IV- KÜLTÜR DEVRİMİ VE ÇİN GERÇEĞİ
“İleriye Doğru Büyük Atılım”ın sonuçları yeni Çin için bir felaketti. Ülke kaosa sürüklenmişti. Bu durumu fırsat bilen Liu grubu (Liu-Deng-Peng), önderliği ele geçirmişti. Mao Zedong, parti başkanı olarak kalmasına rağmen iktidardan uzaklaştırılmıştı. Bu gelişmeler üzerine Mao, Şanghay’a gider ve Liu grubuna karşı mücadeleyi oradan yönetmeye başlar.
Mao’nun Liu grubuna karşı mücadelesi tiyatro oyunu “Hay Yui”nin iktidardan azlinin Yao Wen-yüan tarafından eleştirilmesiyle başlar (Kasım 1965). Burada söz konusu olan, memur Hay Yui’nin kral Hia-Hing’i eleştirmesidir. Kraldan kast edilen Mao Zedong’dur. Hay Yui ile de eski savunma bakanı Peng De-huai kastedilmektedir. Bu bakan, Mao’nun “İleriye Doğru Büyük Atılım”ını eleştirdiği için görevden alınmıştı. Hikayeye göre kral, halkı iliklerine kadar sömürdüğü için memuru tarafından eleştirilir. Eleştirisinden dolayı memur, kral tarafından haksız bir şekilde cezalandırılmıştır.
Yao Wen-Yüan’ın makalesinde sonuç itibariyle, kralın hizmetleri övülür ve cezalandırılan memur Hay Yui eleştirilir. Yani Mao övülür ve eski bakan eleştirilir.
İşi büyütmemek için Liu grubu olayın üzerine gitmez. Bu eleştiri yazısı, kültür sorunları üzerine akademik bir tartışma için iyi bir başlangıç olarak değerlendirilir. Bu tartışmayı yönetmek için de bir Beşli Grup oluşturulur. Bu oluşumun başına da Liu grubundan Peng getirilir. Amaç, kültür üzerine tartışmayı tamamen akademik çerçevede tutmaktır. MK, bu amaca hizmet edecek bir planı da onar.
Ama üç ay sonra, 16 Mayıs 1966’da tamamen farklı içerikli bir MK yazısı yayınlanır. Bu yazıda Peng, Beşli Grubun raporunu Başkan Mao’nun onayını almadan istediği gibi değerlendirmiştir diye eleştirilir.
Peng, görevden alınır. Kısa bir zaman sonra da Liu-Şao-Çi ve Deng Hsao-Ping iktidardan uzaklaştırılırlar. Liu grubu kaybetmiş ve Mao grubu kazanmıştı. Görünürde bu değişime yol açacak herhangi bir gelişme yoktu. Ne olmuştu? Evet konuya ilişkin MK’nın ilk kararı (Şubat 1966) ve ikinci kararı (Mayıs 1966) arasında bir şeylerin olması gerekir. Olan şuydu: Mao fraksiyonundan olan Lin Biao ordu komutanıydı ve ordunun büyük bir kısmı Mao grubunu destekliyordu. Askeri baskı, MK’ya ikinci kararı aldırtmıştı. Bir saray darbesi gerçekleştirilmişti.
21 Temmuzda yapılması gereken MK Plenumu yapılmaz. Bunun yerine Mao grubu tarafından düzenlenen MK Plenumu gerçekleştirilir (1-12 Ağustos). Bu plenumda iktidar değişimi ve Başkan Mao’nun yanılmazlığı onanır. ÇKP içinde bir grup diğerini; bir fraksiyon diğer fraksiyonu alt etmişti. Liu-Deng’in teknokrat grubu, Mao’nun küçük burjuvaziye dayanan grubuna bir kez daha yenilmişti.
Ama Liu grubu, öyle kolay kolay bir kenara atılacak bir grup değildi. Güçlüydü, devlet mekanizmasını önemli ölçüde kontrol ediyordu. Anlaşılan o ki, ordunun gücü, ülke genelinde iktidarı sağlamaya yetmiyordu. Bu nedenle Mao, gençliğin heyecanını, inancını, anarşist eğilimlerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için öğrencileri (orta-lise-üniversite) harekete geçirdi. “Kızıl Muhafızlar” ortalığı kasıp kavurmaya başladılar.
Bu “Büyük Kültür Devrimi”ni E. Hoca şöyle değerlendirir (89):
“Olayların akışı gösterdi ki büyük proleter kültür devrimi ne bir devrimdi, ne büyüktü, ne de kültüreldi ve özellikle zerre kadar proleter değildi. İktidarı ele geçirmiş olan bir avuç gericiyi tasfiye etmek amacıyla yapılan tüm Çin çapında bir saray darbesiydi.
Bu kültür devrimi elbette bir hileydi. Hem Çin Komünist Partisi’ni; hem de kitle örgütlerini tasfiye etti ve Çin’i yeni bir kargaşanın içine soktu. Bu devrim, kendileri de başka antimarksist ve faşist unsurlar tarafından bir askeri darbeyle devrilen ve Marksist olmayan unsurların önderliğinde yürütüldü” (90).
Sorunumuz, sürecin nasıl geliştiği olmadığı için kısaltalım: Sonuçta öğrenci hareketi, Mao grubunu da rahatsız etmeye başlar ve bu hareket, ordu tarafından tasfiye edilir. Öğrenci hareketi de ülkeyi kaosa sürüklemişti. Aydınları, öğrencileri, işçi sınıfının önüne koyan, öğrenci hareketini yığın hareketi olarak değerlendiren, ülkenin ve partinin temel ve önder gücü olarak gören Mao, şimdi bu hareketi tasfiye eden orduyu ön plana çıkartıyordu. Ordu, her şeydi. Ordu ilerledikçe, ülkeyi kontrol ettikçe üretim artıyor, disiplin sağlanıyor ve böylece devrim muzaffer oluyordu! Ordu Kontrol Komisyonları, ülkenin önemli işletmelerinde, ulaşım kavşaklarında ve idarelerde yönetimi ele almış ve “kızıl muhafızları” cezalandırmaya başlamıştı.
“Büyük proleter kültür devrimi”, işçi sınıfı üzerinde de baskı oluşturmuştu. Bu dönemde ülkenin önemli merkezlerinde milyonlarca işçinin yaşam koşullarını kötüleştiren, birtakım haklarını ayaklar altına alan “kültür devrimi”ne ve “kızıl muhafızlar”a karşı mücadele ettikleri, greve gittikleri bilinmektedir (91).
Eski parti fiilen tasfiye edilmişti. Yeni bir parti gerekliydi. Şüphesiz, yeni bir parti kurulmadı. Ama IX. Parti Kongresi, yeni parti mekanizmasının kurulması için çıkış noktası oldu. Partiye “taze kan” gerekiyordu. “Taze kan” ise son dönemlerde kendini kanıtlayanlardı. Yani Mao grubunun işine yarayan, “büyük kültür devrimi”nde kendini kanıtlamış olanlardı.
IX. Kongrenin hazırlık çalışmaları Ekim 1968’de gerçekleştirilen MK’nın genişletilmiş 12. Plenumun ile başlar. Bu Kongre (Nisan 1969) Mao grubunun iktidarını pekiştirir. Zafer Mao’nundu. Çünkü kongre, karşıt fraksiyona karşı zaferin elde edildiği bir dönemde gerçekleştirilmişti.
Delege seçimi demokratik değildi, düzensizliklerin olduğu biliniyordu. Bunun ötesinde siyasi raporda VIII. Kongre ile IX. Kongre arasında kalan dönem, bu 13 yıl ele alınmıyordu. Sanki bu 13 yıl, Çin tarihinde yaşanmamıştı.
Birtakım Leninist anlayışları da içeren VIII. Kongreden kalma tüzük, bir kenara atıldı ve yerine tek kişi hakimiyetini esas alan bir tüzük kabul edildi. Ordunun konumu güçlendirildi; ordu, resmen iktidara getirildi. Çin’de toplumsal yaşamın tamamen askerileştirilmesinin önü açıldı. Mao Zedong önderliğinde Çin’de askeri-bürokratik burjuva bir rejim kuruldu. Ama bu, uzun ömürlü olmayan bir diktatörlüktü.
Şüphesiz, Mao’nun ölümü (1976) bu süreci etkilemiştir. Ama esas neden başka yerde; Çin’de kapitalizmin/burjuvazinin gelişmesinde aranmalıdır. Bu gelişme kaçınılmaz olarak ve doğrudan ÇKP içindeki fraksiyonlar/gruplar mücadelesine; iktidar mücadelesine yansımaktaydı. Kapitalizmin az geliştiği, küçük burjuva üretimin yaygın ve hakim olduğu koşullarda Mao Zedong, konseptini gerçekleştirmede büyük bir direnişle karşılaşmıyordu. Kapitalizmin zayıf geliştiği koşullarda küçük üretimin; küçük işletmelerde üretimin yaygın ve karlı olması doğaldı. Bu nedenle de birbirinden bağımsız, merkezileştirilmemiş küçük işletmeler konseptini uygulamak görece kolaydı. Ama burjuvazi güçlendikçe durum değişmeye başladı. Güçlenen burjuvazi, büyük Çin, emperyalist bir Çin konseptini yaşama geçirmek için mücadeleyi yoğunlaştırdı. Tam da bu nedenden dolayıdır ki Liu-Deng grubu giderek güçlendi. Çünkü büyük, hegemon emperyalist bir Çin talep eden Çin burjuvazisi bu grubun/fraksiyonun etrafında toplanmaya ve örgütlenmeye başlamıştı.
Gelişmeler, Mao Zedong’un “kültür devrimi” zaferinin görece olduğunu, oldukça kısa ömürlü olduğunu gösterdi. Kazanan, güçlenen Çin burjuvazisi, teknokrat tabaka oldu. Yani Liu-Deng konsepti, bugün uygulanan konsept oldu.
Mao, kültür devrimi döneminde iktidardan uzaklaştırılanların itibarını iyi niyetinden dolayı iade etmemişti. O, bunu yapmaya zorlanmıştı.
Mao, kaybettikçe radikalleşti, ama Liu-Deng grubu güçlendikçe liberalleşti.
V-YENİ ÇİN’DE TOPLUMSAL DÜZENİN SINIFSAL KARAKTERİ
Çin Halk Cumhuriyeti, emperyalizme, feodalizme ve komprador kapitalizmine (emperyalist burjuvaziye, feodal beylere ve komprador burjuvaziye) karşı çetin bir mücadele sonucunda kurulmuştur (1949). Çin devrimi, antiemperyalist, antifeodal demokratik bir devrimdi ve burjuva-demokratik devrimin sorunlarını çözdü.
Burjuva-demokratik devrimin sorunlarının çözülmesi, burjuva diktatörlüğünün kurulmasının, kapitalizmin inşasının artık imkansız olduğu anlamına asla gelmez. Burjuva demokratik devrim, burjuva ufku aşmayan, kapitalizmi tasfiye etmeyen bir devrimdir. Önemli olan, burjuva-demokratik iktidarının; halk demokrasisi iktidarının, burjuva-demokratik devrimden sosyalist devrime geçişi olanaklı kılan bir iktidar olduğunun, bu geçişin otomatik olmayacağının bilincinde olunmasıdır.
Böyle bir geçişin ve halk demokrasisi iktidarının özellikleri nedir? (Burada, halk demokrasisi, burjuva-demokratik devrim ve sosyalizme geçiş sorununda Orta ve Doğu Avrupa’nın halk demokrasisi ülkelerini, Arnavutluk, Çin’, Kuzey Kore ve Vietnam’ı göz önünde tutuyoruz).
Bu ülkelerde burjuva-demokratik devrimden sosyalizme geçişin maddi koşulları vardı.
Geçişin sağlanması için koşullar belliydi:
- İşçi sınıfı önderliğinde işçi-köylü ittifakı.
- Ulusal kurtuluş mücadelesinde (antiemperyalist, antifeodal ve antifaşist demokratik devrim mücadelesinde komünist partinin önder rolü.
- SB ile yakın işbirliği.
Halk demokrasisi iktidarı, demokratik iktidardır; farklı sınıfların çıkarlarının çakıştığı an iktidarıdır. İktidara gelen sınıfların bu iktidarı paylaşmaları gerekir ve belli bir koeksistens (barış içine bir arada var olmaları) süreci yaşarlar. Demokratik devlet, halk demokrasisi iktidarı, iktidarda olan sınıfların birbirlerine karşı mücadelesini içerir. Bu nedenle halk demokrasisi iktidarı, proletaryanın önderliği olmaksızın burjuva iktidarına dönüşmeye mahkumdur.
Halk demokrasisi iktidarının karakteri hakkında Dimitrof, Bulgaristan İşçi Partisi (Komünist) V. Kongresinde yaptığı konuşmasında şunları söyler:
“Halk demokrasisi ve halk demokrasisi devletinin karakteri dört önemli özellik tarafından belirlenir.
a)Halk demokrasisi devleti, emekçi yığınların, halkın ezici çoğunluğunun işçi sınıfı önderliğindeki hakimiyetidir. Birincisi bu, kapitalistlerin ve büyük toprak sahiplerinin hakimiyetinin yıkıldığı ve şehirde ve kırda işçi sınıfı önderliği altında emekçilerin hakimiyetinin kurulduğu anlamına gelir.
Modern toplumun en ileri sınıfı olarak işçi sınıfı, devlette ve kamu yaşamında önder rolü oynar. İkincisi, emekçilerin sömürücü unsurlara karşı, burjuvazinin hakimiyetini ve kapitalist düzeni yeniden kurmaya çalışan bütün çabalara ve eğilimlere karşı emekçilerin mücadelesinin bir aracıdır.
b)Halk demokrasisi devleti, sosyalizme doğru gelişmeyi teminat altına alma görevi olan bir geçiş dönemi devletidir. Bunun anlamı şudur: Kapitalistlerin ve büyük toprak beylerinin hakimiyeti her ne kadar yıkılmışsa da, bu sınıfların varlıkları halk mülkiyetine geçirilmişse de, kapitalizmin iktisadi kökleri henüz tasfiye edilmemiştir. Kapitalist unsurlar hala vardır, gelişiyorlar ve kapitalist köleciliği yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Bu nedenden dolayı sosyalizme doğru ilerlemek ancak kapitalist unsurlara karşı uzlaşmasız sınıf mücadelesiyle ve anların tamamen tasfiyesiyle mümkün olur.
Halk demokrasisi devleti, sadece, durmaksızın sosyalizme doğru ilerlerse, kendini sağlamlaştırabilir ve tarihi görevini yerine getirebilir. Şayet halk demokrasisi, sömürücü sınıflara karşı mücadeleyi durdurursa, kapitalist unsurları baskı altında tutmazsa ve defetmezse, bunlar kaçınılmaz olarak üstünlüğü kazanacaklar ve sadece, halk demokrasisinin temellerini kazımayacaklar, bilakis onu çöküşe götüreceklerdir…
İşçi sınıfı önderliğinde emekçilerin hakimiyetinin cisimleşmesi olarak halk demokrasisi rejimi, verili tarihsel durumda –tecrübenin de gösterdiği gibi- kapitalist unsurların bertaraf edilmesi ve sosyalist ekonominin başarıyla örgütlenmesi için proletarya diktatörlüğünün işlevlerini yerine getirebilmelidir ve yerine getirmek zorundadır” (92).
Başta Mao Zedong olmak üzere ÇKP önderliği böyle bir anlayışı reddetmiştir. Mao’nun Çin devrimiyle ilgili yazılarında, bu devrimin uzun süreceği anlayışını sürekli vurgulaması dikkati çekmektedir:
“Çin devriminin bu ilk adımı (burjuva-demokratik devrim kast ediliyor, çn.)…epey uzun bir zaman alacaktır ve bu öyle akşamdan sabaha tamamlanacak bir iş değildir…Çin devrimi, yarı sömürge bir ülkede burjuva-demokratik bir devrimdir ve bu devrim uzun sürecektir” (93).
Mao, halk demokrasisinden bahsetmez. Halk demokrasisi tezini geliştirmek için kafa yormaz. Onun “yeni demokrasi”si var. Yeni demokrasi tezini teorileştirir. Bunu yaparken devlet konusunda Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in görüşlerini, burjuva-demokratik devrim ve iktidar konusunda Leninist teoriyi çarpıtmaktan çekinmez.
Mao, “Yeni Demokrasi” makalesinde bu konuda şöyle der:
“…Dünyadaki çeşitli tipteki devlet sistemleri, siyasi iktidarlarının sınıf niteliğine göre üç temel biçime indirgenebilir; 1)Burjuva diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler; 2)Proletarya diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler; 3)Birçok devrimci sınıfın ortak diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler.
Birinci tür, eski demokratik devletleri kapsar…Sovyetler Birliği’nde var olan ikinci türün kapitalist ülkelerde oraya çıkması için koşullar olgunlaşmaktadır…
Üçüncü tür, sömürge ve yarı sömürge ülkelerin devrimlerinde benimsenmesi gereken geçiş döneminin devlet biçimidir” (94).
Bizi burada ilgilendiren üçünü devlet tipidir. Burada Mao, demokratik devleti, uzun dönem var olması gereken, sosyalizme kadar kalıcı olan bir devlet tipi olarak görüyor ve bu devlette temsil edilen sınıfların birbirlerine karşı mücadele etmeyeceklerine inanıyor. Böylece Mao, devletin sınıfsal karakterini reddediyor. Yani, Mao’ya göre, “yeni demokrasi” devletinde yer alan işçi sınıfı, köylülük, ulusal burjuvazi, şehir küçük burjuvazisi sanki aynı; bir ve tek sınıfmış gibi hareket edecekler. Sanki bu sınıfların sınıfsal çıkarları aynı. Evet, Japon emperyalizmine, komprador burjuvaziye, feodal beylere karşı bu sınıflar ortak mücadele verdiler. Ama Mao, sorunu bu yıkılmış güçlere, Japon emperyalizmine karşı ortak mücadele ile asla sınırlandırmıyor.
“Sosyalizme ancak demokrasi üzerinden ulaşılacağı Marksizm’in bir yasasıdır ve Çin’de demokrasi uğruna mücadele uzun sürecektir. Birleşik yeni demokratik devlet olmadan…komünist partisi önderliğinde yeni tipte kapsamlı bir burjuva demokratik devrim olmadan, sömürge, yarı sömürge ve yarı feodal düzenin yıkıntıları üzerinde bir sosyalist toplum inşa etmeye çalışmak bir ütopyadır” (95).
Mao’nun burada komünist parti önderliğinden bahsetmesi, sorunun özünde bir şey değiştirmez. Çünkü o, birkaç sayfa sonra şöyle der:
“Bazı kişiler şüphecidir ve Komünist Partisi bir kez iktidara gelince, onun Rusya örneğini izleyeceğini, proletarya diktatörlüğü ve tek parti sistemi kuracağını düşünmektedirler. Buna cevabımız şudur: Demokratik sınıfların ittifakına dayanan bir yeni demokratik devlet, proletarya diktatörlüğü altındaki bir sosyalist devletten ilkede farklıdır. Kuşkusuz, Yeni Demokrasi sistemimiz proletaryanın ve Komünist Partisi’nin önderliğinde inşa edilecektir; ama Yeni Demokrasi aşaması boyunca Çin’de tek sınıf diktatörlüğü ve tek parti hükümeti olması mümkün değildir ve onun için buna teşebbüs edilmemelidir. Komünist Partisi’ne karşı tavırları düşmanca değil, işbirliği yönünde olması şartıyla bütün siyasal partiler, sosyal gruplar ve kişilerle işbirliğini reddetmemiz için hiçbir neden yoktur. Rusya’daki sistemi, Rusya tarihi şekillendirmiştir. Rusya’da insanın insan tarafından sömürülmesi, bir sosyal sistem olarak ortadan kaldırılmış, en yeni tipte demokrasinin siyasal, ekonomik ve kültürel sistemi, yani sosyalizm uygulamaya konulmuştur ve bütün sosyalizme karşı partileri bir kenara atan halk, sadece Bolşevik Partisini desteklemektedir. Rusya için son derece gerekli ve akla uygun olan Rusya sistemini şekillendiren, işte bütün bunlardır. Bolşevik Partisi'nin tek siyasal parti olduğu Rusya'da bile, iktidar organlarında uygulanan sistem, yönetim organlarında sadece işçi sınıfının ve Bolşeviklerin çalışabildiği bir sistem değil, hala işçi, köylü ve aydınların ittifakı sistemi ve parti üyeleriyle partili olmayan insanların ittifakı sistemidir. Bugünkü aşamada Çin sistemini, Çin tarihinin bugünkü aşaması şekillendirmektedir ve daha uzun bir süre burada özel bir devlet ve siyasal iktidar biçimi var olacaktır. Bu biçim, Rusya sisteminden farklı olmakla birlikte, bizim için son derece gerekli ve akla uygundur. Bu, demokratik sınıfların ittifakına dayalı yeni demokratik devlet ve siyasal iktidar biçimidir” (96).
İşte Mao bu! Hem evet, hem hayır, ama esas olarak hayır!
Mao Zedong, demokratik devrimle sosyalist devrim arasına Çin Setti çekiyor ve her iki aşamanın birbiriyle olan bağını reddediyor. Bu nedenledir ki o, “sömürge ve yarı sömürge ülkelerde devrimlerin…üçüncü bir devlet biçimi seçmeleri” gerektiğinden bahsediyor (97).Yani, Mao’nun bu anlayışına göre, örneğin Çin’de ne burjuva diktatörlüğü ve ne de proletarya diktatörlüğü kurulabilir. Ancak, “belli bir tarihsel dönem” boyu devam edecek olan “devlet biçimi”; “yerine başka bir biçimin konamayacağı, bir geçiş biçimi olan… zorunlu bir biçim olan”“yeni demokrasi cumhuriyeti” kurulabilir (98).
Mao Zedong veya Mao önderliğinde ÇKP, yeni Çin’i ulusal burjuvazi ile “dürüst tarzda kazanılmış sermaye”ye dayanarak kurmakta kararlıdır:
“Savunduğumuz yeni demokrasi düzeninin görevi….dürüst tarzda kazanılmış özel mülkü korumaktır” (99).
Mao Zedong, “Halkın Demokratik Diktatörlüğü” üzerine yazısında (30 Haziran 1949) “halkın demokratik diktatörlüğünün işçi sınıfının önderliğine ihtiyacı var. Çünkü işçi sınıfı, en uzak görüşlü, en fedakar, en devrimci sınıftır” vurgulamasını yapar ve sonra da “şimdiki aşamada ulusal burjuvazi büyük önem taşımaktadır…Ulusal burjuvazi ile ortak mücadelede birleşmeliyiz…Şu andaki politikamız, kapitalizmi tasfiye etmekten değil, düzenlemekten ibarettir” tespitini yapar (100).
Mao Zedong’a göre “yeni demokratik düzen”in iki temel görevi var:
- ”Çin halkının bireysel inisiyatifinin gelişmesine gaddarca köstek olan, özel sermayenin büyümesini engelleyen ve halkın mallarını tahrip eden yabancı baskıya ve feodal baskıya (karşı mücadele). Bu engelleri ortadan kaldırmak ve bu tahribatı durdurmak”.
- ”Özel kapitalist ekonominin kazanç elde etmesi…ve dürüst tarzda kazanılmış özel mülkün korunması” için mücadele etmek (101).
“Yeni demokratik düzen”de işçi sınıfının önderliğinden bahsedilmesine rağmen Mao ve ÇKP, yeni Çin’i burjuvazi ve sermaye ile beraber kurmakta kararlıdır. Aynı makalesinde Mao, devamla şöyle der:
“Diğer taraftan gereğince idare edilen devlet işletmelerinin, özel işletmelerin ve kooperatif işletmelerinin hakkı olan karlarını güvence altına alacaktır. Bunların hepsi, hem devlet sektörünün, hem de özel sektörün ve hem emeğin, hem de sermayenin, sanayi üretiminin gelişmesi için ortaklaşa çaba harcamalarını sağlayacaktır” (102).
Sınıf uzlaşmacılığı; emek ile sermaye ortaklığı daha nasıl savunulur, bilmiyoruz. Ama her halükarda Mao Zedong, yeni Çin’i sermayesiz ve sosyalist Çin’i de ulusal burjuvasız kurmaktan yana değildi.
“Halkın Demokratik Diktatörlüğü” yazısında bu konuda şöyle der:
“Geriye ulusal burjuvazi kalıyor. Bugünkü aşamada bunların bir çoğuyla uygun eğitim çalışmaları yapabiliriz. Sosyalizmi gerçekleştirme, yani özel girişimleri devletleştirme zamanı geldiğinde bu sınıfı eğitme ve yeniden bilinçlendirme çalışmasını bir adım ileri götüreceğiz. Halkın elinde güçlü bir devlet aygıtı var; ulusal burjuvazinin başkaldırmasından korkmak için hiçbir neden yok” (103).
Burada bir Mao Zedong ve bir ÇKP farkını görüyoruz. Mao’nun ve ÇKP’nin ulusal burjuvazi karşısındaki bu tavrı tesadüfi değildir. Bu anlayış, Mao tarafından, her ne kadar Çin’in özgün durumuyla açıklansa da bu, sınıf uzlaşmacılığı boyutlarına götürülemez. Burada Mao’nun “yeni demokrasi” teorisinin, Marksist-Leninist burjuva-demokratik düzen ve burjuva-demokratik devrim anlayışından ve de halk demokrasisi anlayışından tamamen farklı olduğunu görüyoruz.
“Çin Komünist Partisi,’nin 30 Yıllık Tarihi” kitapçığında şöyle deniyor:
“Çin Halk Cumhuriyeti, şimdiki tarihsel aşamada ulusal burjuvazinin varlığından yana. Çin’deki halk demokrasisi ve Avrupa’nın doğusundaki halk demokrasileri arasındaki fark buradadır. Bu fark, farklı tarihsel ön koşulların sonucudur” (104).
Çince olarak 1951’de yayımlanmış bu kitapçıkta ÇKP-MK Propaganda Bölümü yardımcı yöneticisi Hu-Çiau-mu böyle diyor.
Hu-Çiau-mu iki sayfa sonra daha da somutlaşıyor ve “genel program”dan aktarmalar yapıyor. Bir örnek:
“Çin Halk Cumhuriyeti’nde iktisadi yeniden inşanın temel ilkesi, üretimin gelişmesi ve hem kamu ve hem de özel çıkarların dikkate alındığı bir politikayla açılıp-serpilen bir ekonomi için çabadır; bu, hem işçilere ve hem de sermayeye yarar sağlayan bir politikadır” (105).
Mao Zedong’a göre yeni Çin, “yeni demokrasi düzeni”ndeki Çin, ne proletarya diktatörlüğü ve ne de burjuva diktatörlüğü olmalıydı. Yeni olmasa da, Mao, üçüncü bir yoldan bahsediyor ve Marksizm-Leninizm adına sınıf uzlaşmacılığının teorisini yapıyordu.
Mao’nun burjuvaziye, onun iktidara katılmasına, ortak olmasına ne kadar önem verdiğini sayısız örnekleyebiliriz.
“Sanayi ve Tarımın Yeniden Düzenlenmesi İçin Yol” konuşmasında (7 Eylül 1953) Mao Zedong şu görüşleri savunur:
“Kapitalizmin sosyalizme dönüşmesi, devlet kapitalizmi yoluyla gerçekleştirilecektir.
…Üç yılı aşkın tecrübemizle devlet kapitalizmi yoluyla özel sanayi ve ticaretin sosyalist dönüşümünü gerçekleştirmenin nispeten sağlıklı bir siyaset ve yöntem olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz…
Bazı kapitalistler kendilerini devletten çok uzak tutmaktalar ve kar, her şeyden önce gelir anlayışını değiştirmemişlerdir. Bazı işçiler, çok hızlı gidiyorlar ve kapitalistlerin hiçbir kar sağlamalarına izin vermiyorlar. Bu işçileri ve kapitalistleri eğitmeye ve adım adım (ama ne kadar hızlı olursa o kadar iyidir) kendilerini devlet siyasetimize uydurmalarına yardımcı olmaya, yeni Çin’in özel sanayi ve ticaretinin esas ülke ekonomisine ve halkın geçim koşullarına hizmet etmesini ve kısmen kapitalistlere kar sağlamasını, böylelikle devlet kapitalizmi yoluna koyulmasını sağlamaya çalışmalıyız…
Kapitalistleri yurtseverlik ruhuyla eğitmeye devam etmek gereklidir ve bu amaçla onların arasından daha geniş ufuklu ve komünist partisine eğilimli olan kimseleri sistemli bir biçimde kazanmaya çalışmalıyız. Böylece öteki kapitalistlerin çoğu, onlar aracılığıyla ikna edilebilir” (106).
Görüldüğü gibi, yeni Çin önderliği, başta da Mao Zedong, Çin’de sosyalizmi kurmak için sermayenin örgütlenme yapısına; kapitalistlerin toplumsal/sınıfsal örgütlenmesine ve ekonomide özel sermayenin faaliyetine dokunmak istemiyor. Kapitalizmi yıkmaktan ve sosyalizmi inşa etmekten yana değiller. Bu unsurlara ve sermayelerine dokunmak; kapitalizme dokunmak, onu yıkmak, var oluş koşullarını ortadan kaldırmak demektir. Yeni Çin bunu yapmıyor. Tersine, yapılmaması gerekeni yapıyor: Dönüştürmeye, eğitmeye ve sosyalizmin inşasına katmaya çalışıyor!
Sınıf uzlaşmacılığı sınıf işbirliği, burjuvaziyle birlikte sosyalizmi kurmak herhalde böyle oluyormuş! Bu işbirliğinin gerçekleştirilmesi için “kapitalistlerin gönüllü olmaları gerekir. Çünkü burada söz konusu olan, bir işbirliği eseridir ve işbirliği hiçbir zorlama kabul etmez” (107).
Bu anlayışların özeti:
- Kapitalizmi, özel sermayeyi sosyalizme dönüştürmek,
- Kapitalistlerle/sermeye ile işbirliği,
- Kapitalistleri ve işçileri aynı biçimde eğitmek,
- Böylece kapitalistlerin ve işçilerin “devletin siyasi yönergelerine uymaları” sağlanmış olur!
İşte bu, Mao’nun “yeni demokrasi” devletidir.
İşte bu, Çin’in “sosyalist” devletidir!
İşte bu, Çin “sosyalist” toplumudur!
Yeni Çin, Mao Zedong’un bu anlayışları temelinde kurulmuştur.
Mao Zedong ve ÇKP’ye göre Çin’de sosyalizmin genel hatlarıyla inşa edildiğinin açıklandığı dönemde de Mao, hala sınıf işbirliğinden bahsetmekteydi.
Mao, “Halk İçindeki Çelişkilerin Doğru Ele Alınması Üzerine” yazısında şöyle der:
“Ulusal burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki çelişki sömürenle sömürülenler arasındaki bir çelişkidir ve niteliği gereği uzlaşmaz bir çelişkidir. Ama Çin’in somut koşullarında iki sınıf arasındaki bu uzlaşmaz çelişki, doğru bir biçimde ele alınırsa uzlaşmaz olmayan bir çelişkiye dönüştürülebilir ve barışçıl yöntemle çözülebilir” (108).
Mao Zedong, sosyalizmin genel hatlarıyla kurulduğunu savunduğu Çin’de “devletimiz, işçi sınıfı önderliğinde ve işçi-köylü ittifakına dayanan halkın demokratik diktatörlüğünün devletidir” (109) diyerek burjuvaziyi eğitiyor, dönüştürüyor ve onunla birlikte sosyalizmi kuruyor!
Lenin ise Nisan 1918’de “Proletarya diktatörlüğü, sömürücülere karşı zor kullanımıdır” diyordu (110).
Sene 1962. Artık Çin, sosyalist bir ülke! Ama buna rağmen Mao Zedong, “Genişletilmiş Bir Merkezi Çalışma Konferansı”ndaki konuşmasında (30 Ocak 1962) şöyle der:
“Hangi sınıflarla birleşmeliyiz?...
İşçi sınıfı, köylü sınıfıyla, şehir küçük burjuvaziyle ve yurtsever ulusal burjuvaziyle birleşmelidir…
İşçiler, köylüler, şehir küçük burjuva unsurları, yurtsever aydınlar, yurtsever kapitalistler ve diğer yurtseverler hep birlikte bütün ülke nüfusunun yüzde 95’inden fazlasını oluşturan demokratik halk diktatörlüğümüz altında bunların hepsi halk sınıflamasına dahildir ve halk içinde demokrasi uygulamalıyız.
Demokratik halk diktatörlüğünün baskı uygulayacağı şunlardır: Toprak beyleri, zengin köylüler, karşıdevrimci unsurlar, kötü unsurların ve antikomünist sağcıların temsil ettikleri sınıflar…” (111).
Yani; Çin sosyalist, ülkede sosyalist üretim ilişkileri hakim, ama hala “yurtsever kapitalistler” var ve bu “yurtsever kapitalistler”, Çin sosyalimsinin kurucu unsurlarından!
Çin sosyalist, ülkede sosyalist üretim ilişkileri hakim. Bu durumda proletarya diktatörlüğünden bahsetmek gerekir. Ama Mao Zedong burada da bir uzlaşma, işbirliği yolu bulmuş. Şöyle;
“Halk içinde demokrasi uygulamak ve halkın düşmanları üzerine diktatörlük uygulamak; bu iki yön birbirinden ayrılmayan şeylerdir. Bu iki yön birleştirildiği zaman bu, proletarya diktatörlüğü olur, ya da demokratik halk diktatörlüğü adı verilir” (112).
Ne oldu şimdi?
Bu formülasyonla her ne kadar Marksist-Leninist proletarya diktatörlüğü anlayışı bir kenara atılmış olsa da, Çin’de sosyalizm kurulmuş oldu! Bu formülasyonla Çin’de burjuvaziyle birlikte sosyalizmin kurulduğu ve burjuvazinin, “proletarya diktatörlüğü”nün bir bileşeni olduğu teorileştiriliyor.
Mao Zedong, “demokratik diktatörlüğü”nü,proletarya diktatörlüğüne dönüştürüyor. Böylece Çin proletaryası ve köylülüğü,“yurtsever kapitalist”lerle, ulusal burjuvaziyle iktidarı paylaşıyorlar. Çin’deki “sosyalizm” buydu.
Mao Zedong’un bu anlayışlarını, bu devlet teorisini bir aydının fikir jimnastiği olarak göremeyiz. Mao Zedong, 1935’ten sonra Çin burjuva-demokratik devrimine, ÇKP’nin ideolojik-teorik gelişmesine, yeni Çin’in kurulmasına, Çin’de “sosyalizm”in inşasına önder olarak damgasını vurmuştur. Bu nedenle Çin pratiği, Mao Zedong’un teorilerinin pratiğidir. Bu pratikten öğrenmek, Mao Zedong’dan öğrenmek demektir veya tersi; Mao Zedong’dan öğrenmek Çin’de “yeni demokratik düzen”in ve “sosyalizm”in inşası tecrübelerinden öğrenmek anlamına gelir.
Şüphesiz, burada, ayrıca, ekonominin örgütlenmesi bağlamında planlama-üretim-ekonomik yasaların etkisini, özellikle de değer yasanın etkisini ele alabilirdik. Ama bu, çalışmayı kapsamlaştırırdı. Bu sorunlar, SB ile ilgili yazılarda ele alındığı için burada bu konulara yer vermedik. Buna rağmen bir hatırlatma ve benzetme yapmadan geçmeyelim.
Mao Zedong’un ekonominin ademi merkezileştirilmesi, küçük üretimin yaygınlaştırılması, sermayenin korunması, burjuvaziye dokunulmaması, tersine “yeni demokrasi” devletine ve “sosyalist” devlete ortak edilmesi, yani demokratik halk diktatörlüğünde ve proletarya diktatörlüğünde burjuvazinin/sermayenin bileşen olması anlayışları devrimden sonraki Çin ekonomisinde, toplumsal ve devletsel yeniden yapılanmada uygulanmıştır. Bu anlayışların değer yasasıyla da doğrudan ilişkisi var. Mao Zedong, SB’ndeki tartışmaları biliyordu: Gerek II. Dünya Savaşı sonrasında Vosnosenski önderliğinde revizyonistlerin “reform atağı”nı, Stalin’in önderliğinde Bolşevik Partinin buna verdiği cevabı (SSCB’nde Sosyalizmin Ekonomik Sorunları), Kruşçev’in anlayışlarını, SB’ndeki 1957 tartışmalarını ve bu tartışmaların devamı olarak 1960’lardaki “ekonomik reform” tartışmalarını biliyordu. Bu tartışmaların ve uygulamaların sosyalizmi inşa etmiş bir ülkede bu inşanın nasıl yıkılacağı ve kapitalizmin nasıl yeniden inşa edileceği yol ve yöntem üzerine tartışmalar ve uygulamalar olduğunu da biliyordu. Mao Zedong, bütün bu tartışmalardan sonuçlar çıkartmış ve Kruşçev, komünizme en kısa zamanda geçiş adı altında sosyalizmi yıkarken ve kapitalizmi yeniden inşa ederken, Çin’de Mao Zedong önderliğinde; ÇKP önderliğinde sosyalizmi inşa etme adı altında kapitalizmin geliştirilmesi için mücadele edilmiştir.
Mao Zedong, değer yasasının ekonominin her alanında en yaygın bir biçimde etkili olması için mücadele etmiştir. Merkezi planlamanın tasfiye edilmesi, ekonominin ademi merkezileştirilmesi, işletmelere bağımsızlık verilmesi, SB’nde modern revizyonistlerin uygulamaya çalıştıkları, ama Çin’de uygulanan gelişmelerdi. Bu, değer yasasının tam etkili olması için mücadeledir.
Keza, meta üretiminin bütün ekonomide hakim kılınması değer yasasının hakim kılınmasının başka bir ifadesidir.
Bunun ötesinde üretim araçlarının alınıp-satılması da başka bir sorundur.
Sosyalizmde bunlar olmaz. Sosyalizmde üretim araçları, sosyalist devletin mülkiyetindedir, meta değildir; alınıp-satılmazlar. Sosyalizmde meta üretimi ve değer yasasının alanı mümkün olduğunca sınırlandırılır, daraltılır. Sosyalizmde değer yasası, üretimin düzenleyicisi değildir. Ama Çin’de değer yasası, üretimin düzenleyicisiydi.
Liu grubunun, teknokratların artık tahammülleri kalmamıştı. Zaten devleti, bürokrasiyi büyük ölçüde kontrol ediyorlardı. Artık sermaye ve emek kıyımına bir son verilmeliydi. Sömürü süreklilik arz eden verimlilik ve yoğunluk artışıyla azamileştirilmeliydi. Luşan Konferansında Mao’yu eleştiren ve sonraki dönemde 7 sene hapis yatan Liu grubundan teorisyen Sun Yen-fang, Çin’in Liberman’ı yeniden konuşmaya başladı:
Görüşü oldukça açıktı: „Düşünceme göre, bir milyon yasa da olsa, değer yasası bunların en önemlisidir. İktisadi faaliyet, kural olarak, olası en büyük iktisadi sonuçlar vermelidir“.
Sonuç:
Mao Zedong, içerik bakımından Çin burjuvazisinin babası Sun Yat-sen’in görüşlerinden farklı bir anlayış savunmamıştır.
Mao Zedong bütün mücadele ömrü boyunca Çin ulusunun yenileyicisi rolünü benimsemiştir. Mao Zedong, Sun Yat-sen’in „üç halka ilkesi“ni; milliyetçilik, demokrasi ve sosyalizm, Marksist-Leninist kavramlarla yorumlamaya çalışmıştır. Öyle ki, kimi zaman köylüleri, kimi zaman da gençliği „sosyalist“ devrimin temel sınıfları olarak açıklamaktan geri kalmamıştır.
Mao Zedong’un, ÇKP’nin Çin’de uyguladığı “sosyalizm”in; Çin “sosyalizmi”nin bildiğimiz klasik kapitalizmden çok farklı bir yanı yoktu. Bu nedenle sosyalizmin tecrübeleri bağlamında Çin’den öğrenmek çok önemlidir. Çünkü böylece sosyalizmin nasıl kurulamayacağını öğrenmiş oluruz.
Tabii burada katışıksız kapitalizm aramak, soruna ne kadar yüzeysel yaklaştığımızı gösterir. Bugün bile Çin’de klasik kapitalist ilişkiler klasik kapitalist bir ülkede hakim olduğu gibi hakim değildir. Bu konuda Marks:
„Ama teorik olarak, kapitalist üretime özgü yasaların, kendi saf biçimleri içersinde işledikleri varsayılmıştır. Gerçekte ise, ancak yaklaşık bir durum vardır; ne var ki, kapitalist üretim tarzı ne kadar fazla gelişmiş ve daha önceki ekonomik koşulların artıkları ile ne derece az bozulmuş ve karışmış ise bu yaklaşıklık o kadar büyük olur“ (113).
Avanak küçük burjuvazi, Marks’ın bu anlayışını nasıl yorumlar, bu ayrı bir sorundur.SB’nde olan buydu. Sosyalizmin yıkılması ve kapitalizmin yeniden inşası döneminde nesnel yıkılan ve yeniden inşa edilen üretim biçimlerine özgü nesnel yasalar saf biçimleriyle işleyemez durumdaydılar. Çin ekonomisi ise bu gelişme için ancak bir karikatür oluşturuyordu.
Bugün kapitalizmde sermayeyi artık sadece mülkiyet sahibi temsil etmiyor. Öyle ki, bu türden sermaye temsilcileri azınlıkta ve önemsiz bir rol oynuyorlar. Artık yöneticiler ve bürokratlar bu işi üstlenmiş durumdalar. Önemli olan, bu unsurların nasıl tanımlanacağı değil, önemli olan, üstlendikleri işlev. Bunlar, sahibi olmaksızın üretim araçlarını temsilen yönetiyorlar. Başarılarının yegane kıstası azmi kardır. Sermayeyi, azami kar elde edecek şekilde örgütledikleri müddetçe başarılı olurlar. Aksi taktirde işlerine son verilir.
Bu, günümüz kapitalizminde genel geçerli bir olgudur. Ne var ki, işin görünümüyle ilgilenenler, görünümün ötesine geçemeyenler açısından bir muammadır: Bu unsurlara göre sermaye özeldir; kişinin özel mülkiyetindedir. Veya kapitalizm=özel sermaye demektir. Ama eski revizyonist ülkelerde böyle bir olgu yoktu, o halde o ülkelerde kapitalizm de yoktu sonucuna varılır. Ama bu türden avanak küçük burjuvazi, günümüz modern kapitalizminde o çoğu devletten daha güçlü olan tekellerin, bankaların kime ait olduğunu açıklayamaz. Evet bu tekeller kime ait? Bu tekellerdeki mülkiyet ilişkilerini açıklamak bu unsurlar için pek kolay değildir. Ama kapitalistsiz kapitalizm, burjuvazisiz sermaye demek kolaydır. Bu unsurlara göre günümüz kapitalizmi, üretim ilişkileri bakımından daha da „sosyalist“leşmiştir! Ama daha da anonim olmuştur.
Bu unsurlar, artı değerin karakterini sermaye üzerine kontrolün kimde olacağına göre değişmeyeceğini bir türlü anlamazlar. Uzun bir merkezileşme ve yoğunlaşma süreci sonunda modern kapitalizmde sermaye anonim olmadı mı? Günümüz koşullarında tekelci sermayenin dinamiği özel kapitalist mi anonim yönetici mi?
Böylesi bir gelişme SB’nde kapitalizmin yeniden inşası sürecinde de yaşanmıştır. Kızıl bayraklar dalgalanıyor diye, birtakım sosyal haklar var diye gelişen kapitalizme gözler kapatılamaz. Kızıl bayrak dalgalanıyorsa, orada kapitalizm olamaz denemez.
Sonrası…
Gösterdiğimiz gibi Mao Zedong önderliğinde yeni Çin, ”Yeni Demokrasi“ aşamasında özel kapitalist sektörü de kullanarak sosyalizme geçmeyi planlamıştı. Birinci Beş Yıllık Plan döneminde bu doğrultuda adımlar atılmış, ama tespit edilen hedefe ulaşılamamıştı. 1956’da, VIII. Parti Kongresinde de ülkenin sanayileştirilmesi, tarımda ve sanayide üretim araçlarının sosyalist mülkiyete geçmesinin sağlanması ve böylece kapitalizmden sosyalizme geçişin tamamlanacağı tespiti yapılıyordu. Tam 31 yıl sonra, XIII. Parti Kongresinde (1987) bu anlayış yeniden gözden geçirilir. Çin ”sosyalist“ olmuş! Ama ülke henüz sanayileşmemiş! Yani artık sorun sosyalist toplum koşullarında sanayileşmeyi gerçekleştirmektir!
Bunun nasıl bir sanayileşme olduğu biliniyor: üretim araçlarının özelleştirilmesi; farklı mülkiyet formları temelinde kapitalizmi geliştirme ve sonuçta da burjuva mülkiyet ilişkilerinin tam hakimiyetini sağlamak için gerekli bütün koşulları; özellikle üst yapıda oluşturmak.
Yani sorun, Mao Zedong döneminde temelleri atılan mülkiyet biçimlerindedir. Ve mülkiyet biçimleri, reform aşamalarının her birinin içeriğini oluşturmuştur.
İktisadi reformların genel içerikleri ve sonuçları bunu göstermektedir:
İktisadi reformların birinci aşamasında (1979-1991) esas olan, devlet mülkiyetinin ekonomideki belirleyici rolü korunurken, farklı mülkiyet biçimlerine geçmekti:
- Devlet mülkiyetinde olan işletmelerin belli hakları olmalıdır.
- Devlet denetimli ekonomi yapısı gevşetilmelidir.
- Planlama, pazar ekonomisine, yani klasik kapitalizme göre düzenlenmelidir.
- Yabancı sermaye ithal edilmelidir.
- Serbest ticaret bölgelerinde pazar ekonomisi ve yabancı sermeye kombinasyonundan tecrübeler toplanmalıdır.
Bu reform aşamasının ilk yıllarında ağırlık tarıma verildi. 1978-1983 döneminde kırsal alanda halk komünleri dağıtıldı ve onların yerini özel küçük köylü aile işletmeleri aldı.
1984’ten sonra ağırlık şehirlere, yani şehirsel alandaki işletmelere verildi. Bu alandaki reform adımlarının sonucunda küçük işletmeler (en fazla 8 işçi çalıştıran işletmeler) gelişmeye başladılar ve 1988’de bu işletmeler meşrulaştırıldılar. Reform sonucu özel kapitalist (klasik kapitalist) sektör gelişmeye başladı.
İktisadi reformların ikinci aşamasında (1992-2002) reformların yönü tamamen değişti. Bu dönemde ekonominin pazar ekonomisine; klasik kapitalizme göre düzenlenmesi esas alındı. Bunu adı, devlet ekonomisinin “yeniden örgütlenmesinin stratejik düzenlenmesi” kondu. Bu düzenlemeye göre:
- Devletin ekonomi yönetiminden çekilmesine,
- Anonim şirketlerinin kurulmasına,
- Karma mülkiyet rotasının izlenmesine,
- Kırda ve şehirde küçük ve orta boy işletmelerin özelleştirilmeni başlandı.
İktisadi reformun üçüncü aşamasında (2003 ve sonrası) üç olgu belirleyici oldu:
- Ulusal ekonominin üç ayağından birisi olarak ulusal özel sermayenin yeni nitelik kazanması.
- DTÖ’ne girişin sonucu olarak yeni reformların yapılması.
- Çin ve dünya ekonomisi arasındaki yoğun karşılıklı ilişkilerin yeni bir aşamaya girmesi.
Reformlar, mülkiyet ilişkilerinde değişikliklerin derinleşmesini beraberinde getirmiştir.
Stratejik amaç, devlet sektörünün ekonomide ve devlet güvenliğinde önemli olan sektörlerde yoğunlaşmasıydı. ÇKP’nin 15. MK-4. Oturumunda (Eylül 1999) devlet sektörünün hakim konumda olması düşünülen tekel konumlu sektörler olarak şu sektörler tespit ediliyordu:
- Ülke savunmasında önemli olan büyük işletmeler.
- Belirleyici önemi olsan bankalar.
- Posta, telekomünikasyon, enerji sektörü.
- Önemli kamu hizmetleri (Su şebekesi, çevre koruması).
- İleri teknoloji, petrol, demir, çelik, petrokimya gibi sanayi dallarının önemli bölümleri.
Ama 25 Şubat 2005’te açıklanan bir kararda (114) yeni stratejik yönelimler yer alıyordu. Bu karara göre, mali pazarlar, elektrik üretimi, sivil havacılık, petrol, kanalizasyon ve çöp, yerel nakliyat, şehirlerin gaz, uzaktan ısıtma şebekesi ve savunma sanayi gibi devlet tekelinde olan sektörler de özel ekonomiye (klasik kapitalist ekonomiye) açılıyordu.
Firma birleşmeleri, satışları ve kira ve iflaslar sonucunda devlet işletmelerinin ve devlet hisselerinin hakim olduğu işletmelerin sayısı 2001’e kadar üçte iki azalmıştır (115). Başka bir kaynak da küçük ve orta boy devlet işletmelerinin sayısının 1995-2003 arasında 245 binden 147 bine düştüğünü belirtiyor (116).
Üretim Araçları Mülkiyetinin Karakteri ve Biçimleri
Ekonominin yapısı stratejik hedefli olarak yeniden örgütlendi. Bunun sonucu olarak devlet işletmelerinin, o “sosyalist işletme”lerin sayısı oldukça azaldı. Devlet, ekonomi alanında çekilmeye başladı. Bugün için Çin devleti daha ziyade ülke güvenliğini ilgilendiren alanlarda ve elektrik, su, gaz, nakliyatçılık, posta, banka vb. alanlarda faaliyet sürdürmektedir.
Hala var olan devlet işletmelerinin önemli görülenleri modernleştirilmekte ve Batı tarzında uluslararası tekellerin kurulmasına önem verilmektedir. Bugün açısından katışıksız devlet işletmesi önemsizleşmiş, onun yerini karışık biçimler almıştır. Devletten ve hisse senedi sahiplerinden oluşan anonim şirketleri ve yabancı sermaye ile birlikte oluşturulan ortaklıklar (Joint-ventures). Önceleri devletin varlıkları merkezi hükümetin tasarrufundaydı. Şimdilerde ise durum değişmeye başladı: Ulusal çapta önemi olmayan 180 000 devlet işletmesinin yüzde 99,9’u üzerinde tasarruf hakkı yerel yönetimlere devredilmiştir. GSMH’da devlet sektörünün payı yüzde 20 civarındadır.
Çin yaşamında tarımsal alanda ”kolektif işletme“lerden artık pek bahsedilmemekte. Çin tarımında „kolektife ait“ topraklarda kendi hesabına üretim yapan aile işletmeleri hakim konumdadır. Bunların yanı sıra toptancı alım ve satım kooperatifleri var.
Çin’de üç mülkiyet biçimi var:
- Devlet mülkiyeti,
- Yabancı sermaye katılımlı ortaklıklar ve
- Yerli özel sektör işletmeleri.
Bu üç mülkiyet biçimi, burjuva mülkiyetin farklı şekillenmelerini ifade eder.
Yabancı sermaye:
Yabancı sermayeyi (doğrudan yabancı yatırımları) bakımından Çin dünyada ilk sırada yer alır. Yüksek kar olasılığı, devasa pazar, ücretlerin düşük olması yabancı sermayenin Çin’e ilgi duymasının başlıca nedenleridir.
Bunun ötesinde Çin devleti, yabancı sermaye çekmek için, hisse senetleri satın alarak devlet işletmelerine ortak olmaları için yoğun çalışma yapıyor.
2002 sonu itibariyle Çin’de yabancı sermaye katılımlı 420 bin işletme vardı; Devlet işletmelerinin 2,3 misline tekabül eden bir sayı. Bu çerçevede yabancı sermaye olarak 800,2 milyar dolar Çin ekonomisine bağlanmış durumda. En büyük uluslararası 500 tekelin yüzde 95’i işletmeleri ve araştırma kurumlarıyla Çin’e yerleşmiş durumdalar.
2004 yılı sonu itibariyle yabancı sermaye ile çalışan işletme sayısı 500 bindi. Bunların toplam yatırımları da 560 milyar dolar civarındaydı. Bugün açısından yabancı sermayeli işletmelerin sanayi üretimindeki payı yüzde 30-35 arasında ve ihracattaki payı da yüzde 50’den fazladır. Bu nedenledir ki, Çin yönetimi, yabancı sermayeyi ekonominin 3. ayağı olarak görmektedir.
Çin’deki yabancı sermayede ülke ve bölgelerin payı (%) (117) | |||
2001 | 2002 | 2003 | |
Hong Kong | 35,7 | 33,9 | 31,8 |
Virgin Adaları | 10,8 | 11,6 | 10,8 |
ABD | 9,5 | 10,3 | 7,8 |
Japonya | 9,3 | 7,9 | 9,4 |
Tayvan | 6,4 | 7,5 | 6,3 |
Singapur | 4,6 | 2,3 | 3,8 |
Güney Kore | 4,6 | 5,2 | 8,4 |
Almanya | 2,5 | 1,9 | 1,6 |
Büyük Britanya | 2,2 | 2,2 | 1,7 |
Kayman Adaları | 2,2 | 2,2 | 1,7 |
Diğerleri | 12,2 | 15,8 | 17,0 |
Gerçekleştirilen doğrudan yabancı sermaye (118) | |
Yıllar | Miktar (milyar dolar) |
1985 | 3,1 |
1990 | 3,5 |
1991 | 4,4 |
1992 | 11,0 |
1993 | 27,5 |
1995 | 37,5 |
2000 | 40,7 |
2002 | 52,7 |
2003 | 53,3 |
2004 | 60,6 |
Yabancı sermaye miktarı (119) | |
Yıllar | Miktar(milyar dolar) |
1978-1984 | 3,1 |
1985 | 4,7 |
1990 | 3,4 |
1995 | 11,6 |
1999 | 51,2 |
2000 | 92,6 |
2001 | 139,5 |
2002 | 192,4 |
2003 | 245,8 |
2004 | 306,4 |
Yabancı sermayenin faaliyet biçimi, % olarak (120) | ||||
Yıllar | Yabancılarla ortaklık | Kooperatif işletmeler | Bağımsız yabancı işletmeler | Anonim şirketler |
1995 | 43,5 | 19,5 | 36,9 | 0,0 |
2000 | 35,2 | 17,2 | 47,3 | 0,3 |
2002 | 28,5 | 9,5 | 61,3 | 0,7 |
2003 | 28,8 | 7,1 | 62,4 | 0,6 |
2004 | 28,8 | 7,2 | 62,4 | 0,6 |
Yabancı sermayenin sektörlere göre dağılımı, % olarak (121) | |||
Sektörler | 2001 | 2002 | 2003 |
İmalat sanayi | 70,6 | 71,6 | 70,2 |
Gayri menkuller | 8,7 | 8,7 | 7,9 |
Sosyal hizmetler | 6,0 | 6,0 | 6,2 |
Enerji, kömür | 1,8 | 1,8 | 1,8 |
İnşat | 1,3 | 1,3 | 1,5 |
Tarım, orman, balıkçılık | 2,0 | 2,0 | 2,0 |
Bilim, araştırma | 0,8 | 0,6 | 0,7 |
Özel sektör:
Klasik kapitalist işletmelerin gelişmesine gelince:
1993-2003 arasında özel kapitalist (klasik kapitalist) işletmelerin sayısı 2004 Haziran sonu itibariyle 30 misli artarak 3.34 milyona çıkmıştır. Bu sektörde kayıtlı sermaye miktarı da 68,1 milyon Yuan’dan 3.530,5 milyar Yuan’a çıkmıştır (2004 Haziran sonu itibariyle 4. 214,6 milyar Yuan, yani yaklaşık 420 milyar Euro).
Özel sektörde çalışanların sayısı ise 12 misli artmıştır.
Sektörün üretim değeri 1988’de 42,2 milyar Yuan’dan 2.008,3 milyar Yuan’a çıkmıştır.
Bu işletmelerin yüzde 18,3’ü devlet ve kolektif işletmelerin özelleştirilmesi sonucunda oluşmuştur.
Çin’de özel kapitalist ekonominin gelişmesi | ||||
Yıllar | İşletme sayısı (1000) | Kayıtlı sermaye (milyar Yuan) | Çalışanların sayısı (Mil.) | Üretim değeri (milyar Yuan) |
1990 | 98 | 8,4 | 1,64 | 9,7 |
1992 | 108 | 22,1 | 1,84 | 20,5 |
1995 | 655 | 26,2 | 9,56 | 114,0 |
1997 | 961 | 514,0 | 13,49 | 322,7 |
2000 | 1.760 | 1.350,0 | 25.00 | 1.073,9 |
2003 | 3.440 | 4.215,0 | 47.14 | 2.008,3 |
Çalışanların sektörlere göre dağılımı, % olarak (122) | ||||||
Yıllar | Devlet sektörü | Kolektif sektör | Özel sektör | Hong Kong/Macao | Yabancı sermaye | Bireysel ekonomi |
2000 | 25,5 | 12,7 | 44,0 | 1,0 | 1,0 | 16,9 |
2003 | 22,5 | 8,9 | 50,6 | 1,3 | 1,5 | 15,2 |
Özel küçük işletmeciliğin yanı sıra, yukarıdaki verilerin de gösterdiği gibi, özellikle ‚90’lı yıllardan buyana yerli özel sektör de hızlı bir gelişme göstermiştir. ÇKP, sosyalizmin inşa ediliyor anlayışında olduğu için, bu türden işletmeler söz konusu olunca kapitalizmden bahsetmiyor, sadece „özel ekonomi“ kavramını kullanıyor. Veya Mao’dan bu yana burjuvaziyle birlikte sosyalizmi inşa etme anlayışında olduğu için ÇKP, kapitalist işletmelerden değil, „vatandaşlar tarafından işletilen işletmeler“den bahseder ve aynı zamanda yerli kapitalistlerin yanı sıra yabancı sermayeyi de “sosyalizmin inşası” için kullanır (123).
Haziran 2002 sonu itibariyle Çin’de bu türden işletmelerin sayısı 2,215 milyondu ve bu işletmelerde yaklaşık 30 milyon işçi çalışıyordu. Bu tür işletmelerin kontrol ettiği sermaye miktarı 257 milyar dolara varıyordu.
Sonucu değiştirmeyen farklılıklara rağmen Çin verilerine göre özel sektörün ve yabancı sermaye katılımlı ortaklıkların GSMH’daki, ihracattaki, sanayi üretimindeki, yatırımlardaki payının yüzde 50 civarındadır. Bu sektörlerde ve küçük özel işletmelerde çalışan işçilerin sayısı da100 milyondan fazladır.
Yasaya göre özel sektör ve yabancı sermaye ile ortaklıklar, aynen devlet sektörü gibi önemlidir. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin korunması anayasada yer almaktadır. Yerli özel sektörün ve yabancı sermaye ile birlikte kurulan oraklık işletmelerinin faal oldukları alanlar sürekli genişlemektedir.
2000 yılında perakende fiyatların yüzde 95,8’i pazar mekanizması tarafından düzenleniyordu Tarımsal ürünlerin satın alımında ise bu oran yüzde 92,5 ve üretim araçları ticaretinde de yüzde 87,4’e varıyordu.
Sonuç:
Resmi istatistiklere göre 2004 yılında sanayi üretim değerinde devlet sektörünün payı, ancak yüzde 33 ve kolektif ekonomi işletmelerinin payı da yüzde 8,9 oranındaydı. Yani sanayi üretiminde devlet sektörünün toplam payı yüzde 39,9 ve özel sektörün payı da yüzde 60,1 oranındaydı.
Mülkiyete göre ekonomi biçimlerinin sanayi üretimindeki payı, 1998-2003 (124) | ||||||
Devlet sektörü | Kolektif sektör | Diğerleri | ||||
İşletme sayısı | Üretim değeri (milyar Yuan) | İşletme sayısı | Üretim değeri (milyar Yuan) | İşletme sayısı | Üretim değeri (milyar Yuan) | |
1998 | 64 737 | 2 680 | 47 745 | 1 131 | 100 343 | 3 708 |
1999 | 61 301 | 2 916 | 42 585 | 1 146 | 100 732 | 3 563 |
2000 | 53 489 | 3 196 | 37 841 | 1 101 | 109 396 | 4 375 |
2001 | 46 767 | 3 447 | 31 018 | 923 | 124 489 | 5 231 |
2002 | 41 125 | 3 728 | 27 477 | 869 | 140 432 | 6 229 |
2003 | 34 280 | 4 254 | 22 478 | 840 | 161 942 | 8 618 |
Mülkiyete göre ekonomi biçimlerinin sanayideki payı, % olarak, 2004 (125) | ||
Toplam sayıdaki payı | Üretim değerindeki payı | |
Devlet sektörü | 17,40 | 33,00 |
Kolektif sektör | 11,40 | 6,50 |
Özel sermaye (Hong Kong/Macao) | 10,80 | 13,50 |
Anonim şirketler | 3,20 | 10,60 |
Yabancı sermaye | 0,32 | 1,130 |
Geriye kalan özel sermaye/küçük kapitalist üretim | 58,90 | 36,40 |
Parti, sınıf farkı tanımıyor:
Halk Komünü ile birlikte kolektif köylü de yok oldu. Kısal alanda bireysel köylü işletmeleri hakim durumda. İşçi sınıfının anayasal olarak önder güçtür, ama pratik tamamen başka. Çin’de işgücü metadır, alınıp satılmaktadır.
Ülkede 25 milyon küçük üretici var.
ÇKP için önemli olan, sınıflar değil, sosyal tabakalardır. Önemine göre bu tabakalar:
1-Devlet ve toplum yöneticileri,
2-Menajerler,
3-Özel girişimciler,
4-Uzman teknik personel,
5-Kamuda çalışan memurlar,
6-Zanaatçılık ve ticaret alanındaki küçük üretici ve tüccarlar,
7-Ticaret ve başka hizmet sektöründe çalışanlar,
8-Sanayi işçileri,
9-Tarımda çalışanlar,
10-Mesleği olmayanlar, işsizler.
Bu sosyal tabakalar, toplumdaki konumlarına göre beş grupta toplanıyor. Bu grupların ilk sırasında;
1-Devlet ve toplum yöneticileri,
2-Menajerler,
3-Özel girişimciler ve
4-Uzman teknik personel yer alıyorlar.
En alt sırada ise;
1-Sanayi işçileri,
2-Tarımda çalışanlar,
3-Mesleği olmayanlar, işsizler yer alıyorlar.
Çin toplumu gerçeği böyle.
Resmiyette ÇKP, hala işçi sınıfının Marksist-Leninist partisi olarak tanımlanıyor. Ama parti üyelerinin sosyal yapısı tamamen değişmiş. Sıradan parti üyesi işçilerin ve köylülerin sayısı azalmış. Aynı zamanda parti görevlisi olan işçi ve köylülerin sayısı da azalmış. Özel girişimcilerin, kapitalistlerin sayısı ise artmış. Bu kapitalistler ÇKP üyelerinin yüzde 20’sini oluşturuyorlar.
XVI. Kongrede işçi ve köylülerin sayısı resmen belirtilmeyecek kadar azdı. ‚90’lı yılların ikinci yarısından sonra 9. Ulusal Halk Kongresinin bileşimi oldukça öğretici: Nüfusun sadece yüzde 3 ila yüzde 4’ünü oluşturan memur ve parti kadrolarının bu Ulusal Halk Kongresi bileşimindeki payı yüzde 33,6; nüfusun yüzde 7 ila 8’ini oluşturan aydınların payı yüzde 21,08 idi. Nüfusun yüzde 80’den fazlasını oluşturan işçi ve köylülerin payı da sadece yüzde 18,99 idi.
ÇKP’nin literatüründe kapitalist kavramı yoktur. Onun yerine„halktan girişimciler“ kavramı kullanılır.Çinli kapitalistlerin 1993’te yüzde 13,1’i; 1995’te yüzde 17,1’i; 1997’de yüzde 16,6’sı; 1999’da yüzde 19,8’i ve 2001’de de yüzde 29,9’u ÇKP üyesiydi.
Parti üyesi kapitalistlerin sayısının hızlı artışının verili yıllardaki özelleştirmeyle bağı var. Bu üyelerin çoğu özelleştirilen işletmelerin yöneticisiydiler., sonra da sahibi oldular.
Çin’in de “kızıl kapitalist”leri var.
ÇKP, bürokratik burjuvazinin, klasik burjuvazinin; kapitalistlerin partisidir (126).
Çin ekonomisi üzerinde sermayenin etkisi tartışma götürmez bir gerçekliktir. Çin ekonomisi, eskimiş, elden çıkartılmak istenen, ama bazı alanlarda da modernleştirilmek istenen devlet işletmelerinden, yabancı sermaye katılımlı ortaklık işletmelerinden ve özel sektör işletmelerinden oluşmaktadır. Burada güç dengesi tamamen özel sektör lehinedir. Yabancı ve yerli özel sermayenin ihracattaki payı yüzde 63 ila yüzde 65 arasındadır ve bu pay her geçen gün artmaktadır.
İşgücü meta olmuştur. Bu anlamda da işçi ile devlet mülkiyeti (güya sosyalist mülkiyet) ayrılma, artık kapanamaz derecede gelişmiştir. Yani, nasıl tanımlanırsa tanımlansın Çin’de devlet mülkiyeti sosyalist mülkiyet değildir ve işgücünün meta olmasında dolayı olamaz da. Bunun ötesinde kırsal alanda köylülüğün ezici çoğunluğu da kendi hesabına; özel ekonomi ilişkileri içinde üretmektedir.
Çin toplumu, dünyanın en çok sosyal farklılaşmanın olduğu ülkelerdeki gibi sosyal farklılaşmıştır. Nüfusun yüzde 20’sinden daha az bir kısmı özel banka varlıklarının yüzde 80’inden daha fazlasına sahiptir (yaklaşık 1061 milyar dolar). 90 milyon yoksulun yanı sıra Çin’in 100’den fazla dolar milyoneri var. Gelir, inanların toplumsal konumun belirleyen tek kıstastır.
Çin’in bugün en önemli iç sorunu, ekonomik ve sosyal ilişkiler ile siyasi üst yapı arasındaki temel çelişkinin çözülmesidir. Çin’de üst yapı Mao’dan buyana sürekli „sosyalist“ti. Ama alt yapı; ekonomik ilişkiler ve bu ilişkilerin neden olduğu sosyal şekillenme ve toplumun da bu temelde sosyal tabakalara ayrılması artık mevcut üst yapı tarafından temsil edilemiyor. Ya bu üst yapı, SB’nde olduğu gibi yıkılacak, ya da süreç içinde tamamen klasik burjuva üst yapıya dönüşecek.
ÇKP, bu sorunları görmekte ve üst yapının sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için adımlar atmaktadır. Tabii her seferinde ”Çin’e özgün“ olan yönler vurgulanmaktadır.
ÇKP, bu sorunları görmekte ve üst yapının sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için adımlar atmaktadır. Tabii her seferinde ”Çin’e özgün“ olan yönler vurgulanmaktadır.
ÇKP, Ekim 2003’te ”Sosyalist Pazar Ekonomisinin Mükemmelleştirilmesinin Bazı Sorunları Üzerine Karar“ alır. Bu karara göre;
- Sosyalist pazar ekonomisinin temelleri atılmıştır.
- Temel ekonomik sistemde esas ağırlık ortak mülkiyettedir.
- Ekonomide farklı mülkiyet biçimleri vardır.
- Çoğu sektörlerde ülkenin dışa açılmasının alt yapısı oluşturulmuştur. Devlet sektörü ve kolektif sektör GSMH’da en büyük paya sahip olmaya devam etmelidir.
Ama bu kararların gerçeklikle hiç bir ilişkisi yok. Çünkü:
- '90’lı yıllardan bu yana kırsal alandaki kolektif işletmelerin yüzde 70’i özelleştirildi.
- Bunun ötesinde, Çinli ekonomistlerin tahminlerine göre 1998’de bu yana özel sektör Çin’in ekonomik gelişmesinin esas motoru durumuna gelmiştir.
- Bugün açısında devlet sektörünün GSMH’daki payı ancak yüzde 20 ila yüzde 25 arasındadır.
2002 yılı itibariyle özel sektörün yatırım varlığı hemen hemen devlet sektörünün yatırım varlığına eşit olmuştur (Özel sektör 1860 ve devlet sektörü de 1890 milyar Yuan). Özel sektörde çalışan işçilerin sayısı (165 milyon), devlet sektöründe ve kolektif sektörde çalışanların iki misline varmıştır.
Bütün bu gelişmelere, gerçeklere rağmen ÇKP-MK Teorik Organı “Qiu Shi” (“Gerçeğe Doğru Çaba”), Çin’de sosyalizmin inşa edildiğini savunmaktadır:
ÇKP, SB’nde ve Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde “sosyalizm”in yenilgisini, ‘sosyalizmin yenilgisi’ olarak değil, ’sosyalizmin ağır bir yenilgisi’ olarak görüyor.
Mao, XX. Parti Kongresi, Kruşçev, Sovyet revizyonizmi, Sovyet sosyal emperyalizmi artık tarihe karıştığı için ÇKP’nin “jargonu” da değişti. Bu nedenle SB ve Revizyonist Bloğun dağılmasını ve çökmesini, bu ülkelerde “sosyalizm”in ağır bir yenilgisi olarak görüyor. Ve ÇKP’ye göre Çin, sosyalist bir ülke olduğu için, SB ve Revizyonist Blok ülkelerinin yenilgisi, bir bütün olarak sosyalizmin yenilgisi; sosyalizmin nihai yenilgisi olarak değerlendirilmiyor. Çünkü, Çin’de sosyalizmin başarılı gelişmesi, bilimsel sosyalizmin başarısızlığa uğramadığını gösteriyormuş. Çin’de gelişen, sosyalizmdir, kapitalizm değil (127).
Devamla, ‘Çin’deki reformlar ve açılım politikası, sosyalizmin iktisadi ve siyasi yapılarının mükemmelleştirilmesine yöneliktir, yıkılmasına değil. Bu anlamda Çin’deki reformlar ile Rusya’daki ve Avrupa’nın eski sosyalist ülkelerindeki reformlar arasında ilkesel fark vardır. Çin, sosyalist gelişmenin henüz başındadır’ anlayışları savunuluyor.
ÇKP’nin 78. kuruluş yıl dönümü vesilesiyle yaptığı konuşmasında (26.06.1999) Jiang Zemin şöyle der:
”Yurt dışında, kısmen de Çin’de özelleştirme talepleri var. Devlet mülkiyeti büyük kapsamda özel ellere geçerse, küçük bir azınlığın eline geçmiş olur. Böylece sosyalist toplum düzeninin tabanı tasfiye edilmiş olur” (128).
“Qiu Shi” de konuya ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yapar:
“Sadece, sosyalist toplumsal mülkiyet, kapitalist özel mülkiyetin yerini alırsa üretimin toplumsallaştırılması ile üretim araçlarına özel el koyuş arasındaki çelişki kapitalizmde ilkesel olarak çözülür ve üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesinin gereksinimleriyle uyumluluk içine getirilebilirler…Bazı sosyalist ülkeler, reformların sosyalist yönünü terk ettiler ve özelleştirmeyi uyguladılar. Bu, felaket sonuçlara götürdü” (129).
“Qiu Shi”, başka bir yazıda da şu değerlendirmeyi yapar:
“Sosyalist pazar ekonomisinin gelişmesinden dolayı ekonomik çıkarların çoğullaşmasının doğması bir gerçektir. Halk arasında, daha önce var olanlardan farklı olan tabakalar doğmaktadır. Aynı zamanda, ekonominin ortak mülkiyete ait olmayan bölümü, kendine özgü çıkarlar geliştirmekte ve kendi çıkar temsilcilerini ortaya çıkarmaktadır. Bu, normaldir. Ama çoğullaşmış çıkarların gerçekleştirilmesi, ülkenin anayasası ve yasal belirlemeleri çerçevesinde olmalıdır” (130).
XVI. Parti Kongresine sunulan siyasi raporda da şu anlayış savunulur:
“Sosyalizm koşullarında pazar ekonomisi geliştirmek, büyük bir öncü iştir ve Çinli komünistlerin, Marksizm’in gelişmesine yaptıkları tarihsel bir katkıdır” (131).
ÇKP’nin, teorik yazılarında sosyalist ortak mülkiyetin, planlı ekonomi ile mutlaka bağlam içinde olmasının gerekli olmadığına da vurgu yapıldığını belirtelim.
Demek ki Çin, sosyalist bir ülke! Daha doğrusu, “Çin, sosyalist gelişmenin henüz başında” olan bir ülke! Ve bu “sosyalist” ülkede uygulanan reformlar SB’nde uygulanmış olan reformlardan farklı! Çin’de reformlar; yabancı sermaye, üretim araçlarının özel mülkiyette oluşu vb. sosyalizmi güçlendirmek için yapılıyormuş! Ama SB’nde reformlar, “sosyalizm”in yıkımına neden olmuş!
Şüphesiz ki, burada bir fark var. Ama bu fark, ÇKP’nin iddia ettiği fark değildir.
SB’nde reformlar, kapitalist ekonominin, kendine tekabül eden üst yapı kurumlarını geliştiremedi. Bu nedenle kapitalist ekonomi “tabela sosyalizmi” cenderesinde sıkışıp kaldı. SB ve revizyonist sistem dağılmasıyla bu çelişki çözüldü. ÇKP, Sovyet tecrübesini çok iyi biliyor ve bu nedenden dolayı, kapitalist ekonomiyi, “tabela sosyalizmi” cenderesinde sıkıştırmamak için üst yapıda da klasik burjuva ilişkilere geçişin tedrici gerçekleşmesine çok önem veriyor.
ÇKP’nin teorik organı da ülkede farklı çıkarların, yeni oluşan farklı sınıfların olduğunu, pazar ekonomisini kabul ediyor.
Sovyet revizyonistleri, kapitalist ekonominin birtakım kavramlarını sosyalizme entegre etmek için bayağı uğraşmışlardı. Çinli revizyonistler ise daha pişkin çıktılar: “Sosyalizm koşullarında pazar ekonomisi geliştirmek, büyük bir öncü iştir ve Çinli komünistlerin, Marksizm’in gelişmesine yaptıkları tarihsel bir katkıdır” ve ‘sosyalist mülkiyet, planlı ekonomi ile mutlaka bağlam içinde değildir’ deme cüretini gösterdiler ve böylece kendilerine göre “sosyalizm” koşullarında kapitalizmi veya “sosyalizm” adına kapitalizmi meşrulaştırdılar.
Ve şimdiki durum...
Çin'in yükselişi ve yakın geleceğin dünyasında güçler dengesi:
Güç dengesi Batı'dan Doğu'ya kayıyor ve bu temelde yeni bir kapitalist dünya düzeni oluşuyor. Açık ki dünya, sosyalist olmazsa Anglosakson hakimiyeti yıkılacak yerine Çin'in başını çektiği yeni bir hakimiyet ilişkisi kurulacak. Gelişmeler en azından bu yönde. Yaşanmakta olan ekonomik kriz de bu yöndeki gelişmeyi biraz hızlandırmış oldu.
”Gelişen“ ülkelerde ekonomik yükseliş ve aynı zamanda nüfus artışı dünyanın çehresini değiştiriyor. Dünya nüfusu artıyor, ama Avrupa ve Japonya'da nüfus yaşlanıyor ve azalıyor. Bu durumda Avrupa ve Japonya azalan (önümüzdeki 40 yılda bu alanlarda nüfusun 50 milyon azalacağı hesap ediliyor) ve yaşlanan nüfusla rekabet etmek, en azından öne çıkan ekonomiler kadar üretmek ve mevcut ”refahı“ korumak zorunda kalacak. Bu ülkeleri, başta da ABD ve İngiltere'yi, sanayisizleşerek, ”kupon keserek“, neredeyse salt mali olanaklara dayanarak rekabet etmek de kurtaramayacak.
Hemen bütün emperyalist ülkelerde ekonomide büyüme oranları geçen yüzyılın son çeyreğinden bu yana küçülmektedir; bu ülkelerde ekonomi gerçek anlamda bir durgunluk içinde olmasa da inişli-çıkışlı bir durgunluk içindedir.
Daha şimdiden BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin), G-20 grubunda emperyalist ülkeler dışında kalan ülkeler, IMF içinde yer alan G-7 dışındaki ülkeler; sanayi üretiminde gerileyen emperyalist ülkelerin yerini alan ”gelişen“ ülkeler (Bkz.: İ. Okçuoğlu; Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme Yasası- Ülke Ekonomilerinde Yapısal Değişim, Ağustos-Eylül 2010. ibrahimokcuoglu.blogspot.com) gelişmenin yönü hakkında yeteri kadar aydınlatıcı oluyor.
Ama esas rekabet belirttiğimiz gibi Çin ile Anglosakson ağırlıklı mali-kapitalist pazar ekonomisi ve “sosyal pazar ekonomisi” ağırlıklı Avrupa ve Japonya arasındadır.
Çin, sanki dünya varlıklarını satın almaya çıkmış tüccar gibi hareket ediyor; Güney Amerika'da Çin'in hammadde alanında yatırımcı ve alıcı rolünü ABD izlemek zorunda kalıyor. Afrika'da da Çin'in nüfuzu artıyor; özellikle hammadde kaynaklarına sahip olan ülkelerle ilişkisi ABD'ninkinden daha iyi durumda.
Satın alma paritesine göre hesap edilirse Çin ekonomisi, 2012'de Amerikan ekonomisini geçiyor ve dünyanın en büyük ekonomisi oluyor; yani 19. yüzyıldaki konumuna ulaşıyor; O zaman Çin dünya ekonomisinin yüzde 20'sini üreten en büyük ekonomiydi.
Şimdilerde Çin, Japonya'nın 42 senelik tahtını elinden aldı ve dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumuna yükseldi.
Nisan-Haziran 2010 itibariyle Japon ekonomisi bir önceki çeyreğe göre ancak yüzde 0,1 oranında büyüyerek 1,29 trilyon dolarlık bir hacme ulaşırken aynı dönemde Çin ekonomisi yüzde 4,4 oranında büyüyerek 1,34 trilyonluk bir hacme ulaştı.
1968'de Japonya, Alman ekonomisinin yerini alarak dünyanın ikinci büyük ekonomisi olmuş, Almanya'yı da üçüncü sıraya itmişti. Şimdi Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi olarak Japonya'yı üçüncü sıraya itti ve Almanya da dördüncü sıraya düştü.
Dünya GSYİH'daki pay bakımında Çin, İtalya'yı ve İngiltere'yi 1991'de, Fransa'yı 1992'de, Almanya'yı 1995'te ve Japonya'yı da 2001 yılında geride bırakıyor. Ülke olarak tek rakip ABD kalıyor.
2019'da Çin, GSYİH bazında ABD'yi de geride bıkarak dünyanın en büyük ekonomisi oluyor.
Emperyal hegemon güç olarak gelişen Çin:
Kapitalizmin tarihinde Çin dışında kısa zaman zarfında fırtınalı bir yükseliş gösteren ülke ve bölge görülmemiştir. Çin, Amerikan emperyalizminin yerini alma doğrultusunda gelişiyor.
Belli bir ekonomik sistem içinde hegemonya çevrimleri hep aynı aşamalardan geçiyor: Belli bir hakimiyet döneminden sonra hakim güç, uluslararası planda gerileme/çöküş sürecine giriyor ve onun yerini başka bir güç alıyor; birinin çöküş süreci diğerinin yükseliş süreci oluyor. Şimdiye kadar kapitalizmin tarihinde dört gücün küresel hegemon olduğunu görüyoruz: 1) 15. yüzyıldan 17. yüzyılın başına kadar İspanya hakimiyeti; 2) 16. yüzyılın sonlarından 18. yüzyılın sonuna kadar Hollanda hakimiyeti; 3) 18. yüzyılın ortasından 20. yüzyılın ilk yarısına kadar Britanya hakimiyeti ve 20. yüzyılın 20'li yıllarından günümüze kadar Amerikan hakimiyeti.
Hegemon gücün gelişmesi, hegemonya çevriminin iki aşamadan oluştuğunu göstermektedir; sanayide ve ticarette hakimiyetle emperyal yükseliş aşaması ve mali genişlemenin ve mali sektör hakimiyeti eşliğinde emperyal gerileme ve nihayetinde çöküş aşaması.
Emperyal hegemon güç olarak yükseliş ve çöküş aşamalarında dikkati çeken şu:
-Dünya ticaretinde hakim güç olmak.
-Dünyanın imalathanesi olmak. Örneği İngiltere emperyal güç olarak yükselirken dünya ticaretine hakimdi ve dünyanın imalathanesiydi.
-Çöküş sürecinde ise emperyal yükselen güce borçlanmak.
Yaklaşık yüz sene önce İngiltere, Napolyon karşıtı koalisyonun, bir nevi dünyanın bankacısı konumundaydı. I. Dünya Savaşı döneminde ve sonrasında İngiltere, emperyal güç olarak yükselen ABD'ye borçlanmış ve ABD karşısında ticareti sürekli açık vermeye başlamıştı. Bugün aynı durum ABD ile Çin arasında söz konusu; emperyal güç olarak yükselen Çin'e çöküş/gerileme sürecinde olan ABD oldukça borçlu ve ticarette de sürekli Çin lehine açık veriyor.
Emperyal hegemon güç olmak, üretime ve ticaret hakimiyetine dayanıyor, emperyal hegemon güç olarak çöküş sürecine girildiğinde sanayisizleşme gelişiyor, mali sektör yaygınlaşıyor. Açık ki, emperyal hegemon gücün üretim ve ticaretten dolayı sermaye birikimi maddi değerlerin üretimine (sanayi) yatırıma dönüşmüyor; yeterli kar getirmediği için sermaye maddi değerlerin üretiminden dünya çapında mali alana, spekülasyona akıyor. İngiltere ve Amerikan ekonomilerindeki sanayisizleşme süreci ve dünya çapında mali sektörde belirleyici konumda olmaları bunun böyle olduğunu göstermektedir. Böylece emperyal hegemon güçler, dünyanın ticari merkezi ve üretim atölyesi olmaktan çıkarak dünyanın mali merkezi oluyorlar. Bu aşamada aşırı borçlanma ve arkasından da çöküş/gerileme süreci başlıyor.
Çin'in emperyal yayılması, şimdiden dünyanın üretim atölyesi olması ve dünya hakimiyeti için mevcut ve potansiyel kaynaklara sahip olması, önümüzdeki dönemde kapitalist sistemi Çin'in şekillendireceğini göstermektedir.
*
Kaynaklar:
89) ”Ancak, Partimizin en çok dikkatini çeken şey, kafamızda birçok noktada önemli soruların doğmasına yol açan kültür
devrimiydi. Mao Zedong’un başlattığı kültür devrimi sırasında, Çin Komünist Partisi'nin ve Çin devletinin eyleminde Marx, Engels, Lenin ve Stalin'in öğretilerine dayanmayan şaşırtıcı siyasal, ideolojik ve örgütsel görüşler ve davranışlar ortaya çıktı. Daha önceki şüpheli uygulamalar, kültür devrimi sırasında ve özellikle o günden bu yana gelişen olaylar, her biri diğerine karşıt bir platforma sahip olan şu ya da bu grubun -bugün Lin Biao grubunun, yarın Deng Siao-ping ya da Hua Guo-feng diye birinin grubunun vb- yönetime gelmesi ya da, yönetimden düşmesi, işte tüm bunların değerlendirilmesi, Partimizi, Mao Zedong’un ve Çin Komünist Partisi'nin görüşlerini ve eylemlerini daha yakından incelemeye, "Mao Zedong düşüncesi"ne ilişkin daha tam bir görüşe sahip olmaya itti. Kültür devriminin parti tarafından yönetilmiş olmaması, tersine Mao Zedong’un bir çağrısıyla ortaya çıkan kaos halinde bir patlama olması, bize göre bu hareketin devrimci niteliğini yok ediyordu. Milyonlarca örgütsüz gencin, lise ve üniversite öğrencisinin Pekin'e, parti ve devlet komitelerinin üzerine yürümesini, onları dağıtmasını sağlayan şey, Çin'de Mao Zedong’un sahip olduğu otorite idi. Bu gençlerin, o zamanlar Çin'de "proleter ideoloji"yi temsil ettiği, partiye ve proleterlere "gerçek" yolu onların göstereceği söyleniyordu.
Belirgin bir siyasal nitelik taşıyan bu devrime kültür devrimi dendi. Partimiz bu deyimi doğru bulmadı; çünkü Çin'de patlak veren hareket gerçekte kültürel değil,siyasal bir hareketti. Ama en önemlisi, bu "büyük proleter devrimi"nin ne partinin ne de proletaryanın yönetiminde olmamasıydı. Bu ciddi durum, devrimde proletaryanın önder rolünü küçümseyen ve gençliğin rolünü abartan Mao Zedong’un eski antimarksist görüşlerinden kaynaklanıyordu. Mao şöyle yazmıştı: "Çin gençliği 4 Mayıs Hareketi'nden bu yana ne gibi bir rol oynamaya başladı? Bir anlamda onlar öncü rolü oynamaya başladılar. Aşırı gericiler dışında ülkemizde herkes bu gerçeği kabul etmektedir, öncü rolü oynamak ne demektir? Bu önderliği üstüne almak demektir..."(Mao Zedong, Seçme Eserleri, C. 3, s. 19, An. Bas.).
Böylece işçi sınıfı saf dışı edilmiş oldu ve birçok durumda kızıl muhafızlarla karşı karşıya geldi, hatta onlarla çarpıştı. O zamanlar Çin'de bulunan yoldaşlarımız, fabrika işçilerinin gençlerle çarpıştığını bizzat kendi gözleriyle gördüler. Parti dağıtılmıştı. Parti tasfiye edilmişti ve komünistler ve proletarya tümüyle hiçe sayılmışlardı. Durum çok ciddiydi.
Partimiz kültür devrimini destekledi; çünkü Çin'de devrimin kazançları tehlikedeydi. Mao Zedong’un kendisi, bize Çin'de parti ve devletin Liu Şao-şi ve Deng Siao-ping'in dönek kliği tarafından gasp edilmiş olduğunu ve Çin devriminin kazançlarının tehlikede olduğunu söyledi. Bu koşullar altında Partimiz, bu ciddi durumdan kimin sorumlu olduğuna bakmaksızın kültür devrimini destekledi. Partimiz, iktidarı ele geçirme uğruna birbiriyle çatışan ve silahlı çarpışmalardan bile kaçınmayan anti-Marksist grupların hizip mücadelesini değil, kardeş Çin halkını, Çin'de devrim ve sosyalizm davasını savundu.
Olayların akışı gösterdi ki büyük proleter kültür devrimi ne bir devrimdi, ne büyüklü, ne de kültüreldi ve özellikle zerre kadar proleter değildi, iktidarı ele geçirmiş olan bir avuç gericiyi tasfiye etmek amacıyla yapılan tüm Çin çapında bir saray darbesiydi.
Bu kültür devrimi elbette bir hileydi. Hem Çin Komünist Partisi'ni, hem de kitle örgütlerini tasfiye etti ve Çin'i yeni bir kargaşalığın içine soktu. Bu devrim, kendileri de başka anti-Marksist ve faşist unsurlar tarafından bir askeri darbeyle devrilecek olan ve Marksist olmayan unsurların önderliğinde yürütüldü.
Basınımızda Mao Zedong, büyük Marksist-Leninist olarak tanımlandı; ama biz, Mao'yu Marksizm-Leninizm’in ustası ve "Mao Zedong düşüncesi"ni Marksizm’in üçüncü ve en yüksek aşaması olarak niteleyen Çin propagandasının tanımlamalarını hiçbir zaman onaylamadık ve kullanmadık. Partimiz, Çin'de Mao'ya tapınmayı Marksizm-Leninizm ile bağdaşmayan bir durum olarak gördü.
Kültür devriminin karmakarışık gelişimi ve sonuçları, Çin'de Marksizm-Leninizm’in bilinmediğine ve uygulanmadığına ilişkin sahip olduğumuz düşünceleri -henüz bütünüyle billurlaşmış olmasa da- güçlendirdi. Çin Komünist Partisi ve Mao Zedong dış görünüşe ve "proletarya, proletarya diktatörlüğü ve proletaryanın yoksul köylülükle ittifakı "na ilişkin sloganlara ve bu türden diğer birçok formüle karşın, esas olarak Marksist-Leninist düşünceleri savunmuyordu.” (E. Hoca; Emperyalizm ve Devrim, s. 279-281).
90) E. Hoca; Emperyalizm ve Devrim; s. 454/455.
91) Bkz.: E. Hoca; agk., s. 453 ve Die VR China, s. 138.
92) G. Dimitrof; Seçilmiş Eserleri, C. 3, s. 376/377, Sofya 1976.
93) Mao Zedong; C.II, s. 418, 521, Pekin 1968, “Yeni Demokrasi” ve “Politikalarımız Üzerine” makalelerinden).
94) Mao Zedong; C. II, s. 408/409, “Yeni Demokrasi”.
95) Mao Zedong; C. III, s. 273, Pekin 1969, “Koalisyon Hükümeti Üzerine” makalesinden.
96) Mao Zedong; C. III, s. 275/276, “Koalisyon Hükümeti Üzerine”.
97) Mao Zedong: C. II, s. 408, “Yeni Demokrasi” yazısından.
98) Bkz.: Agy.
99) Mao Zedong; C. III, s. 271, “Koalisyon Hükümeti Üzerine”.
100) Mao Zedong; C. IV., Syf, 449, “Halkın Demokratik Diktatörlüğü”.
101) Mao Zedong; C. III, s. 217, “Koalisyon Hükümeti Üzerine” makalesinden.
102) Mao Zedong; C. III, s. 299, “Koalisyon Hükümeti Üzerine”. NOT: Son cümle Türkçe çevride yok. Bkz.: Kaynak Yayınları, s. 316.
103) Mao Zedong; C. IV, s. 447, “Halkın Demokratik Diktatörlüğü”.
104) Hu Çiau-mu; “30 Jahre Geschichte der Kommunistischen Partei Chinas, s. 90, Berlin 1954.
105) Agk., s. 92.
106) Mao Zedong; C. V, s. 123-125, “Sanayi ve Tarımın Yeniden Düzenlenmesi İçin Yol”.
107) Mao Zedong; agk., s. 125.
108) Mao Zedong; C. V, s. 436, “Halk İçindeki Çelişkilerin Doğru Ele Alınması Üzerine”.
109) Mao Zedong; agk., s. 437.
110) Lenin; C. 27, s. 223, “Moskova Sovyeti’ndeki Konuşma”.
111) Mao Zedong; Yayınlanmamış Yazılar, 1956-1971, s. 123, May Yayınları, 1976.
112) Mao Zedong; agk., s. 121.
113) Marks; Kapital, C. III, s. 184.
114) “Küçük üretim ve özel (kapitalist) sektör gibi ortak mülkiyet dışında kalan ekonominin gelişmesinin yönetimi, desteklenmesi ve teşviki için devlet konseyinin bazı düşünceleri” kararı.
115) Hu Shuli; Zeitschrift “Finanzen”. Fiefang Ribao/Renmin Wang, 19.10. 2004.
116) Renmin Ribao, 20.09.2004.
117) - China Stat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 17-15 ve
-China Stat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 18-15.
118) -China Stat, Yearbook 2003, Beijing 2003 ve 2004.
-Kommunique des Staatlichen Amtes für Statistik über die Entwicklung der
Volkswirtschaft 2003, 26.2. 2004 ve 2004 için de 28.2. 2005.
119) - China Stat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 18-13.
-Kommunique des Staatlichen Amtes für Statistik über die Entwicklung der
Volkswirtschaft 2004, 28.2. 2005.
120) China Stat, Yearbook 1995, Beijing 1995, 16 16-13; Agk, 1997, 16-14; agk., 2001, 17-14; agk., 2003, 17-13, agk., 2004, 18-14.
121) China Stat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 18-17; agk., Beijing 2003, 17-17.
122) China Stat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 5-1.
123) NÖP döneminde Lenin yabancı sermayeye ancak yüzde 25’lik bir ortaklık hakkı tanıyordu.
124) China Stat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 14-2 ve 2003, Beijing 2003, 13-3.
125) China Stat, Yearbook 2004, Beijing 2004, 14-2.
126) ÇKP, son kongresinde kapitalistleri de saflarına üye olarak almayı kabul etmiştir.
127) “Qiu Shi”; 2000, Nr. 21. “Die Theorie des wissenschaftlichen Sozialismus ist eine unumstössliche Wahrheit”. Aktaran: Rolf Berthold; “China 2003, Auf dem Wege zum Sozialismus”, s. 51.
128) Volkzeitung, 1.7.1999. Aktaran:Rolf Berthold; “China 2003, Auf dem Wege zum Sozialismus”, s. 54.
129) “Qiu Shi”; 2000, Nr. 18. “Entschlossen an der grundlegenden ökonomischen Odrnung des Sozialismus festhalten – Kritik an der Auffassung von der Privatisierung der Wirtchaft”. Aktaran: Aktaran:Rolf Berthold; “China 2003, Auf dem Wege zum Sozialismus”, s. 55.
130) “Qiu Shi”; 2000, Nr. 20. “Beim Aufbau einer demokratischen Politik muss man von der konkreten Lage Chinas ausgehen – Kritik an der Propagierung des Standpunktes der westlichen demokratischen Liberalisierung”. Aktaran:Rolf Berthold; “China 2003, Auf dem Wege zum Sozialismus”, s. 55.
131) Volkzeitung, 18.11.2002. Aktaran:Rolf Berthold; “China 2003, Auf dem Wege zum Sozialismus”, s. 55.