deneme

5 Ekim 2000 Perşembe

FİLİSTİN KAYNIYOR


 
Filistin ile İsrail arasında kararlaştırılan ateşkesten birkaç saat sonra yeniden alevlenen çatışmalar, bütün Filistin topraklarına yayılarak devam ediyor. Filistin ve İsrail kaynakları, Gazze Şeridi’nde ve Batı Şeria’da ağır çatışmaların olduğunu bildiriyorlar. Hebron, Nablus, Ramallah, Nazaret, Um-al Fam, çatışmaların sürdürüldüğü belli başlı merkezler. Bu çatışmalara Filistin halkının yanı sıra Filistin polisi ve istihbarat polisi de katılıyor. İsrail ordusu, işgal bölgelerinde ağır silahlar da kullanıyor.

ABD Başkanı Clinton’ın inisiyatifi üzerine E. Barak ve Y. Arafat, Amerikan Dışişleri Bakanı M. Albright ile görüşecekler. Görüşmenin ana konusu, çatışmaların durdurulması ve barış görüşmelerine yeniden başlanılması olacak. İsrail ile Filistin arasında barışı sağlayan başkan olarak tarihe geçme umudunu yitirmemiş olan Clinton, “bölgedeki duman dağıldıktan sonra” her iki tarafın bir araya gelme “şansı yüksek” açıklamasını yaparak Filistin halkıyla adeta alay ediyor.

Yıllardan beri süre gelen görüşmeler; Oslo anlaşması ve onu takip eden görüşmeler, alınan kararlar, anlaşmanın uygulanması için yapılan yeni anlaşmalar, verilen sözlerin İsrail tarafından yerine getirilmemesi ve son olarak Camp David fiyaskosu, baskı sonucunda Filistin devletinin kuruluşunun açıklanmasının ertelenmesi, işgal koşulları, işsizlik vb. Filistin’i barut fıçısına dönüştürmüştü. İsrail’e duyulan kin ve nefret, Filistin Otonomi yönetiminin tavizkar tavrı, yönetme yeteneksizliği, kol gezen yolsuzluklar, tepkinin tuzu biberi olmuştu. Sadece bir kıvılcım, sadece yerinde ve zamanında bir provokasyon, bu barut fıçısını ateşlemeye yetecekti. A. Şaron, nam-ı diğer “Beyrut kasabı”, bu provokatörlüğü üstlendi. “Harem-i Şerif”i ziyaret ederek, Filistin halkını açıkça çatışmaya davet etti. Sonuç, şimdilik sayısız yaralı ve 63 ölü.

Yaşamı boyunca Sinagog dahi ziyaret ettiği pek bilinmeyen Şaron’un, müslümanlar için kutsal bir yeri ziyaret etmesi, barış değil, çatışma istemek anlamına geliyordu.

Şaron’un hesabı ne?
Hükümet başkanı olsa, o da Amerikan güdümünde sürdürülen “barış” görüşmelerini, aynen Barak gibi, sürdürecek ve Arafat ile tokalaşacak. Aynen selefi Netanyahu’nun yaptığı gibi. Ama Şaron, henüz hükümet başkanı değil. Barak’ın parlamentodaki konumu ise zayıf. Bu provokasyondan sonra, Barak’ı destekleyen İsrailli Arap milletvekilleri (on kadar), desteklerini çekeceklerini açıkladılar. Böylece Barak’ın parlamentoda çoğunluğun desteğini alması imkansızlaşacak. Hükümet düşecek ve yeni bir seçimi gündeme gelecek. “Beyrut kasabı” buna oynadı. O, yeni seçimlerde Likud partisinin seçimi kazanması ve kendisinin de başbakan olması için Arap-Filistin düşmanlığının körüklenmesi gerektiği bilinciyle hareket etti. Şaron, sağcıların ve toprak işgalcilerinin oylarına göz dikmişti. Hesap, Barak hükümetinin düşmesi, yeni seçimler ve Şaron’un başbakan olması üzerine kurulmuştu. “Harem-i Şerif” ziyareti de bu amaca hizmet eden provokasyondu.

Şaron’un hesabı şimdilik tuttu ve nasıl sonuçlanacağı pek bilinmeyen çatışmalar sürüyor.
Çatışmaların seyri, Filistin Otonomi idaresinin inisiyatifi elinden kaçırdığını da göstermektedir. Aynı durum Barak için de geçerli. Filistin Otonomi idaresi ve Barak hükümeti bin biçimde yalnız kalmış durumdalar, şu son birkaç gün içinde.
Bu çatışmalar, Filistin halkında mücadele ruhunun ölmediğini, direnme ve savaşma iradesinin kırılmadığını da göstermektedir. Arafat’ın İsrail’e ve emperyalizme teslimiyet politikası, Filistin sorununun çözümünü Amerikan emperyalizmine havale etme anlayışı, Filistin halkı üzerinde pek etki yapmamış. Filistin halkı, Otonomi yönetimine açık mesaj veriyor: Bir yere kadar dinleriz, ama ondan sonra bildiğimizi yaparız. Bu halkın bildiği ve siyonizm ve emperyalizmin anladığı dil, dişe diş mücadele. Filistin halkı, bu mücadele geleneğini ve yeteneğini kaybetmediğini gösteriyor. Bu anlamda Filistin halkı radikalleşmedi, sadece onu var eden mücadele anlayışını yeniden ortaya koydu. Umarız ki Filistin halkının bu tavrı, başkalarına da örnek olur.

Diğer taraftan, çatışmaların şiddeti ve bütün ülkeye yayılması, her iki taraf arasındaki güvenin ne denli sığ olduğunu da göstermektedir. Sadece Filistin ve İsrail’i değil, bütün bölgeyi doğrudan ilgilendiren “barış”, iç politik nedenlerden dolayı kullanılabilecek derecede önemsiz görülüyor. Hakim güçler, birbirlerine güvenmiyorlar. Her iki tarafın halkı arasında güven ortamı oluşmamış ve oluşmaması için de her yola başvuruluyor. Bu, “pax Amercana”nın bir sonucudur.

Şimdi ne olacak? Bugün veya yarın, çatışmalar mutlaka kontrol altına alınacak. Yeni bir ateşkes anlaşması yapılacak. Hükümeti düşmezse Barak, düşerse yeni başbakan, Arafat ile Amerikan emperyalizminin kontrolünde yeniden buluşacak. Bugüne kadar konuşulmuş olan konular, alınmış olan kararlar üzerine yeniden konuşulacak, eski kararlar, yeni kararlar olarak alınacak. Kudüs sorununda, Camp David’den sonra tarafların karşılıklı olarak verdikleri tavizler veya bu yönlü açıklamaları bir daha ele alınacak. Belki de yeni bir “barış zirvesi” için temel konu yapılacak. Ama her halükarda Amerikan emperyalizmi, bölge üzerindeki hakimiyetini devam ettirmek ve rakip emperyalist ülkeleri bu sorundan uzak tutmak için inisiyatifi elinde tutacak. Irak’a karşı ambargonun bazı emperyalist ülkeler (örneğin Rusya, Fransa) tarafından delinmeye başlandığı bugünlerde Amerikan emperyalizmi, bölgedeki konumunu güçlendirmek için Filistin-İsrail sorununa ayrı bir önem vermek zorunda kalacak.