Türk burjuvazisi, hükümeti ve hükümet dışı başkanı, AB’den tarih almak için onursuzluk çalışmalarını yogun bir şekilde sürdürüyorlar. AB’de ise Türkiye’ye tarih verme konusunda ortak bir anlayış yok. AB’nin önde gelen emperyalist ülkeleri, AB’nin nasıl ve hangi koşullarda genişleyeceğine, hangi ülkelerin üyeliğe kabul edileceğine stratejik baktıklarından Türkiye’yi, üyeliğinin görüşülmesi için tarih verme konusunda taviz vermeye zorluyorlar. Siyasi “reform” konusunda taktir ettiklerini bazen açıklıyorlar, bazen de sonuçlarını görmeyliyiz diyorlar. Ekonomi konusunda, bazen umutsuzluklarını dile getiriyorlar, bazen de iyi gidiyorsunuz diyorlar. Ama her seferinde Türkiye’nin önüne aşamayacağına inandıkları bir engel çıkartıyorlar. Aday üyeliğe kabul için yıllarca Yunan vetosunun arkasına gizlenen AB, bugün başka nedenler öne sürüyor.
AB’nin yönlendirici olmayan ülkeleri, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerini, Kopenhag’da bu işin hallinden yana olduklarını açıkladılar. Bu ülkelerin başında İngiltere ve İtalya geliyor.
Son günlere kadar Türkiye’nin üyeliğinin kabulünden yana hareket ettiği izlenimini veren Fransa da, Almanya ile ortak hareket ettiğini açıkladı.
Türk burjuvazisi, hükümet başkanı ve hükümet dışı başkanı, Türkiye’ye, görüşmeler için en geç 2003 yılı içinde tarih verilmesine razı olduklarını dile getirdiler.
AB-Türkiye ilişkilerinde sorun ne ki, üyelik üzerine bu denli tartışılıyor. Sorunun ekonomik ve siyasi olduğuna veya Kopenhag kriterlerinin yerine geterilmesi olduğuna inanmak, siyasi aptallık olur. AB, üye yapacağı 10 ülkenin bir kısmında ekonominin ve ileri sürdüğü siyasi taleplerinin AB kriterlerine uymadığını, bu ülkelerin bir kısmında Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmediğini çok iyi biliyor. Ama buna rağmen bu ülkeleri üye yapıyor. Peki Türkiye’yi neden üye yapmıyor?
Türkiye’nin dünya politikasındaki mevcut duruşu; ABD’ye bağımlılığı, büyüklüğü ve ekonomik potansiyeli, AB emperyalistlerini, özellikle de Alman emperyalizmini tedirgin ediyor. AB, AB’nin sözünden çıkmayan, ABD’ye tavır alan bir Türkiye istiyor.
Türkiye, AB ve ABD arasında rekabet konusudur. Onu önemli yapan jeostratejik konumudur. Türkiye-AB ve Türkiye-ABD ilişkilerine bu açıdan; jeopolitik ve jeostratejik açıdan bakmak gerekir.
AB, bir entegrasyon sürecidir, devlet değildir. AB, siyasal birliğini sağlayacak derecede gelişmemiş bir kurumdur. Bu nedenle AB’nin rekabet gücünde ve yöneliminde, yani stratejik anlayışında bu entegrasyon içinde sürükleyici rol oynayan Alman ve Fransız emperyalizminin çıkarları belirleyici olmaktadır. AB, “Avrupa Birleşik Devletleri” olmadığı için, her bir üyesinin bir bütün olarak sahipleneceği bir jeopolitik anlayışa sahip değildir ve olamaz da. AB içinde ancak Almanya ve Fransa, jeopolitika geliştirecek yetenekte olan ülkelerdir. Ve bu ülkeler de, AB üyesi olmalarına rağmen AB içinde ve dışında kıyasıya rekabet içindeler.
AB, bugünkü mevcut yapısından dolayı ancak stratejik hedefler testip etme yeteneğine sahip bir rekabet merkezi konumundadır.
AB’nin yayılma, genişleme stratejisinde Almanya ve Fransa’nın çıkarları belirleyici olmuştur. Almanya, AB’nin Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru, Fransa da Güney’e doğru genişlemesinde stratejik çıkarlar görmüşlerdir. Bu stratejide Türkiye’nin yeri yok. Bunun ötesinde AB, bu stratejisini tespit sürecinde Türkiye’nin bölgedeki önemini göremiyordu. Ancak bu durum, ‘90’lı yılların ikinci yarısından itibaren değişmeye ve Türkiye de, onun stratejik anlayışında önemli olmaya başladı.
Dünya hegemonyası için mücadele eden emperyalist rekabet merkezleri nezdinde Türkiye’yi bu denli önemli yapanın ne olduğunu, günümüzde emperyalistlerarası çelişkilerin keskinleşmiş olduğu alanlar göstermektedir: Balkanlar, Ortadoğu-Doğu Akdeniz(Kıbrıs) ve Hazar Havzası. Bu bölgeler, bugün için jeopolitik ve stratejik açıdan emperyalist ülkeler, rekabet merkezleri, somutta da AB ve ABD için dünya hegemonyası mücadelesinde bağlayıcı derecede önemlidir. Türkiye bu bölgelerin; bu bölgelerin oluşturduğu üçgenin tam ortasında yer almaktadır.
Nasıl bir Türkiye isteniyor? Jeopitikacı Z. Brezenski’nin, Amerikan emperyalizminin istediği Türkiye’nin görevleri şöyle sıralanıyor. “Türkiye, Karadeniz bölgesinde istikrarı sağlamakta, Akdeniz’e geçişi kontrol etmekte, Rusya’yı Kafkasya’da dengelemekte, İslamcı kökten dinciliğe panzehir sunmakta ve güneydeki dayanak olarak NATO’ya hizmet sunmaktadır. İstikrarsız bir Türkiye, muhtemelen Güney Balkanlarda daha fazla şiddetin ortaya çıkmasına neden olur. Kafkasya’da bağımsızlığını yeni elde etmiş devletler üzerinde Rus denetiminin yeniden sağlanmasına yol açar”.
“Güney Kafkasya ve Orta Asya’nın istikrarlı ve bağımsız teşvikinde Amerika, Türkiye’nin bir kenara itilmemesine dikkat etmelidir... Kendini, katılmak istediği Avrupa’dan dışlanmış hisseden bir Türkiye, salt inatçılıktan dolayı NATO’nun genişlemesini veto eden, laik Orta Asya’nın istikrara kavuşturulması ve dünya toplumuna entegresi için Batı ile işbirliğine daha az hazır İslamcı bir Türkiye olur”.
“Bu nedenle Amerika, Türkiye’nin (AB’ye) girişi için Avrupa’daki nüfuzunu geçerli kılmalıdır ve Türkiye’nin Avrupa devleti olarak muamele görmesine dikkat etmelidir.. Ankara ile Hazar Havzası ve Orta Asya’nın geleceği üzerine Ankara ile düzenli görüşmeler, Türkiye’de ABD ile bir stratejik ortaklık bilincini teşvik eder. Amerika, Türk isteği Bakü Ceyhan boru hattını da desteklemelidir”.
Siyasi ve ekonomik açıdan, en azından emperyalist çıkarlara hizmet edecek kadar istikrarlı, emperyalist çıkarları askeri açıdan da savunacak derecede güçlü, göstermelik de olsa demokrasi kurallarına uyan bir Türkiye isteniyor.
Böyle bir Türkiye’yi, Amerika emperyalizminin yanı sıra, Türkiye’nin önemini yeniden keşfettikten sonra AB de istiyor.
Hem Amerikan emperyalizm ve hem de AB emperyalistleri, bölgede nüfuz sahibi olabilmek için Türkiye’nin dışlanamayacağını görüyorlar.
Her iki rekabet merkezinin Türkiye ile bugünki ilişkileri, çıkarlarından dolayı dışlamayacakları bir güçle ilişki özelliğini taşıyor ve gerek AB, gerekse de ABD, bu gücü kendileri için kazanmaya çalışıyorlar. Ama onlar da biliyor ki Türkiye, derinliği, dinamiği olan, ekonomik olarak dünyanın en güçlü ülkerinden birisi. Türkiye, bu gücü ve askeri potansiyeliyle bir bölgesel güçtür; emperyalistleşme hevesinde olan bir güçtür. Böyle bir patansiyel, AB içinde, AB’nin bütün dengelerini alt üst eder. AB’nin önde gelen ülkelerinin, özellikle de Almanya’nın korkusu budur.
Böyle özelliği olan Türkiye’nin, AB’ye tam üye olmaması, ama ilişkilerin, tam üyeliğe doğru gidiliyormuş gibi sürdürülmesi, böyle bir süreçte Türkiye’nin AB’nin çıkarlarına koşulması, AB’nin bugünkü Türkiye politikasıdır. Kopenhag zirvesi öncesinde Türkiye’nin üyeliği konusunda yapılan açıklamalar böyle bir politikanın sürdürülmek istendiğini çok açık olarak göstermektedir. Bu AB politikası karşısında Türk burjuvazisinin böyle bir süreci, aday üyelik döreminde yaşadığı gibi uzun bir dönem sürdürmeye niyeti yok. Türk burjuvazisi, bölgemizde rekabet eden güçlerin kendisine verdiği önemin nedenini bildiğinden dolayı AB ile, Helsinki öncesindekine benzer bir restleşmeyi göze alabilir. Arkasında “kale” gibi duran ABD var.