YENİ SOĞUK SAVAŞ-ÜÇGENİN ÜÇÜNCÜ AYAĞI “AVRASYA BALKANI”
Yeni soğuk savaşın nasıl şekilleneceği üzerine Brzezinski'nin 1997'de yayımlanan „Yegâne Dünya Gücü...“ kitabında bazı işaretler de var. Rusya „kara delik“ olarak tanımlanıyor. Öyle ki, Brzezinski revizyonist Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya'nın jeopolitik nüfuz alanı oluşturma hakkının ve yeteneğinin olmadığını iddia etmektedir. Ekonomik ve askeri işbirliğiyle bazı eski Sovyet cumhuriyetleri üzerinde nüfuz sahibi olmak, Rusya açısından hayal edilen bir istektir diyor Brzezinski. Geleceğin Rusya'sının fonografını ise şöyle çıkartıyordu: Jeopolitik olarak bağımsız hareket çabasından yoksun, güvenlik sorunları konusunda NATO'ya, ekonomi sorunlarında da IMF ve Dünya Bankası'na bağımlı bir Rusya. Rusya'nın dağılmış Sovyetler Birliği'nin Ukrayna, Beyaz Rusya gibi ülkelerini veya Kafkasya ve Orta Asya'yı „arka bahçesi“ olarak görmesini „emperyalist restorasyon“ veya da „emperyalist“ propaganda; gelecekte önemli bir jeopolitik konumu yeniden kazanmaya çalışmasını ise „faydasız çabalar“ olarak değerlendiriyor. Daha da ileri giden Brzezinski, Rusya'nın üç veya dört parçaya bölünmesini öneriyor. „Uzakdoğu Cumhuriyetinden, Sibirya Cumhuriyetinde ve Avrupa Rusya'sından oluşan gevşek bir konfederatif Rusya“. Böyle bir Rusya, Avrupa ve Orta Asya'nın yeni ülkeleri ile rahatça sıkı ilişkiler kurabilir.
Gerçekten de Revizyonist Bloğun dağılmasından sonraki Rusya; geçen yüzyılın '90'lı yıllarındaki Rusya, Brzezinski'nin bu fotoğrafına uygun düşmekteydi: Siyasi ve ekonomik kriz içinde olan, IMF'ye ve Dünya Bankası'na teslim olmuş, gırtlağına kadar borçlu bir Rusya. Yelsin dönemi Rusya'sı bir „üçüncü dünya“ ülkesine benziyordu. Bu durumundan dolayı Brzezinski, Rusya'yı jeopolitika geliştirmekten ziyade var olmakla yok olmak arasında gidip gelen bir ülke olarak görüyordu.
Şimdi durum değişti. Rusya artık eski Rusya değil, yabancı güçlerin istedikleri gibi hareket edebileceği bir „kara delik“ değil artık.
Brzezinski, 2007'de yayımlanan „İkinci Şans“ kitabında Rusya'nın bu gelişmesini, yeniden dirilmesini hesaba katmıyor. O gün olduğu gibi bugün de Ukrayna'nın NATO üyesi olmasını talep ediyor ve Rusya'nın Ukrayna üzerinde nüfuz sahibi olma çabasını emperyalizm olarak tanımlıyor.
Gerek Çarlık Rusya'sı döneminde olsun, gerek sosyalist Sovyetler Birliği, revizyonist Sovyetler Birliği ve gerekse de dağılmadan sonraki dönemde olsun önde gelen bütün emperyalist ülkelerin politikası, önce Çarlık Rusya'sını, sonra sosyalizmin kalesi Sovyetler Birliği'ni, sonrasında revizyonizmin kalesi Sovyetler Birliği'ni ve dağılmadan sonraki Rusya'yı zayıflatmak, güçsüz bırakmak, parçalamak ve yutmak olmuştur.
„Yegâne Dünya Gücü...“ kitabında Brzezinski „Avrasya satranç tahtası“ diye tanımladığı Lizbon'dan Viladivostok'a kadar uzanan ve Avrupa ve Asya kıtalarından oluşan bu alanı dört bölgeye ayırır: Bu bölgelerden birisi bugünkü AB alanıdır. İkincisi Ortadoğu ve Orta Asya'nın bir kısmıdır. Üçüncüsü Çin ve ona komşu ülkelerdir. Dördüncüsü ise Avrasya'nın merkezidir, yani Rusya.
Tabii bu düşünce hiç de yeni değildir. En azından emperyalizmin tarihi kadar eskidir. 20. yüzyılın başında jeopolitikacı H. Mackinder de benzer düşünceler öne sürmüştü; daha doğrusu Avrasya jeopolitikasının esas kurucusu Harold Mackinder'dir.
Mackinder, Sibirya’nın merkez olduğu bir dünya haritası çiziyor ve kara parçalarını üç temel gruba ayırıyor:
1) Dünya adasının kalbi olarak Avrasya. (Rusya’yı içine alıyor).
2) Bu kalbi (merkezi) çevreleyen ve üç bölümden oluşan “kıyı ülkeleri kuşağı”:
a- Avrupa kıyı bölgeleri,
b- Yakın ve Ortadoğu’nun kurak bölgeleri ve
c- Asya’nın muson ülkeleri.
3)Afrika, Amerika ve Avustralya kıtalarından oluşan bir “dış kuşak”.
Mackinder’in 20. yüzyılın başında İngiliz dünya hakimiyeti için planladığı bu jeopolitik-stratejik konsept ile Z. Brzezinski’nin aynı yüzyılın sonunda Amerikan dünya hakimiyeti için planladığı ve “Amerika’nın Hakimiyet Stratejisi” kitabında dile getirdiği jeopolitik-stratejik konsept arasında önemli bir fark yoktur.
Amerikan emperyalizminin II. Dünya Savaşına girmesinden sonra Amerikan jeopolitik konseptinin oluşturulması ve temellendirilmesi görevi Yale Üniversitesinde dünya politikası dersi veren Prof. N. J. Spykman'e düştü. Spykman, konseptini güçlendirmek için Mackinder’in “dünya adası merkezi”, ve “kıyı ülkeleri kuşağı” konseptine; yani yukarıda bahsedilen konsepte sarılır. Spykman, Mackender’in görüşlerini tekrarlayarak, SSCB’ni çevreleyen antisovyetik blokların, askeri üslerin oluşturulmasını öngören konseptini geliştirir. Mackinder’in yukarıda bahsi geçen sözünü şöyle değiştirir:
“Kıyı ülkeleri kuşağı üzerinde hâkim olan, bütün Avrasya’ya hâkim olur. Avrasya’ya hakim olan, dünyanın geleceğini belirler” (N. J. Spykman; “The Geography of the Peace”, New York, 1944, s. 5. Aktaran: A. Dobrow; “Methoden der Apologie des Imperialismus in der bürgerlichen Wirtschaftsgeographie”, Neue Welt, Sayı 7, s. 825. Nisan 1952.)
Demek ki, Brzezinski'nin söyledikleri hiç yeni değil. Brzezinski, yüzyıllık bu jeopolitik anlayışın bugün nasıl gerçekleştirilebileceğinden bahsederek Amerikan emperyalizmine akıl vermektedir. Mackinder gibi Brzezinski de dünya hakimiyeti kurmak isteyen her gücün Avrasya'ya hakim olması gerektiğinden bahsetmektedir.
Ama Britanya İmparatorluğu gibi Amerikan emperyalizmi de Avrasya'ya hâkim olma konusunda coğrafi sorunla karşı karşıyadır: Bunlar Avrasya'nın ötesinde olan ülkeler. Amerikan emperyalizmi, Avrasyalı olmayan, bu kıtada yerleşik olmayan bir emperyalist ülke olarak bu kıtada hegemonya çıkarlarını gerçekleştirmekle karşı karşıyadır. Yerlisi olmadığı bir kıtada emperyal çıkarları gerçekleştirmek ve savunmak sorunu Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının en önemli sorunudur. Gücü olan bir ülke Amerikan emperyalizminin nüfuzunu rahatlıkla kırabilir ve onu bu kıtadan kovabilir. Örneğin Çin veya Rusya. Brzezinski bu gerçeği bilen birisi olarak, bu kıtadan kovulmaması için taktiksel adımlarının nasıl olması gerektiği konusunda Amerikan emperyalizmine akıl veriyor.
Yüzyıl önce olduğu gibi bugün de Avrasya jeopolitikasında Rusya esas hedeftir. İdeolojik farklılığın (bürokratik kapitalizm (revizyonizm)-klasik kapitalizm) ortadan kalmış olması jeopolitik rekabetin de ortadan kalktığı anlamına gelmez. Rusya coğrafi konumundan dolayı Avrasya jeopolitikasında en imtiyazlı olandır. ABD'nin bu özelliği yok: O, bu amacına ulaşmak için başka ülkeleri kullanmak ve önleyici tedbir olarak Rusya'yı zayıf düşürmek zorundadır.
ABD, Avrasya dışında en büyük güçtür. Onun Avrasya'ya hâkim olma çabası kaçınılmaz olarak Rusya ile çıkar çelişkisine düşmesini beraberinde getirmektedir. Rusya ise Avrasya'da en büyük güç durumunda değildir. En azından şimdilik değildir. Ekonomik olarak Çin ve AB ile rekabet edecek durumda değil. Ama Avrasya kıtasında coğrafi konumu ve hammadde zenginliği uzun vadede bir Avrasya işbirliğinde onu önemli kılabilir. Örneğin Rusya ile AB arasında sıkı, kapsamlı bir ekonomik işbirliği, AB'nin transatlantik yönlenmesini (ABD'ye yönlenmesini) kıtasal (esasen Rusya) yönlenmeyle geliştirebilir. Böylece AB, giderek ABD'den daha da bağımsızlaşmış olur. Böyle bir olasılık Amerikan emperyalizminin korkulu rüyasıdır. Bu nedenden dolayı da AB'nin her doğu genişlemesini bir NATO genişlemesi takip etmiştir.
Gelişmiş bir Rusya-Çin işbirliği uzun vadede Asya'da bir dünya iktisadi merkezinin oluşmasını beraberinde getirebilir. Bu da ABD ve AB'den sonra üçüncü veya ABD-AB'den sonra da ikinci büyük iktisadi entegrasyon veya merkez olabilir. Böyle bir güç, ABD'nin dünya politikasını altüst edebilir; Ortadoğu ve Orta Asya'daki nüfuzunu önemli ölçüde kırabilir. Amerikan Avrasya jeopolitikası bu ihtimali de; Çin-Rusya yakınlaşmasının muhtemel sonuçlarını da hesaba kattığı için Çin ile görüşmeyi, uzlaşmayı, işbirliğini önerirken Rusya'yı tecrit etmeyi hedefliyor.
Aslında Amerikan jeopolitikası uzun vadeli bakıldığında ilk amacına, dolaylı bir şekilde ulaşmıştır. Sosyalizmin yıkılması ilk hedefti. Sosyalizm kendi iç sorunlarından dolayı yıkıldı. Yerine kurulan revizyonizm de keza iç sorunlarından dolayı yıkıldı. Böylelikle birinci soğuk savaş dönemi kapandı. Bu jeopolitikanın ikinci ve nihai amacı Amerikan emperyalizminin Avrasya'ya hâkim olması ve dünya hâkimiyetini kurmasıdır. Açık ki bu jeopolitikanın ikinci adımı kendine özgü bir soğuk savaş geliştirecektir. Bu soğuk savaş aslında Putin dönemiyle başlamıştı, ama Gürcistan-Rusya savaşı bu yeni soğuk savaşın nasıl olabileceğini gösterdi.
Yeni rekabet merkezleri ve Amerikan Avrasya jeopolitikasının akıbeti:
Son yıllardaki gelişmeler Amerikan emperyalizminin bu jeopolitik konseptinin gerçeklikten daha da uzaklaştığını göstermektedir. Rusya'nın hızla toparlanması, Çin ve Hindistan'ın, özellikle de Çin'in devasa gelişmesi bu jeopolitik konseptin uygulanma koşullarını zayıflatmaktadır. Ama tamamen ortadan da kaldırmamaktadır. Amerikan emperyalizmi kendine gelmiş bir Rusya ve güçlenmiş bir Çin ile kolay kolay baş edemez. Ancak Çin'i kendi yanına çekmesi durumunda koşullar yeniden değişebilir. Öyle ki, Orta Asya'da ve Ukrayna dâhil Kafkaslar'da kalıcı güce sahip olması durumunda da koşullar yeniden kendi lehine gelişir. ABD bunun bilincinde. Bu nedenden dolayı da AB ile ilişkilerinde daha ihtimamlı olmaya çalışmaktadır. Ve Rusya'nın her çıkışı ABD-AB ilişkilerini ABD lehine etkilemektedir. Gürcistan-Rusya savaşındaki tavrı bunu göstermektedir.
AB, enerjiye bağımlılığını, mutlaka Rusya'ya bağımlılık olarak algılamıyor. Enerjiyi (petrol, doğal gaz) büyük oranda Rusya'dan da alsa enerji temininde ona bağımlı olmak istemiyor. Bu da kaçınılmaz olarak ABD-AB işbirliğini güçlendiriyor. Bütün bunlar, Amerikan Avrasya jeopolitikasının yabana atılamayacak gerçekleşme koşullarının var olduğunu göstermektedir.
Yeni rekabet merkezlerinin oluşmasıyla birlikte 21. yüzyılda soğuk savaş, şimdilik her ne kadar ABD ve Rusya arasında sürdürülüyorsa da çeşitli güçler arasında sürdürülecek gibi gözüküyor. Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının sonuçları ortada: Bugün güçlü olan yarın zayıflayabilir. Bugün güçsüz olan ama gelişen yarın güçlü olabilir. Soruna bu perspektifle baktığımızda Avrasya'da yenişemeyen güçler doğabilir: ABD, Rusya, Çin. Bunlar dünya çapında hegemonya konumlarını veya bu kıtayı işbirliği içinde geçici olarak, güç dengesinin değişimine kadar paylaşabilirler.
I. Dünya Savaşına kadar dünya politikasına Büyük Britanya damgasını vurmuştu. Savaştan sonra onun yerini ABD almaya başladı ve II. Dünya Savaşından sonra da kapitalist dünyaya Amerikan emperyalizmi damgasını vurdu. Bu durum hala devam etmektedir. Ama uzun sürmeyeceği, bunun ebedi olmayacağı Amerikan jeopolitikacıları tarafından da görülmektedir. Bütün çaba, en azından 21. yüzyılın yarısına kadar veya ilk yarısı boyunca Amerikanın hegemon güç olma konumunu koruyabilmesi içindir. Söz konusu Avrasya jeopolitikası da buna hizmet etmektedir. Açık ki Amerikan emperyalizmi, 21. yüzyılda da dünya politikasına, ekonomisine ve militarizmine damgasını vurmakta, dünyayı kendi çıkarlarına göre yapılandırmada oldukça büyük zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Dünya şu anda çok rekabet merkezli. Yeniden iki kutuplu olabilir (Müttefikleriyle birlikte ABD-Rusya). Ama çok rekabet merkezli olarak da kalabilir: ABD, AB, Rusya, Çin, Hindistan.
Her iki durumda da Amerikan dünya hegemonyası AB ile işbirliğinden geçmektedir. AB ile işbirliği olmaksızın ABD'nin Avrasya jeopolitikası bir hayaldir. Brzezinski, „İkinci Şans“ kitabında bu gerçeklikten hareketle Avrasya üzerinde Amerikan hegemonyasının derinleştirilmiş Amerikan-Avrupa işbirliğinin gerçekleşmesine bağlamaktadır. ABD'de kim başkan seçilirse seçilsin, bu gerçeği göz ardı edemez. Ancak sorunlara yaklaşımda taktiksel farklılıklar olabilir.
Yeni, ikinci Soğuk Savaş dönemi, emperyalist savaş arifesi dönemdir:
Amerikan emperyalizmi, mevcut gelişmelerin de gösterdiği gibi bugünkü gücüyle ancak bu kadar hâkim olabilir. Arkadan gelen, gelişen rakipler Amerikan emperyalizmini zorlamaktadır. Yani dünyanın Amerikan emperyalizminin lehine mevcut paylaşılmışlığını kabul etmeyen, dünyanın yeniden paylaşımını talep eden güçler doğmaktadır (Çin, Rusya). Bu gerçeği Amerikan ideologları, jeopolitikacıları da görmekte. Alternatifsiz bir durum doğmakta: Ya mevcut hâkimiyetle yetinilir ve her geçen günün bu hâkimiyetten de bir parça alıp götürdüğü kabul edilir ya da son bir hamle ile dünya hâkimiyeti Avrasya'ya hâkimiyet üzerinden gerçekleştirilir. Başka bir yol yok. Birinci durum sermayenin nesnel yasalarına aykırıdır, eşitsiz gelişme yasasına aykırıdır. Amerikan emperyalizmi mevcut konumunu savaşsız, yenilmeden kaybetmeye yanaşmaz. Bu, emperyalizmin doğasına aykırıdır. Yani savaşarak yenilecektir. Veya da son kertede savaşarak Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmeye çalışacaktır. Her iki durumda da emperyalistler arası dalaş kaçınılmaz oluyor.
Ama bundan jeopolitika oluşturma yeteneğine sahip olan emperyalist ülkelerin doğrudan savaşı anlaşılmamalıdır. Bu güçler, doğrudan karşı karşıya gelmeden önce piyonlarını kendi adlarına savaştırabilirler. Piyonların savaşacağı alanlar oldukça bellidir, bu anlamda da sınırlıdır: Enerji (petrol) kaynaklarının olduğu bölgeler ve dünya hâkimiyeti jeopolitikasına hizmet eden stratejik önemli alanlar. Yani mevcut haliyle Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya dahil Hazar Havzası ve Balkanlar. Balkanlar'da savaştılar. Şimdilik sadece silahlar susmuş durumda. Ortadoğu'nun durumu malum. Sıra şimdi Kafkaslar'a geldi.
„Peak Oil-Teorisi“ne göre petrol çıkarımı azami seviyesine ulaştıktan sonra üretilebilecek petrol miktarında düşüş başlar. 2006'dan bu yana bu yaşanmakta. Çıkartılan petrol miktarı azaldıkça fiyatlar artar ve sonunda bu kaynaklara sahip olmak için kaçınılmaz olarak savaşılır. Kafkasya ve Orta Asya da dâhil Hazar Havzası bu savaşın alanıdır.
Üçgenin üçüncü ayağı Avrasya „Balkanı“nda çok sayıda aktör var: En önemli aktörler Rusya, ABD, Türkiye ve İran'dır. Ama AB, Çin, Hindistan ve Pakistan da hesaba katılmalıdır. Bölgenin geriye kalan ülkeleri ise kaçınılmaz olarak şu veya bu gücün yanında yer alacaktır. Bu bölgede başlayan bir „it dalaşı“nın üçüncü dünya savaşına varmadan durdurulması zor olur.
Veya da Rusya'nın sindirilmesi ve Çin'in tatmin edilmesiyle „Avrasya Balkanı“nda Amerikan güdümünde oldukça güçlü bir koalisyon hâkimiyet kurabilir ve böylece petrol ve doğal gaz çıkarımını ve dünya pazarlarına sevkıyatını güvenlik altına alır. Bu koalisyon 21. yüzyılın hegemon gücü olabilir. Böyle bir koalisyon tecrübesini Yeni Balkan Savaşlarında ve Afganistan'da gördük, görmekteyiz.
Sonuç:
21. yüzyıl tarihinin nasıl gelişeceği tabii ki sadece önde gelen emperyalist ülkelerin dünya hegemonyası rekabetiyle sınırlandırılamaz. Bu tarihte sömürü ve baskıya karşı ayaklanmaların da, devrimlerin de yeri olacaktır. Konumuz açısından baktığımızda 21. yüzyıl tarihine, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmemesi durumunda ne sadece ABD ne sadece Rusya ve ne de sadece Çin damgasını vuracak durumdadır. Çin henüz yükselen güç konumunda. Ama gerek ABD'nin ve gerekse de Rusya'nın jeopolitik çıkarları programlaştırılmıştır ve bu programların, konseptlerin gerçekleştirilmesi için mücadele ediliyor. Bu anlamda Rusya'nın ve ABD'nin farklı alternatifleri yok.
Rusya, eksi Sovyetler Birliği'ni oluşturan cumhuriyetleri ve kısmen de Revizyonist Blok alanını kendi doğal nüfuz alanı olarak görmekten vazgeçmeyecektir. ABD ise Avrasya üzerine hâkimiyetten savaşmaksızın vazgeçmeyecektir. Saflar ve bu saflaşmanın nedeni oldukça açık, tarafların vazgeçemeyeceği derecede açık. Bu durumda, başka, her iki tarafın amacına ulaşıp ulaşamamasını etkileyecek iki aktör var: Çin ve AB.
Durumu doğru okudukları için her iki taraf da Çin'i kazanmaya çalışmaktadır. Şimdilik „Şanghay İşbirliği Örgütü“ çerçevesinde ve ikili ilişkilerde Rusya-Çin yakınlaşması söz konusu. Rusya, AB'ye de sürekli „el“ uzatmakta, ama çok açık bir biçimde koşullarını da koymakta. AB'nin enerjiye bağımlılığından yararlanmaya çalışıyor.
ABD ise, Avrasya jeopolitik konseptinde Çin ile ilişkiyi, işbirliğini, uzlaşmayı ve onu Rusya ile ilişkilerinden uzaklaştırmayı hedefliyor.( Hiç belli olmaz, ABD'nin Çin'e Sibirya'nın bir kısmını al sözü vermesi durumunda kartlar yeniden Rusya aleyhine karıştırılmış olur. Zaten Çin'in Sibirya'nın bir kısmında hak talebi var).
Ve nihayetinde AB, ABD'nin Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmesinin „olmazsa olmazı“ oluyor. Diyelim ki şu anda „eli mahkûm“. Açık ki, Amerikan emperyalizminin bu jeopolitik konseptinin geleceği bir yerde AB'ye, onun tavrına bağlı. ABD'nin yeni Avrasya jeopolitik konsepti oluşturulurken (Revizyonist Bloğun yıkılmasından sonra) AB'ye bugün verilen önem pek verilmiyordu. Adeta ABD'nin güdümünde, onun çıkarlarına tabi bir „köprübaşı“ görevi veriliyordu. Zbigniew Brzezinski „Yegâne Dünya Gücü...“ kitabında (1997) bun açıkça yazar. Ama şimdi durum değişmişe benziyor. Avrasya jeopolitik konsepti söz konusu olduğunda AB, ABD'nin hiçbir zaman vazgeçemeyeceği bir ortak oluyor. Bu nedenle de Irak'a saldırı döneminde olduğu gibi, kendi çıkarlarına karşı gelen ülkeleri „eski“, „yaşlı“ Avrupa, kendi çıkarlarına karşı gelmeyen, ABD adına Irak'a saldıran ülkeleri de „yeni“ Avrupa olarak tanımlama lüksüne artık sahip değil.
Belirttiğimiz gibi AB, ikili oynayabilir: Rusya ile bir kıtasal, Avrasya işbirliğine gidebileceği gibi, Atlantik (ABD) işbirliğini daha da derinleştirebilir. Amerikan emperyalizmi, AB'nin Rusya ile bir Avrasya işbirliğine gitmesini engellemek için bütün olanaklarını seferber edeceği tartışma götürmez. AB'nin doğu genişlemesini NATO'nun doğu genişlemesinin takip etmesinin mantığı aynı zamanda budur, sadece AB-ABD arasında bu bölge üzerine rekabet değildir.
ABD, yeni Soğuk Savaşla AB'nin Avrasya işbirliğine gitmesini engeller. AB'nin Atlantik işbirliğine ne kadar yatkın olduğu Polonya ve Çek Cumhuriyetine füze kalkan sisteminin konuşlandırılması için harcadığı çabadan ve Gürcistan-Rusya savaşında aldığı tavırdan da anlaşılmaktadır.
Sonuç itibariyle, Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti politikası değişmediği müddetçe onun Avrasya jeopolitik konseptinde de esasa özgü bir değişme olmaz. Gelişmeler de bunu böyle olduğunu göstermektedir. Zbigniew Brzezinski'nin her iki kitabında da aynı anlayışı işlemesi ve Amerikan emperyalizmine aynı aklı vermesi de bunu gösteriyor.