deneme

27 Eylül 2000 Çarşamba

IMF-DÜNYA BANKASI PRAG ZİRVESİ

IMF (Uluslar Arası Para Fonu) ve Dünya Bankası (DB), 1944’te Amerikan emperyalizminin yönlendirmesiyle, sermaye ihracının teşviki için uluslar arası kurumlar olarak kuruldular. BM’in kurulmasıyla bu iki kurum, onun özel örgütleri statüsünü aldılar. Yani BM’e bağımlı organlar oldular.
IMF’nin temel görevi, uluslar arası ödeme dengesinin devamını sağlamak. DB’nın temel görevi de sermaye ihracını teşvik etmek için kredi sağlamak.
IMF’ye üye olan ülke sayısı 182. Bu örgütün politikasını belirleyen konseyde üye her ülkenin bir temsilcisi bulunur. Ama oy sayısı, her bir üye ülkenin örgüte mali katkısına göre değişir. Emperyalist ülkelerin mali katkısı belirleyici olduğu için IMF’de oyların yüzde 60’dan fazlasına sahipler. Emperyalist ülkelerin DB’ndaki oy potansiyeli de yüzde 50’dir ve orada da belirleyici konumdalar.
Bu her iki kurum, emperyalist ülkelerin çıkarlarını savunan veya emperyalist çıkarların politikasını belirleyen ve uygulatan kurumlardır.
IMF ve DB, temel görevlerini yerine getirmede hiçbir dönem başarılı olamamışlardır. Başarılı olma olanakları da yok. IMF’nin “yardım”ı ve DB’nın kredi koşulu, “yardım” ve kredi alan ülkeleri; emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkeleri ekonomik sorunlarından kurtaramamıştır. Bu örgütlerin böyle bir amacı da yoktur. Sadece ve sadece bu ülkelerin, verilen kredileri, borçlarını yeniden ve sürekli ödeyebilecek duruma gelmelerini sağlamaktır. IMF ve DB’nın faaliyetinin içeriği, emperyalizme bağımlılığı kapsamlaştırmış ve derinleştirmiştir. Bu iki örgütün esas amacı budur.
IMF ve DB, bağımlı ülkelerin talanında “ince ayar” yapmakla sorumludurlar. Öyle bir ayar yapacaksın ki, mali “yardım” ve kredi alan ülkelerde ekonomi çökmesin; ödeyememe sorunu patlak vermesin; bütün kaynaklar emperyalist çıkarlara sunulsun.
Bu her bir kurumun tarihindeki müdahalelere baktığımızda bunu görmekteyiz. En güncel ve bizi doğrudan ilgilendiren örneği Türkiye ile ilişkileridir. Türkiye ekonomisini “ince ayar”la yöneten IMF ve bu “ince ayar”ı, verilen mali “yardım” ve krediler geri ödenebilsin diye yapıyor. Bu düzenleme, ekonomiye ve toplumsal yaşama kapsamlı ve derin müdahaleleri beraberinde getiriyor. Denen şu: İç pazarı (ulusal pazarı) yabancı sermayeye tamamen açın. Korumacılık kaldırılsın. Yabancı sermayenin hareketi hiçbir şekilde yasalarla sınırlandırılmasın, yani istediği yerde ve sektörde istediği gibi yatırım yapabilsin. Emekçi yığınlardan vergi adı altında alınan paralarla kurulan devlet işletmeleri –bunların hepsi halka aittir ve her biri birer ulusal zenginliktir- özelleştirilsin ve yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilsin. IMF ve DB’ndan mali “yardım” ve kredi almak isteyen bütün bağımlı ve yeni sömürge ülkelere dayatılan koşullar böyle. IMF bunu “Yapısal Uyumluluk Programı” (YUP) diye allayıp-pulluyor. Her bir ülkeye sunulan YUP, o ülkenin nesnel koşulları; ekonomisinin durumu/gücü ve kamuoyunun dinamikliliği göz önünde tutularak hazırlanıyor. YUP’lar, görünüşte ne denli farklı olurlarsa olsunlar, öz itibariyle aynıdırlar; bütçeye müdahale, iç pazarı yönlendirme, yabancı sermayenin istediği koşulları dayatma, devlet işletmelerinin özelleştirilmesi vs. Bu koşullar bazen, örneğin Türkiye’de olduğu gibi, enflasyonla mücadeleye büründürülürler; bazen, örneğin Asya krizinde olduğu gibi Güney Kore’ye, Endonezya’ya, Rusya’ya mali destek biçimi alırlar. Bazı ülkelerde de petrol ve önemli madenler üzerine oynanır. Hepsinin üstüne de bir “küreselleşme” yaftası geçirilir, ama sonuç değişmez: itfaiyeci olarak giden IMF ve DB, kundakçı olarak açığa çıkar.
“Yoksulluğun yok edilmesi”, “yapısal uyum”, “etkili gelişme”, “iyi hükümet politikası” vb. IMF ve DB’nın her dönem değişmeyen sloganları olmuştur. Ama her dönem farklı biçimlerde –dönemin sorunlarına tekabül eden- hazırlanan ve dayatılan programlar başarısız kalmıştır. Bunun son örneği borçlanma sorunuyla ilgili programlardır; 1998’den beri IMF ve DB’nın gündeminde birinci sırada yer alan borçlanma sorunudur. Almanya’daki, ABD’deki zirvelerde aynı sorun ele alındı. Prag’da da aynı sorun; en fakir ülkelerin borçtan kurtarılmaları, merkezi tartışma konusu olacaktı, ama olmadı.
‘80’li yılların başından buyana bağımlı ve yeni sömürge ülkelerin çoğu, borçlarını ödeyemeyeceklerini açıkladı. Bunun üzerine IMF ve DB’nın, bu ülkeleri, borçlarını ödeyebilecek duruma getirmek için “operasyonlar”ı çeşitli biçimlerde başlatıldı; bir düzine yeni borç ödeme modelleri geliştirildi ve uygulandı. Borç tahvil yöntemleri, kısmi borç silmeler birbirini kovaladı. Ama bu ülkelerin borç miktarı azalmadı, tam tersine giderek arttı. Bağımlı ve yeni sömürge ülkelerin borç miktarı 1980’den 2000 yılına 2 400 milyar dolara çıktı. Bu miktar içinde faizlerin payı oldukça büyük. Örneğin Brezilya'’ın 1970'’en 1986'’a borç miktarı 153 milyar dolardı. Bunun 89 milyar dolarlık kısmı sadece faizlerden oluşuyordu. Bütün bağımlı ve yeni sömürge ülkelerde borç sarmalı böyle devam ediyor.
Önce, bu sorunu Prag’da bir daha/yeniden ele alacağız açıklaması yapıldı, ama daha sorunu ele almadan niyetler de açıklandı; IMF, Amerikan Maliye Bakanının isteği üzerine faizlerin arttırılması ve kredi vadelerinin kısaltılması kararını aldı. Böylece zirvenin ana teması bir kenara itildi veya borçlanma sorununa bakışta hiçbir değişmenin olmadığı sergilendi.
Daha önce toplanan G-7’lerin maliye bakanları, borçlanma, yoksulluğa karşı mücadele vb. gibi temel gündem konularını bir kenara iterek, iki güncel sorunu ön plana çıkardılar. Petrol fiyatlarındaki artış ve Euro’nun önlenemeyen değer kaybı. Emperyalist ülkeler, özellikle de G-7’ler, IMF’yi, petrol üreten ülkeleri, petrol fiyatlarını düşürmeleri için bir baskı aracı olarak kullandılar. ABD’yi, DB, IMF gibi uluslar arası kurumları kendi çıkarı için kullanıyor diye eleştiren bakının emperyalist ülkeleri, bu sefer Prag’da IMF’yi baskı aracı olarak kullanmada ABD ile yarıştılar. IMF’nin, DB’nın eksiklikleri, sorunları ve zirvenin temel sorunu, zirve öncesi gündemleştirilen bütün bunlar, petrol fiyatlarının düşürülmesi için baskının gerisinde kaldı. Emperyalist ülkeler, petrol fiyatının neden olduğu telaş ve gelişen eylemlerin verdiği kaygı içindeydiler. Euro’nun değer kaybı ve petrol fiyatları, emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin keskinleştiğini ve Prag’da kendi çıkarlarının peşinde olduklarını ve bu nedenle de IMF gibi uluslar arası ortak kurumlarını yeniden yapılandırmaya pek eğilimlerinin olmadığını gösterdiler. Kendi gündemlerine adeta darbe yapılar. Emperyalist ülkeler arasındaki çekişmeyi izleyen bağımlı ve yeni sömürge ülke temsilcileri, esas gündem üzerine bir hatırlatma dahi yapamadılar. Borcu silmek talidir, pazarlarınızı bize de açın, bize ulusal pazarlarınızı açın diye dayatıyorsunuz, siz neden pazarlarınızı bize açmıyorsunuz diyemediler.
IMF ve DB’nın 55. Zirvesinde, Prag’daki bu toplantıda dünya ekonomisinin acil sorunlarına cevap alınacağını umanlar, böyle bir beklenti içinde olanlar bir kez daha yanıldılar.
IMF ve DB, gittikleri her yerde öfke ve şiddetli protestolarla karşılanıyorlar. Geniş yığınlar, bu kurumların emperyalistlerin çıkarlarını savunduklarını, bu kurumların talan, sefalet, özelleştirme, işsizlik olduğunu, emperyalizmin bu kurumlarda somutlaştığını çok iyi biliyorlar. Bundan dolayıdır ki Seattle’de, Washinton’da, Davos’ta ve son olarak da Prag’da hak ettikleri gibi karşılandılar.
Toplantının ilk gününde yapılan açılış konuşmalarında Çek Cumhurbaşkanı Havel, IMF Başkanı Köhler ve DB Başkanı Wolfensohn, dünya çapındaki yoksulluk üzerine üzüntülerini, bu yoksulluğa karşı mücadele edilmesi gerektiğini ve her iki örgütün de yoksulluğa ve gelir dağılımındaki eşitsizliğe karşı mücadelede yeniden ve etkili yapılanmaları gerektiği üzerine görüşlerini açıklarlarken dışarıda üç kolda başlatılan gösterilerde on binlerce protestocu, bu her iki örgütün kapatılmasını talep ederek gösteriye başlamışlardı. Dünyanın hemen her yerinden gelen göstericiler; işçiler, öğrenciler, köylüler, sendikacılar, kadın grupları, etnik azınlık temsilcileri, barış için inisiyatif grupları, çevreciler; pasifistler, anarşistler, troçkistler, Maocular, demokratlar, antiemperyalistler, devrimciler ve komünistler, yoksulluğun sorumlusu olan emperyalizmi, tekelci sermayenin kurumları olan IMF ve DB’nı mahkûm ediyorlardı. Üniformalı 11 bin Çek polisi, göstericileri toplantı salonuna yaklaştırmamak için saldırmakta geç kalmadı. Göz yaşantıcı bombalar, tazyikli su, jop, yerde sürüme, dayak protestocuların direncini kıramadı ve protestocuların cevabı da polisin şiddetinden geri kalmadı. Polis, teknik ve sayı üstünlüğünden dolayı toplantı salonunun işgalini engelleyebildi. Ama bütün dünya, Seattle’den, Washington’dan, Davos’tan sonra Prag’da da emperyalizme karşı mücadelenin giderek şiddetlendiğini ve uluslar arası karakter taşıdığını gördü. Prag’daki mücadele –pasif veya militan- bir antiemperyalist mücadeledir. Bu mücadelenin can alıcı zayıf yönü, devrimci önderlikten yoksun olması ve yığınlardan kopuk unsurların grupsal eylemine dönüşmesidir.