İŞ
CİNAYETLERİ, İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞÇİ SAĞLIĞI KURULTAYI
“Tek
bir insanın hayatı, dünyanın en zengin adamının tüm mülkünden,
milyon
kez daha değerlidir.” (Che)
Adam
Smith'in, işbölümü, serbest ticaret, serbest işletmecilik ile
“Ulusların Refahı” (1776) propagandası yapmaya başlamasından
ve “iyi bir yaşam”ı ön plana çıkartmasından bu yana çok
zaman geçti. Tamı tamına 2 asır ve 32 sene geçti. Bu zaman
zarfında “ulusların refahı”, insanların “iyi bir yaşamı”
değil, tam tersine yoksulluk, sefalet, işsizlik, mesleki
hastalıklar, iş kazaları adı altında iş cinayetleri
yaygınlaştı. Dünya nüfusunun ancak çok küçük bir azınlığı
dünyanın bütün “nimetleri”nden yararlanırken, refah ve
“debdebe” içinde yaşarken, ezici çoğunluğu günlük yaşamını
sürdürmek için bir dilim ekmeğe muhtaç durumda bırakıldı.
Yani, öncesi bir yana Adam Smith'in “ulusların refahı”
propagandasından bu yana -bu propaganda kapitalizmin erdemleri, en
insancıl sistem demektir- yoksulluk dünya çapında yaygınlaştı
ve derinleşti: Bir milyar insan-dünya nüfusunun yüzde 15'i-
günde bir dolardan daha az bir miktarla; 1,6 milyar insan -dünya
nüfusunun yüzde 25'i- ise günde ancak 1 ila 2 dolar arasında bir
miktarla geçinmek zorunda kaldı. Böylece 2,6 milyar insan- dünya
nüfusunun yüzde 40'ı- 2 dolardan daha az bir miktarla geçinmek
zorunda bırakıldı. Ama AB, her ineği 2 dolarla sübvanse etmeye
devam ediyor.
Yoksul
ile zengin arasındaki fark giderek açıldı: 1969'da dünyanın en
zenginleri (en zengin beşte birlik kesimi) en yoksul kesimden 30
misli daha çok kazanıyordu. Bu fark 1990'da 60'a 1'e ve 2004'te de
90'a 1'e çıktı.
Sömürgecilikten,
plantaj köleciliğinden ve sanayileşmeden bu yana “ulusların
refahı” kavramının yanı sıra “ulusların yoksulluğu”
kavramı da politik ekonomi literatürüne yerleşti. Kapitalizmin
kalıcı başarısı, diğer şeylerin yanı sıra iş kazalarının,
işsizliğin, mesleki hastalıkların ve nihayetinde yoksulluğun ve
sefaletin devamının garanti altına almasıdır. Evet, bu bir
başarıysa, kapitalizmin başarısıdır.
Kapitalizm,
işsizlik, iş kazaları/cinayetleri, meslek hastalıkları, yaşam
güvencesizliği, salgın hastalıklar üretir. Sermaye çıkarı
varsa bunların hepsine yapar. Sermaye açısından önemli olan
ihtiyaç duyduğu her dönem sömürebileceği bir işçi yığınının
hazır olmasıdır.
Kapitalizmi
insanları ve toplumu hasta yapar. Nürnberg
Üniversitesinin bir araştırmasına göre (2000) İsviçre
nüfusunun yüze 25 psikolojik tedaviye ihtiyaç duymaktadır. Bu
ülkede 15-24 yaşları arasındaki her kişi psikolojik olarak
kendini iyi hissetmemekte. Sadece nüfusun yarısı kendini psikoloji
olarak „iyi“ hissetmektedir.
ILO
verilerine göre örneğin 2002 yılında iş kazalarında ölenlerin
sayısı yaklaşık 2 milyondu. Aynı dönemde savaş nedeniyle
ölenlerin sayısı da700 bindi.
ILO
verilerine göre her yıl dünyada 1,2 milyon kişi iş kazası ve
meslek hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor.
ILO
Türkiye Ofisi’nde düzenlenen panelde konuşan Uluslararası
Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Temsilcisi Gülay Aslantepe,
dünya çapında işyerlerinde meydana gelen kazalar sonucunda yılda
2 milyon kişinin yaşamını yitirdiğini, 270 milyon kişinin
yaralandığını, 160 milyon kişinin de hastalandığını
açıkladı. Bu verilere göre her yıl iş kazalarından dolayı
günde 5 bin kişi yaşamını yitirmektedir.
Kapitalizmde
sermayenin çıkarlarına göre sürekli değişen, esnekleştirilen
çalışma koşulları, işçilerin sağlığını bozduğu gibi,
meslek hastalıkları ve iş kazası koşulları da üretmektedir ve
nihayetinde sosyal yaşamı, aile yaşamını hızla yıpratmakta ve
çöküntüye sürüklemektedir.
Gelişen
teknoloji, bunun üretimde uygulanması ve rekabet kaçınılmaz
olarak çalışma koşularına yansımaktadır. Kapitalist var
olabilmek için sermayesinin giderek daha büyük kısmını
değişmeyen sermaye olarak yatırmak zorundadır. İşgücü
masraflarını (değişen sermaye) azaltmak ve işgücüyle bağlam
içinde çalışma koşullarını çıkarına uygun hale getirmek
eğilimindedir. Bunun anlamı, iş kazalarını önlemek için tedbir
almamaktır.
Marks'ın
dediği gibi “bu nedenle sermaye,
toplum tarafından riayete zorlanmadığı yerde işçinin ömrü ve
sağlığı karşısında acımasızdır”.
Açık
ki, iş kazalarına karşı tedbir sorunu sermaye açısından önemli
bir masraf, harcama sorunudur ve bu masraflar kapitalistin karına
kar katmayan, aksine karının azalmasına neden olan bir
“yatırım”dır.
Bu
nedenle bu masraf faktöründen kurtulmak isteyen; her zaman bu
eğilimi olan sermaye açısından önemli olan, mevcut koruma
yetersizliğini meşrulaştırarak devamını sağlamak, yani koruma
yetersizliğinin değişmemesi için mücadele etmektir. Tersanelerde
yaşanan devlet destekli patron “direnişi” bunu açıkça
göstermektedir.
Sadece
kar değil, azami kar amacı olmayan kapitalizm düşünülemez ve
aynı zamanda çalışma koşullarını iyileştirmeyi, iş
kazalarını önlemeyi esas amaç edinmiş kapitalizm de düşünülemez.
Böyle bir kapitalizm, işçi sağlığını düşünen ve bu nedenle
de azami kar yerine daha az karla yetinen kapitalizm demektir ki,
böyle bir kapitalizm düşünülemez. Bu nedenle azami kar, iş
kazası adı altında iş cinayetlerini hesaba katar, işçi
sağlığının giderek kötüleşmesini hesaba katar, yoksulluğun
yaygınlaşmasını hesaba katar. Azami kar ve iş kazasına karşı
tedbir birbiriyle çelişir, birbirini dışlar.
Azami
kar, sermayenin en doğal “hakkı”dır, var olma koşuludur. Bu
“hak”kın gerçekleştirilmesi ancak ve ancak yasaların,
mahkemelerin ve devletin koruması ve düzenlemesi altında mülkiyet
hakkının azami kullanılmasıyla mümkün olur. Bu “hak”kın
nasıl kullanıldığını ve sonuçlarını en son Tuzla
tersanelerinde yaşanan iş cinayetlerinde, patronun ve devletin
tavrında gördük.
Şüphesiz
ki, kapitalizm koşullarında iş cinayetleri, en kötü sağlıksız
yaşam bir kader değildir. Şüphesiz ki, kapitalizm koşullarında
işsizlik, iş kazaları, iş güvencesizliği ortadan kaldırılamaz.
Bunu biliyoruz ve bunun nasıl ortadan kaldırılacağını da
biliyoruz. Ama bu, kapitalizm koşullarında iş kazalarına karşı,
iş güvencesi, daha sağlıklı bir yaşam için mücadele
edilmeyeceği ve sonuçlar alınamayacağı anlamına asla gelmez. En
son olarak Tuzla direnişi pek ala sonuç alınabileceğini de
göstermiştir.
-SSK
verilerine göre, her gün iş kazalarından dolayı Türkiye’de
ortalama 3 işçi yaşamını yitiriyor.
SSK
verilerine göre, 1994-2003 yılları arasında meydana gelen 831 bin
248 iş kazasından dolayı toplam 10 bin 85 kişi yaşamını
yitirdi.
-1946
yılından bu yana her yıl 3280 işçi "iş kazası" ve
meslek hastalığı sonucu ölmüş veya sakat kalmış.
-Türkiye'de
çalışma koşulları, 60 yılda 200 bin ölü ve sakat işçiden
oluşan bir kaydı tutulmuş “ölü ve sakat işçi ordusu”
yaratmış. Geçici olarak çalışamaz durumda kalanlar, ölümle
sonuçlanmayan iş kazaları ve kaydı tutulmadığı için akıbeti
bilinmeyenler buna dahil değil. Ve Türkiye'de istihdamın yaklaşık
yarısı kayıt dışı olduğuna göre sonucun nasıl olabileceğini
kafamızda canlandırabiliriz.
Sermaye
açısından kaybın hesabı da yapılabilir: Türkiye'de iş
cinayetleri sonucunda 500 milyon dolarlık bir ekonomik kayıp
oluşuyor. ILO'nun hesaplamasına göre 2005 yılında yaşanan
yaklaşık 74 bine iş kazası, Türk sanayine maliyeti 20 milyon
iş günü kaybı olmuştur. Demek ki sermaye bu kadar kaybı göze
alıyor. Yani iş kazalarını önlemek için alacağı tedbir bu
miktardan daha fazlaya mal olacağı için bu kadar işçinin
ölmesini göze alıyor.
Sermaye
açısından azami kar, kendini değerlendirme olmazsa olmazı ifade
eden bir zorunluluktur. Ama çalışma, üretim koşullarında
iyileştirme, sermayenin azami kar dürtüsüne hizmet etmediği;
sermayenin çoğalmasına hizmet etmediği müddetçe bir zorunluluk
değil, olsa olsa bir olasılıktır. Bu olasılığın gerçekliğe
dönüştürülmesi de ancak ve ancak mücadele ile mümkündür.
Türkiye'de
iş cinayetlerinin en önde gelen nedenleri süreklilik kazanan
esnek, kuralsız, kayıtsız ve uzun çalışmadır. Son yıllarda
yoğunlaşan taşeronluk sistemi de iş kazalarının önemli
nedenlerinden birisidir. Taşeron şirketler kar edebilmek için
çalışma koşullarını hiçe sayıyor.
Bütün
bunlar kader mi? Hayır. Bütün bunlar kader değil. İşçi sınıfı
ve emekçi yığınlar mücadeleleri sonucunda bu düzen içinde de
çok şeyin değişmesini sağlayabilirler. Şüphesiz ki, çalışma
ve yaşam koşullarını iyileştirmek nihai hedef olamaz. Mülkiyet
ilişkisi, kapitalist üretim ilişkisi değiştirilmeden, yerine
sosyalist mülkiyet ilişkisi kurulmadan bu sorunlardan kurtuluş
yoktur.
Sosyalizmde
de iş kazaları olabilir. Ama iş cinayetleri olmaz, olamaz da.
Sosyalizm, kapitalizmde olduğu gibi kapitalistin azami karını
değil, toplumun gereksinimlerinin azami yerine getirilmesini
amaçlar. Sosyalizmde üretimin merkezinde kar değil, insan durur.
Bu bakımdan iş kazalarına karşı tedbir almayan bir sosyalist
sistem düşünülemez.
Aralık 2008