deneme

17 Temmuz 2005 Pazar

AB VE ANAYASASI


 
Bütçe tartışmaları ve anayasanın onaylanması süreçlerinde ortaya çıkan siyasi kriz, AB’nin geleceğinin de sorgulanmasını gündeme getirdi. Anayasalı bir AB, yeni bir hegemonya düzeni kurmakla, bütünlüklü bir dış politikanın ve militarizmin oluşturulmasıyla, ABD karşısında güçlü olmakla ve dünya pazarlarında rekabet yeteneğinin artırılmasıyla eş anlamlı kullanılıyor. Şüphesiz ki anayasalı bir AB, anayasasız bir AB’den daha güçlü olacaktır. Siyasal birliğin sağlanması sürecinde şüphesiz ki anayasalı bir AB, anayasasız bir AB’ye nazaran daha ileri bir mesafeyi ifade eder.

Anayasalı bir AB’nin, siyasal birliğin sağlanması sürecinde sadece ilk adımlardan birisi olduğu, bu birliğin savunucusu ülkeler tarafından sürekli vurgulanmasına rağmen, anayasayı, siyasal birliğini sağlamış AB ile eş tutan değerlendirmeler de var. Bu türden değerlendirmeleri, AB’ye umut bağlamış güçler ve uzaktan bakanlar yapıyorlar.

Her halükarda AB büyüyor ve büyüdükçe de “akla-kara” daha açık olarak görülüyor. AB, çelişkilerini; iç ve dış rekabetini büyüterek büyüyor veya AB’nin büyümesi, çelişkilerinin derinleşmesini kaçınılmaz kılıyor.

Yıllardan beri Brüksel, AB „genişlemeli ve derinleşmeli“ propagandasını yapıyor. Bu propagandaya Almanya da katılıyor. Gerçekten de AB çok hızlı genişledi. Bir yıl öncesi 10 ülke birden katıldı. Sırada Hırvatistan, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye var. Diğer Balkan ülkeleri de kuyrukta bekliyorlar. Ayrıca Beyaz Rusya’nın, Moldavya’nın, Ukrayna ve Gürcistan’ın AB üyeliği üzerine AB’nin „düşünce fabrikaları“nda çoktandır fikir jimnastiği yapılıyor. Sonunda AB’nin 38 devletli bir entegrasyon olabileceğine; siyasal bir entegrasyondan ziyade gümrük birliği, „serbest ticaret bölgesi“ çerçevesinde kalan bir ekonomik entegrasyon olabileceğine siyasal birlik yanlıları kendilerini alıştırmaları gerekiyor.

Peki genişleyen AB, derinleşiyor mu? Derinleşme kavramı açıldığı zaman görüşler ikiye ayrılıyor; bir taraf bundan demokrasi ve refah anlıyor. Bunlar genellikle AB’ye umut bağlayanlardır. Başta Almanya olmak üzere önde gelen ülkelerin oluşturduğu diğer taraf ise derinleşmeden „AB’nin hareket yeteneğini“ muhafaza etmesini anlıyor. “AB’nin hareket yeteneğini“ muhafaza etmesi, AB kurumlarının, dünyanın yeni politik ve ekonomik koşullarına uyum sağlayacak şekilde yeniden örgütlenmesi anlamına geliyor. Tabii bu, önde gelen Almanya, Fransa gibi ülkelerin işine hiç gelmiyor. Bu ülkeler, „AB’nin hareket yeteneğini“ muhafaza etmesinin, kurumlarının dünyanın yeni politik ve ekonomik koşullarına uyum sağlayacak şekilde yeniden örgütlenmesinin; yani yeni katılan devletlerin AB’nin geleceği üzerinde söz sahibi olmalarının kendi çıkarlarının zedelenmesine; AB içinde ağırlıklarının erimesine yol açacağı görüşündeler. Bu korku nedeniyle AB içinde büyük devletler, gelişmeleri belirleyen bir çekirdek oluşturdular -çekirdek AB esprisi- diğerlerine de bu çekirdeği sarmalayan „çevre“yi oluşturma görevi düşüyor.
AB’nin önde gelen emperyalist ülkelerinin “derinleşmek”ten anladıkları, üyelerin eşit haklara sahip olmadıkları bir AB’dir.

Kabulü için oylamaya sunula anayasa, AB’deki bu durumu meşrulaştırmayı amaçlıyordu. Ama anayasa öncelikle, bunu isteyen ülkelerde (örneğin Fransa) reddedildi. Fransız halkı „çekirdek AB“ olmak istemedi. Başta Büyük Britanya olmak üzere başka ülkeler de anayasaya temkinli yaklaşmaya başladılar.

Anayasa ne derece demokratiktir? Demokrasi üzerine söylemlerin hiçbir anlamı yok. Anlamı olan, anayasanın başka bazı maddelerinin içeriğidir.

Bu anayasa AB’yi, ABD ne kadar „demokratik“ ise o kadar demokratik, hatta daha da fazla „demokratik“ yapacak. Çünkü anayasada neoliberal „değer“lerden bahsedilmekte; Amerikan emperyalizminin çoktandır uyguladığı neoliberal „değer“ler. Öyle ki anayasa, Amerikan emperyalizminin neoliberal „değer“lerinden daha da ileri gidiyor. Maastricht Anlaşmalarında yer alan neoliberal politika, anayasanın III. Bölümünde anayasalaştırılıyor. Ve bunun değiştirilmesi için de oy çokluğu değil, oy birliği gerekiyor. Amerikan emperyalizmi uyguladığı neoliberal „değer“leri uygun gördüğü zaman değiştirme olanağına sahip. Ama AB, anayasasıyla neoliberal „deli gömleği“ni giyiyor. Uygulamaları AB ülkelerinde yaşanan bu neoliberal „değer“lerle AB’nin ne kadar demokratik olacağını düşünmeye gerek var mı?
Anayasa AB’ye askeri aşanda bağımsız hareket etme olanağı veriyor deniyor. Ama şimdilik vermiyor. Ancak AB, anayasal şekillendikçe bu alandaki bağımsızlığını elde edebilecek duruma gelebilir. Ama şimdiki durumda anayasa, AB’yi askeri olarak NATO’ya bağlıyor ve NATO’da da Amerikan emperyalizminin sözü geçerli. Hal böyle olunca AB’nin bağımsız bir dış politika geliştirmesi imkansız. AB, NATO’ya bağımlı olduğu müddetçe bağımsız bir dış politika geliştirmesi olanaksız.
Anayasanın 1-41 maddesi AB’nin savunma politikasını NATO’ya bağlıyor.

Şüphesiz, anayasa AB’nin bağımsız bir dış politika geliştirmesinin önünü açıyor. Yazılı olan bu. Ama bütün sorun, şimdilik 25 devletin hepsinin onaylayacağı bir dış politik açılımın nasıl olacağı noktasında düğümleniyor. Oy birliği ile kabul edilen bir dış politika! Anayasa böyle diyor.
Anayasa özgürlükten bahsediyor. Öyle ki özgürlük kavramına anayasada merkezi bir anlam yükleniyor. Ama neyin özgürlüğü denince durum değişiyor. Anayasa özgürlük konusunda kimin, hangi sınıfın anayasası olduğunu ele veriyor. Özgürlükten anlaşılan, sermayenin serbest hareketi için özgürlük. AB’nin özgürlük anlayışı, öncelikle mali sermaye için özgürlük; her tarafta yatırım yapmak, toplumun maddi ve sosyal yapılanışını belirlemek! AB anayasası bu alandaki özgürlükle AB’deki tekelci sermayeyi günümüz koşullarında rekabet gücüne kavuşturmayı amaçlıyor. Yani dünya pazarlarında Amerikan emperyalizmliye ve başka emperyalist ülkelerle rekabet edebilmek için AB’de sermaye, rekabet yeteneğine sahip olmalıdır. Anayasa, bu amaca ulaşmaya hizmet ediyor.

Şimdi iş ciddileşti. Düne kadar ekonomik entegrasyon çerçevesinde sorunlarını çözen AB, gelişmesinin bu aşamasında bir yol ayrımına geldi: Ya siyasi entegrasyonun sağlanması için adımlar atılır, ya da AB, ekonomik bir entegrasyon olarak çürür. Kapitalizmde siyasi entegrasyon, entegre olmak isteyenlerin ulusal özelliklerinden ve çıkarlarından gönüllü vazgeçmeleri veya zor yoluyla vazgeçirilmeleri ve güya ortak değerlerde birleşmeleri anlamına gelir. “Ortak değerler” de en güçlü olanın değerleridir.
AB, kendi gerçeğiyle yeni yüz yüze geliyor.