deneme

1 Aralık 2008 Pazartesi

İŞ CİNAYETLERİ, İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞÇİ SAĞLIĞI KURULTAYI


İŞ CİNAYETLERİ, İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞÇİ SAĞLIĞI KURULTAYI

Tek bir insanın hayatı, dünyanın en zengin adamının tüm mülkünden,
milyon kez daha değerlidir.” (Che)


Adam Smith'in, işbölümü, serbest ticaret, serbest işletmecilik ile “Ulusların Refahı” (1776) propagandası yapmaya başlamasından ve “iyi bir yaşam”ı ön plana çıkartmasından bu yana çok zaman geçti. Tamı tamına 2 asır ve 32 sene geçti. Bu zaman zarfında “ulusların refahı”, insanların “iyi bir yaşamı” değil, tam tersine yoksulluk, sefalet, işsizlik, mesleki hastalıklar, iş kazaları adı altında iş cinayetleri yaygınlaştı. Dünya nüfusunun ancak çok küçük bir azınlığı dünyanın bütün “nimetleri”nden yararlanırken, refah ve “debdebe” içinde yaşarken, ezici çoğunluğu günlük yaşamını sürdürmek için bir dilim ekmeğe muhtaç durumda bırakıldı. Yani, öncesi bir yana Adam Smith'in “ulusların refahı” propagandasından bu yana -bu propaganda kapitalizmin erdemleri, en insancıl sistem demektir- yoksulluk dünya çapında yaygınlaştı ve derinleşti: Bir milyar insan-dünya nüfusunun yüzde 15'i- günde bir dolardan daha az bir miktarla; 1,6 milyar insan -dünya nüfusunun yüzde 25'i- ise günde ancak 1 ila 2 dolar arasında bir miktarla geçinmek zorunda kaldı. Böylece 2,6 milyar insan- dünya nüfusunun yüzde 40'ı- 2 dolardan daha az bir miktarla geçinmek zorunda bırakıldı. Ama AB, her ineği 2 dolarla sübvanse etmeye devam ediyor.

Yoksul ile zengin arasındaki fark giderek açıldı: 1969'da dünyanın en zenginleri (en zengin beşte birlik kesimi) en yoksul kesimden 30 misli daha çok kazanıyordu. Bu fark 1990'da 60'a 1'e ve 2004'te de 90'a 1'e çıktı.

Sömürgecilikten, plantaj köleciliğinden ve sanayileşmeden bu yana “ulusların refahı” kavramının yanı sıra “ulusların yoksulluğu” kavramı da politik ekonomi literatürüne yerleşti. Kapitalizmin kalıcı başarısı, diğer şeylerin yanı sıra iş kazalarının, işsizliğin, mesleki hastalıkların ve nihayetinde yoksulluğun ve sefaletin devamının garanti altına almasıdır. Evet, bu bir başarıysa, kapitalizmin başarısıdır.

Kapitalizm, işsizlik, iş kazaları/cinayetleri, meslek hastalıkları, yaşam güvencesizliği, salgın hastalıklar üretir. Sermaye çıkarı varsa bunların hepsine yapar. Sermaye açısından önemli olan ihtiyaç duyduğu her dönem sömürebileceği bir işçi yığınının hazır olmasıdır.

Kapitalizmi insanları ve toplumu hasta yapar. Nürnberg Üniversitesinin bir araştırmasına göre (2000) İsviçre nüfusunun yüze 25 psikolojik tedaviye ihtiyaç duymaktadır. Bu ülkede 15-24 yaşları arasındaki her kişi psikolojik olarak kendini iyi hissetmemekte. Sadece nüfusun yarısı kendini psikoloji olarak „iyi“ hissetmektedir.

ILO verilerine göre örneğin 2002 yılında iş kazalarında ölenlerin sayısı yaklaşık 2 milyondu. Aynı dönemde savaş nedeniyle ölenlerin sayısı da700 bindi.

ILO verilerine göre her yıl dünyada 1,2 milyon kişi iş kazası ve meslek hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor.

ILO Türkiye Ofisi’nde düzenlenen panelde konuşan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Temsilcisi Gülay Aslantepe, dünya çapında işyerlerinde meydana gelen kazalar sonucunda yılda 2 milyon kişinin yaşamını yitirdiğini, 270 milyon kişinin yaralandığını, 160 milyon kişinin de hastalandığını açıkladı. Bu verilere göre her yıl iş kazalarından dolayı günde 5 bin kişi yaşamını yitirmektedir.

Kapitalizmde sermayenin çıkarlarına göre sürekli değişen, esnekleştirilen çalışma koşulları, işçilerin sağlığını bozduğu gibi, meslek hastalıkları ve iş kazası koşulları da üretmektedir ve nihayetinde sosyal yaşamı, aile yaşamını hızla yıpratmakta ve çöküntüye sürüklemektedir.

Gelişen teknoloji, bunun üretimde uygulanması ve rekabet kaçınılmaz olarak çalışma koşularına yansımaktadır. Kapitalist var olabilmek için sermayesinin giderek daha büyük kısmını değişmeyen sermaye olarak yatırmak zorundadır. İşgücü masraflarını (değişen sermaye) azaltmak ve işgücüyle bağlam içinde çalışma koşullarını çıkarına uygun hale getirmek eğilimindedir. Bunun anlamı, iş kazalarını önlemek için tedbir almamaktır.

Marks'ın dediği gibi “bu nedenle sermaye, toplum tarafından riayete zorlanmadığı yerde işçinin ömrü ve sağlığı karşısında acımasızdır”.

Açık ki, iş kazalarına karşı tedbir sorunu sermaye açısından önemli bir masraf, harcama sorunudur ve bu masraflar kapitalistin karına kar katmayan, aksine karının azalmasına neden olan bir “yatırım”dır.
Bu nedenle bu masraf faktöründen kurtulmak isteyen; her zaman bu eğilimi olan sermaye açısından önemli olan, mevcut koruma yetersizliğini meşrulaştırarak devamını sağlamak, yani koruma yetersizliğinin değişmemesi için mücadele etmektir. Tersanelerde yaşanan devlet destekli patron “direnişi” bunu açıkça göstermektedir.
Sadece kar değil, azami kar amacı olmayan kapitalizm düşünülemez ve aynı zamanda çalışma koşullarını iyileştirmeyi, iş kazalarını önlemeyi esas amaç edinmiş kapitalizm de düşünülemez. Böyle bir kapitalizm, işçi sağlığını düşünen ve bu nedenle de azami kar yerine daha az karla yetinen kapitalizm demektir ki, böyle bir kapitalizm düşünülemez. Bu nedenle azami kar, iş kazası adı altında iş cinayetlerini hesaba katar, işçi sağlığının giderek kötüleşmesini hesaba katar, yoksulluğun yaygınlaşmasını hesaba katar. Azami kar ve iş kazasına karşı tedbir birbiriyle çelişir, birbirini dışlar.

Azami kar, sermayenin en doğal “hakkı”dır, var olma koşuludur. Bu “hak”kın gerçekleştirilmesi ancak ve ancak yasaların, mahkemelerin ve devletin koruması ve düzenlemesi altında mülkiyet hakkının azami kullanılmasıyla mümkün olur. Bu “hak”kın nasıl kullanıldığını ve sonuçlarını en son Tuzla tersanelerinde yaşanan iş cinayetlerinde, patronun ve devletin tavrında gördük.

Şüphesiz ki, kapitalizm koşullarında iş cinayetleri, en kötü sağlıksız yaşam bir kader değildir. Şüphesiz ki, kapitalizm koşullarında işsizlik, iş kazaları, iş güvencesizliği ortadan kaldırılamaz. Bunu biliyoruz ve bunun nasıl ortadan kaldırılacağını da biliyoruz. Ama bu, kapitalizm koşullarında iş kazalarına karşı, iş güvencesi, daha sağlıklı bir yaşam için mücadele edilmeyeceği ve sonuçlar alınamayacağı anlamına asla gelmez. En son olarak Tuzla direnişi pek ala sonuç alınabileceğini de göstermiştir.
-SSK verilerine göre, her gün iş kazalarından dolayı Türkiye’de ortalama 3 işçi yaşamını yitiriyor.
SSK verilerine göre, 1994-2003 yılları arasında meydana gelen 831 bin 248 iş kazasından dolayı toplam 10 bin 85 kişi yaşamını yitirdi.
-1946 yılından bu yana her yıl 3280 işçi "iş kazası" ve meslek hastalığı sonucu ölmüş veya sakat kalmış.

-Türkiye'de çalışma koşulları, 60 yılda 200 bin ölü ve sakat işçiden oluşan bir kaydı tutulmuş “ölü ve sakat işçi ordusu” yaratmış. Geçici olarak çalışamaz durumda kalanlar, ölümle sonuçlanmayan iş kazaları ve kaydı tutulmadığı için akıbeti bilinmeyenler buna dahil değil. Ve Türkiye'de istihdamın yaklaşık yarısı kayıt dışı olduğuna göre sonucun nasıl olabileceğini kafamızda canlandırabiliriz.
Sermaye açısından kaybın hesabı da yapılabilir: Türkiye'de iş cinayetleri sonucunda 500 milyon dolarlık bir ekonomik kayıp oluşuyor. ILO'nun hesaplamasına göre 2005 yılında yaşanan yaklaşık 74 bine iş kazası, Türk sanayine maliyeti 20 milyon iş günü kaybı olmuştur. Demek ki sermaye bu kadar kaybı göze alıyor. Yani iş kazalarını önlemek için alacağı tedbir bu miktardan daha fazlaya mal olacağı için bu kadar işçinin ölmesini göze alıyor.

Sermaye açısından azami kar, kendini değerlendirme olmazsa olmazı ifade eden bir zorunluluktur. Ama çalışma, üretim koşullarında iyileştirme, sermayenin azami kar dürtüsüne hizmet etmediği; sermayenin çoğalmasına hizmet etmediği müddetçe bir zorunluluk değil, olsa olsa bir olasılıktır. Bu olasılığın gerçekliğe dönüştürülmesi de ancak ve ancak mücadele ile mümkündür.
Türkiye'de iş cinayetlerinin en önde gelen nedenleri süreklilik kazanan esnek, kuralsız, kayıtsız ve uzun çalışmadır. Son yıllarda yoğunlaşan taşeronluk sistemi de iş kazalarının önemli nedenlerinden birisidir. Taşeron şirketler kar edebilmek için çalışma koşullarını hiçe sayıyor.

Bütün bunlar kader mi? Hayır. Bütün bunlar kader değil. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar mücadeleleri sonucunda bu düzen içinde de çok şeyin değişmesini sağlayabilirler. Şüphesiz ki, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek nihai hedef olamaz. Mülkiyet ilişkisi, kapitalist üretim ilişkisi değiştirilmeden, yerine sosyalist mülkiyet ilişkisi kurulmadan bu sorunlardan kurtuluş yoktur.

Sosyalizmde de iş kazaları olabilir. Ama iş cinayetleri olmaz, olamaz da. Sosyalizm, kapitalizmde olduğu gibi kapitalistin azami karını değil, toplumun gereksinimlerinin azami yerine getirilmesini amaçlar. Sosyalizmde üretimin merkezinde kar değil, insan durur. Bu bakımdan iş kazalarına karşı tedbir almayan bir sosyalist sistem düşünülemez.

Aralık 2008