Dünya ekonomisi, ekonomik krizde olan ve durgunluk içinde olan ekonomiler(ülkeler) arasındaki farklılığın giderek silinmeye başladığı bir sürece girmektedir. Özellikle Amerika ekonomisinde büyümenin durgunluk aşamasında olması ve devam eden mali-banka krizi bu süreci besliyor. Dünya ekonomisinin büyüme hızında bir yavaşlamanın olacağı, zaten mevcut büyüme verilerine göre belli bir yavaşlamanın olduğu açıktır. Bunun ötesinde hemen her ülkede belli bir enflasyon baskısı söz konusudur.
Türk ekonomisinin dünya ekonomisinin seyrinden etkilenmesi dolaylı olma özelliğini hala sürdürmektedir. Dış gelişmeler ekonomiyi baskılamaktadır ama henüz gerçek anlamda yönlendirememektedir. Bu anlamda ekonomi, kendi iç dinamiklerine göre hareket ediyor. Bu gelişmeyi aşağıda ele alacağımız verilerin seyrinde de görmekteyiz.
Hükümetin ekonominin gelişme seyrine müdahale etmek için hazırlamış olduğu bir programı yok. Ekonomik büyüme yavaşlıyor, enflasyonist gelişme hız kazanıyor ama hükümet hala ekonominin dinamikliğinden, “dışarıdaki krizin bizi fazla etkilemeyeceğinden” bahsediyor. Birtakım çevrelerin, hükümetin “mali disipline” önem verdiğini vurgulaması, bazılarının buna karşı olması meselenin özünde bir şey değiştirmiyor. Ekonominin krize doğru yuvarlandığı dönemlerde ekonomik gelişmeyi yönlendirmek için birtakım kararlar almak ve uygulamak ancak ve ancak güçlü bir ülke için; dünya ekonomisinde ağırlığı olan bir ülke için bir anlam taşıyabilir. Türkiye böyle bir ülke değil. Tersine ekonomisi dışa, uluslararası sermayeye, IMF'ye bağlıdır. IMF ile görüşmelerin henüz yeni sonuçlandığı bir dönemde hükümetin, IMF reçetelerinden bağımsız olarak bir tedbir paketi hazırlamasını ve bunu uygulamaya koymasını beklemek ancak bir hayal olabilir. Ama 2001'de yaşandığı gibi, belki önümüzdeki dönemde yeni bir Derviş gönderilir ve ekonomi ona teslim edilir. Program da o olur. Kim bilir belki de eski Derviş, yeni Derviş olarak gelebilir!
Bazı kıstaslara göre ekonominin gelişme seyri:
1-Üretimin büyümesi açısından:
Sanayi üretiminde büyüme oranları giderek küçülmektedir. 2007 yılının çeyreklerine göre durum: Örneğin ulusal gelirde büyüme oranları yılın ilk çeyreğinde yüzde 7,6’dan 2. çeyreğinde yüzde 4’e, 3. ve 4. çeyreklerinde de yüzde 3,4’e düşmüştü. Sanayi üretim endeksi de aynı gelişmeye işaret ediyor: Örneğin toplam sanayi üretimi bir yıl öncesine göre 2008'in Ocak ayında yüzde 11,4, Şubat ayında yüzde 7,5 oranında büyürken, bu oran Mart ayında yüzde 2,4'te kalmıştır. İki aylık karşılaştırma bazında da 2007’nin ilk iki ayında bir önceki döneme göre yüzde 11,4 oranında büyürken, 2008’in ilk iki ayında bir önceki döneme göre yüzde 9,4 oranında; imalat sanayi ise Şubat 2007’de bir yıl öncesine göre yüzde 8,4 ve 2008 Şubatında da bir yıl öncesine göre yüzde 6,6 oranında ve iki aylık karşılaştırma bazında da 2007’de yüzde 11,8 oranında ve 2008’de de yüzde 9 oranında büyümüştür. Her halükarda toplam sanayi ve imalat sanayi üretiminde büyüme oranları giderek küçülmektedir.
Büyüme oranlarındaki küçülmeye, üretimin Mart ayında hız kesmesine rağmen sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğinde yüzde 6.8 oranında artmıştır.
Başka ölçeklerde durum:
l 2002-2007 arasında özel sektörde yatırımlar 2006 yılında yüzde 36,1 oranında büyürken, bu 2007 yılında ancak yüzde 2,7 oranında gerçekleşmiştir. Yatırımların artma oranında oldukça büyük bir düşüş olmuştur.
l Hane halkı tüketimi 2002-2007 arasında 2004'te yüzde 11 oranla en yüksek seviyesine ulaşmış ama 2006 ve 2007'de yüzde 4,6'ya düşmüştür.
l İmalat sanayinde büyüme 2006‘da yüzde 8,4’ten 2007’de yüzde 5,4’e düşmüştür.
l İnşat sektöründe büyüme 2006 yılında yüzde 18,5 ve 2007 yılında da ancak yüzde 5 oranında gerçekleşmiştir.
l Ticaret sektöründe büyüme oranı 2006’da yüzde 6,3’ten 2007’de yüzde 5,5’e düşmüştür.
l Mali sektörde büyüme 2006’da yüzde 14’ten 2007’de yüzde 9,6’ya düşmüştür.
l Konut sektöründe büyüme 2006’da yüzde 2,7’den 2007’de yüzde 2’ye düşmüştür.
l İcra iflasları, protesto edilen senet sayısı artmaktadır.
l Kredi kartı borcunu ödeyememiş durumda olanların bu yılın ilk üç ayındaki sayısı 2006 yılında borcunu ödeyemeyenlerden daha fazladır. 2006 yılında kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin toplam sayısı 159 651 idi. 2008'in ilk üç ayında ise bu sayı 172 822'ye çıkmıştır. Sadece üç aydaki artış yüzde 8'dir.
47 ilde sanayici ve ticaret erbabıyla yapılan bir ankete göre “piyasada durgunluk” olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 81; piyasalarda durgunluğun nedeni ”dünyadaki mali çalkantı” diyenlerin oranı yüzde 32; “yılbaşından bu yana satışlar azaldı” görüşünde olanların oranı yüzde 67; “çek ve senet vadeleri uzadı” görüşünde olanların oranı yüzde 71; “yılın ikinci yarısında işler daha da durgunlaşacak” diyenlerin oranı yüzde 48 ve “işler açılacak” umudunda olanların oranı ise ancak yüzde 13'dir. Bu veriler durumun sermaye açısından hiç de umut verici olmadığını göstermektedir.
Ulusal gelirdeki ve sanayi üretimindeki büyüme oranlarında görülen küçülmenin arka planında dış faktörlerdeki değişimin olduğu açıktır. Dünya ekonomisi ve mali piyasalardaki yükselen konjonktür döneminde Türk ekonomisi de belli bir yükselme seyri içinde olmuştur. Ama dünya mali piyasalarındaki kriz, Türk ekonomisinin gelişmesine olumsuz bir etkide bulunmaktadır. Bu demektir ki Türk ekonomisi, hangi biçimde olursa olsun ihtiyaç duyduğu sermaye girişini sağlamakta büyük güçlüklerle karşı karşıya kalabilir. Bu sadece sermaye girdisiyle sınırlı değildir. Türk ekonomisi “sıcak para” biçimindeki sermayeyi ülkede tutma zorluklarıyla da karşı karşıya kalabilir.
2-Dış ticaret açısından:
TÜİK'in açıklamasına göre Ocak-Ekim döneminde ithalat tutarı 137 milyar ve aynı dönemdeki ihracat tutarı da 86,1 milyar dolardı. Bu 10 aylık dönemdeki dış ticaret açığı 50,8 milyar dolardır.
2007 yılında ihracat-ithalat ilişkisinde ihracat artış oranının ithalat artış oranından daha hızlı olması ekonomi açısından pozitif bir gelişmeydi. Bu dönemin öncesinde, 2002-2006 arasında ise ithalat ihracata nazaran daha hızlı artmıştı. Şimdi de öyle.
İthalatın daha hızlı artmasının nedeni, sanayi üretiminin sürüdürülebilmesi için gerekli ara malına-hammaddelere duyulan ihtiyaçtır.(Sermaye (yatırım) mallarının ithalattaki payı 2006'da yüzde 16,4 ve 2007'de de yüzde 15,3'tü. Ara mallarının payı ise aynı yıllarda yüzde 71,5 ve yüzde 73,5 idi. Tüketim mallarının payı ise yüzde 11,7 ve yüzde 10,8 oranlarında gerçekleşmişti).
Ucuz döviz, ithalatın hızlı gelişmesini teşvik eden, ama aynı zamanda ülke içinde ara malı üretimini gerileten bir rol oynamaktadır.
Dış ticaret açığı şimdilik pek sorun olmasa da dünya piyasalarında bir likidite sorununun şiddetlenmesi durumunda Türk ekonomisinin en önemli sorunlarından birisi olabilir.
3-Sermaye girişi açısından:
Doğrudan yabancı sermaye girişi yüzde 50 azaldı. Yabancı sermayeli şirketlerin yurt dışındaki ortaklarından aldıkları kredi ve yabancıların Türkiye’de taşınmaz alımlarını da içeren doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının net miktarı, üç aylık dönemde 4 milyar 381 milyon dolardı. Geçen yılın aynı döneminde bu girdi miktarı 9 milyar 387 milyon dolardı. Bu veriler, söz konusu doğrudan yabancı sermaye girişinde yüzde 53 oranında bir azalmanın olduğunu göstermektedir.
Bunun ötesinde yabancıların üç aydaki net gayrimenkul alımları geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 16,4 oranında gerileyerek 820 milyon dolara düşmüştür.
Portföy yatırımları bazında net sermaye girişi 2007'nin Ocak-Mart döneminde 4,5 milyar dolardı. Bu yılın aynı döneminde aynı türden sermaye çıkışı ise 1,3 milyar dolardı.
Türkiye'de yerleşik kişilerin 2007'nin Ocak-Mart döneminde yurt dışına yaptıkları yatırım miktarı 1,2 milyar dolardı. 2008'in aynı döneminde bu türden yatırımların miktarı ise ancak 342 milyon dolardır. Yani doğrudan yatırımlar bazında 2008' in Ocak-Mart döneminde gerçekleşen net sermaye girişi, 2007'nin aynı dönemine göre yüzde 50,5 oranında azalarak 4 milyar 39 milyon dolara düşmüştür.
“Sıcak para” girişi durma noktasına geldi: Uluslararasında etkili olan mali kriz ve Türkiye'de siyasi istikrarsızlık, “sıcak para” akışını durma noktasına getirmiştir ve gelen “sıcak para” çıkma eğilimine girmiştir.
Cari açık miktarı 40 milyar doları aştı: Merkez Bankası açıklamasına göre cari açık Ocak-Mart döneminde 12 milyar 40 milyon dolara çıkarak geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30,3 oranında artmıştır. Mart ayında cari açık miktarı, geçen senenin aynı ayına göre yüzde 37 oranında artarak 4 milyar 157 milyon dolara çıkmıştır. Cari işlemler açığı, Mart ayı sonu itibariyle 40 milyar doları aşmıştır (40 milyar 375 milyon dolar). 2008 yılı itibariyle cari açık miktarı beklentisi 45 milyar dolara varmaktadır.
Büyük işlemlerde olmasa da özellikle küçük üretim alanında likidite sorun olmaya başlamıştır. Bu, küçük ve orta boy işletmelerde krizin etkili olmaya başladığını gösterir. Ama soruna ülke bazında -dış ticaret- bakarsak cari açık henüz bir sorun değildir ve sorun olmama olasılığı da var. Uluslararası mali krizden dolayı dünya mali piyasalarında bir likidite sorunu yaşanmasına rağmen hala belli bir miktarda bir sermaye azami kar aramaktadır. Bu sermaye sahipleri her ne kadar daha az riskli işler peşinde olsalar da, sermaye azami kar fırsatını kaçırmaz. Sahibini darağacına götürme pahasına da olsa kaçırmaz. Türkiye ise cari açığı ekonominin seyri bakımından sorun yapmamak için faizleri yükselterek sürekli “sıcak para” çekmeye çalışacaktır. Bu iki nedenden dolayı; belli bir likiditenin var olması ve Türkiye'nin bu sermayenin bir kısmını çekmek için faizleri yükseltmesi durumunda Türk ekonomisi açısından cari açık önemli bir sorun olmayabilir.
4-Enflasyonun seyri açısından:
BM Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı eski Devlet Bakanı Kemal Derviş, enflasyon uyarısında bulundu. “Kalkınma”, “geliştirme” “yapısal uyumluluğu” sağlama adına bağımlı ülkeleri emperyalist ülkelerin ve uluslararası sermayenin çıkarlarına göre yönlendiren BM, IMF, DB, DTÖ gibi uluslararası kurumların “fedakâr katkı”larından dolayı bu ülkeler, K. Derviş'in deyimiyle yüzde 25 yoksullaştılar. Bu yetmiyormuş gibi şimdi de bir taraftan spekülatörler gıda maddelerinin, hammaddelerin fiyatlarıyla oynayarak milyarlarca dolarla ifade edilen vurgunlar sağlarlarken, bu ürünleri ithal etmek zorunda olan ülkeler de o derece yoksullaşmaktalar ve diğer taraftan da genel anlamda enflasyon tetiklenmektedir. Derviş'in bahsettiği enflasyon tsunamisi” mali krizden ve söz konusu spekülasyondan dolayı adeta programlanmıştır. Bağımlı ülkelerde, neoliberal talan koşullarında yaşayan milyarlarca insanın bir seneden daha kısa bir süre içinde yüzde 25 yoksullaşmasının nedeni, bir seneden bu yana dünya çapında etkili olan mali kriz ve gıda ve hammadde üzerine spekülasyondan başka ne olabilir?
Türkiye'de ekonomi bu gelişmeden muaf değildir. Enflasyon tahminleri tutmadı ve tutmayacağı da açıklandı. 2008 yılı itibariyle enflasyon oranının yüzde 9,3 olacağı hesabı yapılıyor. Bakalım bu yeni tahmin ne zaman yukarıya doğru düzeltilecek. Ankara Ticaret Odası (ATO) verilerine göre son bir sene içinde temel gıda maddelerinden kırmızı mercimeğin fiyatının yüzde 261, limonun yüzde 180, pirincin yüzde 141, makarnanın yüzde 135, ayçiçeği yağının yüzde 130, domatesin yüzde 115, bulgurun yüzde 113, kuru fasulyenin yüzde 97, margarinin yüzde 95, ortalama olarak yaş sebze ve meyvenin yüzde 97, beyaz peynirin yüzde 70, zeytinin yüzde 55, patatesin yüzde 50, koyun etinin yüzde 50, soğanın yüzde 44 oranlarında artmış olması, gelen “enflasyon tsunamisi”nin habercisidir. Buna artan enerji fiyatlarını da eklersek bu coğrafyada işçi sınıfı ve emekçi yığınların ne türden bir ekonomik felaket ve yoksullukla karşı karşıya kalabileceklerini tahmin etmek zor olmaz.
5-Açılan-kapanan şirket sayısı açısından:
Ocak-Nisan döneminde kapanan şirket sayısı 15 802'ye çıkarak, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22,2 oranında artarken aynı dönemde açılan yeni şirket sayısı da ancak yüzde 1,08 oranında artmıştır.
Krizin ayak sesleri çoktan duyulmaya başladı, yukarıdaki verilerden de anlaşıldığı gibi küçük ve orta boy işletmelerde etkisini göstermektedir. Ekonominin tamamı üzerinde etkili olması sadece bir zaman meselesidir.