Geçen yüzyılın '60lı ve '70'li yıllarında burjuvazinin geliştirdiği “aile besleyicisi modeli”ne göre kadın, ücretli iş “sektörü”nde en fazlasıyla, aile bütçesine katkıda bulunan birisi olarak kabul görüyordu. Aile içi iş bölümünde eskiye göre değişen fazla bir şey yoktu. Burjuvazi bu modeli, toplumsal sınıf ve tabakalar tarafından benimsenip benimsenmemesinden bağımsız olarak ideolojik bakımdan ideal model olarak genelleştirdi. Bu bağlam içinde, gelişen yeni kadın hareketi, siyasi faaliyetini, diğer şeylerin yanı sıra aileyi zor kullanım, hakimiyet ve sömürü yeri veya odağı olarak gündemleştirdi ve evde kadın tarafından yapılan yeniden üretim işinin (“ev emeği”) ücretsiz olduğunu ve ücretlendirilmesi gerektiğini; bu işin görünür kılınmasını merkezi faaliyetinin bir bileşeni olarak gördü. Bunun ötesinde, ama aslıda bu sorunla doğrudan bağlam içinde feminist kadın hareketi, Marksizmin teori ve pratiğinin kadının çıkarlarını ve tecrübesini, sınıf mücadelesinin ciddiye alınan bir bileşeni olarak görmediğini giderek daha güçlü bir biçimde dillendirmeye başladı. Feminist kadın hareketi ev işinin sistematik bir teorisini oluşturma çabası içinde Marksist-Leninist politik ekonomiyi de eleştirel ele aldı.
Ev işi tartışması esas itibariyle kapitalizmde ödenmeyen yeniden üretim işinin ne anlama geldiğinin sistematik bir teorisini oluşturmaya odaklanmıştı. Bu çaba, birbirinden farklı teorik anlayışlar arasında sürekli dalgalanmış, gidip gelmiştir. Örneğin bir taraftan yeniden üretim işinin analizi için Marksist kavramlar kullanılmaya çalışılmış, ama diğer taraftan da kapitalist üretim biçiminde ev işinin rolü üzerine cins ilişkileri Marksist değer teorisine eklenmek istenmiştir. Öyle ki, ev işi “politik ekonominin eleştirisinde kör nokta” olarak görülmüş ve bu işin (“emeğin”) Kapital'in bir parçası olması gerektiği savunulmuştur (1). Devamla tartışma, ev işi Marksist anlamda artı değer üretiminde “üretken” midir yoksa değil midir; ödenmeyen ev işi erkeğin işgücünün değerinin artmasına veya azalmasına katkıda bulunuyor mu yoksa bulunmuyor mu veya ev kadınları işçi sınıfının bir parçası mıdır yoksa değil midir konularını ele alarak sürmüştür. Tartışma iki kutup arasında gidip geliyordu: Bir taraftan ev işi kapitalist üretim biçiminin tam bir parçası olarak görülüyor ve Marksist değer teorisine yerleştirilmeye çalışılıyordu. Diğer taraftan da ev işinin kapitalist üretim-ücretli iş karşısında kapitalist olmayan bir karaktere sahip olduğu ve görece bağımsız olduğu yorumları yapılıyordu. Burada açık ki, doğrudan ideolojik ve siyasi bir sorun da tartışılmış oluyordu: Marksizm ve feminizm. Sorun, Marksizm ve feminizmin, karşılıklı olarak bir birini dışlayan siyasi “proje”ler mi yoksa ortak amaçların ve stratejilerin ortaya çıkarılabileceği bir eksende çalışabilirler mi biçimini alıyordu/alıyor.
Bu ve benzeri tartışmalar sonuçlanmamıştır.
Parlamento dışı ilk feminist örgüt “Lotta Feminista”yı kuran Mariarosa Dalla Costa (İtalyan) yayımladığı “Kadınlar ve Toplumsal Altüst Oluş” yazısıyla 1970'li yıllarda ev işi veya yaygın ve yanlış kullanımıyla “ev emeği” sorununu gündemleştirdi. Mariarosa Dalla Costa'nın savına göre ev işi artı değer yaratır, bu türden çalışma kapitalist üretim biçiminin önemli bir bileşenidir ve ücretlendirilmesi gerekir. Bu argümanlarla ev kadınları ile işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi arasında bağlam kurmayı amaçlıyordu.
“Mouvement de Libération de la Femme”in (MLF) ve “Nouvelles questions féministe”in kurucularından Fransız sosyoloğu Christine Delphy, feminist temel tezlerini 1970'de yayımlanan “Ana Düşman” yapıtında dile getirdi; ona göre kadınların yaptığı ev işi kapitalizmin ekonomik analizlerinde çoğu kez gözardı edilmiştir.
Almanya'da sosyoloji profesörü Maria Mies, 1970'li yılların sonunda kapitalizmde kadın işinin yapısal değersizleştirilmesi tartışmalarında öne çıkan bir rol oynamıştı.
Yine Almanya'da teorilerini Marks ile bağlam içinde geliştirmeye çalışan feministler, örneğin Frigga Haug, “Feminizmin Tarihsel-Eleştirel Sözlüğü”nde “ev kadını” ve “ev kadınlaştırılması” kavramlarına kapsamlı yer verir ve Marksist üretim ve yeniden üretim ilişkilerini ele alır ve cinsiyet ilişkilerinin aynı zamanda sürekli üretim ilişkileri olduğu sunucuna varır.
Angela Davis (ABD), 1981'de yayımlanan “Women, Race and Class” çalışmasında ev işinin kar getiren iş olmadığını, çoğu kez ilkel biçimlerde bir iş olduğunu, bu nedenden dolayı da kapitalizmde değersiz addedildiğini ve çoğu kez de kadınlar tarafından yapıldığını dillendirir.
Uzatabiliriz. Ama gerek yok. Sorunun ele alınışında temel görüşlerin nasıl şekillendiğini yukarıda belirtilen yazılarda bulabiliriz. Konunun bütün feminist akımlar (2) tarafından nasıl ve hangi önemde ele alındığı da ayrı bir sorun.
Konunun önemi:
“Görünmeyen emek” kavramı ... Türkiyeli feminizmin teorisinde ve pratiğinde yaygın bir biçimde kullanılıyor. Hatta daha da ileri gidip, “görünmeyen emek” kavramının feminist politikanın önünü açan, onun dünyayı anlama ve dönüştürme perspektifini besleyen bir kavramsal araç konumuna yerleştiğini söyleyebiliriz” (3).
Bu önemli sorun son kertede ev işinin nasıl ele alınmasında ve ücretlendirilmesinde düğümlenmektedir. O halde öncelikle ev işi kavramının tanımını yapmak gerekir.
“Görünmeyen emek derken, kadınların aile içinde, yakınları ile ilişki içinde, yakın erkeklerle ilişkilerinde harcadığı emek kastediliyor” (4).
Evde yapılan hemen her türden işler; yaşlı ve çocuk bakımı, bütün ev işleri bu çerçevede ele alınması gereken işlerdir.
Kadının bu türden çalışması neden “görünmeyen emek” olarak tanımlanıyor?
Bu konuda Gülnur Acar-Savran “Kadınların görünmeyen emeği neden görünmez? Bu emek nasıl bir toplumsal ilişki çerçevesinde yer almaktadır?” sorusunu soruyor ve cevaplandırıyor:
“Kadınların görünmeyen emeği, cinsiyete dayalı işbölümü ve toplumsal cinsiyet ilişkileri çerçevesinde harcanan bir emek biçimidir ve patriarkal yapının en temel dayanaklarından birisini oluşturur. Bu emek görünmeyen emektir, çünkü birincisi doğallaştırılmış emektir. Ev içi, aile, özel alan ve bu alandaki cinsiyetçi işbölümü, patriarkanın modern biçimi olan kapitalist patriarka çerçevesinde, toplumsal-olmayan dolayısıyla da “doğal” bir alan olarak kurulur. Bu alandaki ilişkiler ve pratikler doğallaştırılır, kadınların yaptıkları işler kadın doğasının bir parçası, kadınların doğal yatkınlıkları olarak sunulur; emek harcama, iş değil, davranış biçimleridir bunlar...
Bu emeğin görünmeyen emek olmasının ikinci nedeni, onun miktarını da gizleyen ev içi çalışma düzenidir. Ev içinde yapılan işlerin belirlenmiş mesai saatleri yoktur” (5).
Emek karşılıksızdır:
“Kadınlar ücret karşılığı başka bir işte çalışsalar da, tam zamanlı ev kadınlığı yapsalar da, çocukları, kocaları ve kocalarının yakınları için harcadıkları bu emek karşılıksız emektir” (6).
Değerlendirmenin çerçevesini belirlemek için şu türden anlayışları bir kenara bırakıyoruz:
“Mesele, ev emeği artık değer üretiyor mu üretmiyor mu tartışmasından çıkarılmalı. Daha somuta indiğimizde, işçi sınıfına bütün tarihsel karmaşıklığı içinde baktığımızda, emek gücü piyasasının bu sözünü ettiğim faktörlerini de işin içine katmak gerekiyor. Ayrıca Marx emek sürecini sadece maddi ürünleri olan bir süreç olarak tarif ediyor. Yapıtının bazı bölümlerinde zihinsel emeğe de gönderme yapıyor. Ama esas parametresini, çerçevesini maddi ürünler üreten emek oluşturuyor. Oysa kadınların bakım için harcadıkları emek duygusal, zihinsel boyutları olan bir emek; bu emeğin anlaşılması için, kamusal alandaki hizmet sektörünün doğru dürüst tahlil edilebilmesi için “duygusal/manevi emek” kavramının da ciddiye alınması gerekir diye düşünüyorum” (7).
Burada “duygusal/manevi emek” ve sayın Savran'ın da bahsettiği “harcanan fiziksel/duygusal emek (Savran agy.) anlayışını, A. Negri'nin “emek” yorumunu anımsattığını belirterek şimdilik bir kenara bırakıyoruz. Bunlar tanımlanması, içeriklendirilmesi gereken kavramlardır. Öncelikle “emek” kavramının ne anlama geldiği konusunda Markist-Leninist politik ekonomiye yüklenen yanlışların ortaya konması gerekir.
Önce “emek” kavramını tanıyalım.
“Karşılığı ödenmeyen”, “ücretli emek”, “görünmeyen emek” vb. türden tanımlamaların burjuva politik ekonomide bir anlamı olabilir. Buna diyeceğim bir şey yok. Ama bir taraftan Marksizm-Leninizmden bahsetmek, en azından “emek” kavramını bu anlamda kullanmak ve diğer taraftan da emeğin değerinden bahsetmek çelişkilidir. Marksist-Leninist politik ekonomide böyle bir anlayış yoktur. Böyle bir tanımlamanın bilimsel hiçbir yanı yoktur ve yanlış olana dayandırılan bir değerlendirmenin de hiçbir anlamı olamaz.
Emeğin değeri yoktur. Değeri olmayan bir şey de değer üretemez. Önce burada ortak ve aynı düşünüldüğünün anlaşılması gerekir.
“Bu yanlış düşünce, insanların rastlantısal bir yanılgısı değildir. Bu, sömürünün gizli, maskeli olduğu ve işverenin ücretli işçiyle ilişkisi sanki birbirine denk meta sahiplerinin ilişkisiymiş gibi çarpıtılmış bir biçimde göründüğü kapitalist üretimin özgül koşullarından doğar.
Gerçekte, ücretli işçinin çalışma ücreti, emeğinin değerini ya da fiyatını oluşturmaz. Eğer emek bir metaysa ve bir değere sahipse, bu durumda bu değerin büyüklüğü herhangi bir şeyle ölçülmek zorundadır. Açıktır ki, “emeğin değerinin” büyüklüğü diğer her meta gibi, içinde bulunan emeğin miktarıyla ölçülmek zorundadır. Bu koşul altında şu fasit daire ortaya çıkar: Emek, emekle ölçülür.
Ayrıca, kapitalist, işçiye “emeğin değerini” ödeseydi, yani emeği tümüyle ödeseydi, bu durumda kapitalistin zenginleşmesi için hiçbir kaynağın olmaması gerekirdi, başka bir deyimle, kapitalist üretim tarzı var olamazdı.
Emek, metaların değerini yaratır, ama kendisi meta değildir ve kendisi bir değere sahip değildir. Günlük hayatta “emeğin değeri” olarak adlandırılan şey, gerçekte işgücünün değeridir” (8).
İş veya çalışma, insanın amaca uygun faaliyetidir. İnsan, bu faaliyet süreci içinde doğa maddelerini kendi gereksinimlerini gidermek amacıyla değiştirir. İnsanın bu faaliyet süreci, iş/çalışma süreci sonucunda yarattığı değerde ifadesini bulan emektir. O halde emek, iş/çalışma sürecinde harcanmış olan işgücünün metada cisimlenen yoğun ifadesidir. Öyleyse emek, harcanmış işgücü demektir.
İş/çalışma, işgücünün harcanma, harcanıyor olduğu süreci ifade ederken, emek, bu sürecin sonuçlanmışlığını; işgücünün harcanmışlık durumunu ifade eder. Burada, Almanca’daki “Verausgabung der Arbeitskraft”, işgücünün, çalışma sürecinde harcanıyor oluşunu, “verausgabte Arbeitskraft” veya “geleistete Arbeit” ise işgücünün harcanmışlık durumunu, yani emeği ifade eder.
Derdimizi anlatmak istiyorsak kavramları yerinde ve doğru kullanmak zorundayız. Bu nedenle “ev işi”nden, “kadının görünmeyen işi”nden, “emek harcanması”ndan değil “işgücü harcanması”ndan, emeğin değil işgücünün ücretlendirilesinden, “emeğin değeri”nden değil işgücünün değerinden bahsetmeliyiz.
İkinci bir sorun: Feministlerin soruna ilişkin birçok yazısında Marks'ın ev işi sorununu ele almadığından veya Marksizmin bu sorunu hep göz ardı ettiğinden bahsedilir. Bu, büyük bir haksızlıktır. Marks, Kapital'de kapitalist üretim biçiminin yasallığını, sermaye hareketini toplumu cinsiyete göre ayırarak ele almamıştır; sınıflara ayırarak ele almıştır. Daha doğrusu kapitalizmin toplumu proletarya ve burjuvazi olarak iki temel sınıfa ayırdığı gerçeğinden hareket etmiştir. Kapitalizm var olduğu müddetçe veya kapitalizmden bahsettiğimiz müddetçe bu gerçeği değiştiremeyiz. Veya değiştirebiliriz, ama bu sefer de kapitalizmin Marksist analizinden bahsedemeyiz. İkisinden birisi. Her ikisini bir araya koyarak veya her ikisinin birbirine karıştırılmasıyla yol alamayız. Veya yol alabiliriz, ama Marksist anlamda yol alamayız.
Bu nedenle “Marx’ın kapitalizm tahlilinin cinsiyet körü olduğunu düşünüyorum” demenin de bir anlamı yoktur (“Feminizm Bütün Kadınların İsyanı!", Gelecek, Şubat 2006, sayı: 29, 05.04.2006). Marksizmin veya Marks'ın kapitalist üretim biçimi analizinin böyle bir iddiası yoktur. Ama başka bir iddiası vardır. O da kapitalizmde ücretli iş sorununu bütün yönleriyle ele almasıdır. Veya Marks'ın ücretli iş sorununu Kapital'de ve başka yapıtlarında bütün yönleriyle ele almadığını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. Marks ücretli iş değerlendirmesinde ücrete konu olanı, yani işgücünü cinsiyete göre ela almıyor. Erkek işgücünde ücretlendirmenin veya kadın işgücünde ücretlendirmenin özelliklerinden hareketle kapitalist üretim biçiminde ücretlendirme sorununa çözüm aramıyor. O, sadece genel anlamda işgücünden ve bunun meta oluşundan; alınıp satılıyor oluşundan bahsediyor. Eğer bu konuda Marks'ın Kapital'inde bir eksiklik varsa, bu eksikliğin üzerine gitmeliyiz.
Aslında bu sorun Marksizmin bir sorunu değil. Kapitalizmin bir sorunudur. Sermaye, sermaye olabilmek, üretmek ve artı değer elde etmek için hammaddenin yanı sıra çalıştırmak için işgücü arıyor. Öncelikle işgücü arıyor. İkinci aşamada belki de üretilecek ürünün özelliğinden dolayı erkek veya kadın işgücü arıyor olacaktır. Ama öncelikle işgücü arıyor. Veya da son kertede hangi cinsten işgücü aramış olursa olsun öncelikle, satın aldığı işgücüne ödemeyi cinsiyete göre yapmıyor (Burada sorun ücretin az veya yüksek olup olmadığı değil). Marks bu gerçeklikten hareket ediyor.
Bu ve değinmediğimiz daha birçok nedenden dolayı Marks'ın, Engels'in, Lenin'in, Stalin'in veya bir bütün olarak Marksizm-Leninizmin, Marksist-Leninist politik ekonominin ev işine ve ücretlendirilmesine gerekli önemi vermediğini, gözardı ettiğini söyleyemeyiz. Böyle bir iddia Marksist-Leninist politik ekonominin işgücünü cinsiyete göre erkek ve kadın işgücü olarak ayrıştırdığını ve kapitalizmin analizinden de salt veya daha ziyade erkek işgücünü önplana çıkardığını ifade etmek anlamına gelir. Marksizmin kapitalizm analizinde böyle bir anlayıştan hareket ettiğini söylemek, ancak Marksizmle ilişkilenmeyen birisinin işi olabilir. Ve toplumda böylesi insan ve siyasal akımların sayısı hiç de az değildir.
Yukarıda da örneklediğimiz gibi yaygın anlayış şöyle: ev işi, aile hizmetidir, ödenmeyen ve görünmeyen emektir. Bu iş de genellikle evli kadınlar tarafından yapılır. Bu işten yararlananlar da erkekler ve çocuklardır. Yani ev kadını çalışıyor, ama “emeği” ücretlendirilmiyor. Bunun böyle olup olmadığın ortaya çıkartmak için bir hesap denemesi yapabiliriz.
Şöyle düşünelim: Bir anne çocuğunun bakımı için ilk yaş yılında her gün ortalama olarak 6 saat harcamış olsun. Bu bir senede toplam olarak 2.190 saat eder. Sonraki yıllarda, diyelim ki 2-7 yaş döneminde günlük bakım zamanı her gün 4 saat olsun. Bu durumda toplam olarak 5 sene için 7300 saat eder. 7 yaşından 12 yaşına kadar da günlük ortalama olarak üç saat harcamış olsun. Bunun toplamı 5.475 saat eder. 1-12 yaş arasında annenin çocuğu için harcadığı zaman toplamı: 2190+7300+5475 = 14.965 saat. Saatlik ücretin de 5 TL olduğunu düşünelim. Bu durumda anne, çocuğu 12. yaşını bitirdiğinde 74.825 TL almış olacak veya kazanmış olacak.
Burada belirtilen rakamlar tamamen keyfidir. Çocuğun bakımı için günlük olarak harcanan zamanı uzatabildiğiniz gibi kısaltabilirsiniz veya çocuk sayısını birden ikiye çıkartabildiğiniz gibi, çocuk sayısına bir de bakıma muhtaç yaşlı ekleyebilirsiniz. Aynı şekilde saatlik ücreti 5 TL değil de 3 TL veya 50 TL olarak da hesap edebilirsiniz.
Varacağınız sonuç ne olursa olsun, bu türden hesaplamanın veya sorunu bu mantık çerçevesinde ele alarak sonuç almaya çalışmanın ücretli işin ödenmesiyle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yoktur. Bu hesaplamayla kapitalizmde ücretli işin (çalışmanın) neye dayanılarak ücretlendirildiğini zerre kadar anlamadığınızı, ama en fazlasıyla, Marksist kavramları bol keseden keyfiyete göre kullanmış olduğunuzu göstermiş olursunuz.
Burada karşı karşıya olduğumuz sorun, ücretli iş, ödenmesi ve “emek” konusunda kapitalist toplumun, burjuva politik ekonominin yüzeyselliğine, görünüşüne teslimiyetten başka bir şey değildir. Ücretin, emeğin ödenmesi olarak algılanması üzerine yükselen bir politik anlayışın ömrü ne kadar kısa olur, orasını bilemem, ama ciddiye alınması hiçbir zaman söz konusu olmaz.
“Burjuva toplumun görünüşünde, işçinin ücreti, işinin fiyatı olarak, belli bir miktarda iş için ödenen belli miktarda para olarak görünür. Böylece, herkes, emeğin değerinden söz eder ve bunun para olarak ifadesine onun gerekli ya da doğal fiyatı der” (9).
Bu yüzeysel görünüşe göre işçinin bütün çalışma süresinin karşılığı ücret olarak ödenmiştir. Ama aynı zamanda ev kadınının veya ev erkeğinin bütün çalışma süresi ödenmemiştir.
Bu yüzeysel değerlendirme son kertede kapitalizmde işçinin sömürülmediği, ama ev kadınının veya erkeğinin sömürüldüğü sonucun götürür. Kaçınılmaz olarak bu anlayışa götürür, çünkü görünüşte işçinin çalışma süreci ödenmiştir, ama ev kadınının veya erkeğinin çalışma süresi ödenmemiştir.
Gerçekte ise işçinin işi ödenmemektedir. Gerçekte işçiye ödenen, işgücünün yeniden üretimidir. Bu oldukça önemli bir farktır. Açıklanması, anlaşılır kılınması gereken bir fark. Bu farkın açıklanmasıyla, işçi ailesinin ev işinin veya ev kadınının “emeği”nin ödenip ödenmediği veya ne derece ödenip ödenmediği de açıklığa kavuşturulmuş olur.
“İşçinin kapitalistle değişimi basit bir değişimdir; her biri bir eşdeğer alır; biri para, öteki de fiyatı onun için ödenmiş paraya aynen eşit olan bir meta; kapitalistin bu basit değişimde aldığı, bir kullanım değeridir; ötekinin iş (gücü, çn.) üzerinde kullanma yetkisidir...
Kapitalist, doğal olarak, onun iş (gücünden, çn.) hemen hemen belirlenmiş bir süreyle (şu veya bu çalışma zamanıyla) yararlanmasına karşın, işçinin iş (gücünü, çn.) nasıl kullanacağı onun için hiç de önemli değildir...Eğer kapitalist, işçiyi gerçekten hiç çalıştırmadan, örneğin işçinin iş (gücünü, çn.) yedekte tutmak için vb. ya da rakibinin kullanım yetkisini elinden almak için (örneğin tiyatro müdürlerinin şarkıcıları, şarkı söyletmemek, böylece rakip bir tiyatroda şarkı söylemesini engellemek için bir sezonluğuna satın alışı gibi) onun iş(gücünü, çn.) yedekte tutmak üzere salt kullanma yetkisiyle yetiniyorsa, değişim tam olarak gerçekleşmiş demektir” (10).
Ücret iş karşılığı değildir, aksine çalışma yeteneğinin, yani işgücünün karşılığıdır:
“İş (gücünün, çn.) pazarda, bir meta olarak satılabilmesi için, her şeyden önce, satılmadan önce var olması zorunludur. Eğer işçi, iş(gücüne, çn.) bağımsız nesnel bir varlık verebilseydi, o, iş(gücü, çn.) değil, bir meta satmış olurdu” (11).
Marks, “kadının görünmeyen emeği”ni görünür kılmıştır:
“İş gücü denilen bu özel metayı şimdi biraz daha yakından incelememiz gerekiyor. Bütün ötekiler gibi, o da bir değere sahiptir. Bu değer nasıl belirlenir?
İş gücünün değeri, öteki her metada olduğu gibi, bu özel nesnenin üretimi ve dolayısıyla yeniden üretimi için gerekli çalışma zamanı ile belirlenir. İş gücü bir değere sahip olduğuna göre, kendisinde maddeleşmiş ortalama toplumsal işin belirli bir niceliğinden daha fazlasını temsil etmez. İşgücü, yalnızca, bir kapasite ya da canlı bireyin gücü olarak vardır. Bunun sonucu olarak, işgücünün üretimi, bu bireyin varlığını öngörür. Belli bir bireyin işgücü üretimi, onun kendisini yeniden üretmesinden ya da varlığının devamından oluşur. Bireyin varlığını sürdürebilmesi için, belli miktarda geçim aracına gereksinmesi vardır. Bu nedenle, işgücünün üretimi için gerekli çalışma zamanı, kendini bu geçinme araçlarının üretimi için gerekli zamana indirgiyor; başka bir deyişle, işgücünün değeri, işçinin varlığını sürdürmesi için gerekli olan geçim araçlarının değeridir.
Ne var ki, işgücü, ancak kullanılmakla gerçekleşir; ancak çalışma ile kendini faaliyete sokar. Bu arada belirli miktarda insan adalesi, siniri, beyni vb. harcanmış olur ve bunların yerine konması gerekir. Bu masraf artışı, daha fazla bir gelir ister. İşgücü sahibi, bugün çalışıyorsa, yarın da aynı süreci, sağlık ve kuvvet yönünden aynı koşullarla yineleyebilmelidir” (12).
Eğer ücret, yüzeysel olarak “emeğin” (işin) yeterli veya yetersiz karşılığı olarak değil de, Marks'ın dediği gibi işçinin ve ailesinin geçimi için, yani işgünün yeniden üretimi için ödeme olarak kavranırsa, bu durumda ev kadınının veya erkeğinin ev ve çocuklar için yeniden üretim çalışmasının, ücretin yeniden üretiminin bir bileşeni olduğu anlaşılır. Yani Marks'a göre ev ve çocukların bakımı için harcanan zaman, ücretin bir bileşeni olarak ödenmektedir.
Kendimizi kandırmayalım. Kapitalist ne işçinin işini/çalışmasını ne de ev kadınının işini/çalışmasını ödemektedir. Kapitalist sadece ve sadece meta-işgücünün değeri için ödeme yapmaktadır. Bu değer de işgücünün yeniden üretim masrafları tarafından belirlenmektedir. Ev kadınının veya erkeğinin yeniden üretim çalışması (ev ve çocukların bakımı vs.), işgücünün yeniden üretim masraflarının bir bileşenidir; ücretin bir bileşenidir. Burada söz konusu olan da sadece işçinin değil, işçi ailesinin varlığını sürdürebilmesidir. Tam da bu nedenle işçinin işi ödenir demek ne kadar yanlışsa, ev kadınının veya erkeğinin yeniden üretim için çalışması ödenmiyor, görünmüyor demek de o kadar yanlıştır.
Aileyi geçindirmek için ücretin düşük olması durumunda -ki bu kapitalizmde genel geçerli bir durumdur- kapitalist işgücü-metanın yeniden üretim masraflarını karşılamaz. Bu durumda ödenen ücret, işgücü-metanın değerinin altına düşmüş demektir.
“O halde, işgücünün üretim maliyeti nedir? Bu, işçiyi işçi olarak muhafaza etmek ve işçiyi işçi durumuna getirmek için gerekli olan masraflardır...
Basit işgücünün üretim maliyeti, demek ki, işçinin varoluş ve üreme masraflarından oluşur. Bu varoluş ve üreme masraflarının fiyatı, ücreti meydana getirir. Bu biçimde belirlenen ücrete, asgari ücret denir. Bu asgari ücret, metaların fiyatlarının genel olarak üretim maliyetleri ile belirlenmesi gibi, bir tek birey için değil, bu bireylerin meydana getirdikleri tür için gereklidir. Var olmak ve üremek için tek tek yeterli ücret alamayan milyonlarca işçi vardır; ama tüm işçi sınıfının ücretleri gösterdikleri dalgalanmalar içerisinde, bu asgariye eşitlenirler” (13).
Burjuva hukukun amacı, sermayenin, burjuva sınıfın çıkarlarını korumaktır. Bu hukuk günümüz koşullarında evlilikte mülkiyet ortaklığını normal durum olarak görmektedir; ailenin bütün gelirleri her iki tarafın ortak malıdır. Bu anlamda ev kadını veya erkeği, ücretin eşit ortağıdır.
Bu burjuva anlayış Türkiye'de de geçerlidir. Türkiye'de de burjuva hukuk, evlilikte ortak mal edinmenin normal bir durum olduğunu kabul etmektedir (14).
Ev işi ücretlendirilmiyor, görünür değil diyenler, burjuva toplumda, örneğin Türkiye'de ücretlendirmede, örneğin asgari ücretlendirmede hangi faktörlerin; değişkenlerin belirleyici olduğunu bilmiyorlar mı? Örnekleyelim (Biraz ayrıntı olacak, ama olsun):
Kadının “görünmeyen emeğinin” ücrete nasıl yansıdığını -istiyorsanız nasıl görünür olduğunu diyelim- örnekleyelim:
01.01.2012-30.06.2012...tarihleri arasında geçerli olan aylık asgari ücret 886,50 TL dir.
Şimdi bileşenleri değişen birkaç aile örneğini ele alalım.
Birinci durum: Bekâr.
İkinci durum: Çocuksuz aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Üçüncü durum: Tek çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Dördüncü durum: İki çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Beşinci durum: Üç çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Altıncı durum: Dört çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Çocukların yaşını da göz önünde tutarak yapılan hesaplamada her bir durum için farklı sonuçlar elde edilecektir; her bir durumda alınan aylık ücretin farklı olduğunu görecesiniz. Kadının varlığı, çocuğun varlığı, çocuk sayısındaki değişim neden ücrete yansıyor? Neden?
Her halükarda bunun bir izahının olması gerekir!
Yukarıdaki örnekte ücretin bileşenlerini, bu bileşenlerin değişken olduğunu ve ücretin de bu bileşenler ve değişkenlik durumu göz önünde tutularak hesaplandığını görüyoruz. O halde feministlerin ısrarla görünmeyen dediği pekala görünüyor.
Buna rağmen görünmüyor diyebilirler. Olabilir ama bu, Marksizm kadının emeğine önem vermemiştir vb. tarzında göndermelerle yayılmamalıdır. Neden bu anlayış ısrarla Marksizme mal ediliyor?
Sonuç itibariyle, ücretli işin karşılığı ödeniyor ev işi ödenmiyor veya görünür değil diyen Marksist ücretli iş analizinden ve de burjuva hukuktan bihaberdir.
En beteri ise, ücretli iş ödeniyor, ev işi ödenmiyor demekle ücret, çalışan erkeğin mülkiyetindedir ve kadının ev harcaması için erkeğe “yalvarıp yakarması gerekir” türünden anlayışların savunucusu olunduğunun farkına varılmamasıdır.
Feminizm tarihsel rolünü oynuyor ve kadınların ve erkeklerin her türlü sömürü ve baskıya karşı mücadele birliğini bölüyor:
Kadının çifte sömürülmesinin nedeni kapitalist ücretli iş olgusunda aranmalıdır. Bunun böyle olduğunu da ortaya çıkartan Marksizmdir. Ücrete bağlı kadının işgücü, olması gerekenden daha düşük değerlendirilmekte ve kadın sadece aile bütçesine katkıda bulunan olarak görülmektedir. Buna karşın feminizm ne diyor? Kadının çifte sömürülmesinin nedenini bir taraftan işletmede (üretimde) -bu doğrudur- ama diğer tarafta da ödenmeyen ev işinde aramaktadır. Sorun burada. Kadının ev işi -aşağıda da göstereceğimiz gibi- erkeğin aldığı ücret üzerinden ücretlendirilmiştir veya ev erkeğinin ev işi, çalışan kadının ücreti üzerinden ücretlendirilmiştir. Diğer taraftan ev işi, ailede ücret karşılığı çalışanın (eşlerden birisi) ücretinden bağımsızlaştırılırsa, ortaya tamamen farklı bir ilişki çıkar. Bu durumda kadının veya erkeğin ev işi veya aile içi iş, mübadele -değişim- için değil de kendi ihtiyacı için üretildiğinden dolayı kapitalist sömürü de olamaz. Bu durumda ev işi yapan en fazlasıyla kendi kendini sömürmüş olur.
Kapitalizmde sömürünün koşulları, kapitalist ücretlendirme Marks tarafından Kapital'de oldukça ayrıntılı anlatılmış; sömürünün ve ücretlendirmenin kapitalist ekonominin hangi nesnel yasalarına göre geçerlilik kazandığı ortaya konmuştur. Konumuz bağlamında kapitalizmi kapitalizm yapan onun ekonomik nesnel yasalarıdır. Marksizmin bu konuda görüşünün oldukça açık olmasına rağmen feministler, en azından bir kısmı, yeniden üretim işinin kapsamının, çeşitliliğinin ve toplumdaki yerinin Marksizm-Leninizm tarafından yeterli derecede ele alınmadığını veya kapitalist üretim biçiminin üretim koşullarını eleştirirken bu sorunları yeteri kadar ele almadığını savunabiliyorlar. Bu haksızlık değil mi? Hizmet “sektörü”nün bu devasa anlamlı ve kapsamlı alanı güya ücretli iş lehine göz ardı edilmiş! Neden ihmal edilmiş sorusuna şu cevap da verilebilir: Bu teoriyi geliştirenlerin çoğu erkek olduğundan ve evde yeniden üretim işiyle pek fazla ilgileri olmadığından dolayı denebilir!
Ev işi, kadını erkekten kurtarmak için toplumsallaştırması gereken basit bir iş olarak görülemez. En basitinden temizlik iş de bir fabrika işinden daha az zor ve daha az yıpratıcı ve yaratıcı değildir. Bu işin kadını ne hale getirdiğini Lenin çok iyi açıklıyor:
“Köylü ve işçi kadınlar, “ev işinin ayrıntılı işleri tarafından boğuluyorlar, baskılanıyorlar, aşağılanıyorlar; bu iş onları mutfağa ve çocuk odasına bağlıyor ve onların yaratıcı güçlerini neredeyse barbarca, üretken olmayan, küçük, sinir bozucu, küntleştiren, iç karartıcı bu çalışmayla boşa çıkartıyor”(15).
Bu yalıtılmış ve angarya karakterli ev işinin sadece veya neredeyse sadece işçi sınıfından ve emekçi yığınlardan kadınların sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Varlıklı kadınların böyle bir sorunu yok; maddi olanaklarıyla bu işleri işçi sınıfından kadınlara yaptırıyorlar. (hizmetçiler, çocuk bakıcıları, ev işi yardımcıları). Bu demektir ki, ev işi işçi sınıfı açısından başka bir anlama ve işleve sahiptir. Ücret, kadın veya erkek sadece çalışan işçinin değil, bir bütün olarak işçi sınıfının; dolayısıyla ailenin (kadın/erkek, çocuk) yeniden üretim masraflarını içerir. Erkek işçinin ücreti, aile ücreti olarak belirlenmiştir. Erkek ve kadın ücreti arasındaki fark bu nedenden dolayıdır. Demek oluyor ki, kapitalist ücret sisteminde baskıcı işlevleri ve kadını küçük düşürücü rolüyle birlikte ailenin yeniden üretimi zorunluluğu içseldir. Bu sistemden bireysel bir kurtuluş yoktur.
“İşçi sınıfının yaşamaya devam etmesi ve yeniden üretilmesi, sermayenin yeniden üretilmesinin her zaman için zorunlu bir koşuludur. Ama kapitalist, bunun yerine getirilmesini, işçinin hayatta kalma ve üreme içgüdüsüne rahatça bırakabilir. Bütün kapitalistler, işçinin bireysel tüketimini elden geldiğince tamamen zorunlu olan maddelere indirgemeye büyük dikkat gösterirler” (16).
Açık ki burada sermaye, yeniden üretimin yerine getirilmesinin hangi koşullarda olacağını işçi sınıfına bırakmış oluyor. Marks'ın bu anlayışını zorlayarak ondan şu sonuç çıkartılmamalı veya çıkartılamaz: Yeniden üretim sorunu sadece özel bir sorundur. Bu nedenle bu doğal ihtiyaçlar sorununun teorileştirilmesinin ve yaşanmakta olan ekonomik sisteme entegre edilmesinin anlamı yoktur. Böyle düşünmenin ne denli yanlış olduğunu Marksist-Leninist politik ekonomi, Marks'ın konuya ilişkin düşünceleri ortaya koymaktadır.
İşçi sınıfının, ailenin yeniden üretimini nasıl şekillendireceğine sermaye müdahale etmez; ücret sisteminin belirtilen özelliğinden dolayı bu işi kadınlara bırakmıştır. Ailenin ücreti nasıl kullanacağı sermaye ilişkisinin dışındadır. (Ama örneğin reklamlarla yönlendirebilir) Şüphesiz, kapitalizmde ücretin ne kadar olacağı bellidir ve her bir işçi ailesinin varlığını sürdürebilmesi için yapması gereken asgari harcamalar da bellidir. Yani işçi ailesinin ücreti istediği gibi kullanma “özgürlüğü”nün sınırları vardır.
Aynı zamanda kapitalizmde çocuk bakımı, yaşlıların bakımı ailelerin sırtına yıkılmıştır. Bu da bir “özgürlük”tür!
Evde ücret, sömürü ve meta üretimi yok; aile fertleri arasında ev ilişkilerinde bu kategorilerin yeri yok. Ev işinde “ürün” üretilen -çoğunlukla kadın- tarafından tüketiciye -çoğunlukla erkek ve çocuklar- meta olarak satılmıyor. Dolayısıyla ev işinde pazarlanması için üretim yapılmıyor. Tam tersine işçinin ücreti ailenin yeniden üretimi için yiyecek, giyecek, bakım, kira vb. biçimlerde harcanıyor. Bu, gelirden yapılan bir harcamadır. Gelirden yapılan harcama, hangi biçimde olursa olsun artı değer üretimini ve dolayısıyla sömürüyü dışlar. Marksist teori böyle diyor. Bunu doğru bulmayabilirsiniz, Marksizm bu konuda yanlış düşünüyor diyebilirsiniz. Buna bir diyeceğim yok. Ama Marksizmde olmayan da, ona mal edilmemeli.
Marksizm-Leninizm ev işinin veya bu işin kadınların sırtına yıkılmasının baskıcı olduğunu vurguluyor. Ama bunu işin kendisinden dolayı yapmıyor. Sosyalizmde ve komünizmde de insanlar ev temizliği yapacaklar, çocuğa bakacaklar veya yemek yapacaklar. Burada sorun bu türden işlerin kadının sırtına yıkılmasıdır. Ortadan kaldırılması gereken bu türden işler değil, bu işlerin kadının sırtına yıkılması olgusudur. Bundan dolayı kapitalizmde ev işinin baskıcılığı ve bunun da kadının baskı altına alınmasındaki rolü, yıkılması gereken toplumsal bir ilişki olarak görülmelidir.
Ev işinin ücretlendirmesi talebi, Fourier'in “çalışma hakkı” talebini anımsatıyor: Sınıfsal açıdan; mülkiyet ilişkileri ve karakteri açısından bakıldığında ev işinin ücretlendirilmesi anlayışı ile kapitalizmde “çalışma hakkı” anlayışı arasından bir fark yoktur.
Her iki talebin ideolojik bir sorun olduğunu; sınıfsal duruş sorunu olduğunu göstermek için “çalışma hakkı”nın ne anlama geldiğine bakalım:
Kapitalizmde işyeri birbirinden oldukça farklı iki meta sahibi tarafından ”özgür anlaşma“ sonucunda verilir. Taraflardan birisi üretim araçlarına, tüketim maddelerine, paraya sahip olandır ve yabancı işgücüyle sermayesini çoğaltmak isteyendir. Bunlar, işyeri arzında bulunanlardır; sermayelerini çoğaltmak için yabancı işgücü satın alırlar. Taraflardan diğerini ise ücretli işçiler oluşturur. Bunlar da üretim araçlarına, tüketim maddelerine, paraya sahip olmadıkları için işgüçlerini satarlar; yaşamak için zamanlarını, enerjilerini, edindikleri bilgiyi sermaye sahiplerine parça parça satarlar.
Bu durumda çalışma hakkının gerçekleştirilmesi için hangi olanaklar vardır? Kapitalist, ihtiyaç duymadığı işçiyi, sömürüsü devlet tarafından üstlenildiğinde; alacağı ücret devlet tarafından sübvanse edildiğinde çalışmaya zorlayabilir. Kapitalist, “sana iş veririm, ama masrafını devlet üstlenmelidir” diyebilir. Her halükârda her çalışma hakkı, ücretli işçilerin devlet tarafından zorla çalıştırılmasıdır ve aynı zamanda sermaye açısından devlet tarafından sübvanse edilmiş artı değer elde etme olanağıdır.
“Görünmeyen emeğin” görünür kılınması, “ev içi işin ücretlendirilmesi” gibi ”Çalışma hakkı“ da temel insan hakkı olarak sunulmaktadır. Kimler bu talebe sahip çıkıyor, gerçekleşmesi için mücadele ediyor veya etmiş diye sorduğumuzda karşımıza küçük burjuva çevreler, feministler ve sosyal demokratlar; sosyal demokrasinin etkisi altında olan sendikalar çıkmaktadır. Her iki talep de ilk bakışta tamamen doğru gözüküyor. Hele kitlesel işsizliğin yaygın olduğu günümüzde işsizlik bağlamında bu talepler daha da önemli olmuyor mu? ”Çalışma hakkı“ bağlamında sosyal demokratik ve revizyonist anlayışa göre bu talep milyonlarca insanın var oluşunun teminatı olarak algılanıyor; öyle ki diğer bütün temel hakların gerçekleşmesi için ön koşul olarak görülüyor. Gerçekten de insanca bir yaşam için çalışmak her insanın hakkı olmalıdır. Engels'in dediği gibi insanı insan yapan; hayvanlar aleminden ayrılmamızı sağlayan iş/çalışma değil miydi? Öyle ki, çalışmak insanın gelişmesi için temel öneme sahip olduğu için “çalışma hakkı” BM-İnsan Hakları Açıklamasına da alınmıştı. Bu açıklamanın 23. maddesinde şöyle denir: “Her insan çalışma, meslek seçimi özgürlüğü, uygun ve tatmin edici çalışma koşulları ve işsizliğe karşı korunma hakkına sahip olmalıdır”.
Burada temel soru veya sorun şu: Anayasal olarak kabul edilmiş dahi olsa kapitalizmde çalışma hakkı ve ev işinin ücretlendirilmesi gerçekleşebilir mi? Bu mümkün müdür? Kapitalizm, burjuva toplum sınıflı bir toplumdur. Bu nedenle hakim hukuk, hakim toplumsal ilişkileri ifade eder; hakim hukuk, hakim sınıf olan burjuvazinin hukukudur, bu hukuk da üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır; bu mülkiyeti korumak için vardır. Bu durumda, işsizliğe neden olan ve kadını eve bağlayan koşullar hukuk aracılığıyla ortadan kaldırılamaz. Bu, burjuvaziye kendini ortadan kaldır demek anlamına gelir. Bu nedenle, sömürü hakkı üzerine kurulmuş toplumsal bir düzende çalışma hakkını ve ev işinin ücretlendirilmesini teminat altına almak imkansızdır; hem sömürü hakkı hem de çalışma ve ev işinin ücretlendirilmesi hakkı aynı zamanda bir arada gerçekleşemez; bunlar birbirlerini dışlar.
Marks, burjuva toplumda sömürü ve kâr bağlamında analiz yaparken şu sonuca varır:
“...Çalışma hakkı, burjuva anlamda, mantıksızlıktır, boş, acınacak bir istektir. Ama çalışma hakkının gerisinde, sermaye üzerindeki iktidar vardır, sermaye üzerindeki iktidarın gerisinde üretim araçlarına sahip çıkmak, onları birleşmiş işçi sınıfına bağımlı kılmak, yani ücretli işin, sermayenin ve bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkilerin kaldırılması vardır...” (17).
Açık ki, çalışma hakkıyla mülkiyetin karakterini değiştirme eylemi; kapitalist sistemi aşma eylemi, yani devrim arasında kopmaz bir bağ vardır.
Marks, Engels'e yazdığı 1857 tarihli mektubunda çalışma hakkı üzerine “çalışma hakkına karşı ateşlice ortalığı velveleye veren kapitalistler şimdi her tarafta hükümetlerden kamusal destek talep ediyorlar...yani devletin sırtına dayanarak kâr etme hakkını geçerli kılıyorlar” der (18).
Aynı konu üzerine Engels de şunu söyler:
“Çalışma hakkı Fransız sosyalisti Fourier tarafından ortaya çıkartılmıştır...Fourieristler, tam da tehlikeli olmayışından dolayı (bu) safsatayı yaygınlaştırmışlardır.
1848'de Parisli işçiler, mutlak teorik kafa bulanıklığından dolayı (ve) oldukça pratik, oldukça az ütopik, oldukça gerçekleşebilir gözüktüğü için bu talebi kabullendiler.
Hükümet ise bu talebi kapitalist toplumun gerçekleştirebileceği yegâne tarzda gerçekleştirdi...devlet işletmelerinde.
Çalışma hakkı 1861-64 pamuk krizi döneminde burada, Lancashire'de şehir işletmelerinde aynı biçimde gerçekleştirildi.
Ve Almanya'da keza açlık ve dayak (anlamına gelen) işçi kolonilerinde gerçekleştiriliyor; buna şimdi darkafalı bayılıyor.
Tekil talep olarak çalışma hakkı asla başka türlü gerçekleştirilemez.
Bunun kapitalist toplum tarafından gerçekleştirilmesi talep ediliyor. Bu toplum bu talebi ancak kendi varoluş koşulları içinde gerçekleştirebilir ve bu toplumdan talep edildiğinde, bu koşullarda edilen taleptir, yani devlet işletmeleri ve iş evleri talep edilmektedir” (19).
Açık ki çalışma hakkının gerçekleştirilmesi için bolca devlet işletmesi kurulmalıdır!
Ev işinin ücretlendirilmesi, ücretlendirilme hakkı talep etmektir. Kimden talep edilecek, muhatap kim? Muhatap, ev işi yapan kadının çalışan kocası veya ev işi yapan erkeğin çalışan eşi olamayacağına göre devlettir.
Her iki talepte de muhatap devlet oluyor.
Bu her iki talep, tekil talep olarak, hak olarak asla başka türlü gerçekleştirilemez.
Burada her iki talebin savunucuları taleplerinin kapitalist toplum tarafından gerçekleştirilmesini bekliyorlar. Bu talepleri savunanlar, hakim sınıfın bunları ancak ve ancak kendi varoluş koşulları içinde gerçekleştirebileceğini unutuyorlar. Burjuva sistemin var oluş koşulları da bu her iki talebin gerçeklemesini dışlamaktadır.
Devletten her tarafta devlet işletmesi açmasını veya iş evleri kurmasını, ev işi yapanlara ücret vermesini talep etmek sermayeyi, burjuva sistemi anlamamakla eş anlamlıdır.
Veya “ev işinin ücretlendirilmesi”ni, “çalışma hakkı”nı talep edenler doğrudan güçlü devlet talep ediyoruz demiyorlar mı? Diyorlar, belki bilerek, belki de farkına varmadan! Evet, bu taleplerin bu sistemde; kapitalizmde, burjuva mülkiyet temelinde gerçekleşmesini talep edenler; develet “herkese iş bul”, “ev işine ücret ver” diyenler güçlü devlet talep etmiyorlar mı? Ediyorlar.
Yaşadığımız koşullar neyse o koşulların örgütleyicisi olan devlete, “devlet baba” demiyorlar mı? Diyorlar.
Faşizmin uygulayıcısı mekanizmaya “pederşahilik” atfetmiyorlar mı? Ediyorlar.
O zaman halkı her gün “gazlayan”, “sulayan”, içeri tıkan devlet, “kerim devlet” olmuyor mu? Oluyor. Yani devleti, “soylu”, “asil”. “eli açık”, “cömert” yapmış olmuyor musunuz? Oluyorsunuz.
Sonra da bu düzeni değiştirmekten, yıkmaktan, sosyalizmden bahsedeceksiniz, öyle mi?!
“Ev işinin ücretlendirilmesi” veya “çalışma hakkı”, “bakım ekonomisi” talep etmek değil mi?
“Ev işinin ücretlendirilmesi” veya “çalışma hakkı”, insanları açlığa mahkum eden, iliklerine kadar sömüren, asgari ücret adı altında resmen ve düpedüz aç bırakan, kadınların öldürülmesini, taciz ve tecavüzü kanıksatmaya çalışan, ideolojisi kadını “ikinci sınıf” görmekte ibaret olan bu düzene umut bağlamak anlamına gelmiyor mu? Geliyor.
Bu taleplerin gerçekleştirilmesi için mücadele aslında “güçlen devlet” mücadelesidir; “güçlen de bu taleplerimizi yerine getir” mücadelesidir.
Şayet böyle değilse, “biz öyle demiyoruz” deniyorsa, o zaman ne diyorsunuz? Bu taleplerin muhatabı kim?
Yoksa “ev işi ücretlendirilsin” derken muhatap çalışan erkek mi oluyor? Bunun tersi de olabilir, muhatap çalın kadın da olabilir.
Bu durumda işler karışır. Ödeme günlük mü olacak, haftalık mı olacak, aylık mı olacak, ücretin tutarı ne kadar olacak... Diyelim ki, aylık olsun ve asgari ücret üzerinden ödeme yapılsın. Bu durumda evde çalışanın aldığı bütün aylık ücret, ev işi yapana ücret olarak ödenecektir. O zaman kira, varsa çocukların masrafı, temel giderler kim tarafında ne ile ödenecek? Burada soru ve sorunları çoğaltabilirsiniz. Öyle ki akşam saatlerinde -diyelim ki 1900-2200 arasında- hemen her evde muhasebe yapılacağı için medya akşam program akışını değiştirmek zorunda kalacaktır.
Olmuyor değil mi? O zaman ev işi ücretlendirilmesinde ailede çalışan muhatap olamaz.
Şayet muhatap devlet değilse, çalışan erkek veya kadın değilse, muhatap kim? Kimin bu talebi duyması, sahiplenmesi isteniyor?
Veya “çalışma hakkı” bağlamında devlet kastedilmiyorsa, geriye tek ihtimal kalıyor. O da özel sektör!
Yoksa veya böylece özel sektörün “devlet baba”dan daha merhametli, daha “kerim” olduğu mu savunuluyor?
Diyelim ki, kadın veya erkek ev işi yapmakla artı değer üretiyor, sömürülüyor anlayışındasınız. O zaman Marksizm size şunu söyler: Ücretlendirmenin muhatabı devlet de olsa, ailede çalışan da olsa, ev işi yapan kesinkes sömürülmüyor, artı değer üretmiyor. Çünkü ev işi yapanın ücreti sermaye tarafından ödenmiyor. Devlet de, ailede çalışan da ödemeyi gelirden yapıyor. Gelirden yapılan ödeme, sermayeden yapılan ödeme değildir. Dolayısıyla burada sermayeyi çoğaltma amaçlı bir ilişki yoktur. Teori böyle diyor.
Savınızı Marksizme sığdırmadan, ona mal etmeden yapılandırırsanız doğru bir iş yapmış olursunuz.
“Ev işinin ücretlendirilmesi” gibi “Çalışma hakkı” sloganı da tamamen yanlış olan, tamamen ideolojik olan bir slogandır. Her ikisi de iki sistem arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ifade eder; devrim ile reform, özel mülkiyet ile toplumsal mülkiyet arasındaki aynılaşma veya farklılık ne ise onu ifade eder. Bu talepler kulağa, duygulara hitap edebilirler, ama bu düzeni savunmanın, reforme edilmiş özel mülkiyet, sömürü düzeninin yanında olmak anlamına gelir. Bu sloganlar kullanılmaya başlanınca arkası gelecektir. Bu sistem işgücünü satana; işçiye işgücünü özgürce satma hakkını tanıyor, ama sistemin kendisi “çalışma hakkı” diye bir hak tanımıyor; “işgücünü özgürce satabilirsin, ama alıp almamak veya hangi koşullarda satın alıp almamak bana bağlıdır” diyor. “Çalışma hakkı” talep edilince sistemin herkese iş bulmak zorunda olduğu, özel sektör bulmazsa devlet “baba”nın bulmak zorunda olduğu savunulmuş oluyor. Ötesinde bunu savununca kapitalizmde işsizliğin ortadan kaldırılabileceği savunulmuş oluyor. Öyle ya “çalışma hakkı” gerçekleşirse ortada işsiz kalmaz, kapitalizm işsizlik sorununu çözer vs.
Ev işinin ücretini kim ödeyecek diye sorarsanız, çalışma hakkı talebinde konaklarsınız.
Bu talepler, güncel veya perspektif olarak, nasıl kullanılırsa kullanılsın, bunlara hangi anlam yüklenirse yüklensin küçük burjuva -daha doğrusu küçük burjuva sosyalistlerinin talebidir.
“Kadın emeğinin görünür kılınması”, daha doğrusu toplumsallaştırılması; ev işinden bağımsızlaştırılması, “Çalışma hakkı” gibi sistemsel talepler ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı koşullarda gerçekleşir. Nitekim Sovyetler Birliği Anayasasında bu hak kapsamlı olarak yer alır ve uygulanır. Orada şöyle deniyordu: Anayasa (1936 Anayasası) “Çalışma hakkını sadece ilan etmez. Bilakis, Sovyet toplumunda krizlerin olmadığı gerçeğinin, işsizliğin yok edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır” ve 1947 Anayasasında da “SSCB vatandaşları, çalışma hakkına; yani işin nicel ve nitel durumuna göre ücretlendirmedeki güvence altına alınmış çalışma hakkına sahiptir”(madde 118).
*
Kapitalizmde işgücünün değeri:
Hep sözü edilen işgücünün değeri nedir, nasıl ölçülür; işgücü olgusunun konumuz açısından anlamı nedir?
Aile ücretinin çok sayıda kişiye dağıtılmasına (kadın çalışmasına)-İşgücünün düşen ve artan değerine bakalım:
“İş gücünün değeri, yalnız yetişkin işçinin yaşamının devamı için gerekli çalışma zamanı ile değil, aynı zamanda ailesinin bakımı için gerekli olan çalışma zamanıyla da belirleniyordu. Makine, bu ailenin bütün üyelerini iş pazarına sürerek, yetişkin erkeğin iş gücünün değerini bütün ailesinin üzerine dağıtmıştır. Böylece, erkeğin işgücünün değerini düşürmüştür. Dört kişilik bir ailenin işgücünün satın alınması, belki de, eskiden yalnız aile reisinin işgücünün satın alınmasından daha pahalıya mal olabilir, ama buna karşılık şimdi bir günlük çalışmanın yerini dört günlük çalışma almış ve bir kişiye göre dört kişinin artı işinin fazlalığı oranında, fiyatında bir düşme olmuştur. Ailenin yaşayabilmesi için artık bu dört kişi yalnız çalışmış olmayacak, kapitalist için artı işi de çoğaltacaktır” (20).
Burada söylenen oldukça açık. İşgücünün değerinin belirlenmesinde aile fertlerinin hepsi rol oynamaktadır. Burada söyleneni uzun uzun yorumlamaya gerek yok. Nokta nokta belirtelim:
Birincisi: Feminist anlayışa göre Marksizm ev işinin ücretlendirilmesi sorununa gereken önemi vermemiştir. Bu anlayışın ne kadar yersiz, yanlış ve haksızlığın ifadesi olduğunu en azıdan Marks'ın konuya ilişkin olarak bu makalede ele aldığım anlayışları göstermektedir.
İkincisi: Çalışan erkek veya kadın olsun veya bir ailede bir kişi veya birden fazla kişi çalışmış olsun, sonuçta sermaye, ücretlendirme sorununda kadın-erkek ayrımına, kim çalışmaya gidiyor, kim ev işi yapıyor ayrımına bakmıyor. Sermaye, söz konusu işçi ailesinin ayakta kalabilmesi, yarın da sömürülebilmesi için gerekli ihtiyaçlarının karşılanması bağlamında zorunlu çalışma zamanının ne kadar olacağına bakıyor. Bu değerin hesaplanmasında sadece erkeğin yaşamını devam ettirmesi için gerekli çalışma zamanı dikkate alınmıyor, tersine “ailesinin bakımı için gerekli olan çalışma zamanı” hesaba katılıyor. Burada işçi ailesinin evine giren ücretin ortak olduğu açıkça ifade ediliyor.
Üçüncüsü: Bir işçi ailesinde sermaye tarafından sömürülenlerin; işgücünü satanların sayısı arttıkça, başlangıçta tek başına çalışan, bundan dolayı görece yüksek ücret alan erkek (veya kadın) işçinin ücreti düşer; diğer çalışanların çalışması ücretlendirmede hesaba katılır.
Dördüncücü: Bir ailede birden fazla kişinin çalışması erkeğin işgücü değerini düşürmektedir. Yani erkeğin işgücü değeri kadının varlığından bağımsız olarak ele alınıp, kadın, erkek tarafından sömürülüyor, ev işinin karşılığı yok denemez.
“İşçinin, günlük ya da haftalık çalışması karşılığında aldığı para miktarı, onun nominal ya da değere göre hesaplanan ücret tutarını oluşturur. Ama, işgününün uzunluğuna, yani bir günde sağlanan iş miktarına göre, aynı günlük ya da haftalık ücretin, işin (işgücünün, ç.n.) birbirinden çok farklı fiyatlarını, yani aynı iş miktarı için çok farklı para miktarını temsil edebileceği de açıktır. Bunun için zamana göre ücreti de incelerken gene günlük ya da haftalık vb. ücretin toplamı ile işgücünün fiyatı arasındaki ayrımı dikkate almamız gerekecektir” (21).
Çocukların yetiştirilmesi için masraflar ve eğitim/yetiştirme işi:
“İş gücü sahibi de ölümlüdür. Öyleyse, pazardaki varlığının sürekli olabilmesi için -ki, paranın durmadan sermayeye dönüşmesi bunu gerektirir- işgücü satıcısının, yaşayan her bireyin kendisini sürdürdüğü şekilde, yani döllenerek varlığını sürdürmesi gerekir. Aşınma, yıpranma ve ölüm nedeniyle, pazardan çekilen işgücünün yerini, hiç değilse aynı miktarda yeni işgücünün sürekli olarak doldurması gerekir. Böylece, bu özel meta sahiplerinin soyunun pazarda varlıklarını sürdürmeleri için, işgücü üretimi için gerekli geçim araçlarının toplamı, işçinin yerini dolduracak olanların, yani çocuklarının gereksinmelerini de karşılayacak şekilde olmalıdır” (22).
Burada da aynı anlayışı, dolayısıyla feminizmin konumuza ilişkin Marks'ı veya Marksist-Leninist politik ekonomiyi ne denli anlamadığını görmekteyiz. Soyun sürmesi, işçi pazarında satılmaya hazır yeterli işgücünün hazır bulunması için geçim araçlarının toplamı sadece ve sadece çalışan erkeğin geçim araçlarıyla sınırlı değildir; buna kadının ve çocukların gereksinimleri de dahildir.
*
Kaynaklar:
1) Claudia von Werlhof: Frauenarbeit: der blinde Fleck in der Kritik der politischen Ökonomie, In: Beiträge zur feministischen Theorie und Praxis, Heft 1, 1978.
2) Feminist akımlar: 1)Evrenselik; 2)Radikal Feminizm; 3)Psikanalitik Odaklanmış Feminizm; 4) Marksist Feminizm; 5)Freud-Marksist Feminizm; 6)Materyalist Feminizm; 7)Otonom Erken ve Kadın Feministler; 8)Dekonstruktif Feminizm; 9) Differensyal Feminizm; 10)Gyno Odaklı (kadınlık Odaklı) Feminizm; 11)Magik (ezoterik) Feminizm; 12) Bireysel Feminizm.
3) Gülnur Acar-Savran; “Kadının Görünmeyen Emeği”, “İkinci Basıma Önsöz”den.
4) “Feminizm Bütün Kadınların İsyanı!", Gelecek, Şubat 2006, sayı 29, 05.04.2006.
5) Gülnur Acar-Savran; agy.
6) G. A. Savran: Agy.
7) “Feminizm Bütün Kadınların İsyanı!", Gelecek, Şubat 2006, sayı: 29, 05.04.2006.
8) SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi, Ders Kitabı, Cilt I.
9) Karl Marks; Kapital, C. I, s. 508.
10) Karl Marks; Grundrisse, s. 200/201.
11) K. Marks; Kapital, C. I, s. 509.
12) K. Marks, Kapital, C. I, s. 173/174.
13) K. Marx, Lohnarbeit und Kapital, MEW, C. 6, s. 407.
14) Yasal mal rejimi (edinilmiş mallara katılma rejimi) madde 202'de düzenlenmiş ve devamı maddelerde mal rejimlerine ilişkin genel hükümler yer alıyor. Madde 218 ve devamı maddeler edinilmiş mallara katılma rejimini düzenliyor. Madde 242 ve devamında da diğer mal rejimleri yer alıyor. Bu yasa 1 Ocak 2002'de yürürlüğe girdi.
15) Lenin; C. 29, s. 419.
16) K. Marks; Kapital C. I, s. 546.
17) K. Marks; Fransa'da Sınıf Savaşı, Türkçe, s. 63.
18) K. Marks; Engels'e mektup (1857), C. 29, s. 229.
19) Engels'in Bernstein'a mektubu (1884), C. 36, s.151/152.
20) K. Marks; Kapital, C. I, s. 380-381.
21) K. Marks, Kapital C. I, s. 517.
22) K. Marks; Agk, s. 174/175.