. Öldü denilen düşünce ve sınıf; marksizm-leninizm, sosyalizm ve işçi sınıfı ayakta. 21. yüzyıl, kapitalizmin nihai olarak yenildiği ve “öldü” denen sosyalizmin nihai olarak zafer kazandığı yüzyıl olacaktır.