deneme

3 Aralık 2002 Salı

AB-KIBRIS-ORTADOĞU VE TÜRKİYE

Dünya politikası açısından önemli bir süreçten geçiyoruz. Bir taraftan NATO, Prag’daki zirvesinde “Doğu Genişlemesi”ni gerçekleştirdi ve önümüzdeki günlerde de AB, Kopenhag zirvesinde “Doğu Genişlemesi”ni onayacak. Her iki genişleme de yeni bir emperyalist savaşın; Amerikan emperyalizminin Irak’a karşı olası savaşının gölgesinde gerçekleşiyor. Bunun ötesinde AB ile ABD arasında Kıbrıs üzerine rekabet, sonuç alınacak derecede keskinleşmiş durumda. Bütün bu gelişmelerin merkezinde Türkiye var veya Türkiye, bu gelişmelerden doğrudan ve çok yönlü etkilenen tek ülke konumunda.

Kopenhag zirvesi yaklaştıkça Türk burjuvazisinin AB’ci kesimi, hükümet ve hükümet dışı Türkiye temsilcisi T. Erdoğan, AB’de çalınmadık kapı bırakmadılar. Bir kısım AB üyesi ülke, Türkiye’nin üyeliğini desteklediğini açıklarken, bir kısmı da “tarih için tarih” vermekte kararlı olduğunu açıkladı. Bunların başında da Almanya geliyor. Almanya, AB üyesi bir Türkiye’nin Alman emperyalizminin çıkarlarına hizmet etmeyeceği anlayışında. Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı. Türkiye mevcut nüfusuyla AB kurumlarında bütün mevcut dengeleri alt üst edecektir. Türkiye’nin kararı çok şeyi değiştirebilecek. Amerikan emperyalizmine bağımlı bir Türkiye’nin AB içinde Alman emperyalizminin çıkarları doğrultusunda hareket etmesinin hiçbir garantisi yok. Bunun ötesinde AB üyesi bir Türkiye, AB’nin motoru konumunda olan Almanya ve Fransa arasındaki rekabette Fransa yanında hareket edebilir ve böylece AB’nin geleceğinde Almanya’dan ziyade Fransa’nın daha ziyade söz sahibi olması gündeme gelebilir. Bütün bunları Alman emperyalizmi görüyor ve Türkiye’ye Kopenhag’da üyelik verilmemesi için uğraşıyor.

Kopenhag zirvesinde Kıbrıs’ın geleceği üzerine de karar verilecek. Anlaşılan o ki bu zirvede ada, hukuken de bölünmüş olacak. Böylece Kıbrıs’ta da emperyalist “barış”, aynen Balkanlarda ve Afganistan’da gerçekleştirildiği gibi gerçekleştirilecek. Bunun adı, adanın AB ve ABD tarafından paylaşılmasıdır.
BM’in taraflara sunduğu plan, aslında adanın bölünmesini tescil etmektedir. Türk tarafının yıllardan beri öne sürdüğü anlayış bir şekilde kabul edilmiş oluyor.

Kıbrıs adası, emperyalistler açısından jeostratejik konumundan dolayı oldukça önemlidir: Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmesi durumunda, Hazar Havzası petrol ve doğalgaz boru hattının en güney kapısı Kıbrıs adasıdır. Bu adaya sahip olan, doğu Akdeniz’i kontrol eder. Kıbrıs’ı elde etmekle AB, sınırlarını Ortadoğu’ya kadar genişletmiş oyluyor ve dolayısıyla aynı bölge üzerinde kontrol olanağını artırıyor. Kıbrıs üzerinde rekabet, AB emperyalizminin ve Amerikan emperyalizminin Ortadoğu ve Hazar Havzası doğal kaynakları üzerine rekabetinin doğrudan bir parçasıdır.

Amerikan emperyalizmi Irak’a saldırmak için hazırlıklarını tamamlamak üzere. Bu savaşta müttefiklerini yanında görmek istiyor. ABD, tehdit ve ikna ile müttefikleri üzerindeki baskısını arttırıyor. Prag zirvesinde amacına ulaştı. Ama elde ettiğiyle yetinmiyor. “Uluslar arası terörizme karşı savaş”ında önde gelen emperyalist ülkeleri ve bölge ülkelerini kendi patronluğunda savaşa katmak istiyor. Önümüzdeki günlerde, hala “mırın-kırın” eden Türkiye üzerinde baskıları yoğunlaştıracak. Türkiye’nin istek ve çekincelerinin dikkate alacağını açıklayarak kendi çıkarları için savaşacak asker ve kullanacak üs istiyor.

Bütün bu emperyalist hesapları alt üst etmek, bu emperyalist savaşı durdurmak, emperyalistlere gereken dersi vermek elimizde. Savaşa karşı dünya çapında görkemli eylemler gerçekleştiriliyor. Savaş karşıtı hareket giderek güçleniyor. Aktif kitlesel direniş, güçlü kitlesel barış hareketi, şu veya bu somut savaş hazırlıklarını akamete uğratabilir, somut bir emperyalist savaşın patlak vermesini engelleyebilir. Ama bu, kapitalizm/emperyalizm var olduğu müddetçe haksız savaşların nedenlerini ve yasallığını ortadan kaldırmaz. Önemli olan, savaşsız, talansız, sömürüsüz bir dünyanın kurulması için mücadeledir. Bu mücadele sosyalizm için mücadeledir, kapitalist sistemin ortadan kaldırılması mücadelesidir. Marksist Leninist Komünistler savaşa karşı mücadelenin bu esas yönünü sürekli ön plana çıkartmak zorundadırlar.