Yön kaybına uğrandıktan sonra kafalar duvara çarpar. Sürekli, yenilik adına öne sürülenin peşine takılıp koşulur. Hiç de yeni olmayan modalaştırılır. Ve kısa bir zaman sonra da, artık konjonktüre uygun düşmediği için dün güncel olan görüşler hiçbir şey olmamış gibi bir kenara atılır. Ve arayış yeniden başlar. Yeniden, hiç de yeni olmayan bir şeyler bulunur. Hiç de yeni olmayan bu “yeni”ler üzerine teoriler üretilir. Ve öyle ki, teorinin sahibine sorsanız, “teorimden çıkarttığınız sonuç, teorimin maksadını aşan bir sonuçtur” dedirten değerlendirmelerden geçilmez olur. Bunlardan birisi de son dönemlerde uluslararası alanda moda olan “yeniden sömürgeleştirme”dir. [Yazımızın konusu bu değil, ama hiç de ilgisi yok diyemeyiz. Nasıl ki, David Harvey, “kırk yıllık” Marksizm’in merkezi teorilerinden birisini oluşturan sermaye birikiminin, “ilkel sermaye birikimi”nin bazı ögelerini yeniden keşfederek “ilhak ekonomisi” (Mülksüzleştirme Ekonomisi) teorisini ortaya attıysa, uluslararası alanda bazıları da günümüzde yeni sömürgeleri “yeniden sömürgeleştirmek” teorisiyle yeniden tanımlamaya çalışıyor. Bu anlayışın “İlhak Ekonomisi” ile dünya ekonomisinin bütünleşmesi ile doğrudan ilişkisi vardır.]
Şimdi “küreselleşme” tartışmalarının yerini emperyalizm ve buna bağlı olarak da „ilhak ekonomisi“ tartışmaları almaya başladı.
Geçen 10-15 sene içinde kapitalist ekonomideki değişimler üzerine tartışmalara küreselleşme kavramı damgasını vurmuştur. Sonra bu tartışmaların yerini Global Governance üzerine tartışmalar aldı. Şimdilerde ise uluslararası planda teori tartışmalarının emperyalizm üzerine tartışmalara doğru evrilmeye başladığından buyana, nasıl ki “küreselleşme” ve Global Governance tartışmalarında ucube anlayışlarla karşılaştıysak, emperyalizm üzerine tartışmalarda da ucube teorilerle karşılaşıyoruz. Bugünlerde uluslararası tartışma dünyasında “yeni emperyalizm”, “ilhak” ve “yeniden sömürgeleştirme” tartışılan moda kavramlardır.
İlhak etmek, el koymak ve mülksüzleştirmek özel mülkiyetin, sınıfların ortaya çıkışının tarihi kadar eskidir. Kapitalizm de, insanlığın yaşadığı en modern ilhak ve mülksüzleştirme tarihidir. Karl Marks Kapital’de („ilkel birikim“) doğrudan üreticilerin (köylülerin ve zanaatkârların) üretim araçlarından zor yoluyla nasıl kopartıldıklarını; nasıl mülksüzleştirildiklerini ve kapitalist üretim biçiminin önkoşullarının nasıl oluşturulduğunu anlatır. Ama anlaşılan o ki, Marks’ın anlatımı veya görüşleri günümüz kapitalizmini/emperyalizmini açıklamada yetersiz kaldığından dolayı olacak, yeni kavramlara ihtiyaç duyulmuştur. Bunların nedenli ayrı bir kavram veya ayrı bir teori olarak ele alınıp alınamayacağını “,İlhak ekonomisi” teorisini ele alarak göstermeye çalışacağız.
İlhak/mülksüzleştirme ekonomisi nedir?
İlhak kavramı konjonktür kazanmaya başlayınca bu kavram eksenli yazılar da çoğalmaya başladı. David Harvey’in „Yeni Emperyalizm“ kitabı 2003’te yayımlandı. 2004’te Christian Zeller tarafından „Küresel İlhak Ekonomisi“ veya „Küresel Mülksüzleştirme Ekonomisi“ adında bir derleme yayımlandı.
Bu derlemedeki yazısında („Küresel İlhak Ekonomisi“) Zeller günümüzde kapitalist/emperyalist ilhakın ne olduğunu sıralıyor:
a) ”Irak’ın işgali ve ABD’nin yeni sömürge bir protektoratına dönüştürülmesi…“, b) „Kamusal kurumların dünya çapında özelleştirilmesi…“, c)„Buluşların ve hatta canlıların özel ilhakı…“, d)„Farklı gelişmeler olmalarına rağmen bunların ortak bir yanları vardır: Bunlar, emperyalist ve kapitalist ilhak ekonomisinin ifadesidir“ (s. 9).
İlhak ekonomisi yazarlarına, daha doğrusu teorisyenlerine göre bu ilhakı ve mülksüzleştirmeyi yukarıya aktardığımız faktörler güncel yapıyor.
Irak’ın işgali ve bir protektorat rejiminin kurulması, kapitalizmin güncel aşamasında nasıl işlediği üzerine çok sayıda temel sorunları gündeme getiriyor. Emperyalizm ve savaş arasındaki şimdiki bağlamların yeniden bir analizi, günümüzdeki emperyalist hâkimiyetin temelleri üzerine düşünmeyi gerekli kılıyor; mali sermayenin öneminin artmasıyla daha belirgin olarak ortaya çıkan talancı karakteristik özellikler ve sermayenin doğal kaynaklar ve insan yetenekleriyle ilişkisi (Zeller, Agk., s. 10).
Yazar, Irak’ın işgalinden önce hiçbir ülkenin emperyalist güçler tarafından işgal edilmediği, şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde; işgal edilen ülkelerde emperyalist işgalciler tarafından protektorat rejimleri kurulmadı anlayışında hareket ediyor. Irak savaşının, bu ülkenin Amerikan emperyalizmi tarafından işgal edilmesinin daha önceki işgal savaşlarından ne türden bir farkı var ki, bu işgal emperyalist hâkimiyetin yeni bir aşaması için bir veri oluyor?
Doğru, „savaş, ilhak sürecini geçerli kılmanın en vahşi biçimidir“ (s.10). Ama ilhak sürecini geçerli kılmanın en vahşi biçimi olarak emperyalist savaş 100 yıllık emperyalizm tarihinde ilk defa mı görülüyor? Neden „Irak’ın devam eden işgali emperyalist hâkimiyetin ve yeni sömürgeci boyunduruk altına alma çabalarının yeni bir aşaması için yol açma“ olsun?
İlhak ekonomisi savunucuları, kriz tarafından sarsılan sermayenin genişletilmiş yeniden üretimini takviye etmek için ilhak/mülksüzleştirme yoluyla birikim, kapitalizmin güncel aşamasının bir özelliğidir görüşündeler.
İlhak ekonomisi savunucuları, ilhak/mülksüzleştirme sorununun yeni bir sorun olmadığı tespitini de yapıyorlar. Marks’ın, çabalarının büyük bir kısmını çok çeşitli mülksüzleştirme süreçlerini analiz etmeye ayırdığı, ama özellikle genişletilmiş yeniden üretim ve ücretli işin sömürüsü süreçlerini ele aldığını, ilkel birikim sürecinde tespit ettiği talancı süreçlerin kapitalizmin gelişmiş döneminde geri planda kaldığından hareket ettiği tespitleri yapılıyor (Zeller, Agk,. S. 10/11). Ve sonra mülksüzleştirmenin merkezi biçimi nihayetinde ücretli iştir deniyor. Sonra da şu soru soruluyor:“Emperyalizm üzerine tartışmaların seyri içinde yeniden güçlü bir şekilde, Marks’ın ilkel birikimde ve kapitalizmin doğuş sürecinde tanımladığı mülksüzleştirme süreçleri devam ediyor mu ve günümüzdeki kapitalizmin merkezi bir özelliği oluyor mu?“(Agk, s. 11).
Bu soruyu cevaplandırmak için genişletilmiş yeniden üretimin yanı sıra, ilhak süreçlerine, şiddet ilişkilerine ve mülkiyet haklarının yeni biçimlerine dayanan beş farklı birikim mekanizmaları sayılıyor:
a)Klasik ilkel birikimin biçimleri, b)Kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkilerinin genişletilmesinin modern biçimleri, c)Aldatma ve talan süreçleri, d)Başka sosyal örgüt biçimlerinde üretilen değer ve artı değerin bir kısmına merkezileştirilmiş el koymayla ve kaymağını yeme yoluyla birikim, e)Entelektüel mülkiyet haklarının genişletilmesi ve patentleştirilmesi.
Ve sonra Marks’ın ilkel birikimden ne anladığı sıralanıyor: Toprağın metaya dönüştürülmesi ve özelleştirilmesi; buna bağlı olarak köylülerin kırsal alanı terk etmeleri. Kolektif mülkiyet hakkının özel mülkiyete dönüştürülmesi, sömürgecilik, Amerika’nın altın ve gümüş gibi zenginliklerine el konulması, vergi toplamak, devletin borçlanması; tefecilik, kredi vs.
Ve sonra genel anlamda neoliberal saldırılarla ne kast ediliyorsa; sömürü, talan, geri ülkelerde köy iktisadının yıkılması, ülke zenginliklerinin talan edilmesi, doğal kaynakların talanı; hizmet sektöründe alt yapıda, emeklilik sisteminde sosyal sigortalarda vs. özelleştirme; sermaye birleşmeleri, devralmalar vs. sıralanıyor.
Bunlara günümüzde birikimin biçimleri deniyor ve bu birikim biçimlerinin kapitalizmin günümüzdeki aşaması için, küreselleşme süreci için belirleyici bir anlam taşıdığı tespiti yapılıyor (Zeller, Agk. s. 12/13).
Sayılan bu mülksüzleştirmeler, sürekli ilkel birikimin süreçleri olduğu için emperyalizmin güncel aşaması küresel ilhak ekonomisi olarak tanımlanabiliyor (Agk, s. 14).
Zeller, dünya kapitalist sistemine, krizinden nasıl kurtulacağının yolunu göstermeye çalışıyor. Kapitalist sistem yeni ilhak ekonomisiyle kendini değerlendirememe zorluklarının üstesinden gelebilir. Öyle ki, „genişletilmiş üretim kapasiteleri oluşturmak anlamında yatırımlar olmadan da birikim olabilir. Birikim, sistemin belli kesimlerinde başka kesimlerin aleyhine olabilir. Birikim sosyal hakimiyetin bir biçiminin üstünlüğünü yansıtıyor; bu hakimiyet içinde değerlere talancı el koyma, rant biçiminde el koyma…değerlerin üretiminde daha önemli oldu“ (Agk. s. 14).
İlhak ekonomisi savunucuları, sermaye birikiminin genel toplumsal bir süreç olduğunu unutuyorlar. Kapitalizmde birikim, ancak ve ancak genişletilmiş üretken yatırımlarla sağlanabilir. „Güçlü devletlerin... başka ülkelerin zenginliklerine el koymaları…büyük tekellerin başka işletmeleri ve kamu kuruluşlarını mülksüzleştirmeleri“ (s. 9) ve „talan“ birikim değildir. Birikim, artı değeri önkoşul yapar. Yani artı değerin üretilmediği, elde edilmediği yerde birikim yoktur. Burada birikim diye anlatılanlar sermayenin merkezileşmesinden başka bir şey değildir. Sermayenin merkezileşmesiyle yeni değer, yeni sermaye yaratılmaz, yani birikim olmaz. Sadece mevcut sermaye belli ellerde toplanır. Bu süreç, işletme birleşmeleri veya satın alımıyla gerçekleşebileceği gibi, talanla da, şiddet yoluyla da gerçekleşir.
David Harvey, ilhak yoluyla birikimi açıklamak için Rosa Luxembug’un dayanıyor. (Bu sorunu aşağıda ele alacağız) ve Marks tarafından analiz edilen ilkel birikimin mekanizmalarını „yeni emperyalizm“in temel bir özelliği olduğunu vurguluyor. Yani sermaye birikimi, başka pazarların ve kaynakların ilhakıyla ve talanıyla örgütlenmelidir. Diyeceksiniz ki, kapitalizmin tarihi bundan ibaret değil mi? Öyleyse kapitalizm kadar eski olan bu gerçekler neden „yeni emperyalizm“in temel bir özelliği oluyor? En iyisi bunu David Harvey’e ve başka ilhak ekonomisi savunucularına sormak gerekir.
Bu temel özelliğinden dolayı emperyalizm yeni bir çehre kazanıyor ve: “Klasik emperyalizm teorisinin ekonomik-teorik temel varsayımlarının yanlış olduğu açığa çıkmıştır“!
Ahlaksızlığın, sahtekârlığın, rüşvetin yapısal nedenleri vardır: Oluşum döneminde olduğu gibi şimdi de kapitalist sistem bu özelliklerinden ayrı düşünülemez. Sermayenin kendini değerlendirmesi; artı değer elde etme süreci meşakkatli, risklerle dolu bir süreçtir; bu süreç sonucunda kar elde edilebileceği gibi iflas da söz konusu olabilir. Bundan dolayı „saraydan“ burjuvaziye; kapitalist sınıfa „kadar bütün çevrelerde aynı ahlâk bozukluğu, aynı hayâsız sahtekârlık, üreterek değil de başkasının elindekini kurnazlıkla ele geçirerek aynı havadan zengin olma susuzluğu doğuyordu” (1).
„İlhak ekonomisi“ savunucularının yenilik diye anlatmaya çalıştıkları veya günümüzde birikimin temel özellikleri olarak vurguladıkları bu olgular hiç de yeni değil. Kapitalizmin her döneminde görülen, sisteme özgü bu olgular ve bunun ötesinde aşırı sermayenin kendini değerlendirmek için mali pazarları istila etmesi; bunun sonucunda yaşanan sermaye birleşmeleri, devralmalar, bunlara eşlik eden sahtekârlıklar, manipülasyonlar kapitalizmin daha baştan beri bir ilhak/mülksüzleştirme ekonomisi olduğunu göstermektedir.
„İlhak ekonomisi“ savunucularının günümüz kapitalizminin temel özelliği olarak göstermeye çalıştıkları üretimden kaynaklanan tehlikelere maruz kalmadan paradan para kazanmak anlayışı, hangi aşamasında olursa olsun kapitalist sisteme özgü bir anlayıştır.
Sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının günümüzde varmış olduğu boyutlar, mali sermaye ve yanı sıra spekülatif sermayenin kapitalist ekonomideki rolü, en fazlasıyla Marks ve Lenin’in sermaye hareketi, dünya pazarı, kapitalizmin gelişmesi ve emperyalizm analizlerini doğrular. D. Harvey ve onun gibi düşünenlerin sermayen ve üretimin uluslararasılaşmasına dayanarak; ilhak/mülksüzleştirme yoluyla birikime dayanan „yeni emperyalizm“ teorisi, Leninist emperyalizm analizinin çarpıtılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Harvey’e göre kapitalizmin var olup olmayacağı ilkel birikime tekabül eden mülksüzleştirmelerle gerçekleştirilen birikme bağlıdır.
David Harvey’in tezi:
Harvey, Rosa Luxemburg’un eksik/yetersiz tüketim teorisinin aksine aşırı/fazla birikim teorisini çıkış noktası olarak alıyor. Harvey’e göre kapitalizmin aşırı birikimine neden olma eğilimi vardır. Bundan dolayı kapitalizmin sorunu, fazlalık sermaye için verimli alan bulmaktır. Bu sorunun cevabı ise kar getiren bölgelere sermaye ihracıdır.
Harvey temel tezini Rosa Luxemburg’un şu anlayışına dayandırıyor:
“Bir bütün olarak kapitalist birikimin, tarihsel somut süreç olarak iki farklı yanı vardır. Bunlardan biri artı değerin üretim yerlerinde –fabrikada, madende, tarımsal işletmede- ve meta pazarında gerçekleşir. Birikime salt bu yandan bakıldığında o, önemli aşaması kapitalist ve ücretli işçi arasında cereyan eden safi ekonomik bir süreçtir: Fabrikada olduğu gibi pazarda, sadece meta mübadelesinin, eşdeğerlerin mübadelesinin sınırları içinde hareket eden süreç. Burada huzur, mülkiyet ve eşitlik biçim olarak hüküm sürer ve birikimde mülkiyet hakkının yabancı mülkiyetin eline geçmesine nasıl dönüştüğünü, meta mübadelesinin sömürüye nasıl dönüştüğünü, eşitliğin sınıf hâkimiyetine nasıl dönüştüğünü açığa çıkartmak için bilimsel analizin keskin diyalektiğine ihtiyaç vardır.
Sermaye birikiminin diğer yanı, sermaye ile kapitalist olmayan üretim biçimleri arasında cereyan eder. Bunun gerçekleştiği alan, dünya sahnesidir. Burada sömürge politikasının, uluslararası borç alma sisteminin, çıkar alanları politikasının, savaşların yöntemleri hüküm sürer. Burada şiddet, aldatma, baskı, talan tamamen örtüsüz ve açık olarak açığa çıkar ve siyasi şiddetin ve güç denemesinin bu karışıklığı altında ekonomik sürecin sıkı yasalarını bulup çıkartmak zahmet işidir” (2).
Rosa’nın sermaye birikimi konusundaki yanlış anlayışı bugün birçok çevre tarafından Leninist emperyalizm analizine alternatif olarak kullanılmaktadır. Harvey de bunlardan birisidir. R. Luxemburg’a göre kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçişinde belirleyici faktörü, kendi varlığını teminat altına almak için kapitalist olmayan bölgeleri işgal etmesi oluşturur.
Luxemburg’a göre kapitalizm, artı değeri realize etmek için kendi hâkimiyet sınırları dışında kalan tüketiciye ihtiyacı vardır. Rosa, Marks’ın Kapital, Cilt 2’de geliştirdiği yeniden üretim şemasının yanlışlığından hareketle kapitalizm için tipik olan ve Marks tarafından analiz edilen üretici güçlerin sınırsız gelişmesi toplumun tüketim kapasitesinin genişlemesiyle temel bir çelişki içindedir anlayışına varır. Bunun sonucu olarak Luxemburg’a göre katışıksız kapitalizmde genişletilmiş yeniden üretim kendi sınırlarına varıp dayanır. Bu koşul altında da kapitalizm kaçınılmaz olarak kendiliğinden çöker. (Kapitalizmin kendiliğinden çöküş teorisi).
Böyle bir sonla karşı karşıya kalmamak için kapitalizm, „kapitalist olmayan çevre“de yaygınlaşmaya yönelir. Böylece Rosa, kapitalizmin iç çelişkilerinden kendini kurtarmasını „kapitalist olmayan çevre“de yaygınlaşmaya başlamasında görür. Rosa’ya göre kapitalizm, fazlalık artı değeri realize etmek için; ürünlerini satmak için; var olmak ve varlığını sürdürmek için kapitalist olmayan üretim biçimlerine; „kapitalist olmayan çevre“ye ihtiyacı vardır. Kapitalizm ile kapitalist olmayan çevre ilişkilerinde kapitalizm, kapitalist olmayan çevreyi; sömürgeleri, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini yıkar ve buraları kapitalist üretim ilişkilerine bağlar/entegre eder.
“Oluşumuyla birlikte kapitalist üretim ile kapitalist olmayan çevre arasında bir mübadele ilişkisi gelişmek zorundadır“ (Rosa; agk, s. 429). Tam da bu nokta da D. Harvey, „Yeni Emperyalizm“ veya „İlhak Ekonomisi“ için savını buluyor.
“Yağmaya dayanan birikimi, sahtekârlığı ve şiddeti, artık önemli görülmeyen “ilkel aşamaya” kaydırmak veya Luxemburg’un dediği gibi oluşmuş kapitalist sistem “dışında” bulunan olarak (görmek)…Çok sayıda yorumcunun kısa bir zaman önce dikkat çektiği gibi, sermaye birikiminin uzun tarihsel coğrafyası içinde “basit” ve “ilkel” birikimin yağmacı pratiklerinin devam eden anlamının ve dayanıklılığının temelden yeniden değerlendirilmesi mutlaka gereklidir” (David Harvey; Der neue Imperialismus, s. 142/143)…”İlkel birikimin Marks tarafından anılan özellikleri kapitalizmin bugüne kadarki tarihsel coğrafyasında varlıklarını güçlü olarak” sürdürüyorlar (s. 144)…”Zaten sistematik bir araştırmadan ziyade bir kroki olan Marks’ın ilkel birikim anlatımı ile uzun yıllar (süren) eleştirel tartışma, doldurulması gereken bazı boşlukların olduğunu gösteriyor” (s. 144)…”İlkel birikimin Marks tarafından vurgulanan bazı mekanizmaları rafine edilmiş ve bugün geçmişte olduğundan daha önemli bir rol oynamaktalar. 20. Yüzyılın başında Lenin, Hilferding ve Luxemburg’un işaret ettikleri gibi, kredi sistemi ve mali sermaye yağmanın, sahtekârlığın ve hırsızlığın temel baskı araçları olmuşlardır” (s. 145)… ”Aşırı birikim sorununu çözmeye ilhak yoluyla birikim nasıl katkıda bulunuyor? Hatırlayacağımız gibi aşırı birikim, sermaye fazlalıklarının (muhtemelen işgücü fazlalığıyla bağlam içinde) karlı yatırım olanaklarının olmadığı kullanılmadığı bir durumdur…Burada belirleyici kavram sermaye fazlalığıdır. İlhak yoluyla birikimin yaptığı, bir dizi varlık değerlerinin (bunların arasında işgücü de vardır) oldukça düşük masraflarla (bazı durumlarda tamamen bedava) açığa alınmasıdır. Aşırı birikmiş sermaye, böylesi varlık değerlerini ele geçirebilir ve doğrudan verimli kullanıma dönüştürebilir” (s.147/148).
Somut olarak ilhak yoluyla birikim nedir diye soracak olursak alacağımız cevap şöyle: Spekülatif sermayenin bütün faaliyeti, emlak alanında, sağlık alanında, sigorta alanında; akla gelebilen her alanda özelleştirmeler; IMF, DD, DTÖ ve başkaca mali kurumların, tekellerin neoliberal saldırılarının tarımsal, sanayi, hizmet sektörlerindeki satın alma, devralma faaliyetleri; Revizyonist Bloğun çökmesinden sonra devlet varlıklarının tekelci sermayeye peşkeş çekilmesi; üretim dışında hemen bütün mülksüzleştirme D. Harvey tarafından “ilhak yoluyla birikim” olarak tanımlanmaktadır (3).
Ve H. Harvey, bizzat kendisinin de ifade ettiği gibi hiç de yeni olmayan, esasen Marks tarafından tanımlanan sermayenin “ilkel birikim” faaliyetine dayanarak “yeni” emperyalizmini tanımlıyor:
“Yeni emperyalizm, artık, genişletilmiş sermaye üretimi yoluyla refaha değil, aksine ilhak yoluyla birikime dayanmaktadır” (4).
Yani “ilhak yoluyla birikim” önplanda olduğu için veya sermayenin artı değer üretimi yoluyla birikimi tali kaldığı için, onun yerini “ilhak yoluyla birikim” aldığı için bildiğimiz yüz senelik emperyalizm, yani “eski” emperyalizm “yeni” emperyalizm oluyor. D. Harvey’de buna ilişkin alıntılar:
“Genişletilmiş yeniden üretim yoluyla yüksek büyüme oranları, bütün dünyada görülmekteydi ve ilhak yoluyla birikim geri plana itilmişti” (1970 öncesi dönemi kast ediliyor) (5).
“Genişletilmiş yeniden üretimin güçlü, devam eden birikiminin yeniden canlandırılamaması sonucu, birikim motorunun tamamen boğulmasını engellemek için ilhak yoluyla birikim politikasının dünya çapında güçlenmesi olacaktır” (6).
“İlhak yoluyla birikim 1973’ten sonra giderek önemli olmaya başladı…” (7).
“İlhak yoluyla birikim, yeniden 1970’den önceki geri planda kalma durumundan çıktı ve kapitalist mantık içinde temel görüngü oldu…” (8).
“Özellikle neoliberal çağda ilhak yoluyla birikim sürekli güçlenirken genişletilmiş yeniden üretim üzerinden birikim oldukça önemsizleşti” (9).
“Genişletilmiş yeniden üretim” diye tanımladığımız çalışma sürecinin gelişmesiyle ve üretimde işgücünün sömürülmesiyle mümkün olan birikim biçimi ile hırsızlığa, sahtekârlığa ve mülksüzleştirmeye dayanan birikim arasında bir ayırım yapmak istiyorum. Rosa Luxemburg, birikimin bu iki öğesinin bir arada tutulmasında sürekli ısrar etti. Ama biz onun bu talimatını gerçekten takip etmedik” (10).
Yanlış anlamadıysak Luxemburg birikimin her iki biçiminin birbirinden kopartılmaması gerektiğinde ısrar ederken Harvey, birikimin her iki biçimi arasında bir ayrım yapmak istiyor.
Şüphesiz ki Harvey’in görüşleri buraya aktardıklarımızla sınırlı değil. Soruna sadece birikim açısından baktığımız için bu yönlü anlayışlarını buraya aktardık.
Sorun birikim ve aşırı birikim olduğuna göre bu konuda Marksizm’in ne dediğine de bakalım:
Kimilerine göre Marksist olan Harvey, ekonomide ve politikada Marksizm’i, Marksist politik ekonomiyi ve Leninist emperyalizm analizini karikatürleştirmektedir. Onun ilkel birikim hakkındaki değerlendirmeleri ve buna dayanarak yeni bir emperyalizm analizi bunu açıkça göstermektedir.
Harvey, birbiriyle çelişen değerlendirmeler yapıyor. Bir taraftan ilkel birikimden bahsederken, bunun yeni olmadığını, konu üzerine Marks’ın tespitlerinin olduğunu belirtiyor. Marks’ın bu konu üzerine düşüncelerinin aslında bir taslaktan, krokiden öte olmadığını belirtmeden de geçmiyor. Bu şöyle okunmalıdır: Marks, bu konuda genel, taslakvari tespitler yapmıştır. Ben ise sistemli bir analiz yaptım! Böyle de olsa sonuç değişmiyor.
Harvey, Marksist politik ekonomiden bihaber olduğu için Marks’ın ilkel birikim anlayışıyla günümüzde neoliberal saldırıların sonuçlarını birbirine karıştırıyor.
“…sermaye birikimi, artı-değerin varlığını; artı-değer, kapitalist üretimi; kapitalist üretim ise, meta üreticilerinin ellerinde daha önceden oldukça büyük bir sermaye ve işgücü kitlesinin bulunmasını öngörür. Buradaki hareketin bütünü, bu yüzden bir kısır döngü gibi görünür ve bundan ancak kapitalist birikimden önce, bu üretim tarzının sonucu değil, çıkış noktasını oluşturan bir ilkel birikimin (Adam Smith'in deyimiyle, daha önceki birikimin) bulunduğunu kabul etmekle kurtulmak mümkündür.
Politik ekonomide bu ilkel birikim, aşağı yukarı teolojide ilk günahın oynadığı rolü oynar” (11).
Harvey, bugün, emperyalist küreselleşme koşullarında verimli yatırım alanı aramak için, spekülasyonla vurgun yapmak için dünyayı günde kır kere dolaşan sermayeyi kapitalist üretim biçiminin bir sonucu olarak görmüyor, aksine kapitalist üretim biçiminin çıkış noktası olarak görüyor. Harvey’in günümüz koşularına dayanarak tanımladığı ilkel birikim, Marks’n bahsettiği ilkel birikimden tamamen farklıdır. Birisi; Marsk’ın bahsettiği ilkel birikim kapitalist sistemin oluşmasına neden oluyor; kapitalist üretim biçiminin çıkış noktasını oluşturuyor. Harvey’in bahsettiği “,ilkel” birikim ise çürümekte olan, asalaklığı bütün yönleriyle açığa çıkmış, tarihsel olarak ömrünü doldurmuş kapitalizmin bir sonucudur. Harvey, emperyalist vahşeti, talanı, yağmayı, savaşı, işgali, barbarlığı, bu sistemin sonunun gelmiş olmasıyla açıklamıyor, aksine “ilkel birikim”le açıklıyor.
Harvey, sadece “ilkel birikim yöntemlerinin saf ve sevimli olmaktan çok uzak” olduğuna inanıyor.
Harvey, kapitalist sistemin sürekli kendini yenileyerek var olacağına, ama onun reforme edilmesi gerektiğine inanan ve bunun için mücadele edilmelidir diyen bir “Marksist”tir.
„ABD, emperyalist yöneliminden vazgeçebilir ve zenginliğin yoğun yeniden bölüşümü için ve sermaye akışı fiziki ve sosyal altyapıların üretilmesine ve yenilenmesine kanalize edebilir“. Harvey, ulusal ve uluslararası sermayenin, „New Deal“ yapmasını „uğrunda mücadele edilecek bir hedef“ olarak görmektedir (12). Harvey, bu anlayışlara sahip olan birisidir. Açık ki Harvey, bütün “sosyal devlet” savunucuları gibi, ilkel birikim diye tanımladığı neoliberal saldırıların sonuçlarına spekülatif sermayeye, emperyalist küreselleşme sürecinde tekelci, uluslararası sermayenin, emperyalizmin “aşırılıkları”na karşı mücadeleden bahsetmektedir.
Harvey, sermaye birikiminin sonuçlarıyla çıkış noktasını yönetimlerdeki benzerlikten dolayı birbirine karıştırıyor. Harvey o kadar saf ve “sevimli” kapitalizm yanlısı ki, günümüzdeki kapitalizmin vahşetinin, bahsettiği yağmanın, hırsızlığın, sahtekârlığın sadece ilkel birikimde olacağına inanıyor.
Bir yenilik tespit etmek için adeta kendinden geçen Harvey, sistem olarak kapitalizmin doğrudan üreticinin mülksüzleştirilmesinden, çapı ne olursa olsun üretim araçlarından yoksun bırakılmasından ve bu özelliğinden dolayı da daha sistem olarak kapitalizmin her döneminde, gelişme seyrinin her aşamasında bir mülksüzleştirme, ilhak sistemi olduğunun farkına varamıyor ve bundan dolayı da günümüzdeki mülksüzleştirmeyi kapitalist üretim biçiminin “tarih öncesi aşaması”yla birbirine karıştırıyor (13).
Harvey’in “ilhak ekonomisi” diye sıraladıklarına bakarsanız, Marks’ın şu tespitinin oldukça güncel olduğunu görürsünüz:
“Kilise mallarının yağmalanması, devlet mülkünün hileli yollardan ele geçirilmesi, ortak toprakların çalınması, feodal ve klan emlâkinin gasp edilerek, başıboş bir terör havası içinde modern özel mülkiyet haline getirilmesi, ilkel birikimin birçok sevimli yöntemlerinden bazılarıydı. Kapitalist tarım için gerekli alan ele geçirilmiş; toprak, sermayenin bir parçası haline getirilmiş ve kent sanayisi için gerekli, özgür proletarya sağlanmıştı” (Marks; Agk. s. 760/61).
Tek fark, Marks’ın bahsettiği bu gelişmeler kapitalizmin ön koşullarındandı, Harvey’inki ise gelişmiş kapitalizmde görülenlerdir.
Harvey, belirttiğimiz gibi, başlangıçla sonucu; başlangıç aşamasındaki mülksüzleştirme ile sistemin sonraki dönemlerindeki mülksüzleştirmeyi yöntemlerdeki benzerliklerden dolayı birbirine karıştırıyor (14).
Harvey, mülksüzleştirmenin, ilhakın kapitalist üretim biçiminin çıkış noktası olduğunu ve ilhakın başarılmasının, bütün bireylerin üretim araçlarından yoksun bırakılmasının ise bu üretim biçiminin hedefi olduğunu bir türlü anlamıyor (15) ve ilhakı/mülksüzleştirmeyi ilkel birikimle açıklamaya çalışıyor. Harvey’in ilhak ekonomisi diye tanımladığı kapitalist üretim biçiminden başka bir şey değildir.
Aşırı/fazla sermaye üretimi ne anlama gelir?
Karlı yatırım olanaklarından daha fazla sermaye üretilmişse buna aşırı üretilmiş sermaye denir. Marksizm, aşırı sermaye üretimini kar oranının düşmesinin bir sonucu olarak görür. Bu anlamda üretim sektöründe kar oranları son on yıllarda hep sürekli düştüğü için bir sermaye fazlalığı ortaya çıkmıştır. Bu sermaye fazlalığı bir taraftan özel ve kamusal israfçılığa neden olurken, diğer taraftan da kitlesel işsizliğe, borsalarda, hisse senedi ve döviz pazarlarında spekülasyona neden olmaktadır. Bir avuç azınlığın akıl almaz lüks tüketimi, silahlanma, spekülatif sermayenin akıl almaz boyutlardaki miktarı bu durumdan; üretimde kar oranlarının düşmesinden dolayı sermayenin kendini değerlendirecek alan aramasından kaynaklanmaktadır.
Sermayenin, kapitalist üretimin amacı, işgücünü sömürerek kendini değerlendirmesi/genişletmesi, yani artı-değer veya kar üretmesidir. Ama bu amaç için sermaye yatırımı olmazsa, yani ek sermaye; elde edilen artı-değer (kar) yeniden yatırıma dönüştürülerek üretime dâhil edilmezse, yani “kapitalist üretim için ek sermaye= sıfır olursa, kaçınılmaz olarak bir mutlak aşırı sermaye üretimi açığa çıkar (16).
Demek ki, sermayenin aşırı birikiminden bahsetmek için sermayenin en azından bir kısmının atıl kalması, kendini değerlendirememesi gerekir (17). İşte tam da bu durumda olan sermayenin önünde iki yol vardır: Ya düşük kar oranına razı olarak üretim de kalmak ya da spekülatif alana kaymak. Bugün, daha doğrusu teknolojinin gelişmesi ve bunun üretimde, dolaşımda ve nakliyatta kullanılması sonucunda iş verimliliğinin artmasının, bu gelişmelere bağlı olarak kar oranlarının düşmeye başlamasının sonucu olarak; genellikle 1970’li yıllardan bu yana sermaye birikiminde bir aşırılık görülmeye başlamış ve bu sermaye fazlalığı kendini değerlendirecek alanlar aramaya başlamıştır. Bu sermayenin gittiği yer ve marifeti de bilinmektedir. Bu konuda Marks:
„Küçük, dağınık sermaye kitleleri, böylece zorla, spekülasyon, kredi sahtekârlıkları, hisse senedi dolandırıcılığı ve krizlerle dolu maceralı bir yola itilmiş olurlar. Sermaye fazlalığı denilen şey daima, aslında, kâr oranındaki düşmenin kâr kitlesi ile telafi edilmediği sermaye fazlalığı -bu, yeni filizlenen sermaye sürgünleri için daima doğrudur- ya da kendi başına iş görmeyen sermayeleri, büyük işletmelerin yöneticilerinin emrine kredi biçiminde veren sermaye fazlalığı için geçerlidir. Bu sermaye fazlalığı, nispi bir aşırı-nüfus (işsizlik, çn) yaratan aynı nedenlerden ileri gelir ve bu yüzden, zıt kutuplarda bulundukları halde -kullanılmayan sermaye bir kutupta, işsiz çalışan nüfus öteki kutupta- nispi aşırı-nüfusu tamamlayan bir olgudur“ (Marks; Kapital, C. III, s. 261).
Ama sermaye hareketinin diyalektiği aşırı sermaye birikiminin sürekli olmadığını/olamayacağını göstermektedir. Kapitalizmde sermayenin aşırı birikimine neden olan koşulların yanı sıra, sermayenin aşırı birikimini engelleyen koşullar da vardır. Örneğin dünya ekonomisini doğrudan etkileyen bir savaş, bir doğa felaketi ve her şeyden önce tekelci sermayeyi doğrudan etkileyen bir ekonomik kriz, yani belirtilen bu nedenlerden dolayı değişmeyen sermayenin (makineler, fabrika binaları vs.) tahrip olması veya kriz dönemlerinde görüldüğü gibi bizzat kapitalist tarafından imha edilmesi (Bunun adı sermaye kıyımıdır), sermayenin aşırı birikme koşullarını ortadan kaldırır ve üretim sektöründe kar oranları yeniden yükselmeye başladığı için sermaye yeniden işgücünü sömürerek artı-değer, kar üretmeye yönelir. Tam da bu noktada D. Harvey’in “yeni emperyalizm” teorisi, “ilhak ekonomisi” iflas eder.
Küreselleşme üzerine tartışmalarda olduğu gibi, “yeni emperyalizm”, “ilhak ekonomisi” üzerine tartışmaların da ancak ve ancak bir sermaye dönüşümü –bir ekonomik krizden bir sonrasına kadar olan süre- kadar ömrü vardır: Yani 8-10 yıllık bir ömür. Bu dönüşüm; kapitalist ekonominin canlanma-yükseliş-kriz veya kriz-canlanma-yükseliş- içinde sermaye; kapitalist üretim biçimi, birikmiş olan çelişkilerini geçici olarak çözer ve izleyen dönüşümde de aynı çelişkiler başka bir aşamada yine geçici olarak çözülür ve bu böyle devam eder. Kapitalizm var olduğundan bu yana; daha doğrusu fazla üretim krizlerini oluşturacak derecede gelişmesinden bu yana -1825’lreden itibaren- bu böyledir. Güçlü bir ekonomik krizin patlak vermesi durumunda “vatansız” sermaye vatanını bulur, yok olmayan yüz tutan veya önemsizleşti denen ulus-devlet bütün heybetiyle kendini gösterir, Negri’nin İmparatorluğundan geriye hiçbir şey kalmaz, soygun için dünyayı kısa günde kırk kere dolaşan sermaye –kar oranının yükselme koşulları var olduğu için- üretimi yeniden keşfeder ve küreselleşme savunucularının olduğu gibi “yeni emperyalizm” ve “ilhak ekonomisi” savunucularının da süngüsü düşer. Ve Harvey’in “Yeni Emperyalizm”i, eski, klasik emperyalizme dönüşür!
Ama yeni Negri’ler, yeni Harvey’ler çıkar. Bu yeni teorisyenleri takip edecek avanak küçük burjuvalar da eksik olmaz. İdeoloji ve teori dünyasında; iki sınıfın düşüncede karşı karşıya geldiği bu alanda başka türlü de olamaz.
Harvey, ilkel birikim ve dolayısıyla ilhak ekonomisi anlayışıyla Marksist politik ekonomiyi ve Leninist emperyalizm analizini karikatürize ediyor. Marks ve Lenin’in veya genel olarak Marksizm-Leninizm’in bir kısım söylemlerini kabul ediyor, öyle ki bazı doğru değerlendirmeler de yapıyor, ama aynı zamanda çarpıtıyor da. Örneğin Rosa Luxemburg’un sermaye birikiminin iki yönüne dikkati çekiyor ve bugün açısından aşırı birikmiş sermaye için üretim alanından ziyade kapitalist olmayan alanın, yani geri, gelişmemiş dünyanın önemli olduğunu vurguluyor. Peki, bu iddianın gerçekle bir ilişkisi var mı? Hem teorik olarak hem de pratikte hiçbir ilişkisi yok.
Teorik açıdan bu sorun hiç de yeni değildir. Kautsky ile polemiğinde Lenin Kautsky’nin emperyalizm anlayışının eksikliğini, yanlışlığını eleştirirken şunları da der:
“Emperyalizm, bir ilhak eğilimidir; Kautsky'nin tanımı, siyasal yönden bu noktaya indirgenmektedir. Doğru, ama çok eksik bir tanım; çünkü emperyalizm, genellikle, bir şiddet ve gericilik eğilimidir. Ne var ki, burada, bizi, sorunun, bizzat Kautsky'nin de değindiği, ekonomik yönü ilgilendiriyor. Kautsky'nin tanımında göze iyice batan yanlışlar var. Emperyalizmin ayırıcı özelliği sınaî sermayede, değil, ama tümüyle mali-sermayededir. Fransa'da yavaşlayan sınaî sermayeye karşı hızla gelişen mali-sermayenin 1880-1890 yılları arasında ilhakçı (sömürgeci) siyasetin aşırı ölçüde büyümesine yol açması, hiç de rastlantısal bir olay değildir. Emperyalizm, yalnızca tarım bölgelerini değil, hatta en yüksek ölçüde sanayileşmiş bölgeleri de ilhak etmek istemesiyle belirlenmektedir (örneğin, Belçika'nın Almanya'nın iştahını kabartması; Lorraine'in Fransa'nın ağzını sulandırması böyledir); çünkü birincisi, dünyanın paylaşılmasının tamamlanmış olması, bir yeni paylaşma durumunda, her çeşit toprağa el atılmasını gerektirmektedir; ikincisi, emperyalizm için başta gelen şey egemenlik için çalışan büyük güçler arasındaki rekabettir" yani doğrudan doğruya kendisi için değil, ama rakipleri zayıflatmak, onların egemenliklerini sarsmak için de toprak ilhak edilmektedir (Belçika, İngiltere’ye karşı bir destek noktası olarak Almanya'yı ilgilendirmektedir; İngiltere’nin Bağdat'a ihtiyaç duyması, buranın Almanya'ya karşı bir destek noktası olarak kullanılmasındaki elverişliliktir vb.)” (C. 22, s. 272/273).
Demek oluyor ki, Harvey’in “ilhak ekonomisi” anlayışı hiç de yeni değil. Rosa Luxemburg 1913’te emperyalizmi “Kapitalist olmayan dünya çevresinden geriye kalan kısım için rekabetinde sermaye birikim sürecinin siyasal ifadesi” (18) olarak tanımladığı dönemde emperyalist devletlerin dünya hâkimiyeti rekabetlerinde daha ziyade veya öncelikle pazar alanları ve hammadde kaynakları önemli bir rol oynamaktaydı. Sonraki dönemlerde, Lenin’in de belirttiği gibi, sermaye ihracı için sadece geri, emperyalizme bağımlı veya Luxemburg’un deyimiyle ifade edersek “kapitalist olmayan çevre” değil, gelişmiş kapitalist ülkeler, emperyalist ülkeler de önemli olmaya başlamışlardı. Tartışma götürmez gerçek şudur ki, sermaye yatırımlarında söz konusu olan miktarın beşte dördü gelişmiş ülkelerde, özellikle de ABD-AB-Japonya üçlüsü alanında gerçekleştirilmektedir. Yani sermayenin sadece ve sadece veya genel anlamda kapitalist olmayan alanlara, sömürgelere kayması söz konusu değildir. Bu, ne dün doğruydu ve ne de bugün doğrudur. Dünyadaki mevcut sermaye miktarının veya kar etmek için dolaşan sermaye miktarının ABD-AB-Japonya arasında dolaştığını, bazı ülkeler hariç (örneğin Çin) geriye kalan dünyanın bu sermaye hareketinin dışında kaldığını bilmeyen var mı? Ama anlaşılan o ki Harvey bilmiyor!
Birikim sorunu tekel stratejilerinde, bugün de uluslararasılaşmış sermaye stratejilerinde sürekli belirleyici bir rol oynamıştır. Birikim ve yatırım stratejisi olmayan bir tekelin rekabet şansı da yoktur. Ama birikim ve yatırım faktörleri değişkendir. Bazı dönemlerde sermaye birikimi/yatırımı için hammadde kaynakları, spekülatif alanlar daha önplanda olabilir. Veya birikim ve yatırımda hizmet sektörü üretim sektörüne nazaran önplanda olabilir. Ama bazı koşullar birikim ve yatırımda üretim sektörünü yeniden önplana çıkartabilir. Harvey, uluslararası sermayenin nesnel nedenlerden dolayı değişen birikim/yatırım stratejisine dayanarak “Yeni Emperyalizm” tespiti yapabiliyor. Oysa burada söz konusu olan emperyalizmin karakterinde nitel bir değişmenin olması değildir. Burada söz konusu olan emperyalizm koşullarında, adı üzerinde uluslararasılaşmış sermayenin birikim ve yatırım stratejisidir. Şayet bu stratejinin her değişmesine göre çağ veya yeni emperyalizm tespiti yapacak olursak, yazın ömrümüz sürekli yeni-eski emperyalizm tespitiyle geçecek demektir.
Harvey, görüşünü doğrulamak için teoriyi ve kapitalist pratiği zorlamaktan da çekinmiyor. İlhak yoluyla birikimle aşırı birikim krizlerine çözüm bulunuyormuş. (Bkz.: Der neue Imperialismus, s.143-155). Harvey’e göre 1973’ten bu yana ilhak yoluyla birikimin önplanda olduğu bir dönemdeyiz. Ama bu dönemde dünya ekonomisinde birçok krizler yaşandı. Örneğin 1980/1981-1983, 1990-1994, 2000-2004 ekonomik krizleri. Bu krizlerin dışında tek tek ülkelerde ve bölgelerde de mali ve ekonomik krizler yaşandı. Örneğin Asya-Rusya krizi (1997). Demek ki „ilhak yoluyla birikim“ kapitalizmin krizlerini/çelişkilerini çözmede çare değil.
Ne diyordu Harvey?
“Yeni bir emperyalizmin nasıl bir şekillenme ve yapı alacağı henüz belli değil. Sadece, küresel sistemin nasıl işleyeceğine kararın verileceği ve güçler dengesini şu veya bu yöne kaydırabilecek çok sayıda farklı güçlerin var olduğu bir geçiş döneminde bulunmaktayız. İlhak yoluyla ve genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikim arasındaki güç dengesi artık ilkinin yönüne kaymıştır ve bu eğilimin güçlenmesi daha ziyade olasıdır. Böylece bu eğilim yeni emperyalizmin özelliği olmaktadır” (19).
“Yeni emperyalizm, artık, genişletilmiş sermaye üretimi yoluyla refaha değil, aksine ilhak yoluyla birikime dayanmaktadır” (20).
Harvey, bahsettiği eğilimin daha sonra “yeni emperyalizm”in özelliği olduğu tespitini yapıyor. Yani anlaşılan o ki, geçiş dönemi geride kalmış ve şimdi “yeni emperyalizm” çağında yaşıyoruz. Hervey, sermaye birikimi hareketine bakarak; birikimin ilhak yoluyla mı yoksa genişletilmiş yeniden üretim yoluyla mı gerçekleştiğine bakarak çağ tespiti yapıyor.
Harvey’in de kabul ettiği gibi ilhak yoluyla birikimde “yeni değerler yaratmak yerine daha ziyade değerlerin ve zenginliğin yeniden yeni değer paylaşımı gerçekleşiyor” (21).
“Özellikle neoliberal çağda ilhak yoluyla birikim sürekli güçlenirken genişletilmiş yeniden üretim üzerinden birikim oldukça önemsizleşti” (22).
Soru şu: Mademki ilhak yoluyla yeni değerler yaratılmıyor ki bu doğrudur, o halde bu kapitalist sistem nasıl ayakta duruyor? Kendini değerlendiremeyen sermayenin, sermaye olarak ömrü uzun olamaz. Diğer taraftan dünya ekonomisi maddi değerler üretimi bazında sürekli büyümektedir. Dünya ekonomisi büyüyor, ama birikim daha ziyade yeni değerin yaratılmadığı ilhak yoluyla gerçekleşiyor. Yani kapitalist ekonomide yeni değerler yaratılıyor, ama birikim daha ziyade, Marks’ın dediği gibi kapitalizm öncesi koşul olan, kapitalist üretimin çıkış noktası olan “ilkel birikim” olarak gerçekleşiyor. Bu durumda Harvey’in yeni emperyalizminde kapitalist sistem yağmalamayla, hırsızlıkla ayakta kalabiliyor. “Birikim için yeni alanlar açılmasaydı son 30 yılda aşırı birikmiş sermayenin hali ne olurdu? Başka türlü ifade edilirse: 1973’ten bu yana kapitalizm kronik olarak aşırı birikim sorunuyla karşı karşıya olduğu için (bu sorundan muzdarip olduğu için-çn) sorunu çözme olanağı olarak kapsamlı özelleştirmenin neoliberal projesi anlam kazanmaktadır” (23). Harvey’in sermayenin ne hale geleceği konusunda üzülmesine gerek yok. Kapitalizm, kendi çelişkilerini bir biçimde geçici olarak çözer. Bu özelliğinden dolayı da kendiliğinden çökmez, boğulmaz (24).
Harvey’in yeni emperyalizm tespiti oldukça çelişkili. Birikimin ilhak yoluyla gerçekleştirilmesine dayanarak yeni emperyalizmden bahsediyor. Harvey’e göre 1884-1945 döneminde, 1930’lu yıllarda ilhak yoluyla birikim önplandaydı. Yani bu yıllarda insanlık “Yeni Emperyalizm” çağında yaşıyordu. 1945’ten sonra ilhak yoluyla birikim sınırlandırıldığı için, yani geri plana itildiği için “klasik emperyalizm” çağına dönmüş olduk.1960’larda durum değişmeye başladı ve 1973’ten bu yana da ilhak yoluyla birikim yeniden önplana çıktığı için yeniden “Yeni Emperyalizm” çağına girmiş olduk.
Harvey, tekelci sermayenin her birikim/yatırım stratejisinin değişmesine göre çağ veya emperyalizm tespiti yapıyor.
Sormadan geçmeyelim: Peki, diyelim ki, önde gelen emperyalist ülkeleri oldukça etkileyen, uluslararası tekelci sermayeyi perişan eden, uluslararası dev tekelleri iflasa sürükleyen bir ekonomik kriz patlak verirse veya emperyalist ülkelerde ekonomiyi doğrudan etkileyen, onların da doğrudan katıldığı veya güçlü olarak dolaylı katıldığı bir savaş patlak verirse ve sermaye gereksinimleri karşılamak için yeniden, genişletilmiş yeniden üretimi keşfederse, bu durumda eski, klasik emperyalizme mi dönmüş olacağız? Harvey’e göre öyle olması lazım. Bu durumda ilhak yoluyla birikim geri planda kalacağından dolayı sistemin karakterini belirleyen bir özellik olmaktan çıkacaktır. Ve böylece Harvey’in yeni emperyalizmi de tarihe karışacaktır.
Böylece birikimin hangi yanının belirleyici olduğuna göre bir dönem “Yeni Emperyalizm” çağında, başka bir dönem de klasik emperyalizm çağında yaşayacağız. „ABD, emperyalist yöneliminden vazgeçebilir ve zenginliğin yoğun yeniden bölüşümü için ve sermaye akışını fiziki ve sosyal altyapıların üretilmesine ve yenilenmesine kanalize edebilir“ ve ulusal ve uluslararası sermayenin, „New Deal“ yapmasını „uğrunda mücadele edilecek bir hedef“ olarak gören D. Harvey’dir (25). Böylece uyanık Harvey, “Yeni Emperyalizm”e karşı mücadele ederken, bizi, açık ki “sosyal devlet” emperyalizminin yanında yer almaya çağırmaktadır. Veya Bush’un “Neoliberal Emperyalizmi”ne karşı Demokrat Partinin “Neokonservatif Emperyalizmi” yanında yer almamızı talep ediyor. Ne de olsa “Neoliberal Emperyalizm” karşısında “Neokonservatif Emperyalizmi”, bir kurallar, düzen abidesidir. Harvey tam da bunu istiyor, „uğrunda mücadele edilecek bir hedef“ olarak „New Deal“iyle.
Emperyalizm, ilhak yoluyla birikimden veya „ilkel birikim“ faktörlerinin hala geçerli olmasından dolayı yağmacı, talancı olmamaktadır. Emperyalizm veya hangi gelişme aşamasında olursa olsun genel olarak kapitalizm, her zaman yağmacı, talancı olmuştur. Yağmalama, talancılık bu sisteme özgüdür. Bu sistem işçinin işgücünü yağmaladığı gibi, madenleri de, başkaca zenginlikleri de yağmalar, talan eder.
Marks’ın „ilkel birikim“ çerçevesinde ela aldığı yağmacılığın, ilhakın vs. bugünkü yağmacılıkla, ilhakla isim benzerliğinden öte hiçbir ortak yanı yoktur. İlkel birikim konusunda Marks’ın söylediği oldukça açıktır:
“Ama sermaye birikimi, artı-değerin varlığını; artı-değer, kapitalist üretimi; kapitalist üretim ise, meta üreticilerinin ellerinde daha önceden oldukça büyük bir sermaye ve işgücü kitlesinin bulunmasını öngörür. Buradaki hareketin bütünü, bu yüzden bir kısır döngü gibi görünür ve bundan ancak kapitalist birikimden önce, bu üretim tarzının sonucu değil, çıkış noktasını oluşturan bir ilkel birikimin (Adam Smith'in deyimiyle, daha önceki birikimin) bulunduğunu kabul etmekle kurtulmak mümkündür.
Politik Ekonomide bu ilkel birikim, aşağı yukarı teolojide ilk günahın oynadığı rolü oynar” (Marks, Kapital C. I, s. 741).
“Bu nedenle, kapitalist sistemin yolunu açan süreç, işçinin elinden üretim araçlarının sahipliğini alan süreçten başkası olamaz; bu süreç, bir yandan toplumsal geçim araçlarını sermayeye dönüştürür, öte yandan, doğrudan üreticileri ücretli işçilere dönüştürür. İlkel birikim denilen şey, bu nedenle, üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir. İlkel olarak görünür, çünkü sermaye ve buna uygun düşen üretim tarzının tarih-öncesi aşamasını oluşturur” (Marks; Kapital, C. I, s. 742)-(26).
Marks, kapitalist üretim biçiminin işlerlik kazanması; kapitalist birikimin sağlanması için bir ilk çıkıştan, ön koşuldan, “ilk günah”tan veya “kapitalist üretim biçiminin tarih öncesi aşaması”ndan bahsediyor. Buradaki ilkel birikim ile bugün yaşanan kapitalist birikime dayalı “ilkel birikim” birbirini dışlar. Ortak hiçbir yanları yoktur. Marks’ın bahsettiği ilkel birikim, kapitalist birikimin sağlanması için rolünü oynadıktan sonra tarihe karışmıştır. Belirleyici bir özelliği kalmamıştır. Ama kapitalizmin Harvey gibi eleştirmenleri, kapitalist üretim biçiminin nesnel yasalarını kavramadıkları için kapitalist üretim biçiminin ön koşulunun hala geçerli olduğunu savunuyorlar. İlkel birikim ilk kapitalistler için olmazsa olmaz kaynakları içerir.
Peki, şimdiki kapitalistlerin böyle bir sorunu var mı? Yok. Onların elinde artı-değerin ifadesi olan birikmiş sermaye var.
Marks, ilk sermayenin, kapitalist üretim biçiminin şafağında henüz gelişmemiş toplumların altın, gümüş gibi zenginliklerinin talan edilmesinden ve doğmakta olan kapitalist ekonomiye katılmasından bahseder. Bundan dolayıdır ki Marks, ilkel birikimin kapitalist ekonomiye özgü olmadığından, kapitalist sömürünün ve artı-değer oluşumunun işgücünün sömürüsüyle elde edildiğinden, tam da bunun kapitalist üretim biçimine özgü olduğundan bahseder. Ama Harvey ve onun fikir babası olan Michael Perelman’a göre “ilkel birikim süreci hala devam etmektedir”.
Harvey ne öneriyor, hangi siyasi sonuçları çıkartıyor? Emperyalizmden kurtulmanın bir yolunu gösteriyor mu?
“Yeni Emperyalizm” teorisyeni “Marksist” Harvey’den parti, sınıf, sosyalizm vb. arıyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. “Alternatifler var mı? Antiemperyalist bir strateji nasıl olmalı” sorusuna cevap verirken Harvey, neoliberalizme kimin karşı olduğunun öncelikle tespit edilmesi gerektiğinden, neoliberal saldırıların yıkıma uğrattığı insanlardan, hala(!) sömürülme sürecinde olan işçilerden, köylü hareketlerinden, siyasal hareketlerden, sosyal hareketlerden, bu hareketleri bir araya getirmenin zorluklarından, görüşlerin birbirlerinden çok farklı olduklarından, “kısacası, bir alternatifin nasıl olması gerektiğini zorlaştıran şeyler”in varlığından bahsetmekte. Ve şu sonuca varmakta: “Düşünüyorum ki, ilgili olduğumuz entelektüel görevlerden birisi… bütün entelektüel faaliyetin (Gramsci’nin belirlediği organik veya geleneksel aydınlar tarafından yapılıp yapılmamasından tamamen bağımsız olarak) temel sorunun özünü kapsayacak kavramların ve açıklama biçimlerinin oluşturulması üzerine yoğunlaşmalıdır…Şayet kapitalizme karşı bir alternatif arzu ediyorsak, gerçekten de, kapitalizme ve emperyalizme karşı ortak bir cephenin mümkün olması için bu şeyleri tartışacak durumda olmalıyız. Bu kolay bir görev değil: Ama şu anda onunla meşgul bile değiliz. Ve bu gerçekten kötü” (27).
“İlhak yoluyla birikim”e karşı uluslararası bir hareketin gelişmesinden, bu mücadelenin gerilemekte olan genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikime karşı mücadeleden tamamen farklı olduğundan bahsediyor (28).
“Yeni Emperyalizm” kitabında da “ilhak yoluyla birikimin günümüzde siyasal ve sosyal mücadelelerin patlak vermesine ve bir dizi direniş gruplarının doğmasına neden olduğu”ndan (s. 160), “ilhak yoluyla birikime karşı ayaklanmacı hareketlerin genel olarak başka bir yol izlediğinden ve bazı durumlarda sosyalist politikaya karşı düşman tavır aldıklarından” (s. 164) bahseder.
Harvey, “ilhak yoluyla birikim”e karşı mücadele ve “genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikim”e karşı mücadeleyi birbirinden ayırır. İlkinin, ikincisine nazaran günümüzde daha önemli olduğundan bahseder, ama bu iki mücadelenin diyalektik bağının olduğunu, birbirinden kopartılmaması gerektiğini de vurgular (29).
“Mütevazı anlayışı”na göre birikimin her iki yolunun neden olduğu mücadelelerin birbiriyle bağı geliştirilmelidir ve “ilhak yoluyla birikimin ilerici aspektleri kabul edilmeli ve gerici yönlerine karşı mücadele edilmelidir” (30).
Harvey, antiküresel hareket içinde savunulan genel yaygın görüşlerin ötesinde bir şey söylemiyor. Neoliberal dayatmaları, emperyalizmin “aşırılıkları”nı “ilhak yoluyla birikim” olarak algılıyor ve bunlara karşı mücadele edilmesinden bahsediyor. Harvey’in bu mücadele için somut bir önerisi yok.
Toplumsal hareketi, “ilhak yoluyla birikim”e karşı mücadeleler ve “genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikim”e karşı mücadeleleri diye ikiye ayırması ve bu ayrımı vurgulayarak bugün “yeni emperyalizm”e karşı mücadelenin “ilhak yoluyla birikim”e karşı gelişen mücadelelerle verildiğini ve sermayeyi; kapitalist sistemi hedef alan mücadelenin de “genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikim”e karşı mücadelenin sorunu olduğunu ve bugün ilkinin ikincisinden daha önemli olduğunu vurgulaması, Harvey’in nerede durduğunu açık bir biçimde göstermektedir. Harvey de aynen Ignacio Ramonet efendi (Dünya ve Avrupa Sosyal Forum hareketinin ideologlarından) gibi kapitalizmin ıslah edilmesinden yanadır.
Harvey, sermayenin uluslararasılaşmasını, “ilhak yoluyla birikim”in gelişmesi olarak anlıyor. Sermaye ne kadar çok uluslararasılaşmışsa, dünyanın en ücra köşesine de sızmışsa, “ilhak yoluyla bikrim” de o denli güçlenmiştir. Harvey’e göre dünya pazarı “ilhak yoluyla birikim”in eseri olmalıdır.
Harvey’in “ilhak yoluyla birikim” diye anlattığı emperyalizm koşullarında sermayenin yağmacılığı ve talancılığıdır. Ne Ramonet Efendi gibi Harvey ne de bu hareket içinde yer alanlar; yani neoliberalizme karşı mücadele ederek kapitalist/emperyalist sistemi ıslah etmeye çalışanlar, “ilkel birikim” görüngüleri diye anlatılanların bu sistemin nedenli çürümüş, ömrünü doldurmuş olduğunun göstergeleri olarak görüyorlar.
Bu baylar, sıranın mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine geldiğini anlamak istemiyorlar (31).
Bu unsurlar ve çevreler, sıranın “birkaç gasp edicinin, halk yığınları tarafından mülksüzleştirilmeleri”ne geldiğini anlamak istemiyorlar (32).
Bu baylar ve çevreler, sermayenin uluslararasılaşmasının, kapitalizmin gerçek engelinin bizzat sermaye olduğunun açık ifadesi olduğunu görmek ve sisteme karşı mücadele etmek yerine kapitalizmin iç çatışmalarını yumuşatmak için akıl hocalığı yapıyorlar (33).
Kaynaklar:
1) Marks, Fransa’da Sınıf Savaşları. C. 7, s. 14.
2) Rosa Luxsemburg, C. 5, s. 397 (Sermaye Birikimi).
3) Bu anlayışları yazarın “Der neue Imperialismus” kitabında, “Von der Globalisierung zum neuen Imperialismus”, “Der “neue” Imperialismus: Akkumulation durch Enteignung” (“Geographie des “neuen” Imperialismus: Akkumulation durch Enteignung” (“Die Globale Enteignungsökonomie”, Yayımlayıcı: Ch. Zeller, 2004) makalelerinde ve söyleşilerinde (“Der neue Imperialismus und die globale Enteignungsökonomie” –Z. Zeitschrift Marxistische Erneuerung, Nr. 59, September 2004) bulabilirsiniz.
4) D. Harvey ile söyleşi: “Notwendig ist ein globaler New Deal”.“Sozialismus” dergisi, sayı 11, s. 27, 2003.
5) Geographie des “neuen” Imperialismus: Akkumulation durch Enteignung” (“Die Globale Enteignungsökonomie”, Yayımlayıcı: Ch. Zeller, 2004, s. 199.
6)Agk, s. 205.
7) D. Harvey: Der neue Imperialismus”, s. 154.
8)D. Harvey. Agk., s. 180.
9) D. Harvey ile söyleşi: Der neue Imperialismus und die globale Enteignungsökonomie” –Z. Zeitschrift Marxistische Erneuerung, Nr. 59, s. 40, September 2004.
10)D. Harvey ile söyleşi: Agk, s. 40.
11)“Paranın sermayeye nasıl dönüştüğünü, sermaye aracılığı ile nasıl artı-değer üretildiğini ve artı-değerden nasıl daha fazla sermaye meydana getirildiğini görmüş bulunuyoruz. Ama sermaye birikimi, artı-değerin varlığını; artı-değer, kapitalist üretimi; kapitalist üretim ise, meta üreticilerinin ellerinde daha önceden oldukça büyük bir sermaye ve işgücü kitlesinin bulunmasını öngörür. Buradaki hareketin bütünü, bu yüzden bir kısır döngü gibi görünür ve bundan ancak kapitalist birikimden önce, bu üretim tarzının sonucu değil, çıkış noktasını oluşturan bir ilkel birikimin (Adam Smith'in deyimiyle, daha önceki birikimin) bulunduğunu kabul etmekle kurtulmak mümkündür.
Politik ekonomide bu ilkel birikim, aşağı yukarı teolojide ilk günahın oynadığı rolü oynar” (Marks, Kapital C. I, s. 741).
Politik ekonomide bu ilkel birikim, aşağı yukarı teolojide ilk günahın oynadığı rolü oynar” (Marks, Kapital C. I, s. 741).
12) Harvey‘in 25.02. 2004 tarihinde Columbia University’deki bir seminerindeki konuşmasından. Aktaran: James Heartfield. „Anti-imperialistische Zombies im Kampf gegen das Empire“.
13)“Bu nedenle, kapitalist sistemin yolunu açan süreç, işçinin elinden üretim araçlarının sahipliğini alan süreçten başkası olamaz; bu süreç, bir yandan toplumsal geçim araçlarını sermayeye dönüştürür, öte yandan, doğrudan üreticileri ücretli işçilere dönüştürür. İlkel birikim denilen şey, bu nedenle, üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir. İlkel olarak görünür, çünkü sermaye ve buna uygun düşen üretim tarzının tarih-öncesi aşamasını oluşturur” (Marks; Agk. s. 742).
14)“…yani bireylerin malı olan dağınık üretim araçlarının toplumsal ve yoğunlaşmış birimler haline, pek çok insanin cüce mülkiyetinin birkaç kişinin dev mülkiyeti haline dönüştürülmesi, büyük halk yığınlarının, topraktan, geçim araçlarından ve iş araçlarından yoksun hale getirilmesi; halk yığınlarının bu korkunç ve ıstıraplı mülksüzleştirilmesi işlemi, sermayenin tarihinin başlangıcını oluşturur. Bu, bir dizi, zor yöntemlerini içerir ve biz, bunlardan, yalnızca, ilkel sermaye birikimi yöntemi olarak çağ açıcı olan bazılarını gözden geçirmiş bulunuyoruz. Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tecrit edilmiş, bağımsız çalışan bireyin, deyim yerindeyse, kendi çalışma koşullarıyla kaynaşmasının sonucu olan özel mülkiyetin yerini, öbürlerinin itibari olarak özgür işin, yani ücretli işin sömürülmesine dayanan kapitalist özel mülkiyet alır” (Marks; Agk. s. 789/790).
15)“Mülksüzleştirme… kapitalist üretim tarzı için çıkış noktasıdır ve başarılması, bu üretim tarzının hedefidir. Son kertede, bütün bireylerin üretim araçlarından yoksun bırakılmasını, kendisine amaç edinmiştir” (Marks; Kapital, C. III, s. 455).
16) ”Bireysel metaların değil, sermayenin aşırı-üretimi, bu nedenle -sermayenin aşırı-üretimi daima, metaların aşırı-üretimini kapsamakla birlikte- yalnızca sermayenin aşırı birikimidir. Bu aşırı birikimin ne olduğunu değerlendirmek için… bunun yalnızca mutlak olduğunu kabul etmek yeterli olacaktır. Sermayenin aşırı-üretimi ne zaman mutlak olur? Şu ya da bu veya birkaç önemli üretim alanını etkilemekle kalmayıp, tam kapsamıyla mutlak olan ve dolayısıyla bütün üretim alanlarını içersine alan aşırı-üretim nedir?
„Kapitalist üretimin amaçları için ek sermaye = 0 olur olmaz, mutlak bir aşırı sermaye üretimi var demektir. Ne var ki, kapitalist üretimin amacı, sermayenin kendisini genişletmesi, yani artı-işin ele geçirilmesi, artı-değer, kâr üretimidir...” (Marks; Kapital, C. III, s. 261).
17) ”Gerçekte bu(Aşırı sermaye birikimiyle ilgili olarak, bn.), sermayenin bir kısmının tamamen ya da kısmen atıl kalması (çünkü bu sermayenin kendi değerini genişletmeden önce, bir kısım faal sermayeyi bir yana itmesi zorunludur) ve öteki kısmının, hiç kullanılmayan ya da kısmen kullanılan sermayenin baskısı yüzünden daha düşük kâr oranında değerler üretmesi biçiminde görülebilir (Marks; Kapital, C. III, s. 262).
18) Rosa Luxsemburg, C. 5, s. 391, (Sermaye Birikimi).
19) D. Harvey; “Die Geographie des neuen Imperialismus: Akkumulation durch Enteignung”. Derleyen Ch. Zeller; Agk., s. 206.
20) D. Harvey ile söyleşi: “Notwendig ist ein globaler New Deal”.“Sozialismus” dergisi, sayı 11, s. 27, 2003.
21) D. Harvey ile söyleşi: “Der neue Imperialismus und die globale Enteignungsökonomie” –Z. Zeitschrift Marxistische Erneuerung, Nr. 59, s. 40, September 2004.
22) D. Harvey ile söyleşi: “Der neue Imperialismus und die globale Enteignungsökonomie” –Z. Zeitschrift Marxistische Erneuerung, Nr. 59, s. 40, September 2004.
23) D. Harvey: ”Der neue Imperialismus“, s. 148.
24)“Genişletilmiş yenide üretimin güçlü, devam eden birikiminin yeniden canlandırılamaması sonucu, birikim motorunun tamamen boğulmasını engellemek için ilhak yoluyla birikim politikasının dünya çapında güçlenmesi olacaktır” . Geographie des “neuen” Imperialismus: Akkumulation durch Enteignung” (“Die Globale Enteignungsökonomie”, Yayımlayıcı: Ch. Zeller, 2004, s. 205).
25) Harvey‘in 25.02. 2004 tarihinde Columbia University’deki bir seminerindeki konuşmasından. Aktaran: James Heartfield. „Anti-imperialistische Zombies im Kampf gegen das Empire“.
26) “Oysa tarihte, ele geçirmenin, köleleştirmenin, soymanın, öldürmenin, kısacası zorun büyük rol oynadığını herkes bilir. Ekonomi politiğin şefkatli sayfalarında sevimli bir saflık çok eskiden beri sürer gider. Hak ile "emek" her zaman için zenginliğin, tek aracı idiler, ama içinde bulunulan yıl, her nedense hep bu kuralın dışında tutulur. Oysa aslında, ilkel birikim yöntemleri saf ve sevimli olmaktan çok uzaktır” (Marks; Agk. s. 742).
27) D. Harvey ile söyleşi: Der neue Imperialismus und die globale Enteignungsökonomie” –Z. Zeitschrift Marxistische Erneuerung, Nr. 59, s. 48, September 2004.
28)“İlhak yoluyla birikimin derinleşmesine karşı büyüyen bir direniş hareketi oluşmaktadır. Ama buna neden olan sınıf mücadeleleri, güçten düşmüş biçimiyle hala var olan genişletilmiş yeniden üretim dönemindeki proletaryanın klasik mücadelelerinden (ki bunlara geleneksel olarak sosyalizmin geleceği atfedilmektedir) tamamen farklı şekillenmiştir” . Geographie des “neuen” Imperialismus: Akkumulation durch Enteignung” (“Die Globale Enteignungsökonomie”, Yayımlayıcı: Ch. Zeller, 2004, s. 206/207).
29)“Kapitalist birikim gerçekten de çifte karakterlidir. Genişletilmiş yeniden üretimin ve ilhak yoluyla birikimin her iki aspekti de öğesel olarak birbirine bağlıdır ve diyalektik olarak birbirine geçmiştir. Bunun sonucu şudur: Genişletilmiş yeniden üretim alanındaki mücadeleler…anti- ve alternatif küreselleşme hareketinin sosyal hareketlerinin esas itibariyle konsantre oldukları ilhak yoluyla birikime karşı mücadeleler ile diyalektik bir ilişki içinde görülmelidir. Şayet günümüzde genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikimden ilhak yoluyla birikime doğru bir ağırlık kayışı varsa ve bunlardan sonuncusu emperyalist pratiklerin çekirdeği ise bunun sonucu, anti- ve alternatif küreselleşme hareketi içinde çıkarların ağırlığı öncelikle ele alınması gereken çelişki olarak ilhak yoluyla birikim görülmelidir. Ama (söz konusu bu) hareket bunu yapmamalıdır. Şayet yaparsa genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikim alanındaki mücadeleler ile ilişkiyi inkâr etmiş olur” (“Der neue Imperialismus”, s. 174).
30)“Benim mütevazı anlayışım: Herhangi bir önem ve uzun vadeli etki sahibi olmak isteyen siyasal hareketler, kaybolup gitmiş olan üzerine nostaljik özlemden kurulmaları ve ilhakın (örneğin toprak reformu…)sınırlı biçimleri yoluyla elde edilen varlık transferlerinden olumlu kazançları kabullenmeliler. Ayrıca ilhak yoluyla birikimin ilerici ve gerici aspektleri arasında fark gözetmeliler…
“Genişletilmiş yeniden üretim çerçevesi içindeki mücadelelerin ilhak yoluyla birikime karşı mücadeleler ile bağının bilinci her şeyden önce itinalı bir şekilde yeşertilmelidir” (“Der neue Imperialismus, s. 176).
31) “Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler” (Marks; Kapital C. I. s. 790/791).
32)”Kişisel işten doğan dağınık özel mülkiyetin kapitalist özel mülkiyete dönüşmesi, halen toplumsallaşmış üretime fiilen dayanan kapitalist özel mülkiyetin toplumsal mülkiyete dönüşmesinden kuşkusuz kıyaslanamayacak kadar daha uzun süreli, daha şiddetli ve çetin bir süreçtir. Birinci durumda, halk yığınlarının birkaç gasp edici tarafından mülksüzleştirilmesi söz konusuydu; ikincisinde ise, birkaç gasp edicinin, halk yığınları tarafından mülksüzleştirilmeleri söz konusudur” (Marks; Kapital C. I. s. 791).
33) ”Kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir, Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içersinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - bu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline gelmesine, işin toplumsal üretkenliğinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma haline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olmadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içersine girerler. Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır“ (Marks; Kapital, C. III, s. 260).