deneme

30 Kasım 2005 Çarşamba

BOP ve PROTEKTORATÇILIK (Lübnan, Suriye ve Irak)

Amerikan emperyalizminin sürekli gündemde tutmak istediği Suriye’den ne isteniyor?
Suriye’ye karşı sürdürülen kampanyanın başını ABD ve İsrail çekiyor. Fransa da bu kampanyanın bir parçasıdır. Amerikan emperyalizmi, „Büyük Ortadoğu Projesi”nin gerçekleştirilmesi için Suriye’nin yeniden biçimlendirilmesi anlayışındadır.

Aslında planlarda yeni olan bir şey yok. Irak’ta mevcut iktidarı değiştirme girişimleri B. Clinton döneminde Amerikan dış politikasının önemli sorunlarından birisi olarak görülmekteydi. Bush’un iktidara gelmesiyle birlikte Amerikan jeopolitikasının gerçekleştirilmesine hizmet eden adımlar daha yoğun atılmaya başlandı. Önce Afganistan işgal edildi, 2003’te de Irak’ın işgali gündeme geldi. Daha o zaman, Irak’ın işgal döneminde Amerikan Savunma Bakanı D. Rumsfeld, Suriye’yi, Irak Baas Partisinin önemli politikacılarını korumakla ve Irak’ın elinde olan kitle imha silahlarını saklamakla suçlamaya başlamıştı. Bugün olduğu gibi o gün de Suriye yönetimi, Amerikan emperyalizmine ülkeye saldırması için fırsat vermemeye çalıştı. Suriye yönetimi, Amerikan saldırganlarını kızdırmamak ve saldırı vesilesi oluşturmamak için yapılması gereken her şeyi yapmıştı.

Ne var ki, Amerikan emperyalizmini memnun etmek, memnun etmek isteyene bağlı değildir. Amerikan emperyalizminin çıkarlarına boyun eğmekte istenildiği kadar esnek olunabilir, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını gözetmek için olağanüstü çaba harcanabilir, ama bunların yapılması, Amerikan emperyalizminin gazabına uğramamak için bir garanti değildir. Tecrübeler bunu göstermektedir. Suriye, Irak’ın işgali döneminde ve sonrasında Amerikan emperyalizminin gazabına uğramamak için elinde geleni yaptı, ama buna rağmen „Yeni Bir Amerikan Yüzyılı İçin Proje“ başkanı, Aralık 2004’te “Weekly Standard“daki açıklamasıyla („Suriye İle İlgilenmeliyiz“) start vermişti. „Silahlı güçlerimizle Suriye sınırlarını geçebiliriz, Irak’taki Suriye faaliyetlerinin planlandığı ve örgütlendiği merkezi işgal edebiliriz, gizlice veya açıktan Suriye’deki muhalefeti destekleyebiliriz“.

Irak’taki direnişin bir sonucu olsa gerek, Amerikan emperyalizminin Suriye’yi „kıvamına getirme“ politikası şimdilik tehditlerle ve sıkıştırmalarla sürdürülmektedir. İran gibi Suriye de sürekli gündemde tutulmakta ve bu ülkelerin işgali için kamuoyu oluşturulmaya çalışılmaktadır. Kısaca, Amerikan emperyalizmi fırsat kollamaktadır. Bugünlerde de R. Hariri’ye yapılan suikastı kullanmaktadır.
Bu suikast vesilesiyle başta ABD ve Fransa olmak üzere emperyalist güçlerin Suriye ve Lübnan’a müdahale girişimleri yeni bir aşamaya girdi.
Bu süreçte Fransa Başkanı J. Chirac, Amerika’nın müdahale planlarına katılmanın ötesinde Amerikan Başkanını, ‚Fransa’ya eski sömürge alanında hareket serbestliği’ verilmesi konusunda ikna etmeye çalıştı. Bu çabaların sonucudur ki, 2 Eylül 2004’te BM Güvenlik Konseyi’nde, yabancı silahlı güçlerin Lübnan’dan çıkması üzerine alınan karar, Elysee’de Amerikan Dışişleri Bakanı C. Rice ile birlikte hazırlandı ve BM Genel Sekreteri K. Annan’a haber bile verilmedi.
Bu kararın uygulamaya konmasından bu yana gelişmeler, Suriye’de rejim değişikliği için ABD, Fransa ve İsrail’in ortak hareket ettiklerini göstermektedir. Öncelikle Amerikan emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden bu plana göre Suriye’den istenilen şudur: Tam teslimiyet; Irak direnişini bastırmada yardımcı olmak; Filistin örgütleriyle ve Filistin direnişiyle dayanışmaya son vermek; Lübnan Hizbullah’ıyla dayanışmaya son vermek ve İran ile ilişkiyi kesmek.


Irak’a saldırı, ülkenin işgali ve aynı zamanda işgale karşı direniş açık ki, “Arap dünyası”nda belli bir Arap bilincinin gelişmesine neden olmuştur. Bu Pan-Arap eğilimler, Ortadoğu’nun ve bütün “Arap dünyası”nın emperyalizme karşı tavır alışının; emperyalizme karşı açık mücadelenin ifadesi olabilir. Bu nedenle emperyalist güçler, Arapların birleşmesini teşvik eden, bu konuda aktif olan Irak, Suriye ve Mısır gibi ülkelere sürekli temkinli yaklaşmışlar ve bu ülkeleri kendi çıkarlarının gerçekleştirilmesi önünde engel olarak görmüşlerdir.
Bu nedenle Batılı emperyalist güçler, Irak ve Suriye gibi ülkelerin dağıtılarak, “bileşenleri”ne ayrıştırılmasını, her bir bileşenin başlı başına devlet olarak yapılanmasını, göz ardı edilmemesi gereken bir düşünce olarak görmüşlerdir. Böylece Ortadoğu da “balkanlaştırılmış” olacak. Nitekim daha 1982’de hazırlanan bir stratejide şu anlayışlara yer verilmektedir:

“Lübnan’ın beş eyalet olarak tamamen parçalanması, Mısır, Irak, Suriye ve Arap Yarım Adası da dâhil bütün Arap dünyası için bir mevcut durum olacaktır. Lübnan’da olduğu gibi, daha sonraları Suriye ve Irak’ın etnik veya dini gruplara göre bölünmesi, uzun vadeli bakıldığında doğu cephesinde öncelikli amaç olurken, bu devletlerin askeri güçlerinin dağıtılması kısa vadeli amacı teşkil eder. Bugünkü Lübnan gibi Suriye, etnik ve dini yapısına tekabül eden devletlere bölünecektir; Kıyıda bir alevi-Şii devleti; Halep bölgesinde bir Sünni devlet; kuzeydeki komşularına düşman gözüyle bakan (Şam’da) başka bir Sünni devlet; Golan bölgemizi, Hauran ve kuzey Ürdün’ü de içine alan bir devlet kuracak olan Dürzîler de dikkate alınmalıdır. Bu durum bölgemizde uzun vadede barış ve güvenliğin garantisi olacaktır ve bu hedef, ulaşabileceğimiz kadar yakındır”. (İsrail Dışişleri Bakanlığı çalışanı O. Yinon tarafından Siyonist bir örgüt için hazırlanan „’80’li Yıllardaki İsrail İçin Bir Strateji“ başlığını taşıyan analiz; Yayımlayan; Association of Arab-American University Graduates)

‚80’li yıllarda hazırlanan bu strateji, BOP çerçevesinde bugün uygulanmaya çalışılmaktadır. Öyle ki, Irak’ın üçe bölünmesi olasılığı Türkiye’de burjuvazinin ve Genelkurmay’ın da gündemindedir. Ama Ortadoğu’nun balkanlaştırılıp balkanlaştırılamayacağı konusunda Irak direnişi bağlayıcı öneme sahip. Irak direnişinin başarısı, bu stratejiyi paçavraya çevirebileceği gibi, BOP’u da mahkûm edebilir ve bölge halklarının emperyalizmi bölgeden kovması için mücadelesine ivme kazandırabilir.

Irak’ta bir taraftan Sünni-Şii-Kürt ayrışımı işleniyor, ama diğer taraftan da toplum giderek işgale karşı mücadele bazında ayrışıyor; direniş ve işgalcilerle işbirliği cepheleri oluşmuş durumda. Bu cepheleşmede -yansıyış biçimi nasıl olursa olsun- Irak Pan-Arap yurtseverliği, işgale karşı mücadelede antiemperyalistliğin doğrudan ifadesidir.

Irak’ta direnişi, Amerikan emperyalizminin yeni bir cephe (Suriye, İran) açmasını engellemektedir. Irak’ta hesaplar tutmadı. İran ve Suriye’de de tutacağının hiç bir garantisi yok. Amerikan emperyalizmi, BOP’u gerçekleştireceğim derken, amacının tam tersi sonuçlara da varabileceğini hesap etmeye başladı.

“Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, 1848-1850” yapıtının girişinde Marks şöyle diyordu:
"Kısaca: devrimci ilerleyiş, hiç de kendi dolaysız trajik-komik kazanımları ile kendine yol açmadı, tersine, ancak sımsıkı, katı, güçlü bir karşı-devrim ortaya çıkartarak, kendisine bir hasım yaratarak ve onunla savaşarak, devrim partisi, en sonunda gerçekten devrimci bir parti olarak olgunlaştı”.
Amerikan emperyalizmi bu gerçeği görüyor.