25.05.2012
BİR
KÜBA DEĞERLENDİRMESİ
Bir
ülke üzerine değerlendirme yapabilmek için kullanılan yöntem
belirleyici öneme sahiptir. Küba
deneyleri sosyalizm açısından nedir, ne değildir sorusuna cevap
verebilmek ve bu ülke üzerine materyalist bir değerlendirme
yapabilmek için belli kıstaslardan hareket etmek gerekir. Bu yazıda
a) Küba devriminin karakteri; b) mülkiyetin karakteri; c) sınıflar;
d) siyasi-ekonomik yapı ve e) iktidarın biçimi kıstas olarak
alındı.
KÜBA
DEVRİMİNİN VE TOPLUMUNUN SINIFSAL KARAKTERİ
”Sovyetler Birliği’nin yıkılmasında
Gorbaçov’un bilinçli bir rol oynamış olduğunu söylemem. Onun
amacı, sosyalizmi mükemmelleştirmekti…“
(1).
1-Küba
Devriminin Karakteri
1956-1958
arasında sürdürülen gerilla savaşı sonunda Batista rejimi
yıkılır. 1 Ocak 1959’da devrime önderlik eden “26 Temmuz
Hareketi”, yeni bir hükümet kurar. Manuel Urrutia, yeni
cumhuriyetin başkanlığına ve Jose Miro da başbakanlığa
getirilir. 16 Şubat 1959’da Miro’nun yerine Fidel Kastro
başbakan olur.
F.
Kastro ve Erneste Guevara (Che) önderliğinde Küba’da
antiemperyalşst-demokratik devrim muzaffer olur. Amerikan
emperyalizminin uşağı Batista rejimi yıkılır. Devrimci iktidar,
sömürgeci bağımlılığın beraberinde getirdiği tek kültürlü
(monokultur) ekonomik yapıyı yıkmak için sanayileşme politikası
uygulamaya kor.
Bu
ekonomi politikanın uygulanabilmesi için halk yığınlarının
harekete geçirilmesi, Amerikan mülkiyetinde olan varlıklara el
konulması, başka yabancıların elinde olan sanayi üretim
araçlarının devletleştirilmesi, tarım reformunun
gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Devrimci iktidar bu adımların
hepsini attı. Bunun ötesinde ücretsiz eğitim ve sağlık
hizmetlerine, sosyal sigorta uygulamasına geçildi. Kiralar
düşürüldü. Halk yığınlarının yaşam standardının
yükseltilmesi için adımlar atıldı. Bütün bunlar, Küba
devrimcilerinin ne denli kararlı olduklarının; emperyalizme,
Amerikan ambargosuna boyun eğmeyeceklerini, bağımsız bir Küba
için mücadelede ısrarlı olduklarını gösterir.
Küba
devrimi, haklı olarak bütün dünyada ezilen halkların sempatisini
kazanmıştı.
Kastro
ve Che önderliğinde Küba, antiemperyalist-demokratik devrimin
zaferinden hemen sonra üretim araçlarının devletleştirilmesine
ve merkezi plan ekonomisine geçti. Tarımsal işletmelerin yüzde
63’ü devletleştirildi. 1968’e kadar bütün ulusal ve yabancı
sermaye, ticaret, bankalar, taşımacılık, eğitim ve sağlık
devletleştirme ve merkezi planlama çerçevesinde yeniden
düzenlendi.
Önderlik
Sorunu:
Küba
devrimi, işçi sınıfı önderliğinde gerçekleştirilmedi.
Devrimin önderleri, küçük burjuva aydınlardı. Bunlar, işçi
sınıfının tarihsel misyonun kavramıyorlar, onun yegane tutarlı
devrimci sınıf olduğunu görmüyorlardı. Bu bağlamda devrimci ve
komünist partinin tarihi misyonunu da kavramıyorlardı. Küba
devrimi önderlerinin bu kavrayışsızlıkları veya küçük
burjuva özellikleri onları, modern revizyonizm karşısında
körleştiriyordu.
Emperyalizm
ve uşakları ülkeden kovulmuşlar, iktidar devrimci güçlerin
elinde, antiemperyalist-demokratik devrime tekabül eden adımlar
atılıyor. Sonra ne oluyor, süreç nasıl gelişiyor?
Küba
devriminde işçi sınıfının belirleyici bir rol oynamadığı
bilinen bir gerçektir. Bu anlamda Küba devriminin daha baştan beri
sosyalist bir devrim olup olmadığını da tartışmaya gerek yok.
Örgütlü
işçi hareketi devrime katılmadı, ama işçi sınıfının devrimi
destekleyen eylemleri oldu. Fakat bu eylemlerden dolayı işçi
sınıfının Küba devrimine damgasını vurduğu, onun karakterini
belirlediği iddia edilemez.
Küba
devrimi köylülere dayanıyordu. Ama köylülerin de devrime
önderlik ettiği söylenemez. Küba devrimine küçük burjuva
aydınlar önderlik etmişlerdi. Hem silahlı mücadelede ve hem de
bu mücadelenin siyasal önderliğinde belirleyici olan küçük
burjuvaziydi. Küba devrimi, küçük burjuvazinin bir eseriydi.
Sorun şu: Devrime önderlik eden, antiemperyalist-demokratik devrimi
gerçekleştiren küçük burjuvazi, devrimi devam ettirebilecek
yeteneğe sahip miydi?
Lenin,
Rusya’da Sosyal Devrimcileri ve Menşevikleri kastederek, ama
sorunu genelleştirerek, “bütün
devrimlerin gösterdiği gibi, küçük burjuva demokrasisi iktidarda
tutunamaz ve sürekli, burjuva diktatörlüğü için örtü olur,
sadece burjuvazinin tek başına hakimiyetine hizmet eder”
tespitini yapıyordu (2).
Lenin,
başka yazılarında da küçük burjuva demokratlarının sınıfsal
karakterine değinir. Örneğin,
“Devrimci Proletaryanın Görevleri” yazısında
(1917) küçük burjuva demokrasisinin, burjuva diktatörlüğü için
bir tabela olduğundan, burjuvazinin tek başına iktidarı için bir
sıçrama tahtası olduğundan; gerçek yaşamda küçük
burjuvazinin burjuvaziye bağımlı olduğundan ve onun dünya
görüşünü kabul ettiğinden bahseder.
“Küçük
burjuvazi,…meselenin ekonomik özünden dolayı sınıf acizliğinin
ifadesinden başka bir şey değildir. Savrulmalar, tumturaklı
sözler, acizlik bundan dolayıdır”
(3).
Yine
Lenin, “Proleter Devrin ve Dönek
Kautsky” yapıtında “ekonomik
durumunun önemli özelliklerinden dolayı küçük burjuvazi,
bağımsız olarak herhangi bir şey yapma yeteneğinden yoksundur”
der.
Devrim
öncesinde umutsuzluk ve geleceksizlik içinde kıvranan Küba küçük
burjuvazisi, ülke tarihinin kaderini değiştirecek atılıma baş
vurmuş, antiemperyalist-demokratik devrimi gerçekleştirmişti.
Yanında ise köylülüğü bulmuştu.
F.
Kastro’nun dediği gibi Küba devrimi, “bir
köylü devrimiydi. Devrim, esasen mülksüz köylülerin eseriydi”.
Che de, “devrimci
hareketin gücü önce köylüler üzerinde yoğunlaştı”, gerilla
savaşçıları, öncelikle kırsal alandan gelen devrimcilerdir. Bu
savaşçılar, köylülüğün geniş yığınlarının arzularını
dile getirirler” tespitini yapar.
F.
Kastro, “Niçin Mücadele Ediyoruz”
açıklamasında “yabancı
yatırımlara el koymak veya devletleştirmek için planlarımız
yok. Burada yabancı yatırımlar sürekli teminat altındadır”
diyordu. Öyle ki Kastro, kredi almak için ABD’ye gitmekten
bahsediyor, ABD’de televizyon açıklamasında komünist olmadığını
söylüyordu.
R.
Debray’de “Devrimde Devrim” yazısında “halk
ordusunun yönetici çekirdeğini partinin oluşturmadığını, Küba
ayaklanmacılarının ideolojisinin Marksist olmadığını”
yazıyordu.
21
Mayıs 1959’da Kastro bir TV söyleşisinde ‘kapitalizm insanları
feda ediyor, komünist devlet insanları feda ediyor. Bizim
devrimimiz kızıl değil. Aksine ayaklanmacılar ordusunun rengi
zeytin yeşilidir’ açıklamasını yapıyordu.
Küba
Devriminde Komünist Partisinin Rolü:
Küba
Komünist Partisi, Batista rejimini destekleme pahasına 1938’de
legalleşti ve “Batista’nın
ilerici çizgisi”nden bahsetmeye
başladı. Batista da 1944’te hükümetine komünist partisinden
iki bakan aldı.
Batista,
anayasaya göre bir kez daha başkan olması mümkün olmadığı
için ve emperyalizme, başta da Amerikan emperyalizmine hizmete
devam etmek için ikinci bir darbeyle (1952) diktatör yetkileriyle
donatıldı.
Batista,
komünist partiyi 1953’te illegal ilan eder. Parti, Batista
diktatörlüğüne karşı mücadele yerine “halk
iradesinin barışçıl araçlarıyla”
direnmeyi tercih eder. Kastro ve arkadaşlarının Moncada Kışlasına
saldırısını küçük burjuvazinin umutsuz maceracılığı olarak
değerlendirir.
Barışçıl
“mücadele” anlayışından dolayı 1944’te adını
değiştirerek Sosyalist Halk Partisi (SHP) olan eski Komünist
Partisi, Küba devrimine örgüt olarak katılmaz. “26 Temmuz
Hareketi” ile ilk ilişkiler ancak Temmuz 1959’da kurulur. SHP,
devrimi, Batista’nın devrilmesinden beş gün önce desteklemeye
başlar. Küba devrimi, bu partinin desteği olmaksızın
gerçekleşir. SHP, Ağustos 1960’da “parti,
Fidel Kastro’nun devrimci stratejisinin önemini anlamadı”
açıklamasını yapar.
2-Mülkiyet
İlişkileri (1)
İlk
Tarım Reformu (1959-1962):
İlk
tarım reformu yasası, devrimci iktidarın en önemli ilk adımıydı.
Büyük toprak beylerinin mülküne el konur (Plantasyon toprakları)
ve bu toprakların bir kısmı, topraksız köylülere dağıtılır.
Bunun ötesinde özel mülkiyette kalan toprakların en üst büyüklük
sınırı da tespit edilir. 1961 reformundan 5500 yoksul köylü
yararlanır.
İlk
tarım reformu yasası;
- Tütün ve gıda maddeleri yetiştiren küçük köylüye toprak dağıtımını,
- Büyük çiftliklere el koymayı ve böylece büyük besicilik çiftliklerinin devlet çiftliklerine dönüşmesini olanaklı kılmıştır.
Topraklara
ve sanayi işletmelerine (esasen şeker fabrikalarına) tazminat
karşılığı el konulur. Devlet, toprak ve sanayi tesisi
biçimindeki üretim araçlarına el konulanlara tahvil biçiminde 20
senede ödenebilen ve yıllık yüzde 4,5 faizle borçlanır.
Tarım
reformu, “Tarım Reformu Ulusal Enstitüsü”(NIBR) tarafından
yönetiliyordu. Reformlardan sonra kurulan büyük çiftliklere
“kooperatif” deniyordu. Ama bunlar gerçekten kooperatif
değillerdi. Üyeleri yoktu. Atananlar tarafından yönetiliyorlardı
ve çalışanlar da devletin ücretli memurları gibi ücret
alıyorlardı.
İkinci
Tarım Reformu, 1963:
Ekim
1963’te ikinci bir tarım reformuna gidildi. Aslında bu, ilk
reformda başlanan, toprakların dağıtımına devam etmekten başka
bir anlam taşımıyordu. İkinci tarım reformu, toprakların
büyüklüğünün üst sınırını toprak sahibi başına 168 acre
ile (1 acre=yaklaşık 4047 m²) sınırlandırılıyordu. İkinci
reformla devlet, ulusal toprakların yaklaşık yüzde 70’ine sahip
oluyordu. Geriye kalan yüzde 30 da özel mülkte kalıyordu. İkinci
reform, kırsal alanda özel mülkiyet karşısında devlet
mülkiyetini güçlendirmiştir.
İktisadi
Reform (1968-1990):
1968’den
sonra Küba, Sovyet baskısına boyun eğer ve SB’nde uygulanan
“iktisadi reform”ları uygulamaya kor.
Sovyet
revizyonistleri;
- İktisadi konularda karar alma sürecinin ademi merkezileştirilmesini, yani var olduğu kadarıyla merkezi planlamanın tasfiye edilmesini ve
- Sınırlı sayıda da olsa pazar mekanizmalarının uygulamaya konmasını vs. dayatırlar.
1970’lerin
başından itibaren Küba yönetimi, ekonomideki dar boğazı,
zorlukları aşmanın yegane yolu olarak ekonomiyi, SB’nin
talepleri doğrultusunda yeniden örgütlemekte görür. Çok
sayıda Sovyet danışmanının “katkısı”yla Küba’da
ekonomik kurumlar ve işletmeler yeniden yapılandırılır. Aralık
1970’de Küba-Sovyet Komisyonu kurulur. Bu komisyonun görevi,
Sovyet yardımlarının kullanımını koordine etmekti. Aslında
esas görevi, Küba’yı COMECON üyeliğine hazırlamaktı.
Yeni
ekonomi yönetimi sistemi, verimliliği, maddi teşviki esas alan
ilkeler üzerinde kurulmuştu.
Kastro,
merkezi planlama anlayışını eleştirmeye başlamıştı. Artık
her bir işletme yöneticisi, işletmenin faaliyeti ve geleceği
üzerine kapsamlı karar verme hakkıyla donatılmıştı.
3-Küba-SB
İlişkileri:
Son
kertede Küba (Kastro) ABD ile “barış içinde bir arada yaşama”
politikasını reddetti. Ama aynı zamanda SB ile ilişkileri
yoğunlaştırdı. Che’nin yeni bir bağımlılık ilişkisine
girmemeliyiz uyarılarına kulak vermedi.
Küba,
1963’te bağımsız bir ekonomi inşa etme planından vazgeçti.
1964’te SB ile yapılan uzun vadeli anlaşmalara göre Küba
şekeri, Sovyet malları ile ödenecektir. Yani ürüne karşı ürün.
İlişkiler sonuçta Küba’yı giderek SB’ne tamamen bağımlı
hale getirdi. Sovyet revizyonistleri, ABD’nin Küba’ya uyguladığı
ambargoyu kendi emperyalist çıkarları için kullandılar.
Aşağıdaki veriler bu bağımlılık ilişkilerini gösteriyor.
Küba Dış
Ticaretinde SB’nin Payı
|
||
Yıllar
|
İhracat
|
İthalat
|
1790
|
50,6
|
52,7
|
1975
|
56,3
|
40,2
|
1980
|
54,3
|
60,8
|
1985
|
74,8
|
66,9
|
1986
|
73,9
|
70,2
|
1987
|
71,6
|
72,2
|
1988
|
66,7
|
70,8
|
1989
|
59,9
|
68,0
|
Uluslararası
Ticaret İstatistikleri, 1980, 1990.
|
Bu veriler,
Küba’nın dış ticarette neredeyse tamamen SB’ne bağımlı
olduğunu gösteriyorlar.
Che,
Kastro’yu yeni bağımlılık ilişkilerine girilmemesi konusunda
uyarmıştı. Kastro’yu, SB’ne karşı uyarmıştı. Bu veriler
ve genel olarak Küba-SB ilişkileri Che’nin ne denli haklı
olduğunu gösterir.
1965’ten
sonra başta F. Kastro olmak üzere Küba önderliği, aşırı sol
hayal ve SB ile ilkesiz işbirliği arasında gidip gelmiştir. Belli
bir dönem, örneğin 1968’de Kastro, “devrimci saldırı”
planından bahsetmiştir. Kastro’ya göre bu plan, sosyalizmin ve
komünizmin inşa edilmesi planıdır. Kastro, önce sosyalizmi
kurmak ve sonra da komünizme geçmekten yana değildir. O, her iki
sistemi birlikte kurmayı planlıyordu.
“Devrimci
saldırı” planını uygulamak ve sosyalizm-komünizmi inşa etmek
için ham şeker üretiminin 10 milyon tona çıkartılması gerekir.
Yani, 10 milyon ton ham şeker = ”devrimci saldırı”
planı+sosyalizm/komünizm inşası! Bu küçük burjuva hayalin
–veya Küba devrimine saygımızdan dolayı bu küçük burjuva
elanın/coşkunun diyelim- gerçekleştirilebilmesi, öncelikle işin
verimliliğinin olağanüstü arttırılmasına bağlıydı. Bu
nedenle işçiler çok çalışmak, işin verimliliğini arttırmak
ve ücretsiz mesai yapmak için teşvik edildiler. Ama aynı zamanda,
kararlara katılmalarına önem verilmedi. Planın yaşama
geçirilmesi üzerine emekçi yığınlara hesap verilmedi.
Emekçi
yığınların, demokratik kontrol olanakları yoktu. Böyle bir
mekanizmaya değer verilmemişti.
İki sene
sonra, 1970’de bu plan, ağır bir siyasi ve ekonomik yenilgi
olarak bir kenara atıldı. Bu durumdan; projenin uygulanmasıyla
bağlam içindeki gelişmelerden dolayı emekçi yığınlar
huzursuzluk içindeydiler ve bunu dile de getiriyorlardı. Sendika
toplantılarında işçiler planlamadaki yanlışlıkları, üretim
araçlarının çürümeye terk edilmesini, işçilerin ve
emekçilerin gereksinimlerinin; sorunlarının dikkate alınmamasını,
yöneticilerin ceplerini doldurmalarını, rüşveti mahkum
ediyorlardı. Bu eleştiriler yönetenlere yönelikti. Küba
devriminin küçük burjuva önderleri devlet, parti, ekonomi
mekanizmalarına çöreklenmiş bürokrat burjuvalar olmuşlardı ve
eleştiriler de bundan dolayıydı.
Bu durum
Kastro’yu da harekete geçirdi. Kastro, “devlet idaresindeki
küçük burjuva zihniyet”ten, “yönetimdeki bir dizi
ücretli memurlarda hakim olan işçileri küçük görme”
eğiliminden, “rüşvetten ve imtiyazları garantiye alma”
anlayışlarından bahsetmeye başladı. Kastro, bütün bunların
“kökünün kazınması” gerekir diyordu.
Küba,
Sovyet sosyal emperyalizmine bağımlıydı. Her yeni anlaşma veya
eski anlaşmaların uzatılması, kredi vb. talepler Sovyet
revizyonistleri tarafından yeni koşullara bağlanıyordu. Örneğin,
yeni iktisadi anlaşmalar, kredilerin geri ödenmesi mühletinin
1986’ya kadar uzatılması üzerine sözleşmeler, ancak, Kastro,
COMECON’a girmeye razı olduğunu (1972) açıkladığında
yapıldı. Böylece Küba, ekonomisini ve politikasını COMECON’a,
dolayısıyla da SB’nin çıkarlarına entegre etmiş oldu. Artık
Küba, kelimenin tam anlamıyla COMECON ve SB için “şeker
tedarikçisi” olmuştu.
1970 yılında
Küba, iç ve dış politikada Sovyet modern revizyonistlerinin
görüşlerini benimsemiş, tamamen Sovyet kuklası olmuştu. Bir kaç
örnek:
- Küba, Temmuz 1972’de COMECON’a girer.
- 1973’te Cezayir’de “Blok Dışı Hareket”in IV. Zirve Konferansında Kasro, paktlara bağlı olmayan ülkelerin SB’ne yanaşmalarını, ona dayanmalarını talep eder.
- 1974’te Brejnev, Küba’yı ziyaret eder. Bu ziyaret esnasında Kastro, Çin’e Sovyet modern revizyonistlerinin istediği gibi saldırır.
- 1975’te Küba Komünist Partisi I. Kongresinde kabul edilen programa göre ulusal ekonomi, kararlı bir şekilde kâra yönelme ilkesi ve maddi teşvik temelinde yeniden yapılandırılır. Bu, tam revizyonist bir programdı.
- Nihayet 1976’da SB ile “kardeşçe dostluk” Küba Anayasasında yerini alır.
Bu
bağımlılık, anayasaya konan “kardeşçe dostluk”, Küba’ya
pahalıya mal oldu. 1975’te Küba, Sovyet sosyal emperyalizminin
direktifi üzerine askerlerini Angola’ya gönderdi. Bu, Küba’nın
ilk asker –“paralı asker”- göndermesiydi.
Küba,
bağımlı bürokratik kapitalist bir ülkeye dönüşmüştü. Parti
ve devlet önderliği, Sovyet sosyal emperyalizminin sadık uşağı
olmuştu.
1986’da
Küba, borçlarını ödeyemez duruma düşer. Resmen iflas eder.
Sonuçta SB, zorunlu olduğu için, 2,6 milyar dolarlık kredinin
ödenmesini erteler, ama aynı zamanda faizi de yüzde 2,5’ten
yüzde 4’e çıkarır.
Küba,
ulusal kurtuluşun sosyalist olmayan yoluna bir örnektir.
4-Küba-ABD
İlişkileri ve Antiemperyalist Mücadele
ABD, 8 Ocak
1959’da Küba’daki yeni düzeni; demokratik halk iktidarını
tanır. Ama kısa bir zaman sonra devrimci iktidarın tedbirleri,
örneğin toprakların yoksul köylülere dağıtılması “bizi
ciddi olarak düşündürüyor” diye tepkisini nota biçiminde
Küba hükümetine iletir.
Şubat
1960’da SB Başbakan 1. yardımcısı Küba’yı ziyaret eder. Bu
ziyaret sırasında SB, Küba’ya yüzde 2,5 faizle 100 milyon
dolarlık kredi verdiğini açıklar. Bunun üzerine Amerikan
emperyalizmi Küba’nın “komünist uydu bir ülke”
olduğunu açıklar.
Mayıs
1960’dan itibaren ABD, Küba devrimci iktidarını devirmek ve
Kastro’yu fiziki olarak ortadan kaldırmak için harekete geçer.
Amerikan
emperyalizminin Küba’ya karşı tavrı, SB’nin işine de yarar.
Küba’nın başlangıçtaki, devrim esnasındaki antiemperyalist
tutumu giderek antiamerikancı tutuma dönüşür. Küba’nın
Amerikan emperyalizmine karşı her tedbiri Sovyet modern
revizyonizmi tarafından desteklenir.
Sonuç
itibariyle; 1960’lı yılların ilk yarısında Küba, ülkedeki
bütün Amerikan varlıklarına el kor.
Daha Ekim
1960’da devrimci Küba, yabancıların ve Kübalıların
mülkiyetinde olan bazı işyerlerini devletleştirmek için harekete
geçer. 382 büyük işletme, Kanadalılara ait olanlar dışında
bütün bankalar, özel mülkiyette olan özel sektör şeker
fabrikaları, 18 alkol üretim tesisi, 61 tekstil fabrikası, 16
seyahat şirketi, 11 sinema ve 13 büyük dükkana el konur. Böylece
devrimci Küba, bütün Küba bankalarını, sanayi, ticaret ve
nakliyat alanındaki büyük işletmeler de dahil 382 işletmeyi daha
devletleştirir.
Bunun
üzerine Amerikan emperyalizmi 19 Ekim 1960’da Küba’ya karşı
ambargo kor. Bugün de bu ambargo devam ediyor. Ama o zamanki
devrimci, antiemperyalist Küba’dan geriye antiamerikancı,
ambargonun kaldırılmasını isteyen bir Küba kalmıştır.
5-Küba
“Komünist” Partisi’nin Kurulması
Devrimin
zaferinden sonra SHP, devrimi desteklediğini açıklamak zorunda
kalmıştı. SHP Yürütme Komitesi, “parti yeni rejimi
destekliyor” açıklamasını yaptı (Nisan 1959).
Devrimin
yegane örgütleyici gücü, “26 Temmuz Hareketi”ydi. Ekonomiyi,
toplumu, bir bütün olarak yeni Küba’yı örgütlemek için
kadrolara, eğitilmiş görevlilere ihtiyaç vardı. SB de Küba’yı
bu yönde baskı altına alıyordu.
SHP çatısı
altında birleşme olamazdı. Çünkü bu partinin silahlı mücadele
sürecindeki tavrı, kabul edilir değildi. Bu nedenle “26 Temmuz
Hareketi”nin SHP çatısı altına girmesi düşünülemezdi.
F. Kastro,
daha baştan beri yeni kurulacak partinin kendi önderliğinde olması
gerektiği konusunda ısrarlıydı. Başka bir seçimi olmadığı
için SHP, F. Kastro’yu, yeni partinin önderi olarak tanımayı
kabul etti.
Mart 1961’de
F. Kastro’nun inisiyatifi üzerine mevcut bütün örgütler/partiler
–“26 Temmuz Hareketi”, “Devrimci Direktoryum” ve “Sosyalist
Halk Partisi”- bir örgüt olarak birleştiler. Böylece “Bütün
Devrimciler Örgütleri” (IRO) kurulmuş oldu.
IRO, aslında
bütünlüklü bir örgüt değildi. Tersine, federatif bir örgüttü;
IRO içinde bir araya gelen her bir örgüt siyasal kimliğini ve
bağımsızlığını koruyordu. Temmuz 1961’de Kastro, Küba’nın
tek parti devleti olması gerektiğini açıkladı ve 1 Aralık
1961’de IRO, birlik partisine; “Sosyalist Devrimin Birleşik
Partisi”ne dönüştürüldü. Bu arada Kastro,
Marksist-Leninist olduğunu ve yaşamının sonuna kadar da
Marksist-Leninist olarak kalacağını açıkladı.
Parti
kurulmuştu, Kastro, komünist olduğunu açıklamıştı. Şimdi
sıra Küba devriminin sosyalist bir devrim olduğunu açıklamaya
gelmişti ve Kastro, 16 Nisan 1961’deki konuşmasında Küba
devriminin sosyalist bir devrim olduğunu açıkladı. Kastro’nun
bu açıklamayı ABD’nin Domuz Körfezi çıkartmasından bir gün
önce yapması dikkati çekicidir. Bu, Sovyet desteğini almak için
atılan bir adımdı.
Kastro, Ekim
1965’te partinin adının yeniden değiştirildiğini açıklar.
Fraksiyonlardan oluşan Birleşik Parti, şimdi “Küba Komünist
Partisi” adını almıştı. Kastro da partinin genel
sekreterliğine getirildi.
Komünist
partinin kurulması:
KKP, Sovyet
revizyonistlerinin baskısı üzerine kurulur (1965). KKP, Kastrocu
devrimcilerle Sovyet yanlısı revizyonistlerin birleşmesiydi. Parti
kuruldu, ama sosyalist programatik bir temelden; programdan yoksundu.
Buna gerek de görülmedi. Gerek görülmemesinin temel nedeni, parti
içinde baştan beri var olan farklı fraksiyonlar ve eğilimlerdi.
KKP, ilkesiz bir birlikti. Parti içinde çelişkiler kısa zamanda
su yüzüne çıktı.
6-Parti
İçinde Fraksiyon Mücadelesi ve Mülkiyetin Serüveni (2)
Kastroculara
göre Küba’da bağımsız bir ekonomik gelişmenin
gerçekleştirilebilmesi için gerek duyulan sermaye yoktu. Sermaye
birikimi ancak devlet mekanizmasının devreye sokulmasıyla
sağlanabilirdi. Yani Kastrocular, Küba’da sermaye birikimi
sağlamak için devlet kapitalizmini geliştirmeyi savunuyorlardı.
Buna karşın SHP, özel sektörün varlığından ve
geliştirilmesinden yanaydı. Bu nedenle ulusal burjuvazinin
mülkiyetinde olan işletmelerin devletleştirilmesine karşı
çıkmış, özel işletmeciliğin teşvikini desteklemişti. SHP’nin
8. kongresinde (Ağustos 1960) emperyalist olmayan serbest
işletmeciliğe hala ihtiyaç vardır anlayışında ısrar etmesi
bunu gösterir. 1961’de ise bu parti, Amerikan emperyalizminin,
büyük çiftliklerin, büyük asalak sermaye hakimiyetinin kökünün
kazınması için kullanılan yöntem, geriye kalan kapitalizmin yok
edilmesi için kullanılamaz diyerek özel sektörü destekleyen,
koruyan açıklamalar yapar.
SHP, Küba
iktidarını, sınıflar koalisyonu çıkarlarını temsil eden bir
iktidar olarak görür. Bu parti, daha 1959’da işçi sınıfı,
köylülük, küçük burjuvazi ve ulusal burjuvazi tarafından
temsil edilen bütün devrimci ve halk güçlerinin ittifakından
yana olduğunu tez olarak açıklamıştı.
Birleşik
parti içinde fraksiyon mücadelesi sertleşir. Sonuçta Kastrocular,
SHP önderlerini teker teker veya grup olarak devlet ve parti
yönetiminden uzaklaştırırlar, tasfiye ederler.
SHP
önderlerinin direnci kırıldıktan sonra Kastrocular, Aralık
1962’den itibaren ulusal burjuvazinin işletmelerini devletleştirme
ve devlet kapitalizmini inşa etme planlarını sonuçlandırtmak
için harekete geçerler.
Küba
iktidarı, tekstil, ayakkabıcı ve ev eşyaları sektörlerindeki
bütün toptancı ve perakendeci işletmelerini devletleştirir. Aynı
yılın Aralık ayında ise ücretli işçi çalıştıran
işletmelerin çoğunluğu ulusallaştırılır. Ama eski SHP
önderlerinin ulusal burjuvaziyi/sermayeyi kurtarma çabaları sürer.
Temmuz 1964-Şubat 1965 arasında eski SHP’li bakanlar ve Tarım
Reformu Ulusal Enstitüsü başkanı görevlerinden alınırlar. 28
Ocak 1968’de Birleşik Partinin önde gelen 10 önderi partiden
atılır. KKP-MK, 37 üyeli “küçük fraksiyon”un devrim haini
olduğunu açıklar.
Ulusal
sermayeyi kurtarmak isteyen eski SHP’lilerin direnci kırıldıktan,
önde gelenleri tasfiye edildikten sonra Kastrocular, özel sektörün
geriye kalan kısmını da devletleştirmek için “devrimci
taarruz”a başlarlar. Bu süreç içinde balıkçıların,
köylülerin ve birkaç özel muayenehanenin dışında geriye kalan
50 bin küçük özel işletme tazminatsız devletleştirilir.
Küba’da
ulusal burjuvazi; şehir küçük üreticisi ve tüccarı tamamen
ulusallaştırıldı. 1967-1970 arasında tarım hariç geriye kalan
bütün özel üretim işletmeleri devletleştirildi.
Tabii ki
bütün bu devletleştirmeler, Kastrocular tarafından, sosyalist
iktidarın eseri olarak lanse edildi. Oysa olan, Küba’da ulusal
burjuvazinin, küçük burjuvazinin devletleştirilmesi, kökünün
kazınması ve devlet kapitalizminin, sosyalizm adı altında
geliştirilmesiydi. Bunun adı bürokratik kapitalizmdir.
7-Küba
Ekonomisi ve Yabancı Sermaye (1970-2004)
Küba,
Sovyet sosyal emperyalizminin yeni sömürgesi olmuştu. Bu
bağımlılık, zaten zayıf olan ekonomiyi krize sürükledi.
İşçilerde çalışma şevki kalmamış, işin verimliliği
düşmüştü. Bizzat Kastro, 1970 yılında işçilerin her gün
yaklaşık yüzde 20’sinin işe gelmediğini açıklıyordu.
Orient’te tarım işçilerinin yüzde 52’si Ağustos ayında işe
gelmemişti. İktidarın moral teşviki artık etkili olmuyordu.
Mevcut hizmetler, özellikle sağlık, eğitim, ulaşım, sosyal
sigorta alanlarında ihtiyaca cevap vermiyordu. İşçi ve emekçi
yığınların çalışmakta istekli olmamaları, yığınsal olarak
iş yerlerine gelmemeleri, aslında pasif bir direnişti. İşin
verimliliğindeki ve dolayısıyla üretim ve hizmetlerdeki
gerilemenin/yetersizliğin yanı sıra Küba, borç kriziyle de
boğuşuyordu.
1976’da
Kastro, kapitalist ülkelerden yapılan ithalatın azaltılması
gerektiğinden, şeker üretiminin ve dünya pazarlarında şeker
fiyatlarının düşmesinden dolayı Sovyet yardımına
dayanılmasının gerekli olduğundan bahsediyordu.
Aralık
1981’de bazı gıda maddeleri, benzin ve sigara için
sübvansiyonların kaldırılmasından dolayı uygulanan fiyat
artışlarını protestolar gündeme geldi.
Aralık
1984’te Küba Ulusal Bankası, bir alacaklı ile 110 ticaret
bankasına olan 100 milyon dolarlık orta vadeli borcun 1984’ten
itibaren 9 senelik zamana yayılacak şekilde yeniden düzenlenmesi
için anlaştı.
Temmuz
1985’te de Batılı on alacaklı ile borçların yeniden
taksitlendirilmesine gidildi.
Küba Ulusal
Bankası Başkanı Raul Leon Torros’ın açıklamasına göre Küba,
borçlarının 1983’te yüzde 53’ünü ve 1984’te de yüzde
40’ını yeniden tahvil ettirmişti (Eski borçlarını yeni borca
dönüştürmüştü).
1986-1989
döneminde Küba ekonomisinde üretim düşmüş ve ülke, borçlarını
ödeyemeyeceğini birçok vesileyle dile getirmişti.
Nisan
1990’da Sovyet hükümeti Küba için geçerli sübvansiyonların
uzatılmayacağını açıklar (Sovyet petrolüne karşı Küba
şekeri değişimi).
Bazı günlük
tüketim maddelerine konan tahditlerden sonra Kasım 1990’da Küba
hükümeti, bütün gıda maddelerine tahdit koyduğunu açıklar.
Artık Küba’da tayınlama yöntemi geçerlidir.
1991’de
GSMH’nın yüzde 25’i gerilediği tahmin ediliyordu(4).
Dağılan
SB’nin Küba’ya tavır alması, Küba’nın da bu ülkeye karşı
tavır almasını beraberinde getirir. Ve nihayetinde Sovyet medyası
Mart 1990’da Küba’yı “yozlaşmış bir polis devleti”
olarak tanımlar.
Dolar
geliyor:
- Krizden kurtulmak için Küba yönetimi dış ticaret tekelini deler.
- Küba’nın yabancı sermayeye ihtiyacı vardır ve yabancı sermayenin gelmesi için koşullar oluşturulmaya başlanır.
- Bunun yanı sıra 1993’ten itibaren iç pazarda pazar mekanizması gevşetilir.
- Dolar meşrulaştırılır (5).
- Küçük işletmecilikte liberalleştirilmeye gidilir.
- Kamu harcamalarında tasarrufa gidilir.
- Tarım ürünlerinin özel pazarlanmasına izin verilir.
Ama Kastro
1995/1996’da “yerli” burjuvazinin embriyon hücreleridir diye
küçük üretime saldırır ve binlerce küçük üretici
ruhsatlarını devretmek zorunda kalır.
Doların
meşrulaştırılmasıyla ülkede zaten var olan sosyal eşitsizlik
derinleşir.
Daha 1986’da
serbest köylü pazarlarına yeniden izin verilmişti. Bu pazarlarda
fiyatlat arz ve talebe göre belirleniyordu.
Özel
inisiyatif; yeni özel üretim ve pazarlama yeniden canlandırılır.
Özellikle küçük köylüler, zanaatçılar ve hizmet sektörü
bundan yararlanıyordu (turizm). Bunlara ek olarak devlet
mekanizmasının ve işletmelerin rasyonelleştirilmesi adı altında
yaklaşık 500 bin işçi ve emekçi işten atılır.
Küba
iktidarı 1980’den bugüne birçok alanda, pragmatizmden
kaynaklanan zikzaklar çizmiştir. Örneğin, 1980’de serbest
pazara, artı ürünlerin satımının legalleştirilmesine izin
vermişti. Bu adım, özel sektör ekonomisinin oluşmasına yol
açmıştır.
1985’ten
itibaren Gorbaçov’un iktidara gelmesine paralel olarak “hataların
düzeltilmesi” politikası uygulanmıştır. Böylece özel
girişimciliğin gelişmesini engelleyen tedbirler alınmıştır.
Sonra SB’nin dağılmasıyla eş zamanlı olarak yeniden bir
düzeltme hareketi başlatılmıştır.
1990 yılında
Kastro ortak işletmelerde yasalara göre yüzde 51 Küba ortaklık
payının kaldırılacağına işaret eder. Bunun üzerine yabancı
sermaye ile ortaklık teşvik edilir.
Kastro,
Brezilya seyahati sırasında yabancı sermaye ve yabancılarla
ortaklık kurulmasına ilişkin sınırlandırmaların
gevşetileceğini açıklar.
Kastro,
yabancı sermayeyi teşvik eder:
“Yüzde
50 ortağımız olanlar, üç yıl içinde sermayelerini yeniden elde
ettiler. Biz de üç sene içinde sermayemizi yeniden elde ettik…Otel
inşası için sermayelerini getiriyorlarsa, biz de inşatta
çalışacak işgücünü vb. getiriyorsak, tecrübeler, yani
teknoloji getiriyorlarsa, pazar getiriyorlarsa, (bunlarla) bir şirket
kurmak tamamen doğrudur ve bundan her iki taraf da kazanır veya da
sahiller boş kalır ve otel yapılmaz” (6).
Kasım
1990’da yabancı firmalarla ortaklık yasası 8. Uluslararası
Ticaret Fuarında (Havana) açıklanır.
1991’in
ortalarında faaliyette olan ortaklık işletme sayısı 50’dir.
100’den fazla yabancı firmayla ortaklık görüşmesi sürdürülmüş
ve 29 ülke ile ortaklık sözleşmesi yapılmıştır.
Küba
Ticaret Odası Başkanı, Meksika basınına yüzde yüz yabancı
sermayeli şirket kurulmasını da reddetmeyeceklerini açıklar.
Küba
bütün ekonomiyi yabancı sermayeye açar
(7).
Sıra
yabancı firmalar için Küba’da serbest ticaret bölgesinin
kurulmasına gelir.
Temmuz
1992’de Ulusal Meclis, ekonomiyle ilgili bazı yeni yasalar
çıkartır. Bu yaslara göre;
- Küba işletmelerinde yabancı özel yatırıma ve
- Tekil Küba işletmelerinin kendi başlarına ithalat ve ihracatına izin verilmekteydi.
1992 yılı
itibariyle Küba’da 240 yabancı işletme ve bağımsız çalışan
88 Küba işletmesi vardı.
Ocak-Nisan
1993 arasında;
- 100’den fazla meslekte özel küçük işletmelerin kurulmasına izin verilir.
- Aile işletmesi olarak özel lokanta ruhsatı verilir.
- Köylü pazarları teşvik edilir.
- Turizm teşvik edilir.
“Eylül
1995’teki yatırım yasasına göre yüzde yüzü yabancılara ait
olan, Küba tarafının katılmadığı yatırımlar mümkün…”
olmuştur
(8).
Bazı Sonuçlar:
- Küba devrimi, antiemperyalist-demokratik bir devrimdi.
- Küba devrimine küçük burjuva aydınlar önderlik etmiş ve yoksul köylülerle birlikte silahlı mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
- Küba devrimine işçi sınıfının örgütlü katılımı olmamıştır.
- Küba devrimi küçük burjuva aydınları-köylülük ittifakı temelinde yükselmiştir.
- Küba devrimi, öncelikle büyük toprak sahiplerinin, işbirlikçi sermayenin ve yabancı sermayenin mülkiyetinde olan varlıklara el koymuş ve devletleştirmiştir. Daha sonraki dönemde ise küçük özel mülkiyet de devletleştirilmiştir.
Küba
yönetiminin devletleştirme anlayışı kapitalizmde
devletleştirmeyle çelişmez. Küba yönetimi, ulusal burjuvazi ve
küçük üreticileri de ulusallaştırarak devlet kapitalizmini inşa
ve geliştirmeye çalışmıştır.
“Ama ne
hisse senetli şirketler durumuna dönüşüm, ne de devlet mülkiyeti
durumuna dönüşüm, üretici güçlerin sermaye niteliğini ortadan
kaldırır. Hisse senetli şirketler bakımından bu durum açıktır.
Ve modern devlet de, burjuva toplumunun, kapitalist üretim biçiminin
genel dış koşullarını, işçilerden olduğu kadar tek tek
kapitalistlerden de gelen saldırılara karşı korumak için kurduğu
örgütten başka bir şey değildir. Modern devlet, biçimi ne
olursa olsun, esas olarak kapitalist bir makinedir: kapitalistlerin
devleti, düşüncedeki kolektif kapitalist. Üretici güçleri ne
kadar çok kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok gerçek
kolektif kapitalist durumuna gelir, yurttaşları o kadar çok
sömürür. Kapitalist ilişki ortadan kaldırılmamış, tersine
doruğuna götürülmüştür. Ama bu doruğa vardıktan sonra,
tersine döner. Üretici güçler üzerindeki devlet mülkiyeti,
çatışmanın çözümü değildir, ama biçimsel çareyi, çözümü
yakalama biçimini içinde saklar”(9).
Küba’da
olan da buydu. Küba devrimi, üretim araçlarının mülkiyetini;
sınıfsal karakterini değiştirmemiştir. Sadece, bütün özel
kapitalist mülkiyet, devlet kapitalizmi mülkiyetine
dönüştürülmüştür.
Küba
iktidarı, revizyonist SB’nin etkisi altına girmeden önce
antiemperyalist-devrimci bir halk iktidarıydı. Bu iktidar, SB ile
girilen bağımlılık ilişkileri sonucunda, Sovyet revizyonizminin
çıkarlarına hizmet eden politika izlemeye ve ülkenin toplumsal ve
ekonomik örgütlenmesini de Sovyet modern revizyonistlerinin
dayatmalarına göre yeniden örgütlemeye başladıktan sonra
antiemperyalist-devrimci özelliğini yitirmiş ve gerici bir
diktatörlüğe dönüşmüştür.
1962’den
itibaren Küba devlet mekanizması SB’nden ve Revizyonist Bloktan
uzmanların işgaline uğradı. Bu danışmanların görevi, Küba’yı
Sovyet modeline göre yeniden örgütlemekti. Bu tarih, Küba’da
devrimci diktatörlüğün tasfiye edilmeye başlandığı tarihtir.
Bu
diktatörlüğün sosyal ve ekonomik tabanı bürokrasi ve devlet
kapitalizmidir. Küba yönetimi, “sosyalist devrim”in
gerçekleştirildiğini ilan etmekle, yani üretim araçlarının
halkın mülkiyetinde olduğunu; sosyalist mülkiyet olduğunu ilan
etmekle bildiğimiz klasik devlet kapitalizminin, bürokrasinin
çıkarlarını ifade eden bürokratik kapitalizme dönüşmüş
olduğunu açıklamış oluyordu.
Küba’da
hiçbir zaman sosyalizme doğru adımlar atılmamıştır. Birtakım
iyileştirmeler, küçük burjuva demokrasisi; devrimci demokrasi
çerçevesinde kalmıştır.
Sosyalizme
yönelebilmek, sosyalizmi inşa edebilmek için siyasal iktidarın
işçi sınıfı ve müttefiklerinin elinde olması gerekirdi,
partinin olması gerekir. Küba’da ise bu yoktu. 1965’te kurulan
parti, gerçek bir komünist partisi değildi. Sovyet modern
revizyonizmini destekleyen SHP, Kastrocu “26 Temmuz Hareketi” ve
öğrenci hareketinin bir arayan getirilmesinden oluşuyordu. Parti,
fraksiyonlar üzerinde yükseliyordu; bir koalisyondu. İçinde işçi
sınıfının çıkarlarını temsil eden bir akım bile yoktu.
Özel
mülkiyet karşısındaki bütün radikalliğine rağmen Küba
diktatörlüğü, 1980’den itibaren özel mülkiyetin gelişmesine
zemin oluşturacak adımlar atmıştır.
Küba
diktatörlüğü, ayakta kalabilmek için yabancı sermayeyi teşvik
etmiş ve ülke ekonomisinin hemen bütün sektörlerinde yatırım
yapmasına, yerli sermaye ile ortaklık kurmasına izin vermiştir.
Günümüzün
revizyonist partileri ve Marksizm-Leninizm adına konuşan farklı
revizyonist, oportünist akımların birleşebileceğini, bunların
arasında ilkesel, ideolojik farkın olmadığını sanan bir kısım
unsurlar, günümüzde Küba, Vietnam, Kuzey Kore ve hatta Çin’deki
devlet kapitalizmini “sosyalizm” olarak görüyorlar ve
dolayısıyla da bu ülkeleri sosyalist ülkeler olarak
tanımlıyorlar. Neye göre sosyalist diye sorulsa verecekleri bir
cevap yoktur. Bunlar, kendi gücüne güvenemeyenler ve dışarıdan
destek olmazsa iş yapamayacağına inananlardır. Bunların mutlaka
bir yerlere dayanmaları gerekir.
Bu unsurlara
göre bu ülkeler “sosyalist” oldukları için savunulmalıdır,
desteklenmelidir.
İktidar
olarak, sistem olarak Küba’nın desteklenecek bir yanı yoktur.
Devrimci, antiemperyalist Küba’dan bugün geriye fazla bir şey
kalmamıştır. Küba, genel olarak emperyalizm karşısında; genel
olarak bütün emperyalist ülkeler karşısında antiemperyalist bir
duruşa sahip değildir. Ama o, emperyalizme karşı
desteklenmelidir. Antiemperyalist olduğu için değil, emperyalizme
karşı tavır aldığı müddetçe desteklenmelidir.
Devrimci
Küba’da pezo geçerliydi.
Revizyonist
Küba’da ruble geçerliydi.
Günümüz
Küba’sında da dolar geçerli.
*
Kaynaklar:
1)
Fidel Kastro, 30 Mayıs 1992, „Guardian“.
2)
Lenin; C. 32, s. 483, “Komünist Enternasyonal Kongresindeki
konuşması”.
3)
Lenin; C. 32, s. 374, “Ayni Vergi Üzerine”.
4)
Marksist Leninist Komünist Parti/Ekvator’un açıklamasına göre
bugün Küba bütçesinin yüzde 70’i turizm gelirlerinden
oluşmaktadır.
5)
Ekim 2004’te dolar, resmi ödeme aracı olarak iç mali trafikten
çekilir.
6) F. Kastro; Aktaranlar:
Vollmann/Zahn; Küba, s. 89f.
7)
...Ülkesinde “Küba Elçiliği Ekonomi Bölümü” İlanı:
“Küba’da yabancı
yatırımlar için ticari tekliflerin özeti”:
Yabancı sermayenin
yatırım yapacağı sektörlerin sırlaması:
“Turizm; Şeker sanayi;
Ağır sanayi; Çelik ve metal işleme sanayi; Gıda sanayi; Tarım;
Balıkçılık; Hafif sanayi; Biyo teknoloji; İnşat; Nakliyat;
Enformasyon teknolojisi ve komünikasyon; Mali sektör; Su
kaynakları; Radyo ve televizyon kurumu; Kültür”.
Belirtilen bu her bir
sektöre yatırım yapmak için ilişkiye geçilmesi gereken
bakanlıkların ve başkaca sorumlu kurumların adresleri verilir.
Yatırımın nasıl yapılacağı oldukça ayrıntılı olarak
açıklanır. Önemli olan, Küba’nın her yerinde ve her
sektöründe yatırım yapmaktır.
8) Vollmann/Zahn; Küba,
s. 98.
9) Engels:
C. 20, s. 260, Anti-Dühring.