ULUSLARARASI
EKONOMİK VE
SİYASAL DURUM ÜZERİNE
Kapitalist
dünya ekonomisinin durumu ve dünya pazarları üzerine rekabetin
keskinleşmesi
2007
yılında Amerikan konut piyasasında patlayan spekülasyon krizi,
mali sektör (bankalar, başkaca mali kurumlar) üzerinden dünya
ekonomisini de etkiledi. 2008'in ilk çeyreğinde başta Çin olmak
üzere bazı “gelişmekte olan ülkeler” hariç dünya
ekonomisinde fazla üretim krizi patlak verdi. Öncelikle mali
sektörü altüst eden, ABD'de bu ülkenin en önemli yatırım
bankalarını iflas sürükleyen kriz, sanayi üretiminde şiddetli
üretim düşüşüne neden oldu.
Dünya
ekonomisi (sanayi üretimi) genel anlamda 2009'un 2. çeyreğinde
dibe vurdu ve sonraki süreçte üretim belli bir canlanma sürecine
girmesine rağmen kriz aşılamadı. Sanayi üretimindeki
kıpırdanma, kriz çevriminin canlanma aşamasına doğru gelişmenin
bir ifadesi olabileceği gibi, üretimi durgunluk aşamasında
canlanma aşamasına çıkartamayacak kadar zayıf bir üretim
artışı da olabilir. Hangi eğilimin üstün geldiğini önümüzdeki
süreçte göreceğiz. Diğer bir ifadeyle,
fazla üretim krizi devam etmektedir.
Krizi
engellemek ve sonra da tahribatını sınırlandırmak için G-7,
G-20, AB ülkeleri arasında gerçekleştirilen toplantılarda sonuç
alınamadı. Bu krizi yönetme toplantılarının her seferinde
toplantı öncesinde krize karşı uluslararası ortak hareket
etmenin öneminden bahseden ülkeler, toplantı sonrasında kendi
sermayelerini kurtarmak için atacakları adımlardan bahsettiler.
Kriz, ülkeler arasındaki çelişkileri ortak hareket edemeyecek
derecede keskinleştirdi. Sonuçta başta ABD olmak üzere çok
sayıda ülke, ekonomiyi desteklemek için hazırladıkları teşvik
paketlerini uygulamaya koydular. Ekonomiyi desteklemek için dünya
çapında şimdiye kadar yapılan harcamalar yaklaşık 27 trilyon
dolar civarındadır. Bu miktar, dünya üretiminin yaklaşık
yarısına denk düşmektedir ve bütçe açığı olarak işçi
sınıfı ve emekçi yığınların sırtına yıkılmıştır.
Yapılan
bu harcamalar ülkelerin ödemeler dengesini altüst etmiş; büyük
açıkların oluşmasına, devlet borçlanmasının akıl almaz
boyutlara varmasına neden olmuştur. Ekonomik kriz şimdi kamu
borçlarından dolayı bazı ülkeler açısından borçlanma krizi
biçiminde devam etmektedir.
Kriz,
Türk ekonomisini de etkisi altın aldı. Her ne kadar Başbakan
“kriz bizi teğet geçti” demiş olsa da kriz Türkiye'de
ekonomiyi teğet geçmedi; 2009'da sanayi üretimi yüzde 9,6
oranında mutlak küçüldü. Türkiye'de kriz, mali sektörde patlak
vermedi; ne tek bir banka battı veya ödeme zorluğuyla karşı
karşıya kaldı ne kredi, para ve ne de borçlanma sorunu yaşandı.
Kriz doğrudan maddi değerlerin üretiminde; sanayide patlak verdi.
Krizin
ortaya döktüğü gerçekler derslerle doludur
Yaşanan
kriz sürecinde burjuva politik ekonominin iflası bir kez daha
açığa çıkmıştır; ekonomik kriz, emperyalist burjuvazinin
ekonomik, siyasi, toplumsal ve ideolojik alanlarda sefilliğini
sergilemiştir.
Gerek
kapitalist üretim biçiminin gelişmesi açısından, gerek kriz
teorisi açısından, gerekse de sınıf mücadelesi açısından
çıkartılması gereken çok ders vardır. Kapitalizmin
kendiliğinden çökeceğini savunanların, işçi sınıfının
kendiliğinden ayaklanacağına umut bağlayanların beklentilerinin
hayal olduğu açığa çıkmıştır.
Yaşanan
kriz, hemen bütün alanlarda neoliberalizmin iflasını beraberinde
getirmiştir. Kriz, sermaye ve ulusal aidiyet arasındaki bağı bir
kez daha doğrulayarak; sermayenin ulusal aidiyetten koptuğu
anlayışının ne denli temelsiz olduğunu göstermiştir. Her bir
devletin öncelikle kendi sermayesini kurtarmaya çalışması bunun
böyle olduğunu göstermiyor mu?
Kriz
sermaye ve üretimin uluslararasılaşma derecesini geriletmiştir;
kriz döneminde sermaye “ulusal liman”lara çekilmiştir.
Kriz,
dünya ekonomisinin ulusal özellikleri kaybederek bütünleşmediğini;
dünya ekonomisinin tek tek ülke ekonomilerinin bütününden
oluştuğunu ve sermayeler ve emperyalist ülkeler arasındaki
çelişkilerin ne denli keskin olduğunu ve keskinleştiğini de
göstermiştir.
Kriz
döneminde akıl almaz boyutlarda, özellikle üretim araçları
biçiminde sabit sermaye kıyımı gerçekleştirilmiştir.
Kriz
dönemlerinde sınıf mücadelesinin mutlaka, otomatik olarak
keskinleşeceği, işçi sınıfı ve emekçi yığınların
mücadeleye atılacağı anlayışının iradecilik olduğunu da
görülmüştür.
Uluslararası
siyasal gelişmeleri, emperyalistler arası ilişkileri/çelişkileri
ve emperyalizme ve sermayeye karşı mücadeleyi yukarıda
çerçevesini çizdiğimiz dünya ve önde gelen emperyalist
ülkelerin ekonomik durumu bazında ele almak ve değerlendirmek
gerekir.
Dünya,
emperyalistlerin kartlarını yeniden karıştırdıkları bir sürece
girdi: Emperyalistler arası çelişkilerin derinleştiği ve
kapsamlaştığı bu süreçte emperyalist ülkeler arasında yeni
düşmanlıklar doğacak, dünya hegemonyası için ölüm kalım
savaşına doğru gidilecektir. Kapitalist/emperyalist dünya,
çıkarları taktiksel olarak aynı olan güçlere/koalisyonlara
bölünecektir. Bu bölünme nasıl somutlaşır, bunu bilmiyoruz,
ama dünyayı yeniden paylaşmak veya mevcut paylaşılmışlığı
korumak için yeni koalisyonlaşmada ABD, Almanya, Japonya, Çin ve
Rusya belirleyici rol oynayacaklardır (Bu ülkelere Hindistan’ı
da katabiliriz).
Günümüzde
“yegâne süper güç” konumunda olduğu için Avrasya
jeopolitikasını detaylandıran ve ona göre de adımlar atan tek
ülke ABD’dir. Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti için
Avrasya’ya yöneldiğini gören önde gelen emperyalist ülkeler,
bu jeopolitik anlayışın gerçeklik olmaması için mücadele
ediyorlar. Diğer bir ifadeyle; Avrasya jeopolitikası günümüzde
emperyalistler arası çelişkilerin yön ve keskinliğini
göstermektedir.
Dünyaya
hâkim olmak için Avrasya’ya hâkim olmak, emperyalizmin bütün
tarihi boyunca geçerli jeopolitikası olmuştur. Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra emperyalist ülkeler gözlerini
yeniden Avrasya’nın merkezi bölgesini oluşturan Orta Asya’nın
enerji zenginliğine diktiler. Bugün bu jeopolitikanın
gerçekleştirilmesi için başta ABD olmak üzere AB, Rusya ve Çin
acımasız bir rekabet içindeler. Önemli olan, bu bölgenin enerji
zenginliklerini kontrol etmek, rakipleri bölgeden uzak tutmak ve
böylece dünya enerji sorununda dikte edici bir konuma gelmektir.
Diğer
bir ifadeyle: Kafkaslarda, Hazar Havzasında, Orta Asya'da ABD, Rusya
ve Çin arasındaki rekabet derinleşmektedir; bu bölgelerde
sürdürülen emperyalistler arası rekabet; bölgenin enerji
kaynaklarının paylaşılması, Gürcistan, Ukrayna ve Azerbaycan
üzerinde rekabet, dünyanın yeniden paylaşılması ve dünya
hâkimiyeti anlamına gelen Avrasya jeopolitikasından ayrı olarak
düşünülemez.
Çok
rekabet merkezli bir dünyada yaşıyoruz. Başlı başına rekabet
merkezleri olarak ABD, AB (özellikle Almanya ve Fransa), Japonya,
Rusya ve Çin dünyayı yeniden şekillendirecek stratejileri
doğrultusunda
adımlar atıyorlar ve bu da emperyalizmin
temel çelişkilerini ve emperyalistler arası çelişkileri
keskinleştiriyor.
Emperyalist
ülkeler arasındaki hegemonya çelişkisi; dünya pazarlarında pay
kapma ve mevcut payı büyütme çelişkisi derinleşmiştir. Son
birkaç yıl bağlamında bunun böyle olduğunu Irak’a saldırıda,
“renkli devrimler”in gerçekleştirilmesinde, İran, Suriye, Kore
Demokratik Halk Cumhuriyeti, Venezuela gibi bazı ülkelerin tehdit
edilmesinde, Afrika’ya müdahale için yapılan hazırlıklarda
görmekteyiz.
Uluslararası
tekeller arasındaki çelişkiler de keskinleşmiştir. Çıkarları
gerekli kıldığında birleşerek, çıkarları ters düştüğünde
birleşmeyi sonlandırarak dünya pazarlarında hâkimiyet için
birbirleriyle kıyasıya rekabet ediyorlar. Rekabette güçlü
olmak için devletten de destek alıyorlar. Tekelci sermayenin
çıkarlarına daha iyi hizmet etmek için yeniden yapılanan
emperyalist devlet –güya yok olmaya yüz tutmuş emperyalist
ulus-devlet- son birkaç yıllık gelişmenin de gösterdiği gibi
kendi tekellerinin çıkarlarını korumak için emperyalist
küreselleşme koşullarında neoliberal ilkeleri de ayaklar altına
alarak pekâlâ korumacılık yapıyor. Önde gelen emperyalist
devletlerin hepsi bunu yapmakta ve böylece uluslararası tekeller
arasında rekabetin keskinleşmesinde kendi tekelleri için önemli
bir yön verici rol oynuyorlar.
Emperyalist
ülkelerde, özellikle de dünya hegemonyası için mücadele etme
yeteneği olan, jeopolitika üretebilen emperyalist ülkelerde,
örneğin ABD’de, Rusya’da, AB’de, Çin’de, Hindistan’da
ekonomiler giderek açıktan veya örtülü olarak
askerileştirilmektedir.
Emperyalizm
ile bağımlı, yeni sömürge ülkeler arasındaki çelişkiler
kapsamlaşıyor ve derinleşiyor; yeni sömürge ülkeler
emperyalizm tarafından sadece talan edilmiyorlar, önde gelen
emperyalist ülkelerin tehditlerine, işgallerine maruz kalıyorlar.
Uluslararası tekelci sermayenin çıkarları için neoliberal
dayatmaları uygulamaya zorlanıyorlar. Maddi zenginliklerine el
konuyor, stratejik konumlarını kullanmak için baskı altına
alınıyorlar. Latin Amerika’daki gelişmeler (Venezuela, Ekvator,
Bolivya, kısmen Arjantin), Somali, Irak, İran, Afganistan vb.
ülkeler bağımlı, yeni sömürge ülkeler ile emperyalist ülkeler
arasındaki çelişkilerin ne denli keskinleşmiş olduğunu
göstermektedir.
Son
birkaç yılda uluslararası alanda güçlü bir grev dalgasının
geliştiğini; kendiliğindenci de olsa işçi
hareketinin/eylemlerinin, protestoların ivme kazandığını, bu
eylemlerden bazılarının ulusal sınırları aşarak uluslararası
ortaklaştığını gördük. Bütün bu gelişmeler tek tek
ülkelerde işçi sınıfı, uluslararasılaşmış proletarya ile
tekelci sermaye, uluslararası tekeller ve onların korumasını
üstlenmiş olan emperyalist devletler arasındaki; sermaye ile emek
arasındaki çelişkilerin de kapsamlaştığını ve keskinleştiğini
göstermektedir. Neoliberal saldırılara, dayatmalara karşı sadece
işçi sınıfının değil, bütün emekçi yığınların;
köylülerin, şehir küçük burjuvazisinin yükselen protestoları
da keskinleşen bu çelişkiler içinde görülmelidir.
Sermayenin,
üretimin ve dolaşımın horizontal uluslararasılaşması
kapitalizmin dünyanın en geri bölgelerinde de etkili olmaya
başlaması anlamına gelir. Emperyalist küreselleşme bu süreci
hızlandırmıştır ve bu nedenle dünyanın en geri ülkelerinde ve
bölgelerinde de emek-sermaye çelişkisi veya burjuvazi ile
proletarya arasındaki çelişki toplumsal ilerlemede yön verici
olmaya başlamıştır.
Sermaye
ve emperyalizme karşı mücadele yükseliyor
Son
birkaç yıldan bu yana dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi
yığın hareketinde bir yükselmenin olduğunu görmekteyiz:
Sermaye
birleşmeleri, devralmalar, özelleştirmeler, rekabet gücünü
arttırmak için modern teknoloji kullanımı, kaçınılmaz olarak
işçilerin yığın yığın sokağa atılmalarına neden olmuştur.
Bunun ötesinde çalışma koşullarının sermaye lehine
değiştirilmesi, ücretlerin düşürülmesi; kazanılmış hakların
geçersiz kılınması; bütün bunlar fabrika işgalleri, grevler,
sokak gösterileri biçimde protesto edilmiştir. Son birkaç yıl
içinde Güney Kore’den Arjantin’e, ABD’den Yunanistan’a,
Almanya’da Fransa’ya, İspanya’dan Hindistan’a, İtalya’dan
Ekvator’a kitlesel işçi eylemlerinin; Fransa, İtalya, İspanya,
Yunanistan, Almanya gibi ülkelerde yüz binlerin, milyonların
yürüdüğü eylemlerin gerçekleştirildiğini, bu eylemlerin
Almanya’da Opel direnişinde olduğu gibi uluslararası bir
karakter aldığını da gördük.
Dünyanın
hemen hemen her yerinde görülen bu kitlesel işçi eylemleri,
sendikaların en zayıf olduğu, sermaye ve burjuva devletle
uzlaşmaya en yatkın olduğu bir süreçte gerçekleştirilmiştir.
Bu kendiliğindenci eylemler, dönem dönem sendikaları zorlayarak,
dönem dönem sendikalara rağmen sürdürülmüştür.
Son
birkaç yıldan bu yana emperyalizme karşı direnişin,
antiemperyalist mücadelenin yükseliş sürecine girdiğini
görmekteyiz: Afgan halkının; Irak halkının emperyalist işgale
karşı başarılı direnişi, Nepal devrimi bunun böyle olduğunu
göstermektedir. Amerikan
emperyalizmi ve müttefikleri, Afganistan ve Irak direnişleri
karşısında çaresiz kalmışlardır.
Dünyanın
diğer bölgelerinde olduğu gibi Latin Amerika’da da devasa
boyutlara varan eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürü kol geziyor.
Son
birkaç yıldan bu yana bu kıtada yaşanan politik hareketlilik;
yığınsal mücadele, bu mücadeleler sonucunda hükümetlerin
devrilmesi; bütün bunlar, kıtanın belli ülkelerinde devrimci
gelişmeyi ifade eden gelişmeler olarak görülmelidir.
Afrika’da
emperyalistler arası rekabet: Emperyalist
ülkeler ve uluslararası tekeller Afrika’nın zenginliklerini
(petrol, gaz, kauçuk, değerli taşlar vs.) talan ediyorlar. Bu
talanı emperyalist ülkeler ya doğrudan ya da IMF ve Dünya Bankası
gibi uluslararası kurumlarını kullanarak gerçekleştiriyorlar.
Afrika'nın talanına birkaç yıldan bu yana Çin de katılmıştır
ve bu kıtada esas rekabet eden güçler ABD, AB ve Çin'dir.
Ortadoğu
halklarının kurtuluşu Ortadoğu halklarının federatif
birliğinden geçer: Bölgemizde emperyalizme ve işbirlikçilerine
karşı mücadele Amerikan emperyalizmine, Siyonizm’e, Arap
ülkelerinde Arap hakim
sınıflarına, İran’da molla rejimine ve Türkiye’de de faşist
diktatörlüğe karşı mücadelede somutlaşmaktadır. Filistin’in
bağımsızlığı, Siyonizm’in ve Amerikan emperyalizminin
yenilgisi demektir. Irak’ın bağımsızlığı da Amerikan
emperyalizminin yenilgisi demektir. Kürt ulusunun bağımsızlığı
her bir parçasında sömürgeciliğin yenilgisi demektir. Bölge
halklarının sorunları iç içe geçmiş, bir sorunu diğerinde
ayrı olarak ele almak zorlaşmış ve giderek daha da zorlaşmakta
ve karmaşıklaşmaktadır.
Militarizm,
silahlanma harcamaları ve silah satışları: 11 Eylül
saldırılarından sonra “Terörizme karşı uluslararası
mücadele”, başta ABD olmak üzere dünya hegemonyasına oynayan
emperyalist ülkelerin, NATO’nun yeni güvenlik stratejisi
olmuştur. Önde gelen emperyalist ülkeler “uluslararası
terörizme karşı mücadele”yi bir biçimde güvenlik
stratejilerinin önemli bir parçası yaptılar. “Güvenlik”
kaygısından dolayı olsa gerek silahlanma
harcamaları için ayrılan fon son 10 yılda yüzde 37 arttı. Dünya
çapında toplam askeri harcamalar 2004'te 1 trilyon doları aşarak,
Soğuk Savaş dönemindeki harcamalara yaklaştı. Toplam harcamanın
yarıya yakınını ABD yaptı.
Ekim 2010